Çok Saygıdeğer Başkanım, öncelikle söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum…
Tüm hazirunu saygı ve muhabbetle selamlıyorum. Anayasa Değişikliği Teklifi’yle ilgili sürecin ülkemiz, milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.
Şimdi, bugün tabii şunu özellikle gördük: Gerçekten on yıllarca bu ülkenin kanayan yarası olan başörtüsüyle ilgili büyük acıların yaşanmış olması ve bu acılar sebebiyle de bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen bütün siyasi partilerin bundan üzüntü duyması, geçmişte yapılan hataları açıkça ifade etmesi ve bugün başörtüsü özgürlüğünün güvenceye kavuşturulması konusunda tam bir mutabakatın var olması gerçekten Türkiye için çok değerli olduğunu düşünüyorum; bunun altının çizilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bu da gerçekten ülkemiz için aslında bir taraftan acı bir tablo, 2023’te bu meseleleri konuşuyor olmamız daha da acı bir tablo ama diğer taraftan da en azından geçmişte kalmış olması hususunda tam bir mutabakat olması da değerli, önemli. Tabii, burada aynı zamanda değerli siyasi parti temsilcileri arkadaşlarımız şunun da altını çizdi: “Başörtüsü özgürlüğünü güvenceye alalım.” iradesi ortak bir kanaat olduğuna göre herkesin aslında kullandığı dil olan metinde de o zaman uzlaşalım. Dolayısıyla bunun da değerli olduğunu düşünüyorum çünkü böyle temel hak ve özgürlüklerle ilgili bir meselenin gerçekten Türkiye Büyük Millet Meclisinden üçte 2 çoğunlukla geçmesi ve referanduma gerek olmaması da yine önemli bir aşama olacaktır ki bu olgunluğu da tüm siyasi partilerin ve tüm milletvekillerimizin göstereceğine inancım tamdır. Bugün bu tabloyu burada net bir biçimde gördüğümüzü düşünüyorum. Dolayısıyla burada bundan sonraki süreçte de bu iradenin, ortaya konulan tam mutabakat iradesinin gereğinde de uzlaşılmalı.
Yine, siyasi parti temsilcilerimiz ve aslında kanun teklifini getiren arkadaşlarımız da şunu ifade ettiler: “Aslında Anayasa değişikliğine gerek yok.” Çünkü bu bir uygulama sorunuydu; ülkemizde on yıllarca bir uygulama sorunu olarak cereyan etti, Anayasa’ya aykırı bir biçimde bu uygulama gerçekleştirildi. Bu, özgürlükçü laiklik anlayışı yerine ideolojik, devleti taraf kılan bir laiklik anlayışının gereği olarak icra edildi ve maalesef Anayasa Mahkemesi de uzun zaman bu uygulamaları teyit etti ve Anayasa’ya uygunluğunu onadı. Bunu Refah Partisi kapatma davasında olsun, daha öncesinde Anavatan döneminde yine Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği kanun da olsun, yine AK PARTİ’nin kapatılma davasıyla ilgili de gerekçe gösterilmesinde olsun gerçekten bu sıkıntılar yaşandı ve 2012 itibarıyla Anayasa Mahkememiz özgürlükçü laiklik anlayışını benimsedi ve bunun gereği olarak da bu kabul edilemez. Gerçekten bana göre de çok büyük bir ayıp olan, on yıllarca yaşatılan ama bugün daha da -demin Sayın Grup Başkan Vekilinin de ifade buyurdukları gibi- travmatik bir durum olan ve akla geldiği takdirde insanları duygulandıran bir manzara başörtüsüne yönelik yasaklar ve o zaman uygulanan o otoriter devlet anlayışının gerekleri, o zorbalık. Dolayısıyla şunun da tespit edilmesi gerektiğini düşünüyorum: “Uygulama sorunu.” diyoruz, bu uygulama sorununun bugün başka alanlarda da gerçekleştirildiğini de göz ardı etmemek gerekir. Bu uygulama sorunuysa bugün dahi bizim özgürlükçü bir anayasal devlet kuramamış olmamızın sebebi. Bakın, bugün daha da “Biz yarın öbür gün bir iktidar değişimi olasılığı olduğu takdirde acaba başörtüsü özgürlüğüne yönelik bir ihlal söz konusu olabilir mi? Bu özgürlükleri kısıtlayan bir yaklaşım biçimi olabilir mi?” endişesini taşıyorsak o zaman burada şunu da tespit etmek lazım: Hep birlikte bu dönemin Parlamentosu olarak da özgürlükçü anayasal devletin inşa edilmesi konusunda üzerimize düşeni yapamamışız