Çok Değerli Basın Mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen Değerli Vatandaşlarımız,
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Malumunuz bugün Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yeni yasama yılı başlıyor.
Yeni yasama yılının ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını tüm kalbimle diliyorum. Umut ediyorum ki, yeni yasama yılı hukuk devletine, adalete, ortak iyiye dönülmesine vesile olur.
Fakat, gerçekçi olmamız gerekir ki, bugün demokratik yasama sorumluluğunun çok gerisinde kalan; yasama, denetim ve bütçe yetkileri işlevsizleştirilmiş bir meclisten sesleniyorum sizlere.
TBMM, toplumsal sorunların tartışıldığı, ortak iyinin arandığı, uzlaşma kültürünün egemen olduğu bir işlev görmekten çok uzaktır.
İktidar, kuvvetler ayrılığını reddetmektedir.
Cumhurbaşkanı, Anayasa’ya aykırı olarak tüm gücü elinde toplamış, “Devlet Benim” anlayışı ile hem yürütme hem yasama hem de yargı konumundadır.
Meclisin içine düştüğü hali anlamak açısından Hatay Milletvekili Can Atalay’a reva görülenlere bakmak yeterlidir. Can Atalay sorunu hala Meclis’in önünde ve Anayasa Mahkemesi’nin açık kararına rağmen askıda duruyor. Milletin iradesi ve Anayasa bizzat Meclis Başkanı tarafından yok sayılıyor.
Bu şartlar altında varlığını devam ettirmeye çalışan bir Meclis’in acilen asli fonksiyonlarına dönmesi demokrasinin daha fazla zarar görmemesi bakımından zorunludur.
Bu yasama yılında da bütün mücadelemiz, ülkemizi içine düştüğü bu girdaptan kurtarma çabası olacaktır.
Değerli Arkadaşlar,
TBMM’nin geçen yasama yılı performansını değerlendirmek için bazı veriler paylaşmak istiyorum. Bu veriler, TBMM’nin geçtiğimiz yılki karnesini güzel bir biçimde özetliyor.
Geçtiğimiz yıl, iktidar ve muhalefet partileri toplamda 887 kanun teklifi vermiş. Ancak AK Parti dışındaki partiler tarafından verilen kanun tekliflerinin hiçbiri tabii ki Genel Kurul’da görüşülmemiştir.
İktidar, birbiriyle alakasız farklı konuları düzenleyen “torba kanun” uygulamasından geçtiğimiz yıl da vazgeçmemiş. Kabul edilen 70 kanundan, 51’i zaten uluslararası anlaşmanın uygun bulunmasına ilişkin. 2 tanesi de bütçe kanunu, geriye kalan 17 kanundan 12 tanesi 2 torba kanun. Bu torba kanunlarla toplamda en az 150 farklı kanunda değişiklik yapılmış.
Düzenlenen konuların farklılığı ve hızla yürütülen komisyon ve genel kurul görüşmeleri yüzünden tepki göstermeye fırsat verilmeyen önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir.
Torba kanun çıkarmanın bu şekilde sıradanlaşması; iktidarın, meclisi, kimin hazırladığı belli olmayan ve mecliste kabul edenlerin nerdeyse tamamının muhtevasından haberleri olmadan kanun tekliflerini onaylayan bir katip olarak gördüğünü de ortaya koymaktadır.
Geçtiğimiz yasama yılında, kanunların ortalama kabul süresi sadece 20 gündür. Fransa’da bu sayı; ortalama 305, Birleşik Krallık’ta ise 294 gün.
Milletvekilleri, 28. Yasama Döneminde Haziran 2024 itibariyle 12 bin 512 yazılı soru önergesi verirken, soru önergelerinin yalnızca 2 bin 76’sı zamanında cevaplanmış, 4 bin 574’ü ise süresi geçtikten sonra cevaplanmıştır. Cevaplanmayan 5 bin 5 yazılı soru önergesi vardır.
Yani soru önergelerinin yüzde 45’i yanıtlanmamıştır. Bu rakamlar, yasama organının yürütme organını denetlemesine yönelik kâğıt üzerinde en etkili yollardan biri olan soru önergesinin iktidar tarafından tamamen işlevsizleştirildiğini bizlere göstermektedir.
Meclisin iktidarı denetleme yetkisi neredeyse yok denecek düzeydedir.
