Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,
Çok Değerli Basın Mensupları,
Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,
14 Mayıs seçimleri sonrasında kurulan hükümet, görevdeki ilk 100 gününü doldurdu.
İlk 100 gün, verilen vaatlerin takibi ve icraatlerin değerlendirilmesi bakımından iktidarın “ilk karne” dönemi olması nedeniyle önemlidir.
DEVA Partisi olarak, Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan Pazartesi günü yaptığı basın toplantısı ile seçim sonrası kurulan hükümetin ilk 100 gününü değerlendirdi.
Ben de bugün iktidarın “Adalet, Demokrasi, İnsan Hak ve Hürriyetleri”ne ilişkin 100 günlük karnesini ve acilen atılması gereken adımları değerlendireceğim.
Değerli Arkadaşlar,
Öncelikle şunu vurgulamalıyım ki iktidar, Türkiye’yi tekrar hukuk devleti, hatta anayasal devlet standartlarına taşıyabilmek için ne yapması gerektiğini, hangi somut adımları atması gerektiğini, özellikle hangi yapısal reformları yapması gerektiğini çok iyi biliyor.
Seçimden önce açıkladığı “Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar” başlıklı 2023 Seçim Beyannamesi’nde ülkemizin tekrar demokrasi ve hukuk devleti rotasına dönebilmesi için yapması gerekenleri sayfalarca yazmış.
Beyannameyi okuduğunuzda ifade edilen hususların büyük çoğunluğunun lafta doğru olduğunu görüyoruz.
Yani iktidar vatandaşlarımızın daha mutlu ve daha huzurlu olması için ne yapması gerektiğinin farkında.
O halde “Ne yapılması gerektiğini madem biliyorsunuz, şimdiye kadar neden yapmadınız?” diye sormamız gerekiyor ama bu bugünün konusu değil.
Evet, iktidar, hukuk devletinin de demokrasinin de asgari standartlarını biliyor.
Kalkınma ve refah için genel olarak gerekli yapısal reformların farkında.
Burada haklarını teslim etmek gerekiyor.
Aziz Milletim,
AK Parti seçim beyannamesi ile bizlere “Yüksek Standartlı Bir Demokrasi, Türkiye Yüzyılına Yeni Anayasa, Hak ve Özgürlükler: Özgürlükler Yüzyılı ve Adalet Reformu” vaat ediyor.
“Yüksek Standartlı Demokrasi”
Bu hedefini tamamlayıcı reformlarla hayata geçireceğini belirtiyor.
Yine kendi anlatımıyla ‘derinlikli ve yüksek standartlı demokrasi, “insan haysiyet ve onurunu” korumaya ve güçlendirmeye yönelik tek ve vazgeçilmez kurumdur.’
Hatta daha ileri gidiyor ve beyannamede diyor ki ‘AK Parti’nin temel siyasi prensibi, inanç, ifade ve teşebbüs özgürlüğünün önündeki tüm engellerin kaldırılmasıdır.’
Ne güzel, değil mi?
Bu metni okuyan vatandaşlarımız bu hedeflere karşı çıkarlar mı?
Aksine, toplumun nerdeyse tamamı destek vermez mi?
İktidarın son yıllarda ortaya koyduğu tutumlar karşısında o kadar iddialı sözler ki bunlar, hayret etmemek mümkün değil.
Mesela, insan haysiyet ve onurunun korunması hususu…
İnsan onurunu korumak demek insanı devletin nesnesi haline getirmemek demek, insanı tebaa olarak görmemek demek, insana yönelik saygıyı ihlal eden her türlü eylemi başta kamu gücüne yasaklamak demek.
İnsan onurunun korunması ilkesi, anayasal devletlerin en yüksek değer yargısıdır ve elbette yüksek demokrasi standardının varlığının da göstergesidir.
Peki ülkemizin gerçekliği bu iddiaların neresinde?
Gerçekten insan onuruna saygı duyan bir devlet anlayışına sahip miyiz?
İktidar, günümüz Türkiye’si gerçekleri ışığında telaffuz ederken dahi titretmesi gereken bu kavramların ne kadar bilincinde?
Bugün bunun üzerinde duracağız.
Kıymetli Basın Mensupları,
İktidar; yüksek standartlı demokrasi hedefinin yanında katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü yeni bir Anayasa vaat ediyor.