maalesef. Bunun da tespit edilmesi gerekiyor çünkü yaşanan bu büyük acılar yanında bugün de Anayasa dışında uygulamalar, yargı bağımsızlığının tamamen yok sayılması, yine 28 Şubat mağduriyetlerinin kısmen devam etmesi, Kürtlerle ilgili ciddi sorunlar, KHK mağduriyetlerinin yaşanması ve Alevilerle ilgili özellikle din özgürlüğünü konuşuyoruz, 24’üncü maddeyi konuşuyoruz bu konuda bile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının gereklerinin yerine getirilmemesi konusundaki tutum, maalesef bugün de anayasal devlet anlayışından yani insan haklarına, insan onuruna dayanan anayasal devlet anlayışından ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor. Dolayısıyla hep birlikte otoriter devlet anlayışını aşamadığımız sürece, maalesef bu endişelerle her zaman karşı karşıya kalacağız. Bunun da tespit edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Özellikle Anayasa’mızın 24’üncü maddesi bu konuda bakın, çok bariz bir örnek, şimdiye kadar hiçbir arkadaşımız dile getirmedi. Lütfen, her bir arkadaşımıza özellikle istirham ediyorum, Anayasa’nın 24’üncü maddesini; lütfen, İnsan Hakları Beyannamesi’nin 18’inci maddesiyle ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesiyle mukayese etsinler. Bizim Anayasa’mızdaki din özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü maddesinin şu anki dünyada kabul gören evrensel standartların ne kadar gerisinde olduğunu çok net olarak göreceklerdir. Dolayısıyla, biz burada başörtüsü başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri anayasal güvenceye kavuşturma noktasında bir irade ortaya koymuş isek o zaman bunun gereği de aslında 24’üncü maddenin evrensel standartlar doğrultusunda ele alınması gerekliliğidir ki maalesef bundan çok uzak bir manzarayla karşı karşıya olduğumuzu da tespit etmemiz gerekiyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesi olsun, İnsan Hakları Beyannamesi’nin 18’inci maddesi olsun açık ve net bir biçimde bireysel din özgürlüğünü, topluca din özgürlüğünü, inanma inanmama hakkını ve özellikle öğretim hakkını, dinî toplulukların, azınlık grupların öğretim hakkını teminat altına alıyor ama maalesef bugün bizim Anayasa’mızda bu haklar esaslı bir biçimde, net bir biçimde, ciddi kısıtlamalar olmaksızın teminat altına alınmış değil. Dolayısıyla, bizim şu anda üzerinde durduğumuz ve daha ileri bir safhaya getirmeyi arzu ettiğimiz Anayasa’nın 24’üncü maddesi bu tekliflerin de kabul görmesi neticesinde bile değerlendirecek olsak evrensel standartların maalesef ve maalesef çok çok gerisindedir. Dolayısıyla, asıl ortaya konulması gereken irade Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesini ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 18’inci maddesini dikkate alarak o standartlara uygun bir 24’üncü madde düzenlemesi yapmak gerekirdi ki olması gereken de bence bu. Bu olmadığı takdirde ve yine bunun gerçekten her bir insanımızda, özellikle hukukun üstünlüğü, insan onuruna dayanan anayasal devlet anlayışı, ötekinin hakkı konusuyla ilgili başta eğitim müfredatımız olmak üzere tüm toplumu bilinçlendirme süreci devlet politikası olmadığı sürece bu konularla ilgili maalesef yine yeterli bir netice elde edememiş olacağımızı ve her zaman bu meselelerin siyasi polemik ve ayrıştırıcı unsur olacağını da özellikle vurgulamak gerekiyor. Ne acıdır ki ülkemizde daha da birbirimizin temel hak ve özgürlükleri konusunda endişe ediyoruz. Ne acıdır ki ülkemizde daha da iktidar şu iktidar olursa, bu iktidar olursa bizim en temel insan onurunun gereği olan en temel hak ve özgürlüklerimizin yerine getirilmemesi konusuyla ilgili endişe taşıyoruz. Neyse, bunları aşabilecek durumda değiliz, bunun bilincindeyim, bunun farkındayım ama bütün arkadaşlarımızın da bunun farkında olması konusu hassasiyetini tekrar getirmek istedim.