Soru önergelerini en fazla yanıtsız bırakan bakan, Adalet Bakanı. 1820 soru önergesinden Anayasa’nın öngördüğü 15 günde cevaplama süresi içinde sadece bir tanesini cevaplamıştır. 1271 tanesini ise hiç cevaplamamıştır.
Anayasanın 98’inci maddesinin açık hükmüne en çok Adalet Bakanı’nın duyarsız kaldığı bir ülkenin hukuk devleti sıralamalarındaki yeri şaşırtıcı olmasa gerek.
Saygıdeğer Basın Mensupları,
Sayılardan da anlaşılacağı üzere, Meclisin iktidarı denetleme yetkisi yok denecek düzeyde.
TBMM adına Bakanlıkları ve kamuyu denetleme görevi bulunan Sayıştay da doğal olarak bu görevini layıkıyla yerine getirmekten çok uzak.
Sayıştay, kamu kurumlarının mali faaliyetlerini ve kararlarını denetlemekle yükümlü en üst düzey denetim kurumu.
Fakat son yıllarda Sayıştay’ın yaptığı denetimlere rağmen, birçok bakanlık ve kamu kurumu bu raporları dikkate dahi almıyor. Denetim sonuçlarını ve iyileştirme taleplerini uygulamıyor.
Sayıştay’ın 2023 yılına ilişkin kamu idareleri denetim raporlarında, özellikle önceki yıllarda tespit edilen bulguların yerine getirilmediği açıkça görülmektedir.
Örneğin, Tarım ve Orman Bakanlığı 2022 yılında Sayıştay tarafından tespit edilen 18 bulguya dair iyileştirme yapmamış, hatta bu bulgulara dair cevap dahi vermemiştir.
Bu bulgular arasında, balıkçı barınaklarının amacı dışında kullanılması, taşınmazların eksik raporlanması gibi kamu zararına yol açan ciddi usulsüzlükler bulunuyor. Usulsüzlük tespit edilmiş ancak sonuç yok ne yazık ki.
Bakanlıkların Sayıştay raporlarını görmezden gelmesi oldukça sıradanlaşmış halde. Denetim raporuna göre, Adalet Bakanlığı, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı ve Hazine ve Maliye Bakanlığı Sayıştay’ın önceki yıllarda tespit ettiği bulgulara rağmen hiçbir iyileştirme yapmamışlar.
Bu durum, Sayıştay’ın denetim yetkisinin etkisiz hale geldiğini ve kamu kurumları tarafından göz ardı edildiğini göstermektedir.
Sayıştay’ın 2023 raporlarında dikkat çeken bir diğer husus ise bazı bakanlıklara dair, örneğin Dışişleri Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı ya da İletişim Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı’na dair denetim raporlarında hiçbir bulgunun yer almıyor olması.
Anlaşılan o ki, özellikle bu bakanlıkların ve kurumların denetlenmesinin üstünkörü yapılmış ya da gizlenmek istenmiş. Üstelik Sayıştay’ın birçok kuruma erişimi de engellenmiş durumda.
Ne yazık ki, kamu denetiminde şeffaflık ve hesap verebilirlik neredeyse imkansız halde.
Türkiye Büyük Millet Meclisi adına görev yapan Sayıştay’ın denetimlerinin dikkate alınmaması Türkiye’de kamu denetimi ve hesap verebilirlik konusunda ciddi bir sorundur.
Bir mahkeme olan Sayıştay’ın asli görevi, demokratik hukuk devletinin bir gereği olarak hesap verebilirliği sağlamak amacıyla kamu idarelerinin mali faaliyetlerini denetlemek ve kamu zararına yol açan işlemleri tespit etmektir.
Fakat Sayıştay, mahkemeden çok rapor hazırlayıp kamuoyuna duyuran bir kuruma dönüştürüldü. Görev tanımında yer alan “hesap verebilirlik” ilkesi, maalesef uygulamada karşılık bulmuyor.
Gerçekten çok yazık çünkü kurum Anayasa’da belirlenmiş görevlerini yerine getirmemekte ve sadece bir tabela kurumu olarak varlığını sürdürmektedir. Mevcut durumda, kapatılması halinde kimse yokluğunu dahi hissetmeyecektir.
Aziz Milletim,
Sizlerden alınan vergilerin ne şekilde harcandığının etkili şekilde denetlenebilmesini sağlayan Meclis’in bütçe hakkı, denetim aracı olmaktan çıkarılmış durumdadır.
