Almanya’nın Brandenburg ve Saksonya eyaletlerinde pazar günü yapılan Eyalet Meclisi seçimlerinde aşırı sağ Almanya için Alternatif (AfD) Partisi her iki eyaletin toplamında en yüksek oyu alan parti oldu. Bu sonuca rağmen kamuoyunu rahatlatan gelişme, bu partinin her bir eyalette birinci konumda olmaması oldu. Brandenburg eyaletinde Sosyal Demokratların adayı Dietmar Woidke, Saksonya Eyaleti’nde de Hristiyan Demokratların adayı Michael Kretschmer seçmenlerin ırkçı parti AfD’ye karşı stratejik oy tercihleri sonucunda ve önceki seçimlere kıyasla ciddi oranda oy kaybederek seçimlerden galip çıktılar.
Her iki eyalette de ikinci parti olan AfD Brandenburg’da nazi geçmişine sahip ırkçı bir adayla oylarını 2014 seçimlerine göre üç misli artırdı. Saksonya eyaletindeyse oylarını daha ılımlı bir adayla iki misli artırdı. AfD elde ettiği bu sonuçla bir yandan Sol Parti’nin kalesi olan Doğu Almanya eyaletlerini ele geçirmeye başladığını, diğer yandan da SPD veya CDU gibi merkez partilerden memnun olmayan; AB politikası, mülteci sorunu veya bölgesel kalkınma konularında bunlardan ümidini kesen seçmenlerin yegane temsilcisi olduğunu gösterdi.
AfD’ye yönelik federal ordu, polis teşkilatı ve orta ölçekli şirketlerden güçlü desteğin söz konusu olduğuna yönelik verileri dikkate aldığımızda, bu ırkçı partinin konjonktürel bir siyasi dalga ötesinde toplumun etkin kesim ve aktörlerinden kalıcı destek aldığı ortaya çıkıyor. AfD seçmeniyse diğer partilerin seçmenlerine nispeten genç, az eğitimli ve daha çok erkeklerden oluşuyor. Seçmenlerin genel vasfı, yukarıda değindiğimiz gibi yerleşik merkez partileri protesto etmeleri ve kendi menfaatlerinin yeterince temsil edilmediği inancında olmaları. Bu parti çoğulcu demokrasi, Avrupa Birliği ve göçmen karşıtı olan kişilerle üstün ırk iddiasını sahiplenen kişileri kendi ekseninde topluyor.
AfD aynı zamanda Doğu Almanya’da özellikle kırsal kesimlerde çoğunluk görüşü haline gelen ırkçı popülizmi besliyor, bu zihniyetin siyasette yaşam alanı bulmasını sağlıyor. Almanya’nın tarihsel nazi yükünü ‘taşımak’ istemeyen, insanların gaz odalarında imha edildiği nazi dönenimde herşeyin kötü olmadığını savunan, göçmenleri kendi varlıkları için bir tehdit olarak kabul eden ve yabancıların istilasına uğrama endişesi taşıyan bu kesim yavaş yavaş ülkenin egemen siyasal kültürünü de ülkedeki birlikte yaşamı tehlikeye sokarak dönüştürüyor, popülist sağa doğru kaydırıyor.
Bundan sonraki süreçte Hristiyan Demokrat CDU içinde bu partiyle ilişki noktasında gruplar arası tartışmalar daha da belirgin hale gelecek. CDU içindeki liberal muhafazakar kanadın direncine karşı partinin Doğu Almanya bloku ile sağcı muhafazakar kanadın artan talepleri, yani AfD ile bazı bölgelerde yerelde var olan iş birliğinin eyalet düzeyinde de mümkün olabilmesi, daha sesli tartışılacak. AfD içindeyse parti içindeki nazilere karşı mesafe koymayanlarla nazi eğilimlilerin partide yer almaması gerektiğini savunanlar arasında iktidar mücadelesi kızışacak.
Almanya’da aşırı sağcı popülizmin güçlenmesi nazi döneminin günümüzde ele alınması noktasında tarihi tabuları yıkıyor. Bunu yaparken de, toplumsal barışı ve ülkenin çoğulcu yapısını tehdit ediyor. Bu cereyana karşıysa başta siyasiler ve medya mensupları olmak üzere ülkedeki tüm aktör ve kanaat önderlerine büyük sorumluluk düşüyor. Çoğulcu toplumsal düzen gerçeğinin sadece Batı’da değil, ülkenin doğusunda da tanınması ve bu yapının özgürlükçü hukuk düzeni, sosyal ve ekonomik refahın kalıcılığı için ne kadar ihtiyaç olduğunun insanlara birebir anlatılması gerekiyor. Öte yandan Almanya’da en yoğun göçmen nüfus olan Türk toplumu da ırkçı tehdit karşısında daha aktif olmak zorunda. Alman toplumunun büyük ekseriyetinin karşı çıktığı aşırı sağcı popülizme karşı gerçekleştirilen tüm aksiyonlarda maalesef az temsil edilen göçmenler ve çocukları, kendi geleceklerine ve çoğulcu topluma daha fazla ve daha görünür biçimde sahip çıkmak zorunda.