DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa
Yeneroğlu’nun “9. Yargı Paketi (Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi)” Hakkında Basın Toplantısı
(11.07.2024, TBMM)
Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer
Vatandaşlarımız,
Çok Değerli Basın Mensupları,
Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,
Bugün Adalet Komisyonu’nda görüşülmeye başlanan 9. Yargı Paketi
hakkında görüşlerimi paylaşmak üzere karşınızdayım.Yargı Paketi ile İcra ve İflas Kanunu, Medeni Kanun, Ceza Kanunu,
Ceza Muhakemesi Kanunu dahil olmak üzere 20 farklı kanunda
değişiklik öngörülmektedir.
Teklif ile hakaret suçu, evlenen kadının soyadı, arabuluculuk, hukuk
meslek sınavları, yargıtay ve danıştay üyeleri ile hâkim ve savcıların ek
gösterge oranlarının eşitlenmesi gibi birkaç konuda değişiklik
yapılması önerilmektedir.
Öncelikle yargı paketinin içeriği ile ilgili birkaç hususa değinmek,
akabinde aslında olması gerekenler üzerinde durmak istiyorum.
Elbette gönül isterdi ki, kuvvetler ayrılığının ve denge-denetim
mekanizmalarının kurumsallaşmış olduğu, yargı bağımsızlığının
egemen olduğu, temel hak ve hürriyetlerin de tartışmasız herkes
tarafından kullanılabildiği gerçek bir anayasal devlette olalım ve ileri
demokrasilerde olduğu gibi uzlaşma kültürüne sahip bir mecliste iyi
hazırlanmış önerilerin optimizasyonuna katkıda bulunabilelim.
Maalesef böyle bir ülkede yaşamıyoruz. Çok derin sorunlarımız var.
Bunları çözmeyi bırakın, konuşma kapasitemiz bile çok zayıf.
O sebeple sistemin bizzat kendisinin doğal olarak ürettiği sorunlara
pansuman tedbirlerle durumu idare ediyoruz.
Fiilen bir hukuk devleti değiliz, hatta günümüzde en asgari
gerekliliklerinden dahi yoksunuz. Amma öyle bir sorunumuz yokmuş
gibi yapıyoruz ve 5 yıl içinde hukuk devletini daha fazla iyileştirme
iddiasıyla, 8 yargı paketi ile yüzün üzerinde kanunda meclis olarak
değişiklik yapmışız.
Bugün itibarıyla da Adalet Komisyonundan 9. Yargı Paketini
tartışacağız. Yargı Paketine bakınca öncelikle şunu belirtmek isterim ki iktidar,
ne yazık ki, yıllardır eleştirdiğimiz torba kanun usulünden bir türlü
vazgeçmedi.
Birbiriyle tamamen alakasız, birden fazla konunun ve kanunun bir
çuvala doldurulması “hukuki belirlilik”, “hukuk güvenliği” ve “nitelikli
kanun yapımı” bakımından “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.
Değerli Arkadaşlar,
Yargı Paketlerinde iktidarın diğer bir klasiği; Anayasa Mahkemesi
kararlarına rağmen, kararların arkasından dolaşılarak iptal edilen
maddelerle birebir aynı ya da benzer düzenlemeler yapıp getirmesi.
İktidar, kurdurduğu ikinci barolar lehine ayrımcılık yapmak maksadıyla
daha önce adli yardım ödeneğinin yüzde 40’ının baro üyelerinin
sayısına bakmaksızın çoklu barolarının bulunduğu illerde eşit
paylaşılmasını öngören kanun çıkarttırmıştı.
Anayasa Mahkemesi bu adaletsiz ayrıcalığı ölçüsüzlük sebebiyle
reddetmiştir. Bu karar gereğince iktidarın, ilin nüfusuna göre
hesaplanacak adli yardım ödeneğinin tamamını baro üye sayısı ile
orantılı olarak paylaştıran bir düzenleme yapması gerekirdi.
Ancak iktidar bu kararı sözde uyguluyormuş gibi, bu sefer yüzde 40
yerine yüzde 30’luk bir düzenleme getirdi. Yeni teklif ile ödeneğin
30’unun eşit olarak paylaştırılması düzenlenmek isteniyor. Bu öneriyle
birlikte avukatlara ikinci baroya geçin diye rüşvet teklif etmiş oluyor
aslında.