Bütçe açığı kartopu gibi büyüyor. 2019’da 124.7 milyar lira seviyesinde olan bütçe açığı, 2022’de 142.7 milyar liraya, 2023’te 1 trilyon 375 milyar liraya yükseldi. 2024 sonunda bütçe açığında yeni bir rekora imza atacağımız açık. Bütçe açığı 2024’un ilk sekiz ayında yani şimdiden 973.6 milyar liraya ulaştı bile.
1999’da 31 milyar dolar olan vergi gelirleri, 2024 yılında 234 milyar dolara yükselmiş. Ancak vergi gelirlerindeki artışa rağmen kamuda israf da benzer oranda artmış gözüküyor. Halkın ödediği vergiler çoğu zaman hesapsız ve verimsiz projelere yönlendiriliyor.
İstanbul Planlama Ajansı’nın yayımladığı “Türkiye’nin İsraf Karnesi” başlıklı raporu kamu kaynaklarının milletimiz için yapılacak yatırımları engelleyecek biçimde israf edilmesi ve verimsiz kullanılması konusunda önemli tespitlerde bulunuyor.
Rapora göre; 2023’te Türkiye’de kamu harcamalarının büyüklüğü Gayri Safi Yurt İçi Hasıla’nın yüzde 36,69’una ulaşmış durumda.
Kamu harcamalarının şeffaflıktan ve denetimden yoksun olması nedeniyle israf, usulsüzlük ve yolsuzluk vakaları ülke ekonomisini sarsacak boyutlara ulaşmış vaziyette.
Örneğin, raporda kamu-özel iş birliği projelerine yapılan garanti ödeme tutarlarına şeffaflık ve denetim eksikliği nedeniyle çok zor ulaşıldığı belirtiliyor. Garanti verilen ödeme tutarlarıyla yatırım tutarları arasında ciddi orantısızlıklar bulunuyor. Bu projelere yapılan ödemelerin bütçede farklı kalemler altında gizlendiği de raporda yer alan önemli tespitlerden biri.
Değerli Arkadaşlar,
Değinmek istediğim diğer bir mevzu daha var. Son yılların en büyük veri sızıntılarından biriyle karşı karşıyayız.
Resmi kurumlarda kaydı bulunan 85 milyon kişinin kimlik numaraları, adresleri ve telefon numaraları gibi kişisel bilgileri çalındı. E-Devlet verilerini çalan kişiler site açıp paralel E-Devlet kurmuşlar, 200 TL’ye abone olunan sitede, Telegram’da istediğiniz vatandaşların kimlik fotokopisine kadar erişebildiğiniz belirtiliyor.
Bir yıldan fazla süre önce verdiğim soru önergelerine rağmen bu büyük ölçekli sızıntı konusunda hangi önlemlerin alındığını ne yazık ki bilmiyoruz.
Soru önergeme verilen cevapta sadece incelemelerin devam edildiği belirtilse de kişisel verilerimizin ve bu konudaki sorumluların akıbeti hakkında ayrıntılı bir bilgi yok.
Geçtiğimiz günlerde Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Abdülkadir Uraloğlu, sızıntının Covid-19 pandemisi döneminde yaşandığını kabul etti ancak veri güvenliği konusundaki zafiyetler konusunda hangi önlemlerin alındığına dahi değinmedi.
Oysa 85 milyonun e-devlet sisteminde kayıtlı her türlü kişisel bilgisinin piyasada pazarlanması ortalama bir demokraside hükümeti istifa ettirirdi. En azından birkaç bakanı koltuğundan ettirmesi gereken bu büyük skandal karşısında bizde herkes suspus.
İktidarı bu konuda gerekli önlemleri derhal almaya ve sorumluları bir an önce cezalandırmaya davet ediyorum.
Değerli Arkadaşlar,
Malumunuz, önümüzdeki günlerde Genel Kurulun gündemlerinden bir tanesi de 9. Yargı Paketi olacak. Pakete ilişkin değerlendirmemi ayrıca yapacağım ancak bir hususta iktidarı uyarmak istiyorum.
Türkiye’de çok ciddi bir şiddet sorunu var.
Ülkenin her bölgesinden cinnet geçiren vatandaşlarımızın haberleri basına yansıyor.
