Saygıdeğer Basın Mensupları,
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin 28. Yasama Döneminin ülkemiz ve vatandaşlarımız için
hayırlı olmasını diliyorum.
Umut ederim ki yeni yasama dönemi hukuk devletine, doğru olana, adil olana dönülmesine
vesile olur.
Maalesef Meclis’te görüşülecek ilk kanun teklifi bizlere göstermektedir ki, iktidar rasyonel
zemine dönerek ekonomimizin ve adalet sisteminin derinleşen sorunlarını çözmek yerine eski
alışkanlıklarını sürdürerek günü kurtarmaya çalışmaktadır.
Malumunuz, Meclisin bu haftaki gündemi geçen cuma günü Plan ve Bütçe Komisyonu’nda
kabul edilen Ek Motorlu Taşıtlar Vergisi İhdası ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılması
Hakkındaki Kanun Teklifi’dir.
Bugün görüşülmeye başlanacak olan kanun teklifinde yer alan iki maddeye dikkatlerinizi
çekmek istiyorum.
Her ikisi de Anayasaya aykırı bir şekilde hayata geçirilmeye çalışılmaktadır. Dilerim ki, Genel
Kurul’da bu hatadan dönülür.
İlk madde, 2023 yılında bir defaya mahsus olarak motorlu taşıtlar vergisinin iki katına
çıkartılmasını öngören düzenlemedir.
Bu düzenleme ile; rasyonel zeminin çok uzağında keyfi politikalarla enflasyonu ve yoksulluğu
derinleştiren iktidar, kendi hatalarının faturasını ek vergiler koyarak vatandaşına ödetmeye
çalışmaktadır. Gerekçe olarak da deprem felaketini göstermektedir.
Elbette, hepimiz ek vergilerin nedeninin deprem olmadığının farkındayız.
Bu vergilerin, faiz sebep enflasyon sonuç iddiasının ve israfın oluşturduğu milyarlarca açığın
kapatılması için getirildiği açıktır. Dolayısıyla bu düzenlemenin depreme ilişkin olmadığını
kendi açıklamalarından da anlamaktayız.
Motorlu Taşıtlar Vergisinin iki katına çıkarılmasını öngören teklif ile 2023 yılında ikinci kez
ek vergi tahakkuk ve tahsil edilerek vergi yükü araç sahipleri bakımından eşit olmayacak
şekilde ağırlaştırılmaktadır.
Bu durum, mali güce göre vergilendirmeyi ve vergi yükünün dengeli, adil, ölçülü ve eşit
dağılımını engellemektedir.
Üstelik, devletin vergilendirme yetkisini kullanırken sosyal adalet anlayışını da göz önünde
bulundurmamaktadır.
Dolayısıyla bu teklif, Anayasa’nın 73. maddesinde öngörülen vergilendirme ilkelerine
aykırıdır.
Benzer bir düzenleme, 2003 yılında Meclis gündemine gelmiş ve yasalaşmıştır. Ancak Anayasa
Mahkemesi tarafından belirttiğim gerekçelerle iptal edilmiştir.
Bu nedenle, Anayasa’ya ve Anayasa Mahkemesi kararına aykırı olan ve vatandaşlarımızın
sırtına ek bir yük olan MTV düzenlemesi Genel Kurul’da geri çekilmelidir.
Değerli Arkadaşlar,
Kanun teklifinde değerlendireceğim ikinci husus ise iktidarın yine günü kurtarmak için
torba kanuna son anda eklediği, 5275 sayılı İnfaz Kanunu’na eklenmesi teklif edilen Geçici 10.
maddedir.
Öncelikle vurgulamak isterim ki bu düzenleme, örtülü özel bir aftır. Ülkemizde bugüne
kadar 47 adet af kanunu çıkarılmış olmasına rağmen bunlardan 20 tanesine erteleme, şartla
salıverme gibi isimler verilmiştir.
Siyasetçiler aslında siyaseten af düzenlemesi yapmak istediklerini açıkça itiraf
edememiştir.
Bugün de iktidar tarafından yapılan budur.
İktidar, infaz yasaları ve kurumları ile oynanarak af yasasının nitelikli çoğunlukla çıkarılması
gibi zahmetlerden kendisini kurtarmak istemektedir.
Yapılan bu düzenleme örtülü bir özel aftır. Çünkü cezanın infaz şeklini değil, doğrudan cezayı
etkilemekte ve hafifletmektedir.
Eğer bir kişiyi mahkûm edildiği hapis cezasından kanun değişikliği yaparak infazı
tamamlamasını beklemeksizin serbest bırakıyorsanız, siz itiraf edemeseniz de bu bir aftır.
Nitekim Türk Ceza Kanunu’nun 65. maddesinde de Anayasa Mahkemesi kararlarında da özel
af tanımı tam olarak bu şekildedir.
Teklifin af niteliğinde olması dolayısıyla da İçtüzüğün 92. maddesi gereğince teklifle beraber,
teklifin içinde bulunduğu torba kanunun tümünün oylamasında Meclis üye tamsayısının beşte
üç çoğunluğunun kabulü gerekmektedir.