“Temel felsefesi bireyin özgürlüğü ve korunması olan, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını güçlendirmeye yönelik kurumsal güvenceleri içeren, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü derinleştiren yeni bir anayasa yapılması, vazgeçilmez öneme sahiptir.” diyor.
Evet, çok haklı. Gerçekten de beyannamede tanımlandığı gibi yeni bir Anayasa’ya da ihtiyacımız var.
Gerçekten de kuvvetler ayrılığı ve temel hakların güvence altına alınması gerek.
Ancak sorun şu ki, bugün ülke anayasal düzenin gerektirdiği biçimde yönetilmiyor. Bu sebeple bırakın anayasal devleti, artık ne anayasalı devletin ne de kanun devletinin varlığını iddia edebilecek durumda değiliz.
Var olan Anayasayı yok sayan Cumhurbaşkanı, yeni Anayasa yapıp onu ciddiye alacakmış. Sanki mevcut Anayasa ona ülkeyi hukuk devleti kurallarına göre yönetmeyi yasaklıyor!
Türkiye’nin mevcut durumunda kuvvetler ayrılığının geçerliliğinden bahsetmemiz mümkün mü? Bugün temel hakların korunduğunu iddia edebilir miyiz?
Daha bu hafta Cumhurbaşkanı yine ülkenin başsavcısı olduğunu ortaya koymadı mı, bir milletvekili ile ilgili yargısız infazda bulunmadı mı?
Daha üç gün önce dünya alemin gözü önünde yargının tespit dahi etmediği suçları kişilere isnat ederek asıl hükmü veren kendisinin olduğunu itiraf etmiş olmadı mı?
Yürütmenin başı kendisi, yasamanın da fiilen başı kendisi, yargının da fiilen başı kendisi!
Üç erki şahsında birleştiriyor. Uygulamalar ortada. Bir de üzerine yüksek standartlı demokrasi getirecekmiş. Doğrusu daha da yeterli kabul etmediği bu güç temerküzünü nasıl daha fazla yükseltmeyi düşünüyor, çok merak ediyorum.
Bugün aksini iddia edebilecek bir kişi var mı?
Herkes, bu gerçeği kimse bilmiyormuş gibi yapıyor ama neyin ne olduğu herkesin malumu.
Hukukun Üstünlüğü Endeksinde: 140 ülke arasında 116’ncı,
Hükümetin Hukuka Bağlılığı Endeksinde: 140 ülke arasında 135’inci,
Dünya’da Özgürlük Raporunda ise 195 ülke arasında, “Özgür olmayan” 49 ülkeden biriyiz.
İnkar edemeyeceğimiz gerçek bu.
Başka bir endeks. Yöneticilerin Anayasaya Saygısı Endeksinde 1980’deki- yani Darbe Anayasası’nın yapıldığı dönemdeki- düzeyin de altındayız.
Şimdi, böyle bir tablo karşısında seçim beyannamesinde verilen sözleri nasıl ciddiye alabiliriz?
1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 16. maddesi der ki; “Hakların güvence altına alınmasını sağlamayan, kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemeyen toplumlar, asla bir Anayasa’ya sahip değildirler.”
Peki bu ölçüye göre biz ülke olarak bir Anayasaya sahip miyiz gerçekten?
Maalesef ülkemizde ne temel haklar güvence altındadır ne de yasama ve yargı Cumhurbaşkanından ibaret yürütme organından bağımsızdır.
İşte bu sebeple istendiği kadar “özgürlükçü” olduğu iddia edilen yeni bir Anayasa vaat edilsin, dağ fare doğuracaktır.
Çünkü ne o Anayasayı yapacak zihniyet var, ne de o Anayasaya sahip çıkabilecek, gerekirse onu Cumhurbaşkanına karşı savunabilecek yasama ve yargı iradesi.
İktidarın yaptıkları ortadadır, kullandığı dil zihin dünyalarına işaret etmektedir. Ve bu zihin dünyasının demokrasi ile, hukuk devleti ile, adalet ile bir araya getirilmesi maalesef mümkün değildir.
Ayinesi iştir, lafa bakılmaz der atalarımız.
Değerli Arkadaşlar,
Beyanname ile iktidar, bizlere insan onurunu birinci sıraya koyan, temel hak ve hürriyetlerin eksiksiz yaşanabildiği, hürriyetçi demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlediği bir Türkiye vadediyor.
Mesela seçim beyannamesinde “Yaşam Hakkı Eylem Planı” hazırlayacaklarını ve uygulayacaklarını söylüyor.