Geçen sene kasten yaralama suçundan açılan soruşturma sayısı 880 bin 774 iken şüpheli sayısı bir buçuk milyonu bulmuş.
Derinleşen birçok toplumsal sorunumuzun birçok ülkeye kıyasla çok daha fazla suç ve suçlu ürettiği ortada.
İnsanımızın suça yönelimini etkileyen temel sorunların başında toplumsal adaletsizlikler ve eşitsizlikler geliyor. Ayrıca eğitim sistemindeki yapısal sorunlar, işsizlik, yoksulluk, gelir adaletsizliği, hayat pahalılığı ve sosyal yardımlardaki yetersizlik gibi ekonomik sorunlarımız ve uyuşturucu kullanımının yaygınlaşması da insanların suça yönelimini etkiliyor.
Üstelik, suçun önlenmesine yönelik ve onarıcı adalet için etkili sosyal politikaların devreye sokulamaması nedeniyle bu sorunlar daha da derinleşiyor.
Diğer taraftan, ceza infaz sistemindeki eksiklikler de suça karşı caydırıcılığı ortadan kaldırmış durumdadır. 6-8 yıla kadar ceza gerektiren suçları işleyenler kısa süre içinde yeniden toplum içinde serbestçe dolanabiliyor.
Son 10 yılda yapılan örtülü aflar nedeniyle cezaevleri doldur boşalt yapılarak boşaltılmaya çalışılsa da ülkede ne şiddet azalıyor ne de cezaevi nüfusunda azalma yaşanıyor.
Türkiye’de cezaevi nüfusu son 20 yılda 6 kat artmış.
2 Eylül 2024 itibarıyla Türkiye’deki cezaevlerinde 356.865 kişi bulunuyor. Bu sayı benzer nüfusa sahip ülkelerle kıyaslandığında, cezaevi nüfusunun ne kadar dramatik yükseklikte olduğunu gözler önüne seriyor.
Benzer nüfusa sahip olduğumuz Almanya’da cezaevinde yalnızca 56 bin kişi bulunurken, Türkiye’de bu rakamın altı katından fazla mahkûm bulunuyor.
Bu durum, sorunların kök nedenlerine inmeden, sürekli suçlu üreten eğitim ve adalet sistemini sorgulamadan, cezaevlerini sürekli suçlularla doldurup boşaltarak günü kurtarmaya çalışan bir ceza infaz sistemi ile çözülemeyeceği ortadadır.
Cezaevleri ıslah etme görevini yerine getirmekten ziyade suçluların hukuktan korkmadan kısa sürede çıkacaklarını bildikleri bir yapıya dönüşmüştür.
Polis memuru Şeyda Yılmaz’ın öldürülmesi, adalet ve ceza infaz sistemindeki temel sorunların önemli bir yansıması.
26 suç kaydı bulunan bir kişinin, cezaevi yerine dışarıda serbestçe dolaşması ve böyle korkunç bir cinayet işlemesi, ceza infaz sisteminde acilen önlem alınması gerektiğini bizlere tekrar göstermiştir.
Adalet sisteminin işlevsiz hale geldiği bir ülkede, suçluların cezalandırılmadığı bir düzenin devam etmesi toplumun huzuru ve güvenliği için en büyük tehdittir.
Bu nedenle, buradan iktidara seslenmek istiyorum.
Geçici çözümlerle kalıcı sorunların üstünü örtemezsiniz, örtemiyorsunuz da. Hukuk devleti ilkelerine uyulmadığı takdirde, geçici infaz düzenlemeleriyle suçla ve şiddetle mücadele mümkün değildir.
Bu sorunlarla samimi bir şekilde yüzleşmediğiniz ve temel toplumsal sorunlara samimi olarak demokratik yöntemler ile çözüm üretmediğiniz müddetçe toplum olarak çok daha ağır maliyetlerle karşı karşıya kalacağımız aşikardır.
Gelin, 9. Yargı Paketi ile adil ve caydırıcı bir ceza ve infaz politikası için çalışalım ve kısa, orta ve uzun vadeli bütüncül yapısal dönüşümü hep birlikte planlayalım.
Aziz Milletim,
Tablo ne yazık ki karanlık.
Hayat pahalılığı, adaletsizlikler, yolsuzluklar, yasaklar her geçen gün katlanarak artıyor.