Aksi halde kanunun tamamı şekil bakımından Anayasa’ya aykırı olacaktır.
İkinci olarak, bu düzenleme toplumun geniş kesimini etkileyen önemli bir kanun teklifi
olmasına rağmen ne yazık ki uzun zamandır TBMM’nin yasa yapma sürecindeki keyfiyet, yeni
yasama döneminin ilk kanun teklifinde de kendini göstermektedir.
Partilerin, baroların, akademisyenlerin ve sivil toplumun görüş ve önerilerini bırakın dikkate
almayı dinlemeye bile fırsat vermeden Genel Kurul’dan geçirilmeye çalışmaktadırlar.
Cuma günü gece yarısı komisyona sunulan teklifin, bu hafta yasalaşması planlanmaktadır.
Böylesi önemli bir konuda bu keyfiyet ve oldu-bitti anlayışı kabul edilemez.
Kıymetli Basın Mensupları,
Üçüncü olarak, teklif ile öngörülen infaz sistemi bütüncül olarak ele alındığında adaletsiz,
eşitlikten uzak ve hukukun üstünlüğü iddiasına aykırı bir yaklaşımla hazırlanmıştır.
Özellikle de teklif kapsamında istisna tutulan suçların belirlenmesi aşamasında, suçların niteliği
ve kamu vicdanında oluşturduğu sonuçlar göz ardı edilmiştir.
Toplumun adi suçlar dediği tüm suçlar, bu teklif kapsamındadır.
Af düzenlemeleri kamu vicdanının yaralayacağı için kapsam dışı bırakılan kasten öldürme,
uyuşturucu ticareti, cinsel suçlar gibi suçlar bu yasa kapsamına alınmıştır.
Gerek covid izni kapsamındaki denetimli serbestlik uygulamasından gerekse de açığa ayrılma
süreleri açısından bahsettiğim bu suçlardan hüküm giyenler yararlanacaktır.
Diğer taraftan ise şiddet ve cebirle alakaları olmamalarına rağmen hukuksuz bir biçimde Terörle
Mücadele Yasasından ya da silahlı örgüt üyeliğinden ceza alan hükümlüler kapsam dışında
bırakılmıştır.
Teklife ilişkin dördüncü ve bence üzerinde en çok düşünmemizi gerektiren husus ise bu
düzenlemenin amacıdır. Asıl amaç, ceza adaletini sağlamak değil, hukukun yanlış uygulanması
sonucu dolup taşan cezaevlerindeki doluluğu kontrol altında tutmaktır.
İktidar, infaz düzenlemesi ile kendi ürettiği vahim yanlışları bahaneler bularak günü kurtarma
maksadıyla düzeltmeye çalışıyor.
Bunu yaparken yine yanlış yöntemler kullandığı için sorunları daha da derinleştiriyor.
Cezaevlerini biraz boşaltalım ki tekrar doldurabilelim anlayışı ile hareket ediyorlar.
Çünkü iktidarın derdi adalet değil, maalesef keşke öyle olsa da biz de itiraz etmek yerine
alkışlasak.
Üstelik bir de kamuoyunda ceza infaz kurumlarının sayısını artırmakla övünüyor.
Cezaevlerinde yer olsa, belki de böyle bir düzenleme önümüze dahi gelmeyecek.
Ülkemizin içinde bulunduğu derin adalet krizinin kısa bir fotoğrafını sizlerle paylaşmak
istiyorum.
Bugün Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 140 ülke arasında 116. sırada yer alıyoruz. İran,
Sudan, Etiyopya gibi ülkelerle aynı klasmanda; Lübnan, Rusya, Meksika gibi ülkelerin ise daha
gerisindeyiz.
AİHM içtihatlarına aykırı olarak devamlı bir şekilde tutukluluk kararı veriliyor. Avrupa
cezaevlerindeki en fazla tutuklu sayısı bizim ülkemizde bulunmaktadır.
AİHM’e 47 ülkeden yapılan toplam başvuru sayısı 74 bin ve bunların yüzde 26’sı Türkiye’den.
Birinci sıradayız. Maalesef kötülüklerde genelde birinci sıradayız. Anayasa Mahkemesi’nde
bekleyen başvuru sayısı ise 110 bin ve bu dosyaların yarısı adil yargılanma hakkına ilişkin.
Mahkeme’nin bugüne kadar verdiği ihlal kararlarının yüzde 85’i yine adil yargılanma hakkının
ihlaline yönelik.
Günde ortalama 300’den fazla insanın diğer hukuk yollarını tüketmiş olarak Anayasa
Mahkemesi’ne başvurduğu bir ülkede adaletten söz edilebilir mi?
İktidara seslenmek istiyorum,
Adil yargılamayı temin etmediğiniz sürece, tutukluluğu tedbir değil ceza olarak uygulattığınız
sürece istediğiniz kadar ceza infaz sistemini manipüle edin, yol alamazsınız.