Tabi ki bu önerinin de Anayasa Mahkemesi kararında vurgulanan
ölçülülük ilkesine aykırılığını gözardı ediyor.
Anayasa Mahkemesi’nin kararının uygulanmadığı diğer bir örnek,
kadının kocasının soyadını almasını düzenleyen Medeni Kanunu’nun 187. maddesindeki yeni düzenleme önerisi.
Anayasa Mahkemesi bu maddeyi, evlenen kadının tek başına kendi
soyadını kullanamamasına rağmen erkeğin kendi soyadını tek başına
kullanabildiği gerekçesiyle kadın-erkek eşitliğine aykırı bularak iptal
etti ve meclis’e yeni bir düzenleme yap diye Ocak 2024’e kadar da süre
verdi.
Sürenin dolmasının üzerinden 6 ay geçti, iktidar ancak bir teklif getirdi
ama getirdiği yeni düzenleme Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği
düzenlemenin aynısı.
Benzer şekilde, teklifin 17. maddesi ile soybağının reddi davası
açabilmenin şartlarını düzenleyen madde de Anayasa Mahkemesi’nin
iptal ettiği haliyle aynen geri getirilmiş.
Pakette Anayasa Mahkemesi kararlarına uygun hazırlanan öneriler de
yok değil. Bunlar olumlu.
Değerli basın mensupları,
Başka olumlu bir düzenleme, hakaret suçuna maruz kalan kişinin
şikayetini fiilden itibaren en fazla 2 yıl içinde kullanması zorunluluğu.
Bu hukuki güvenilirlik açısından olumlu.
Yine hakaret suçu kapsamında işlenen birçok fiilin adli para cezası
verilmek suretiyle kapatılması. Aslında hakaret suçlarında hapis cezası
yerine para cezası daha da yaygınlaştırılması gerekirdi.
Teklifin diğer olumlu kabul edilecek maddesi de “sadece hukuk
fakültesi mezunlarının uzlaştırmacı olması”nın sağlanmasıdır.
Değerli Arkadaşlar,
9.Yargı Paketi dedikleri, diğer sekiz yargı paketi gibi acil ihtiyacımız
olan düzenlemelerden yoksun. İktidar, her zamanki gibi sorunlarımızın asıl kaynağına inmek
istemiyor. Bunun yerine sistemik sorunlara pansuman tedbirlerle günü
geçiştirmeye çalışıyor. Ülkemizin içinde bulunduğu ve giderek daha da derinleşen demokrasi,
hukuk devleti ve günübirlik yaşadığımız yargı krizlerine tamamıyla kayıtsız bir tutum içindeler.
Peki, yargı paketleri hikayesi nasıl başladı?
2019 yılında açıklanan “Yargı Reformu Strateji Belgesi” kapsamında hazırlanan yargı paketlerinin ilki, 2019 yılında hazırlandı. O dönemde yargıdaki sorunların çözülmesine, bir yenilenmeye ve
normalleşmeye yönelik kamuoyunda “İnsan odaklı hizmet anlayışının geliştirilmesi, yargıya güvenin artırılması, hak ve özgürlüklerin daha etkin korunup geliştirilmesi, makul sürede yargılanma hakkının
gözetilmesi, adalete erişimin kolaylaştırılması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının geliştirilmesi, hukuki güvenliğin güçlendirilmesi.” şeklinde büyük iddialarda bulunulmuştu.
Büyük iddialar derken iktidarın Türkiye’yi getirdiği şartlara göre büyük iddialar, yoksa anayasal devletin asgari gereklilikleri bunlar…
2019’dan bugüne bu paket dahil dokuz yargı paketinde de bu iddialar
tamamen lafta kaldı.
Yargıdaki sorunlara dair hiçbir çözüm geliştirilmediği gibi bu süre zarfında çok daha geriye gittik, yargıya güven daha da azaldı. 2021 yılında şatafatlı bir tanıtımla ilan edilen İnsan Hakları Eylem
Planı’nın üçte ikisi hâlâ uygulanmadı. Temel haklar konusunda üçüncü dünya ülkeleri ile aynı sınıftayız.