Ancak yargısız infaz ve orantısız güç nedeniyle yaşam hakkı ihlalleri artarak devam ediyor.
İktidar ise bu ihlallerde üzerinde düşen sorumluluğu yerine getirmiyor. Cezasızlığa son vermiyor, etkin soruşturma yükümlülüğünü yok sayıyor. 100 gün içerisinde hayata geçirebileceği bu vaadini yerine getirmiyor.
Diğer bir örnek: Beyannamede işkenceyle aktif olarak mücadele ettiğini ve ülke gündeminden işkence ile kötü muamele iddialarını tamamen çıkarttığını belirtiyor.
Oysa, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) 2022 raporuna göre işkence ve kötü muamele gördüğü için TİHV’e başvuranların sayısı 2001 yılındaki en yüksek başvuru sayısına ulaşmıştır.
Yani işkenceyi gerçekten sıfırladıktan sonra son yıllarda tekrar zirveye taşıyan iktidar, işkenceyi gündemden çıkarttık diyorlar. Aslında doğru söylüyorlar. Hiç olmadığı kadar arttırdıkları işkenceyi gündemlerinden çıkarttılar. Kendi gündemlerinde olmayınca işkenceyi bitirdiklerini zannediyorlar. Halbuki gündemlerinden çıkarttıkları aslında vicdanları.
İktidar, seçim beyannamesinde ayrımcılık ve nefretle etkin mücadele edeceklerini ve “Ayrımcılık ve Nefretle Mücadele Kurulu” oluşturacaklarını söylüyor. İstese derhal bu kurulu oluşturabilir.
Ben de buradan çağrıda bulunuyorum: Hadi hemen derhal uygulamaya koyun! Ne bekliyorsunuz?
Peki bunu yaptınız diyelim. Artık Cumhurbaşkanı ayrımcı dilden vazgeçecek mi? Devlet Bahçeli nefret dilini terk edecek mi?
İlk 100 gündeki hallerine bakıyoruz, en ufak bir değişiklik yok. Yine gelen geçeni terörist ilan ediyorlar. Beğenmediklerine hakaret ediyorlar, aşağılıyorlar ve hedef gösteriyorlar.
Bu yaklaşımlarla mı ülkeye yüksek standartlı demokrasi getireceksiniz?
Veya sizin yüksek standartlı demokrasiden anladığınız bu mu?
Medeni dünyanın anladığı yüksek standartlı demokrasi mi yoksa yeni bir şey mi icat ettiniz yine.
Kaldı ki iktidar, Ayrımcılık ve Nefretle Mücadele Kurulu’nu Avrupa Birliği üyelik süreci doğrultusunda 10 yıldır çeşitli belgelerde bizlere vaat ediyor.
Madem ne yapılması gerektiğini biliyorsunuz, neden karnenizde olumlu bir adım yer almıyor?
100 günde oturuşunuzdan kalkışınızdan bize ne yapacağınızı açıkça gösteriyorsunuz.
Bu yüzden artık laf değil, icraat bekliyoruz biz.
İktidar seçim beyannamesinde, Ayrımcılık ve Nefretle Mücadele Kurulu aracılığıyla ulusal ve uluslararası ölçekte hak ihlallerinin gözlemleneceğini ve değerlendirileceğini söylüyor.
Buradan çağrıda bulunuyorum, bu kurul derhal oluşturulmalı.
Yine iktidarın seçim vaatleri arasında insan haklarının farkındalığının artırılması için kamu idarelerinde insan hakları eğitim seferberliği başlatılacağı yer alıyor.
Ne bekliyorsunuz! Hadi derhal hayata geçirin.
Hatta ilk eğitimi de Sayın Cumhurbaşkanı ve ortağı Sayın Bahçeli’ye verin ki az buçuk ciddiyet görelim ve ümitlenebilelim.
Çünkü bugün ülkede insan hakları ihlallerin baş tetikçisi ve en büyük destekçisi bu ikili.
Devam edelim.
İktidar seçim beyannamesinde ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı nitelikteki mevzuatı gözden geçireceğini ve uygulamadan kaynaklanan eksiklikleri gidereceğini söylüyor.
Gelinen noktada ise yine tam tersi bir durumla karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanı da ortağı da Anayasa Mahkemesinin ifade özgürlüğü olarak nitelediği görüşleri terörist eylem olarak niteliyorlar.