Türk-İş’in araştırmasına göre Ağustos’ta 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 19 bin 271 lira, yoksulluk sınırı ise 62 bin 772 lira olmuş durumda.
Malumunuz okullar açıldı ve derin ekonomik kriz daha da hissedilir hale geldi.
Çocuk okutmak, Türkiye’de en zor işlerden birisi. Kayıt, servis, kırtasiye, kitap gibi sayısız masrafla kuşatılan veliler ekonomik krizi iliklerine kadar hissediyor.
Her nereye gitsek, milletimizin mutsuzluğuna şahit oluyoruz. Hayat pahalılığı ve enflasyon, ailelerin huzurunu kaçırmış durumdadır.
Her alanda yaşanan adaletsizlikler milletin geleceğe dair umutlarını tüketiyor. İşte, Sinan Ateş cinayeti yargılamasında yaşananlar herkesin malumu.
Mahkeme adeta cinayet aydınlatılmasın ve birkaç tetikçiye ceza verilip olayın üstü kapatılsın diye kurulmuş.
Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in bunca zamandır verdiği mücadele ortada.
Dün duruşma çıkışında Sinan Ateş’in annesi Saniye Ateş’in söylediklerini herkes duydu.
Peki Sayın Cumhurbaşkanı da duydu mu?
Sayın Meclis başkanı, Ak Partili milletvekilleri arkadaşlarımız da duydu mu?
Maalesef duyduklarına pek emin değilim.
KHK dramına kulaklar tıkanmış, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına, Anayasa Mahkemesi kararlarına kulaklar tıkalı…
. . .
Yine son dönemde gündemi meşgul eden bir başka hukuk skandalı; İBB Başkanı Sayın İmamoğlu’na açılan “Ahmak” davası.
Dava uzun süredir istinafta bekletiliyor.
Hiçbir aklı başında hukukçunun savunamadığı, siyasi bir tehdit olmaktan öteye gitmeyen, ana muhalefet partisini sıkıştırmaya, cumhurbaşkanı adayları arasında iddialı bir kişiyi siyaseten saf dışı bırakmaya yönelik kurgulanmış bir hukuk faciası…
Vaktiyle hukuksuz mahkeme kararlarıyla siyaseten saf dışı bırakılmak istenen Sayın Erdoğan’ın 22 yıllık iktidarından sonra bu kez hukuku muhalefetin kafasında bir sopa olarak kullanmak kendisine nasip oldu.
Değerli vatandaşlarımız,
Maalesef iktidar hakka, hakikate, adalete, doğru söze kulağını tıkamış durumda.
Ve tam da bu nedenle sorunlarımız derinleşerek artmakta. Türkiye yakın tarihinde görülmemiş bir ekonomik ve sosyal krizle boğuşmaktadır.
Bu girdaptan çıkışın tek yolu, Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi adı altında uygulanan keyfi yönetimi sonlandırıp ivedilikle denge denetim mekanizmalarını ve çoğulcu demokratik kültürü esas alan sisteme geçmek olduğu açıktır.
İktidarın güçlendirilmiş bir parlamenter sisteme dönme iradesi göstermesi durumunda bizler somut adımlara destek vermeye hazırız.
4 Ekim 2021 tarihinde DEVA Partisi olarak kamuoyu ile paylaştığımız Demokrasiye Geçiş Eylem Planında güçlendirilmiş parlamenter sistemin nasıl kurgulanması gerektiğini tüm ayrıntılarıyla ortaya koymuştuk.
Kazananın her şeyi kazandığı, tüm yetkinin tek bir kişide toplandığı, tüm önemli kararların tek bir kişiye bırakıldığı, her türlü keyfiliği mümkün kılan bu sistemsizlikle Türkiye’nin refaha ve huzura kavuşması mümkün değildir.
Bu yönetim anlayışında ülkenin başındaki kişi kim olursa olsun farketmez; bu iktidar gidecek falanca gelip ülkeyi kurtaracak diye beklemek beyhudedir.
Türkiye’nin bu girdaptan kurtulmasının tek yolu, demokratik hukuk devletine geri dönmek ve devlet düzeninde yerinden oynayan taşların tekrardan adaletle ve demokratik bir anlayışla yerli yerine oturtulmasını sağlamaktır.
Değerli vatandaşlarımız,
Bizler ülkemizin geleceği için var gücümüzle çalışmaya devam ediyoruz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.