Ülkemiz endekslerde “özgür olmayan ülke” klasmanında. Dolayısıyla önümüze getirilen yargı paketleri, ne yazık ki hukuksal çürümüşlüğün üzerini örtme çabasından başka bir şeyi ifade etmiyor.
Kıymetli Arkadaşlar,
Bugün ülkemizde Anayasa yok sayılıyor. Yargının adeta bir sopa olarak
vatandaşlarımızın üstünde kullanıldığı acı örnekleri her gün görüyoruz.
Sayısız insan, masum oldukları halde sadece iktidar istiyor diye
cezaevlerinde tutulmakta.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor.
Hukukun bu kadar değersizleşmesi, adaletin bu kadar yok sayılması, zulmün böylesine sıradanlaşması artık Türkiye’nin sıradan gerçeği. Çünkü insan ancak adaletle yaşar ve devlet ancak adaletle ayakta durur.
İktidar ittifakının bir türlü idrak edemediği, adalete ve hukuk devletine verilen zarar toplumsal huzur ve barışımıza da adeta dinamit döşüyor, tamiri zor yaralar açıyor.
Ülkemiz bugün neyin doğru, neyin yanlış, neyin iyi, neyin kötü, kimin vatansever, kimin hain olduğuna iktidarın ve ortaklarının karar verdiği bir anlayışla yönetiliyor.
Farklı sesler, farklı kimlikler; iktidardakiler gibi düşünmeyenler eziliyor, bilinçli olarak itibarsızlaştırılıyor ve kriminalize ediliyorlar.
“Türkiye’de tek tip kimlik olmazsa bölünürüz ve parçalanırız” vehmi on yıllarca zihinlere kazınmış, ne yazık ki kimse bu delilik hali ile yüzleşmek de istemiyor. AK Parti’nin kuruluş felsefesinde tam da bu anlayışla mücadele etmesi
sayesinde ülkemiz önemli kazanımlar elde etmişti, demokrasi kültürümüz hiç görmediğimiz kadar geliştiği gibi temel hak ve özgürlüklerin yaygın kullanımında da imkansız kabul edilen adımlar atılabilmişti.
Fakat son on yılda tek tek tüm bu olumlu adımlar ortadan kaldırıldı ve Ak Parti kuruluş misyonunu inkar ederek aşırı kimlikçi otoriter bir rejimin sahibi oldu.
Kıymetli basın mensupları,
Demokrasi çoğulcu ve çok seslidir. Bu nedenle ancak her türden görüşün, inancın ifade edilebilmesiyle ve her türlü yaşam biçiminin birlikte var olabilmesiyle mümkün olur.
Ancak bugün Türkiye’nin geldiği noktada iktidar, başta mücadele ettiği
tektipçi anlayışa sarıldı. Çözümü herkesi sopa ile kendisine benzetmekte görüyor.
Farklılıklarımızın ezildiği, demokrasinin yok sayıldığı bir iklimde paket paket yapılan sözde yasal ‘iyileştirmelerden’ bir beklentiye elbette girmek abesle iştigal olur.
Öncelikle hukuk devleti ve demokrasiye dönülmesi zorunludur.
Değerli Arkadaşlar,
Derin adalet ve demokrasi krizinin sonuçlarını görmek için son bir haftada yaşanan bazı örneklere bakmamız yeterli.
Geçtiğimiz günlerde, “Kainatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo” şiarı ile yola çıkan Açık Radyo’nun RTÜK tarafından lisansı iptal edildi.
İptal gerekçesi olarak yayın içeriğinde geçirilen ifadeler gösterildi.
Hem ifade özgürlüğü göz ardı edildi hem de basın özgürlüğü yok sayıldı. RTÜK bilmem kaçıncı Anayasa’ya aykırı zorbalığa imza atmış oldu.
Kıymetli Vatandaşlarımız,
Son bir haftada yaşananlara diğer bir örnek.
Kayseri’de başlayan ve birçok şehrimize de yayılan yabancı düşmanlığı ve ırkçı saikle işlenen kitlesel şiddet.