Yani bir değişiklik yok. Seçim öncesi tutumları neyse seçim sonrasında da aynen devam ediyorlar.
Gazeteci Merdan Yanardağ, Barış Pehlivan hala haksız şekilde cezaevine atılan son örnekler.
Devam edelim.
Seçim Beyannamesinde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının önündeki engellerin kaldırılacağını vadediyorlar.
Peki uygulama ne? Zaten ülkemizde toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yıllardır müsaade edilmiyor. Her gösteri en sert şekilde bastırılıyor. Temel haklarını kullanan insanlar darp ediliyor.
Hadi iyi niyetle seçim sonrası yüksek standartlı demokrasi vaadinin gereklerini beklemiş olalım.
Bu durumda ne olmalıydı? Mesela Anayasa Mahkemesinin toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile verdiği kararın gereği en azından yerine getirilmeli değil miydi?
Peki ne oldu? Cumartesi Annelerinin her Cumartesi yaşadıkları dram ortada.
İktidar ilk 100 gününde de toplantı ve gösteri hakkını en sert şekilde engellemeye devam etti.
Yine yaşadıkları korkunç katliam sonrası adalet nöbetini Urfa’dan Ankara’ya taşıyan Şenyaşar ailesi, yetkililerle görüşme amacıyla gittikleri Adalet Bakanlığı’nın binasına alınmadı, polisler tarafından engellendi.
Bu mu şimdi yüksek standartlı demokrasi?
Devam edelim.
Beyannameye göre, dijital tehditlere karşı tüm vatandaşlarımızın kişisel verilerinin ve özel hayatın mahremiyetinin daha etkin biçimde korunacağı belirtilmektedir. Peki ne oldu?
Örneğin “Sorgu Paneli.org” isimli bir web sitesi üzerinden 85 milyon vatandaşımızın E-Devlet’te yer alan tüm bilgilerine ulaşılabildiği iddiası ne durumda? Hala neyin ne olduğu aydınlatılmadı.
Hatta, Adalet Bakanlığı’na Haziran ayında konuyla ilgili yönelttiğimiz soru önergesi de cevapsız kaldı.
Bu örnekler saymakla bitmez…
Değerli Arkadaşlar,
İktidar, seçim beyannamesinde ‘Adalet Reformu’ yapılacağına yönelik onlarca vaatte bulunuyor.
Diyor ki, “Tek cümlelik Anayasamız olsa o cümlemiz ‘devlet, adaleti sağlamakla yükümlüdür.’ olurdu.”
Altına imza atmamak mümkün değil.
“Yargıyı vesayet organı olmaktan çıkarttık” diyor seçim beyannamesinde.
Evet doğru söylüyor, çıkarttılar.
Peki onun yerine ne yaptılar? Yargıyı askeri vesayetten çıkardılar, Cumhurbaşkanı’nın vesayetine teslim ettiler.
Bu sebeple, Anayasal devletin gereği bir yargıdan bugün Türkiye’de bahsetmek mümkün değil.
İflas etmiş yargıyı sadece kağıt üzerinde kalacak vaatlerle tarafsız ve bağımsız hale getiremezsiniz.
Bugün ülke mafya-siyaset yargı üçgeninde çalkalanıyor. Ama kimin umurunda. Bir kişiye kısıtlı operasyon şovunun ötesine geçen derinlemesine bir temizlik var mı?
Mafyayı koruyup kollayan siyasetçilerin üzerine gidebiliyorlar mı?
Cezaevinden tahliye edilen mafya liderleriyle poz verenlere iki çift laf söyleyebiliyorlar mı?
Dibine kadar yolsuzluğa, rüşvete bulaşmış yüksek yargıçların üzerine gidebiliyorlar mı?
Mafyayı tahliye ettiren, Ankara’da milletin gözü önünde gerçekleştirilen siyasi cinayetin üzerine gidebiliyorlar mı?
Halil Falyalı cinayetine, karıştıkları iddia edilen siyasilerin, uluslararası uyuşturucu ticaretinin üzerine gidildi mi? Ağ ortaya çıkarıldı mı?
Mafya liderlerini tahliye ettiren yargıçlar adıyla şanıyla belli iken ve Adliye koridorlarında dönen rüşvetler konuşulurken üzerine gidildi mi?
Sedat Peker’in ifşalarının üzerine gidildi mi?
Suç örgütü mensuplarına vatandaşlık tedarik eden mekanizma açığa çıkartıldı mı?