İstediğiniz kadar cezaevlerini doldur boşalt yapın, insan onurunu esas alan hukuk devletini
reddettiğiniz sürece – geçmişte olduğu gibi – yarın yine aynı sayılarla karşı karşıya kalacaksınız.
Bakın, 2005 yılından bu yana İnfaz Kanunu 39 defa değiştirilmiş ve yine de bu sorun
çözülememiş. Bugün de adil ve kapsayıcı bir infaz düzenlemesi yapmaz, adalete dönmezseniz
bu kanayan yarayı kapatamaz; ortaya koyduğunuz anlayışla bu sorunları çözemezsiniz.
Nedenini bir örnekle anlatayım.
2020 yılında pandemi nedeniyle İnfaz Kanunu’nda benzer bir değişiklik yapılmıştır. Bu
değişikliğin yapıldığı Nisan 2020’de toplam cezaevi nüfusu 310 bindir. Değişiklikle 90 bin kişi
tahliye edilmiş, cezaevi nüfusu 220 bine düşürülmüştür. Ancak henüz ilk yılın sonunda, yani
Nisan 2021’de, bu sayı tekrar 314 bini bulmuştur.
Peki ne anladık?
Dolayısıyla kanun yapmakla olmaz, zihniyet değişmeli.
Bugün ise tablo çok daha endişe verici.
Cezaevlerinin kapasitesi, 296 bin 202 kişi ama Temmuz 2023 itibariyle cezaevlerinde 360 bin
722 kişi bulunuyor. Yani kapasite aşımı 65 bin. Adalet Bakanlığı verilerine göre, bu kişilerin
321 bin 250’si hükümlü, 39 bin 472’si tutuklu.
Bakın Avrupa Konseyi’nin 2022 Ceza İstatistikleri Raporu’na göre Avrupa’da 48 ülke arasında
en çok tutuklu ve hükümlü Türkiye’de bulunmaktadır. Bizden bir sonraki ülke olan İngiltere’de
cezaevlerinde bulunan insan sayısı 80 bindir.
Bize yakın nüfusa sahip olan Almanya cezaevlerinde 57 bin insan var. Bir de 120 bin üzerinde
covid sebebiyle cezaevlerinden ‘izinli’ olanları hesap edersek esasen bizde cezaevinde
bulunması gereken insan sayısı takriben 480 bin kişi eder.
Bakın belirttiğim gibi nüfus birbirine yakın; ama bir ülkenin cezaevlerinde bulunan insan sayısı
480 bin, diğerinde 57 bin!
Yani 9 misli fark!
Sonra da AB kapısında bekliyoruz lafları. “Bizi almıyorlar” tekrarları.
Sayın Cumhurbaşkanı, bizi AB kapısında bekleten sizsiniz. Sizin hukuk devletini ve demokrasi
kültürünü reddeden uygulamalarınız.
Devamlı konserlerin iptal edildiği, milletvekillerinin cezaevinde tutulduğu, insan onurunun
devamlı ayaklar altına alındığı bir ülke Kopenhag Kriterleri’ne uyuyor da AB mi görmüyor?
Peki Almanya ile aramızdaki bu büyük fark nasıl izah edilebilir?
Elbette en önemli sebep adaletsiz toplumsal düzenimizin çok daha fazla suçlu; adaletsiz ceza
ve yargı sistemimizin ise çok daha fazla mahkum üretmesidir!
Toplumsal sorunlarımızla samimi olarak yüzleşip kısa, orta ve uzun vadeli bütüncül yapısal
dönüşüm planı yapılmamasıdır!
Temel sorunlarımızı çözme iradesi ortaya koymadığımız sürece korkunç toplumsal maliyeti
görmez ve hatta ‘bacasız fabrika’ diye cezaevlerimizin sayısını artırmakla övünürüz.
Bu nedenle, bütüncül bir şekilde değişim ve dönüşüm şarttır. Aksi takdirde sorunlarımızın, daha
fazla artacağı ve daha fazla kronikleşeceği unutulmamalıdır.
Sonuç olarak, sırf infaz kurumlarındaki kalabalığı azaltmak için toplumsal uzlaşı
sağlanmadan, günü kurtarmak için TBMM’ye sunulan bu düzenleme, cezasızlık algısının daha
da pekişmesine hizmet edeceği gibi eşit ve adil bir uygulama da olamayacaktır.
Umarım yeni dönemde iktidar bu yanlışlardan döner. Bütün olarak hukuk devletine dönerek,
Türkiye’nin acil ihtiyacı olan yapısal değişim ve dönüşüm sürecini başlatır ve temel
sorunlarımızı çözme iradesini ortaya koyar.
Biz DEVA Partisi olarak hukuk devletine ve rasyonel zemine dönüşü ortaya koyan tüm adımları
elbette destekleyecek, hukuk devletini yok sayan uygulamalara da şimdiye kadar yaptığımız
gibi aynı kararlılıkla hayır diyeceğiz.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.