Suriyelilerin evleri ve işyerleri kundaklandı. Sokakta insanlar kan revan içinde bırakıldı. Antalya’nın Serik ilçesinde 17 yaşında bir genç Suriyeli diye katledildi. Ve maalesef kimse oralı olmadı; ne kaymakam, ne vali bir açıklama yaptı.
Yer yerinden oynaması gerekirken ırkçı dalgaya karşı durmaktan çekinen siyaset de oralı olmadı.
Şiddet olaylarına karışan birçok kişi adeta suç makinası olarak dikkat çekti, içinde yağma, hırsızlık, gasp, cinayet gibi birçok suç işleyen kişilerin olduğu tespit edildi ancak açıklanan bilgiye göre, ülke genelinde gözaltına alınan 1065 kişiden sadece 28’i tutuklandı.
Yine geçtiğimiz hafta sığınmacıların toplu olarak kimlik bilgileri ve
diğer kişisel verileri kamuoyuna sızdırıldı.
14 yaşındaki bir çocuğun bilgileri ele geçirdiği söylendi ama arkasında kamu görevlisi dahil kimlerin sorumlu olduğuyla alakalı kamuoyuna bir bilgi verilmedi.
Ülkemizde artan ırkçı dalganın çok daha kanlı olaylara yönelmemesi
için öncelikle siyaset kurumu sarsılması gerekirken ve tüm toplumsal
güçler hep birlikte öldürücü yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa karşı
medeni bir duruş sergilememiz gerekirken, özellikle çok bariz olan ve
Avrupa ülkelerinin çok ilerisinde olan kurumsal ırkçılığa karşı kısa, orta ve uzun vadeli bir strateji ortaya konulması gerekirken yapılan tek şey, olan biteni yok saymak.
Suriyeliler işlerine gitmeye, çocuklarını evden çıkarmaya çekiniyorlar.
Yaşananlar karşısında kamuoyunun ve kamu idaresinin kayıtsızlığı ise başlı başına bir trajedi.
Toplumun geniş kesimlerinde ve maalesef iktidarda derin bir sessizlik
ve kabullenme hali var.
Almanya’da bir Türk’e yönelik bizde sıradanlaşan ırkçı bir saldırı
olduğunda haklı olarak yer yerinden oynar. İktidardan da muhalefetten
de aklıselim ve şeffaf açıklamalar yapılır. Kamu idaresi hesap vermek zorunda kalır.
Türkiye’de her gün farklı yerlerde ülkemizde yaşayan yabancılara
yönelik saldırılar düzenleniyor, insanların can güvenliği dahi korunamıyor. İktidar medyası dahil hiçbir yerde gündem dahi olmuyor. İktidarın ülkemizde dramatik bir biçimde artan yabancı düşmanlığı ve
ırkçılıkla mücadele konusunda bir programı yok.
Bu olaylarda sorumlu olan, üzerine düşen sorumluluğu yapmayan kamu görevlileri hakkında bir soruşturma açılmadı.
Açıldıysa bile haberimiz yok.
İktidar tarafında derin bir sessizlik hakim.
İçişleri Bakanı olayları incelemek için gittiği Kayseri’de mağdurları ziyaret edip geçmiş olsun bile demedi.
Oysa mazlum olanla dayanışma ve ırkçı şiddete karşı kararlı duruş insanlığın da hukuk devletinin de asgari gereğidir.
Yaşananlar gerçekten kahredici ama gerçeklikten o kadar kopmuşuz ki farkında değiliz.
Değerli Arkadaşlar,
Değinmek istediğim diğer bir konu, 2445 gündür haksız ve mesnetsiz bir şekilde cezaevinde tutulan Osman Kavala ve gezi tutuklulukları. Geçtiğimiz günlerde Adalet Bakanlığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına ve Avrupa Konseyi’nin kararın uygulanması davetine rağmen Osman Kavala’nın yeniden yargılama başvurusunu
reddetti. Kavala, suç teşkil eden bir eylemi olmamasına rağmen tamamen siyasi olarak cezalandırılmakta.