Temiz elleri geçtik, temiz parmaklar operasyonu bile söz konusu değil.
Keyfi bir düzende yaşamaya nasıl mecbur bırakıldığımızı dünya alem de gayet iyi biliyor.
Onlarca eylem planının, yargı reformunuzun karnesini çıkartsak bunların laftan öteye geçmediğini artık herkes görmektedir.
Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü de haklı olarak bunları ifade etmektedir.
“AB üyeleri olarak demokrasinin kurumsallaştığı, olgunlaşmış demokrasiler istiyoruz. Kulübe girmek istiyorsanız, olgun demokrasi olacaksınız. Bu nedenle Türkiye bize 100 sayfalık reform planı yollamamalı, reform yapmalı.” diyor.
Aynen böyle!
Bırakın AB kurumlarına aşk mektupları göndermeyi veya vatandaşa propaganda hikayeleri anlatmayı. Laf değil, icraat ortaya koyun!
Ancak iktidarın ilk 100 gününden anlaşılan o ki mevcut zihniyetle bunların yapılması imkansız.
İnsanlığın ve medeniyetin ortak öğretisi kuvvetler ayrılığı reddedildiği müddetçe olgunlaşmış bir demokrasi sizin tabirinizle ‘yüksek standartlı bir demokrasi olmamız imkansız.
Mafya liderlerinin tahliyesine karar veren hakimi Yargıtay üyeliğine atadıktan, HSK tarafından yayımlanan Yaz Kararnamesi’yle hakimlik teminatına aykırı atamaları yaptıktan ve savcıları ve hakimleri illerindeki siyasetçilerin oyuncağı haline getirdikten sonra yargının bağımsız olduğuna nasıl inanabiliriz?
Siyasi baskı sebebiyle yüz binlerce insanın haksız şekilde terör örgütü üyeliği soruşturması geçirdiği bir ülkede nasıl adil yargılanma vardır diyelim?
Düşünün, yargıyı ters yüz ediyorsunuz, sonra bunu düzeltmeyi reform diye vaat ediyorsunuz.
Yargı bağımsızlığını, adil yargılanma hakkını yok eden bu işleri yapmazsınız olur biter.
Hem bu işleri yapmaya devam edip hem de “Reform yapacağız” lafları trajikomik.
Saygıdeğer Basın Mensupları,
Değerli Vatandaşlarımız,
İktidar artık, propagandayla kimseyi kandıramadığının bilincinde.
Dünya sözlerine inanmıyor.
Yüksek standartlı demokrasi ve yargı reformu için yapacaklarınız belli.
İlk 100 günü bekleyelim dedik, belki eylemleriniz değişir mi diye umut ettik, maalesef daha da geriye gittik.
Ancak, iktidarın bu 100 günde yaptığı birkaç olumlu icraata da değinmek istiyorum.
Kötülük okyanusunda küçük damlalar da olsa bunları söylemeden geçmek de bize yakışmaz.
Dün Resmi Gazete’de yayımlanan tebliğle Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde yüzde 90,40 oranında bir artış yapıldı. Zorunlu müdafiliğin ücretleri de diğer vekalet ücretleriyle eşitlendi. Her ne kadar 100 gün içinde olmasa da yapılan tarifede yapılan bu artış ve sürecin Türkiye Barolar Birliği ile ortak yürütülmesi önemli bir adımdır.
Umut ederim ki, avukatlarımızın ekonomik ve mesleki devasa sorunları benzer şekilde yapılacak ortak çalışmalar ile çözüme kavuşturulur.
Ayrıca bir husus da, İçişleri Bakanı Sayın Ali Yerlikaya’nın hakkını teslim etmemiz gerekir. Sayın Bakan, kamu görevinden ihraç edilen ve mahkeme kararıyla göreve iadesine karar verilen yüzlerce İçişleri personelini görevlerine iade ederek yaşanan mağduriyetlere kısmen son verdi. Hukuk arkadan gelsin diyen selefi Süleyman Soylu’nun aksine kendisi, kanunun ve Anayasa’nın emredici hükümlerine bu konuda uymuştur.
Ancak asıl ihtiyaç olan yapısal reformlardır.
Bu nedenle, buyurun, DEVA Partisi olarak, 3 Eylem Planı çalıştık.
Demokrasiye Geçiş, Adil Yargı ve Temel Haklar Eylem Planları.