Tabii, metne gelince, şimdi, bugün özellikle metinle ilgili de bir iki hususa temas etmek istiyorum. Bakın, madem böyle bir sürece, noktaya geldik ve gerçekten mutabakat düzeyinde bir irade ortaya çıktı. O zaman, yapılması gereken, aslında, tüm tartışmalardan uzak, özellikle tarafsız devlet anlayışına uygun ki laikliğin gereği budur, laikliğin gereği devletin herhangi bir ideoloji, bir dinî görüş benimsemesi değildir, tamamen devletin tarafsız olmasıdır, devletin tarafsız olması durumunda bu ülkede dindarlar da dindar olmayan insanlar da huzur içerisinde yaşayacaklardır. Dolayısıyla bu ülkenin gereğinin yerine getirilmesi konusuyla ilgili madde metninin tekrar gözden geçirilmesinde ben fayda görüyorum. Aynı zamanda, yine, madde metninde başörtüsü kullanan hanımefendilerin başını hangi motivasyonla örttüğü hususunun da Anayasa’da ele alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bir insanın hangi motivasyonla ne yaptığı konusunu biz Anayasa’ya alırsak yarın öbür gün bu motivasyon sorgulamalarıyla da karşı karşıya kalacağız. Bakın, geçmişte bunlar oldu, geçmişte insanların hangi motivasyonla başörtüsü taktığı konusu sorgulamalar yapıldı ve hatırlayın Anayasa Mahkemesi kararlarında da bu oldu, çarpıtılarak maalesef dinî motivasyonlu olmadığı gerekçesiyle de yine orada özgürlükçü tutum reddedildi. Dolayısıyla bana sorarsanız, özellikle, ikinci fıkrada, mesela “dinî inancı sebebiyle” diyor orada, o “dinî inancı sebebiyle” kısmının kaldırılması ve hiçbir kadının başını örtmesi veya tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğretim çalışma hayatından mahrum edilmemesi şeklinde bu madde metninin ilerlemesinin daha sağlıklı bir netice doğuracağını düşünüyorum. Çünkü kanunları biz, bir insanın iç dünyasında olan ve bir insanın yani insanoğluyla en yakın bağlantıda olan vicdan hürriyetini sorgulayacak bir noktaya getirmememiz gerekiyor. Bu sebepten dolayı da başörtülü hanımefendilerin motivasyonunu sorgulayan bir dili metne bence koymamamız gerekiyor, o hanımefendinin kendisi takdiridir, hangi motivasyonla takarsa taksın zaten ne diyoruz burada? “Tercih ettiği kıyafetinden dolayı” da diyoruz. Yani hangi motivasyonla, hangi kıyafeti tercih ederse etsin bu özgür alanın en temel gereğidir, bunun da özellikle altını çizmek istiyorum. Dolayısıyla bu şekilde makuliyete çekilen ve metinde tekrar edilmeyen ve gerçekten Anayasa’ya daha uygun… Zaten Anayasa’mız maalesef ki çok kötü bir metin, gerçekten birçok yazım hatası olan, imla hatası olan, Türkçesi bile bozuk olan bir metin ve ülkemizde anayasa, yine, ileri demokrasilerden farklı bir biçimde adeta bir tüzük gibi ele alınıyor, bir yönetmelik gibi alınıyor, bu da neden kaynaklanıyor? Yine, toplumsal mutabakat üzerine bina edilmiş bir anayasal düzene sahip olmamamızdan kaynaklanıyor maalesef ve endişelerimizden kaynaklanıyor birbirimizle ilgili. Bu hususların yanında da tabii yine 24’üncü maddenin yanında bir diğer konu olarak da şunu da belirtmek istiyorum: Yine, 24’üncü maddeyi konuşuyoruz, demin bir arkadaşımız da belirtti.
Bakın, mevcut 24’üncü maddesiyle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları var, bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları kısmen uygulama sorunu ama gönül isterdi ki bunları da dikkate alalım. Bugün, mesela, din dersi maalesef tarafsız bir biçimde değil, aynı zamanda nesnel bir biçimde değil ve aynı zamanda o inanca mensup olmayan insanlara da bir şekilde onların arzu etmediği derse zorunlu olarak katılması suretiyle gerçekleştiriliyor, bu da temel hak ve özgürlüklere aykırı. Bu konuda, madem 24’üncü maddeyi işliyoruz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararının gereğini de o zaman ekleyebilirdik.
FETİ YILDIZ (İstanbul) – 2008’de iptal kararına uygun bulmuştur yani kendi prensiplerini de çiğnemiştir, sınıfta kalmıştır.
MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) – Kim?
FETİ YILDIZ (İstanbul) – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi.
MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) – Hayır, hayır. Orada kastettiğim şey, uygulamada bunun gereği yapılabilir, uygulamada bunun gereği yapılması konusuyla ilgili yani 24’üncü madde bağlamında başka eksiklikler de var, bunu da giderebiliriz.
Yine, aynı zamanda, bakın, 24’üncü maddede, demin ifade ettim, 24’üncü maddenin son kısmında o kadar ciddi kısıtlamalar var ki, bu temel hak ve özgürlüklerle örtüşmüyor; istismardan bahsediliyor, şundan bahsediliyor, bundan bahsediliyor, özgürlüklerin istismarından bahsediliyor; bu, temel anayasal ilkelere aykırıdır, bu, aslında anayasa anlayışına aykırı olarak devlete hak veriyor. Halbûki, anayasa devlete hak verme noktasında yazılmaz, anayasa devletin özellikle olası tiranlaşması karşısında, hukukun sınırlarını zorlaması ve aşması karşısında bireylere özgürlük verir ki bu Anayasa’nın 24’üncü maddesi maalesef bunu da dikkate almıyor.
Yine, 41’inci maddesine geçmek istiyorum fakat 24’üncü maddesiyle ilgili şunu son olarak söyleyeyim: Gerçekten bu konuda bir irade ortaya konuldu ve Parlamentoda temsil edilen bütün siyasi gruplar bu iradeyi teyit ediyorlar, bu iradeye sahip çıkıyorlar. Dolayısıyla daha makul bir düzenleme yani bazı değişikliklerle daha iyi bir metin bence Parlamentodan çıkabilir; hep birlikte bunun çabası içerisinde olmamız gerektiği kanaatindeyim.
Yine, 41’inci maddeyle ilgili, bakın, 41’inci madde… Bir kere öncelikle şunu belirtmek istiyorum: En temel hak ve özgürlük olan ve gerçekten on yıllarca büyük acılara vesile olmuş başörtüsü konusunun yanına, tamamen algılara dayanan ve hayalî olan varsayımlarla, vehimlerle bir maddenin getirilmesini ben üzüntüyle karşılıyorum ve bunun aslında başörtüsü konusuyla ilgili ortaya koyduğumuz, hep birlikte ortaya koyduğumuz ciddiyete de aykırı olduğu kanaatindeyim; o sebepten dolayı da 41’inci maddenin tamamıyla gereksiz olduğunu düşünüyorum. Neden gereksiz olduğunu düşünüyorum, onu da belirteyim: Bir kere kanunlarımızda zaten evlilik birliğinin kadın-erkek birlikteliğinden oluştuğu açıkça ifade ediliyor, birçok kanunda bu ifade ediliyor, bunu toplumda tartışmaya açan hiçbir kesim yok, bunu Parlamentoda şimdiye kadar gündeme getiren hiç kimse yok. Dolayısıyla böyle bir gündem yoksa, tamamen hayalî bir biçimde ve fuzuli bir biçimde, toplumu da sanki böyle bir endişe, böyle bir durum varmış gibi meşgul etmek, böyle bir konuyla, hele bunu bir de başörtüsü gibi gerçekten çok önemli bir konunun yanına koymak bence gerçekten çok üzücü bir durum ki bunun tekrar gözden geçirilmesini özellikle istirham ediyorum ve bu çerçevede şunu da belirtmek istiyorum: Bakın, Anayasa bir kere algılara dayanmamalı, Anayasa hayalî endişelere dayanmamalı, Anayasa aynı zamanda toplumumuzun bu kadar zayıf olduğu gibi bir görüntüyü de ortaya koymamalı. Bir kere kanunlarda bir değişiklik yapılacaksa zaten o da Meclisten geçmesi gerekiyor, çoğunlukla bu şekilde karar alınması gerekiyor. Dolayısıyla böyle bir tablo yok, kimsenin böyle bir talebi yok, neden böyle bir gereklilik duyuyoruz? Bu gerekliliğin neticesinde de, bakın, toplumda çok farklı algılar oluşuyor, ben bu farklı algıların oluşmasının da aynı zamanda toplumsal huzurumuza da zarar verdiği kanaatindeyim. Toplumu devamlı böyle korkularla diken üstünde tutmanın doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum. Ayrıca şunu da belirtmek istiyorum: Anayasa’da böyle bir düzenleme getirdiğiniz zaman o engellemeyi arzu ettiğinizi engellemiş olmuyorsunuz ki. Bir kere, bakın, birçok dünya ülkesine bakabilirsiniz, Batı ülkelerine bakabilirsiniz, Batı ülkelerinde bu eş cinsel birlikteliğin illa evlilik olarak zikredilmediğini ve evlilik olarak kanuni düzenleme yapılmadığını da göreceksiniz, kanuni düzenleme yapıldığı örneklerde de bunların yine evlilik birliği şeklinde değil de, örneğin yaşam partnerliği şeklinde yapıldığını göreceksiniz. Dolayısıyla böyle bir düzenleme yani Anayasa’ya böyle bir düzenleme almamız zaten sonuçta o arzu ettiğiniz hedefe hizmet eden bir düzenleme olmuyor. O açıdan bunun gerçekten tamamıyla gereksiz, tamamıyla fuzuli bir düzenleme olarak ben gündemden kaldırılması gerektiğini düşünüyorum ve Anayasa’nın 24’üncü maddesinde bugün ortaya konulan iradede olduğu gibi uzlaşılması ve bunun neticesinde de Parlamentoda mümkün mertebe 500’ün üzerinde milletvekilinin desteğiyle 24’üncü maddenin geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Tekrar hepinize saygılarımı sunarım.