Osman Kavala, hem yargılama esnasında hem de yargılamadan sonra olağan ve olağanüstü kanun yollarını kullanmış ama maalesef ki gasp edilen özgürlük hakkını bu yasa yollarını kullanmasına rağmen alamamıştır. Sadece bu olay bile apaçık bir zulümdür. Diğer bir örnek, Sinan Ateş davası. Davada geçen hafta gerçekleşen
duruşmalarda utanç verici bir tiyatroya tanıklık ettik.
Sanık sandalyesinde olması gerekirken dosyada adı dahi geçmeyen kişiler var, birçok maddi gerçek yok sayılmıştır.
İddianamede 22 sanık olduğu halde “örgütlü suç” olarak nitelendirilmemesi, sanıkların ve ilişkilerinin siyasi niteliğini örtülmesi, iki aracın plakasını yazmasına rağmen kime ait olduklarının dosyada geçmemesi gibi birçok eksiklik ne yazık ki giderilmedi.
Cinayet işlendikten sonra yargılama aşamasında dahi organize bir şekilde bu suçu gizleme saikiyle hareket eden bir suç örgütü olduğu görmezden gelindi.
Açık delillere rağmen genişletilmeyen soruşturma ile bizlere adeta “bu davadan umudunuzu kesin” deniyor.
Fakat biz katillerin arkasındaki karanlık aydınlatılıncaya dek Ayşe Ateş ve kızlarının yanında olacağımızı buradan bir kez daha tüm kamuoyuna ilan ediyoruz.
Kıymetli Vatandaşlarımız,
İktidarın mahkeme kararlarını tanımadığı diğer bir hukuksuzluk örneği de TÜİK’in enflasyon verileridir.
TÜİK, kesinleşmiş mahkeme kararına rağmen enflasyonu ölçtüğü madde fiyat listesini kamuoyu ile paylaşmıyor. Enflasyon rakamları, hangi fiyat değişimine bakılarak hesaplanıyor, bilmiyoruz.
Sizlerin sofrasından ekmeğini, çocuklarınızın harçlığını çalıyorlar, 85 milyon vatandaşımızın kul hakkına giriyorlar.
Milyonca çalışanı düşük maaşa mahkûm ediyorlar.
Değerli Arkadaşlar,
Ülkemizde derin bir ekonomik kriz yaşanırken vatandaşlarına az maaş vermek için enflasyon rakamları ile oynayan, hukuk devletinden önce bireysel menfaatlerini korumayı ilke edinen, farklı seslere tahammülü
olmayan iktidardan böyle yüzeysel ve makyaj niteliğindeki düzenlemelerle iyileşme beklemek abesle iştigal.
Şu haliyle bu iktidardan hukukun üstünlüğü ilkesine uymasını, kuvvetler ayrımı ilkesine riayet etmesini, yargı bağımsızlığını sağlamasını ve temel hak ve özgürlüklere saygı duyması beklemek için
bir sebebimiz yok gibi görünüyor .
Toplumun kanayan yaralarından KHK dramıyla yüzleşmeleri, hukukun en temel kurallarını yok sayarak gelen geçeni terörist ilan ederek insanların hayatlarını cehenneme çevirmeleri ve bu zulmü büyük bir iştah ile sürdürmeleri gerçeği karşısında şu anda bunlardan bir çözüm beklemek gerçekçi değil gibi gözükse de er ya da geç bu zulüm bitecek.
Benzer şekilde, AİHM kararlarının tamamının gereklerini yerine getirilmesi gerekiyor ama yapmıyorlar. Yalçınkaya kararı devam eden tüm yargılamalarda ve kesinleştirilmiş kararlarda dahi uygulanması gerekiyor ama erteliyorlar maalesef.
Değerli Arkadaşlar,
Israrla ve kararla adaletsizlikleri sürdürdükleri için de cezaevlerinin nüfusunu kontrol edemiyorlar, doldur boşalt yapıyorlar. Avrupa’da 46 ülke arasında en çok tutuklu ve hükümlü Türkiye’de
bulunuyor. Cezaevi nüfusumuz 20 yılda tam 6 kat artmış.