Alın ve uygulayın:
- Öncelikle, hukuk devleti ilke ve kurallarına, kuvvetler ayrılığı ilkesine ve insan onurunun korunmasına dayanan anayasal devleti tesis edin.
- Anayasal devlet anlayışına uygun olarak yürütme yetkisini sınırlandırın. İktidarın kötüye kullanımına son verin. Denge denetim mekanizmalarını tekrar tesis edin.
- Yasama organına saygı gösterin. Torba kanunlarla, Külliye’de hazırlanan kanun teklifleri ile TBMM’yi itibarsızlaştırmaya son verin.
- Yargı bağımsızlığını derhal tesis edin. Hakim ve savcılara coğrafi teminat güvencesi sağlayın. Atamalarda siyaseti değil, liyakati esas alın. HSK’yı bağımsız bir yapıya kavuşturun.
- Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uyun, hemen derhal gereğini yapın.
- Temel hak ve özgürlüklere ilişkin anayasal ve yasal güvenceleri sağlayın, insan onuruna önce siz saygı duyun. Hak ve özgürlüklerin kullanımına engel teşkil eden tüm uygulamalara son verin. Temel hakların güvencede olduğu bir koruma sistemini kabullenin.
- Nefret suçları ile etkin şekilde mücadele edin.
- Kolluk ve güvenlik güçleri tarafından bireylere uygulanan işkence, kötü muamele ve yaşam hakkı ihlallerini engelleyin.
- İşkence ve yaşam hakkı ihlallerinde cezasızlık politikasına son verin.
- Anayasa’nın 24. maddesini yeniden düzenleyin. Herkese; bireysel veya topluca, özel veya kamuya açık olarak inancını yaşama, öğrenme ve öğretme hakkını temin edin.
- Düşünce ve ifade, toplantı ve gösteri yürüyüşü ile örgütlenme özgürlüklerinin kullanımını engelleyen ya da ölçüsüz şekilde sınırlandıran mevzuatı yeniden düzenleyin, bu özgürlüklerin üzerindeki her türlü baskıya son verin.
- Keyfi gözaltıları engelleyin, koruma tedbirlerini gözden geçirin, tutuklamanın peşin cezalandırma olarak kullanılmasına son verin.
- Evde, çalışma hayatında, sosyal hayatta, siyasi alanda kadına yönelik ayrımcılığa son verilmesi için gerekli adımları atın, kadına yönelik şiddetle etkin şekilde mücadele edin.
- Gazetecilerin mesleki faaliyetlerinden dolayı cezalandırılmalarına son verin.
- RTÜK’ün görevini bağımsız ve tarafsız olarak yerine getirebilmesi için yasal ve yapısal değişiklikler yapın.
- Sivil toplum kuruluşlarına yönelik ayrımcılığa ve baskıya son verin. Bu kuruluşların özgürce çalışabileceği güvenli, çoğulcu ve elverişli bir ortam oluşturun.
- Siyasi faaliyette bulunma hakkına keyfi müdahalelerin önüne geçin, Sn. Can Atalay’ı serbest bırakın.
- Eylem Planı’nızda yazdığı gibi hasta mahpusların tahliyesi için tam teşekküllü devlet hastanesi raporunu yeterli kabul edin.
- Bütüncül bir ceza infaz sistemi oluşturun. Seneler süren ceza yargılamalarını kısaltmak için mevcut kanunu doğru ve etkin uygulayacak politikalar geliştirin.
- Yerel yönetimlerde seçilme hakkına yönelik haksız müdahalelerden ve kayyum uygulamasından vazgeçin.
- Yolsuzlukla mücadele için yasal ve yapısal düzenlemeler yapın.
- Haksız yere ihraç edilenlerin hak ve itibarlarının iadesini sağlayın. Adil yargılanma hakkı ile suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırı şekilde terör örgütü üyeliği kapsamındaki yargılanmalardan kaynaklanan haksızlıklara son verin.
Unutmayın ki hukuk devletine dönmeden, kuralları işletmeden, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere hukuka tabi olmadan ekonomi düzelmez, kalkınma olmaz, yoksulluk bitmez, refah gelmez, mutlu Türkiye olmaz!
Gerek hayat pahalılığı ve gerekse işsizlik ve gelir adaletsizliği altında yatan temel nedenleri ortadan kaldırmanın adımları bellidir.
Sözün özü: Boş lafları bırakın, samimi olun ve icraat ortaya koyun.
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.