Nisan 2020’de toplam cezaevi nüfusu 310 bindi. İnfaz düzenlemesi ile 90 bin kişi tahliye edildi, cezaevi nüfusu 220 bine düşürüldü. Ancak henüz ilk yılın sonunda, Nisan 2021’de, bu sayı tekrar 314 bini buldu.
Sonra tekrar yeni bir düzenleme yapıldı ancak fazla sürmeden cezaevi nüfusu tekrar arttı. Bu sayı, 1 Ocak 2023 itibariyle 341 bin 497 kişiyi buldu. Temmuz ayında yürürlüğe giren infaz değişikliği ile tekrar 80
bin kişi tahliye edildi, şu anda resmi kapasitesi 295 bin olan cezaevlerinde 342 bin kişi var.
Ne anladık? Devamlı dönüp dolaşıp aynı yere geliyorlar.
Paket paket düzenlemeler yapıyorlar, ama temel sorunların hiçbirisine eğilmedikleri için toplumsal sorunları devamlı büyütüp, kriminaliteyi artırıyorlar, diğer taraftan cezasızlık algısını engelleyemiyorlar, cezalarda caydırıcılık ve ıslah politikası gibi reformları hayata geçiremiyorlar; hukuk devletinden uzaklaştıkları için kalıcı çözümler geliştiremiyorlar.
Değerli Arkadaşlar,
Gördüğünüz gibi bu iktidardan hukuk devletine dönmedikleri sürece ciddi bir beklentim yok maalesef.
Belki insanlık namına bazı dramatik sorunlara çözüm getirmek
isterlerse en azından ağır hasta çocuğu olan anneler için sağlanan infaz
erteleme hakkının babalar için de uygulanmasını sağlamaları,
- Anne-babanın aynı anda tutuklu ya da hükümlü olması
durumlarında çocuğun etkilenmemesi için ebeveynlerden bir
tanesinin küçük çocuğun yanında olması için gerekli düzenlemeyi
yapmalarını, - Hasta mahpuslar bakımından tam teşekkülü devlet hastaneleri
tarafından verilen cezaevinde kalamaz raporları sonrası kişinin
derhal tahliye edilmesinin sağlamaları - Cezaevi gözlem kurullarının, kimi zaman kendilerini yargı
konumuna koyacak bir keyfilikle hareket etmelerini engellemek
için ceza gözlem kurulları raporlarının somut değerlendirmeyle
yapılması adına gerekli düzenlemeleri yapmaları…
Bu saydığım maddeler yürütülen adaletsiz sistemin doğal sonuçları,
belki insafa gelip en azından bunları çözüme kavuştururlar.
Bunları bile yapmaları hayal iken daha öte bir beklenti şu an için
safdillik olur.
Kötülüğü sıradanlaştıran ve toplumu da çaresiz kılan bu anlayışla
devam etmeleri durumunda iktidarlarının sonu yakın; anılacakları da
sayısız utanç. 22 yıldır iktidar olup da hukuk devleti inşa edememenin ve nöbetleşe
zorbalığı büyük bir iştahla sahiplenmenin utancı onlara yeter.
Dindarlıkla övünüp de dindarlığın en temel ölçütü olan adaleti öldürmeleri, haddi aşıp hiç olmadığı kadar haksızlık yapmaları, milletin emanetini ehline vermemeleri, adam kayırmaları, güçlü olanın yanında
olup zayıf olanı ezmeleri ve bu yaptıklarına da alay eder gibi Türkiye Yüzyılı, Adaletin Yüzyılı deyip son on yılların en adaletsiz dönemini millete yaşatmaları utancı onlara yeter.
Dindar genç yetiştireceğim diye yola çıkıp da aklı, birey özgürlüğünü, adaleti şeffaflığı, çoğulculuğu hakkaniyeti, ehliyeti, temel insan haklarını esas alan din anlayışı yerine adalete, akla ve bilime itibar etmeyen, insanları afyonlaştıran, hurafeci, sadece grup menfaatini esas alan yapıları teşvik eden, eli kılıçla minberde, ağzında nefret dili ile siyaset kürsüsünde en kutuplaştırıcı, en nefret ettirici anlayışı temsil ettiği için gençlere söz söyleyememenin utancı onlara yeter.
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum