Yeneroğlu: “Almanya ile 55 yıl önce yaptığımız işgücü anlaşmasıyla ikili ilişkilerimiz yeni bir boyut kazandı”

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Türkiye ile Almanya arasında imzalanan işgücü anlaşmasının 55. yıl dönümü nedeniyle yaptığı basın açıklamasında, “Türkiye ile Almanya arasındaki köklü bağ bu anlaşmayla daha da güçlenmiş, ortak meseleler çoğalarak işbirliği daha da kaçınılmaz hâle gelmiştir. Bu güçlü bağ konjonktürel gelişmelere kurban edilemeyecek kadar önemlidir.” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:

“30 Ekim 1961 tarihinde Almanya ile olan ilişkilerimiz yeni bir boyut kazanmıştır. Bu tarihte Bad Godesberg’de imzalanan işgücü anlaşmasıyla kitlesel işgücü göçü resmî olarak başlamıştır. Bugün Almanya’da toplam nüfusun yaklaşık yüzde 4’ünü oluşturan 3 milyon Türkiye kökenli göçmen bulunmaktadır. Almanya ile kapsamlı ilişkilerimizi oluşturan unsurların başında gelen ve iki ülke arasında organik bir bağ oluşturan Türkiye kökenli insanlarımız Alman toplumunda eğitimden iş hayatına, siyasetten sivil topluma kadar farklı alanlarda toplumsal hayatın içerisinde yer almaktadırlar. Yaklaşık 600 bin öğrencimiz Almanya’da öğrenim görmektedir. Bununla birlikte pek çok farklı sektörde yaklaşık 100 bin civarında Türk girişimci Alman ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Yaklaşık 500 bin kişinin çalıştığı bu işletmeler ayrıca 50 milyar Avro ciroyla ülkelerimiz arasındaki ekonomik işbirliğinde de önemli rol oynamaktadır. Ayrıca bugün Almanya, Avrupa Birliği ile ihracatımızda en büyük ticaret ortağımız konumundadır. Öte yandan Almanya’da yerel, eyalet ve federal düzeyde farklı mecralarda, parlamentolarda ya da belediye meclislerinde Türkiye kökenli insanlar etkin aktörler olarak Almanya’nın siyasi kültüründe önemli bir yer edinmektedirler. Bir diğer yandan ise Almanya genelinde vatandaşlarımız tarafından kurulan 2.500’ü aşkın faal sivil toplum kuruluşu ile bu kesimin kültürel ve sosyal ihtiyaçlarına cevap verilmektedir. Bütün bu veriler Türkiye ile Almanya arasındaki dayanışma ve işbirliği zemininin ne kadar geniş ve verimli olduğunu göstermekte ve şu gerçeğe işaret etmektedir: Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler bir takım konjonktürel gerginliklere kurban edilecek kadar önemsiz olamaz.

Bu köklü ilişkilerin odak noktasında Almanya’da yaşayan vatandaş ve soydaşlarımız bulunmaktadır. Bu vatandaşlarımızın en önemli sorunlarının başında ise yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, ırkçılık ve İslam düşmanlığı gelmektedir. Bu konularda etkin politikaların geliştirilmesi bir arada yaşama kültürüne yapılacak en önemli yatırımdır. Son zamanlarda göçmenlere ve camilere yönelik artan saldırılar kaygı vericidir. Türk ve Müslüman toplumu bu tarz tehlikeli eğilimlerden doğrudan etkilenmektedir. Bu kapsamda toplum içerisinde anlayış ve hoşgörünün tesisinde yapıcı bir rol oynama potansiyeli bulunan siyasi aktörlerin ve medyanın sorumlu bir tutum benimsemeleri beklenmektedir. Yabancı düşmanlığını kışkırtacak ve tırmandıracak söylemler değil, göçmenlerin içinde yaşadıkları toplumlarla geliştirecekleri aidiyet hissine yatırım yapılmalıdır. Yine göçmenlere uygulanan ayrımcılık çerçevesinde meslek yeri başvurularında Türk veya Müslüman isminden dolayı ret cevabı alan binlerce öğrenci bulunduğu raporlanmaktadır. Oysa eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması aktif toplumsal katılım için gereklidir. Bu eksikliklerin giderilmesiyle Almanya ile ilişkilerimizdeki derinlikli bağ daha da güçlenecektir.

Bu düşüncelerle Türkiye-Almanya işgücü anlaşmasının 55. yılında Almanya’daki tüm soydaşlarımızı selamlıyor ve zorlu göç tarihini bizzat kendileri yazarak ikinci bir vatan edinirken önlerine konulan güçlüklere kararlılıkla göğüs geren insanlarımıza şükranlarımı sunuyorum.”

Yeneroğlu: “Fransa’da banliyö ayaklanmasını doğuran kurumsal ırkçılıkla mücadele edilmedi”

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Fransa banliyölerinde 27 Ekim 2005 tarihinde başlayan ayaklanmaların yıldönümü nedeniyle yaptığı basın açıklamasında, “Banliyö ayaklanmalarını doğuran nedenlerle mücadele edilmediği gibi aşırı sağa desteğin artmasıyla yeni sorunların doğmasına zemin hazırlanmıştır.” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:

“27 Ekim 2005 tarihinde Zyed Benna (17), Bouna Traoré (15) ve Muhittin Altun’un (17) da aralarında bulunduğu bir grup genç top oynadıktan sonra evlerine dönmek üzere yola çıkmışlardı. Ancak inşaat alanına yakın bir bina sakininin asılsız ihbarı neticesinde peşlerine takılan polisten kaçmak niyetiyle sığındıkları elektrik trafosunda akıma kapılmaları sonucunda Zyed ve Bouna hayatlarını kaybettiler, Muhittin ise ağır yaralandı. Yaşanan bu elim hadise siyasilerin banliyödeki topluma ilişkin olumsuz ve rahatsız edici söylemleriyle birleşince ‘banliyö olayları’ olarak adlandırılan sürecin başlamasına sebep oldu.

Hadiselerin büyümesi neticesinde kamu düzeni ve güvenliğinin yeniden tesis edilmesi hedefiyle ülkenin 25 ayrı bölgesinde olağanüstü hâl ilan edilmesine varan kararların alınması, güvenlik güçlerinin orantısız güç kullanımı, banliyö gençlerinin bazı kesimlerde doğrudan suçla özdeşleştirilmesi meseleyi daha da içinden çıkılamaz bir hâle getirmiştir. Olaylar yapıcı yöntemlerle kontrol altına alınabilecekken banliyölerdeki işsizliğin, kirliliğin ve bunların gençlere etkisinin göz ardı edilmesiyle beraber yaşanan gerginlik çatışmaya dönüşmüştür. Fransa’nın ayrılmaz bir parçası olan göçmenlere ve göç kökenli insanlara yönelik bazı siyasilerin ve emniyet güçlerinin yaklaşımları, kurumsal ayrımcılık sorununu da gündeme taşımıştır. Ülke çapında göçmenlere yönelik eğitim ve iş piyasasında fırsat eşitliğinin önündeki engellerin kaldırılması ve göçmen nüfusun yoğunlukla yaşadığı bölgelere daha fazla kamusal desteğin sağlanması sorunları aşmada önemli bir ihtiyaçtır.

Banliyö olayları göçmenler bağlamında birçok konuyu tartışmaya açsa da bugün geride bırakılan on yılı aşkın sürenin ardından banliyö sorununa ilişkin gerekli adımların yeteri kadar atılmadığını, 15-24 yaş grubundaki işsizlik oranının daha da arttığını ve Fransa siyasetinin daha da sağa kaydığını gözlemliyoruz. Birikmiş sorunların yapıcı bir şekilde çözülememesi gelecekte de kamu düzenini bozabilecek olayların yaşanmasına zemin hazırlamaktadır. Üstelik bu durum toplumsal güvensizlik ortamının oluşmasına ve kutuplaşmaya da sebebiyet vermektedir. Yaşanan bu acı hadiselerin ardından belki de bugün zihinleri meşgul etmesi gereken en önemli konu hiçbir suç işlememiş gençleri polisi görünce korkup kaçmaya iten nedenlerin sorgulanmasıdır.”

Yeneroğlu: “İşkence iddialarının kara propagandaya, siyasi malzemeye ve ideolojik çatışmaya dönüşmesine fırsat verilmemeli.”

İnsan Hakları İzleme Örgütü (Human Rights Watch) Türkiye Direktörü Emma Sinclair-Webb ve Hukuk Danışmanı Aislin Reidy’i kabul eden TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu HRW’nin “Açık Çek: Türkiye’de Darbe Sonrası İşkenceye Karşı Koruma Tedbirlerinin Askıya Alınması” başlıklı raporuyla ilgili açıklama yaptı. “İşkence iddiaları Türkiye’nin itibarını zedelemek maksadıyla öne sürülemeyeceği gibi ideolojik reflekslerle karşılanamayacak kadar da ağır iddialardır. Bu nedenle de her bir iddianın takibi gereken hassasiyetle yürütülmektedir. Öte yandan bu iddiaların ağırlığına aykırı bir biçimde takdim edilmesi, siyasi aktivist edasıyla tek taraflı ve çözüm değil, itham derdiyle ele alınmış olması insan haklarına asla hizmet etmemektedir.” dedi. Yeneroğlu sözlerine şöyle devam etti:

“Bugüne kadar İnsan Hakları İzleme Örgütü (HRW) de dâhil herhangi bir insan hakları organizasyonundan son aylarda tutuklulara işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin İnsan Hakları Komisyonu olarak tarafımıza somut bir başvuruda bulunulmamıştır. Hâl böyleyken HRW’nin işkence iddialarıyla ilgili İçişleri veya Adalet Bakanlığımızdan görüş almaksızın, tek taraflı beyanatlarla mesnetsiz bir şekilde yayımladığı raporun insan haklarına hizmet etmediği ortadadır.

Spekülatif bir nitelikte olan bu raporda, olağanüstü hâlin (OHAL) ardından yürürlüğe giren kanun hükmünde kararnamelerle (KHK) işkenceye karşı koruma yasalarının kaldırıldığı ve dolayısıyla hukuksuz bazı muamele ve işkence ortamının oluşturulduğu gibi asılsız iddialar dile getirilmektedir. Oysa HRW tarafından toplanan iddiaların ekseriyeti KHK’ların öncesine dayanmaktadır. Ayrıca iddiaların aksine OHAL ile birlikte alınabilecek tedbirler kanunla belirlenmiştir ve yaşam hakkı ve işkence yasağına aykırı tedbirlerin alınması hiçbir şekilde mümkün değildir. Yine işkence yaptığı iddia edilenlerin korunması mümkün olmadığı gibi KHK ile iddia edilen eylem biçimlerinin cezai sorumluluktan muaf olduğu yorumu da gerçeği yansıtmamaktadır. Ayrıca bu zaman zarfında yapılan eylemler AİHM’nin denetimine tabidir. Hem metot hem de içerik anlamında bu kadar hata bir yana, her şeyden önce HRW’den savunduğu ağır iddialarla doğru orantılı bir ciddiyete sahip olması beklenmektedir.

Bu bağlamda söz konusu raporda da ifade edildiği üzere 2002 yılından itibaren gözaltında işkence ve kötü muamele şikâyetlerinde ciddi bir azalma olmuştur ve bu konu ile mücadele 15 Temmuz sonrasında da ara vermeden devam etmiştir. Kötü muamele ve işkence gibi, kime yöneltildiği ya da kim tarafından gerçekleştirildiği asla fark etmeksizin kimsenin müsamaha edemeyeceği konuların ülkemizin içinden geçtiği bu zor günlerde kötüye kullanılmasının sorumluluğunu insan hakları kuruluşları da taşımaktadır. Bu tarz iddiaların kara propagandaya, siyasi malzemeye ve ideolojik çatışmaya dönüşmesine fırsat verilemez. Bunun için nerede, ne zaman ve kime yönelik kötü muamelede bulunulduğunu ortaya koymak ciddiyetin gereğidir.

Komisyonumuz başta olmak üzere Adalet Bakanlığımız ve ilgili tüm birimler meseleye bu kadar ciddiyetle yaklaşırken diğer tarafta var olduğu iddia edilen ihlaller HRW tarafından aylar boyu sadece “dokumente” edilmiş, geçen sürede bu iddialarla alakalı olarak yetkili mercilerle iletişime geçilmemiştir. Bu tutumun olası mağdurların mağduriyetini gideremeyeceği aşikardır.

Her şeye rağmen dile getirilen iddiaların önüne geçilmesi Türkiye olarak ortak sorumluluk alanımızdadır. Bu çerçevede İnsan Haklarını İnceleme Komisyonuna iletilen her bir iddia ve başvurunun titizlikle takip edilmesi ve yetkili savcılıklara suç duyurusunda bulunulması bu konudaki hassasiyetimizi göstermektedir. HRW’nin iddiaları da bu titizlikle takip edilmektedir. Ayrıca İHİK bünyesinde kurulan Hükümlü ve Tutuklu Hakları Alt Komisyonu da çalışmalarına ara vermeden sürdürmektedir. Aynı hassasiyeti uluslararası sivil toplum kuruluşlarından da beklemenin daha ilkesel bir düzlemde buluşabilmek adına zorunlu olduğunu düşünüyorum.”

Yeneroğlu: “Çocuk işçiliğiyle mücadele bireyden topluma ortak sorumluluk alanımızdadır”

Hazır giyimin öncü markalarının Türkiye’deki tekstil üretimlerinde, kayıt dışı Suriyeli sığınmacı çocukları çalıştırıldığına dair iddiaların medyaya yansıması üzerine bir açıklama yapan İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, “Ülkemize iç savaştan kaçarak gelmiş Suriyeli çocukların uluslararası dev giyim şirketleri tarafından istismar edilmesi kabul edilemez” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları ifade etti:

“Kelimelere sığmayan acılar yaşayan 3 milyonu aşkın Suriyeli Türkiye’nin ‘açık kapı’ politikası sayesinde ülkemize sığınmış ve Türkiye, Nisan 2011’den bu yana Suriyeliler konusunda çok önemli bir çaba ortaya koyarak “misafir” kabul ettiği Suriyelilere yiyecek, sağlık, güvenlik, sosyal aktivite gibi alanlarda BM raporlarında da belirtildiği gibi yüksek standartlarda hizmet sunmuştur. Türkiye, üzerine düşeni yapmış olmasına rağmen uluslararası toplum Suriyeli sığınmacılar konusunda kendisinden beklenen dayanışmayı göstermemiştir. Bu çerçevede ülkemize iç savaştan kaçarak gelmiş Suriyeli çocukların üstelik uluslararası çaptaki dev giyim şirketleri tarafından istismar edilmesi kabul edilemez bir durumdur.

Çocuk işçilerin çalıştırılmasıyla mücadele bireyden topluma herkesin kolektif bir biçimde omuz vermesi gereken bir mücadele alanıdır. Konu başta ilgili kamu kurumları olmak üzere sivil toplum örgütlerinin hatta bütün vatandaşlarımızın ortak sorumluluk alanındadır. Bu çerçevede başta Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığımız ayrıca Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığımız olmak üzere pek çok kurumumuz çocuk işçiliğini önlemeye yönelik projeler yürütmekte, ilgili eylem planlarını takip etmektedirler. Türkiye’de, çocukların ve gençlerin korunması anayasamızca güvence altına alınmış olup kimsenin yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamayacağı ilgili hükümler ile koruma altına alınmıştır. 4857 sayılı İş Kanunu’nun 71. Maddesi başta olmak üzere mevzuatımızda on beş yaşını doldurmamış çocukların çalıştırılması yasak kapsamındadır. Yine bu çerçevede Türk Ceza Kanununun 117’nci maddesinin 2’nci fıkrası uyarınca da mevzuata aykırı bir şekilde çocuk işçi çalıştıran işverenler suç işlemektedir. Ayrıca 2005 yılında çıkarılan Çocuk Koruma Kanunu ile ihmal ya da istismar edilen çocuğun devlet tarafından koruma altına alınması yönündeki düzenlemeler çocuk işçiliğine karşı mücadelede etkin bir rol oynamaktadır. Bu düzenlemeler kâğıt üzerinde kalmamalı, uygulamaya geçirilmeli ve idari birimler çocuk işçilerin çalıştırılmasıyla mücadele başta olmak üzere yükümlülüklerini yerine getirmelidir. Ancak ne yazık ki çocuk işçiliğini önleme çalışmalarında en önemli engellerden biri etkili bir izleme sisteminin olmayışıdır. Bu nedenle çocuk haklarını korumaya yönelik mevzuatın etkin bir şeklide uygulanabilmesi için bir takip sistemine ihtiyaç vardır. Bu noktada istismara şahit olanların da bireysel düzeyde yapacakları suç duyuruları ve savcılıkların da konuyu hassasiyetle takip etmeleri hem olası ihlaller için caydırıcı bir nitelik arz edecek, hem de kamu vicdanını rahatlatacaktır.”

Yeneroğlu: “Alman kamuoyu ve güvenlik güçleri Türk toplumuna yönelik saldırılara ilgisiz.”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Almanya’daki Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’nin (UETD) Gelsenkirchen şubesine düzenlenen saldırıya ilişkin yaptığı açıklamada, “Terör örgütlerinin Almanya’da neredeyse olağan hâle gelmiş bu gibi saldırıları Türk toplumunun güvenlik hissine büyük zarar vermektedir.” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:

“Almanya’da toplumun takdirini kazanmış, Avrupa’da 15 ülkede demokratik zeminde faal olan ve her defasında diyaloğu, toplumsal barışı ve uyumu vurgulayan bir kuruluşun bir sene içerisinde sekiz defa saldırıya uğramasının kamuoyunda infiale yol açmaması düşündürücüdür. Alman Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın takibinde olan yasaklı bir örgütün bu saldırıyı -üstelik ikinci kez- gerçekleştirebiliyor olması faillerle etkin bir şekilde mücadele edilmediğini, bilakis onların saldırılarını alenen gerçekleştirebildikleri uygun bir zeminin oluşturulduğunu göstermektedir.

Üç milyonu aşkın Türkiye kökenlinin yaşadığı Almanya’da bu elim saldırılar toplumsal uyuma ve birliktelik hissine büyük zarar vermektedir. Alman makamlarının ırkçı terör örgütü NSU davasındaki ihmalkârlık ve cezalandırma konusundaki gayretsizliklerinden doğan güvensizliği atlatamayan vatandaşlarımız artan saldırılardan endişe duymaktadır.

Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin terör saldırılarına hedef olma korkusu gölgesinde kültürlerini yaşamaya ve görüşlerini paylaşmaya çalışıyor olmaları, Almanya’da terörle mücadele konusundaki zafiyete işaret etmekte, toplumsal barış için tehlike çanlarının çaldığını gözler önüne sermektedir. Oysa uzun yıllardır içerisinde yaşadıkları ülkenin birer parçası olan insanlarımızın, bulundukları toplumda sivil toplum faaliyetlerini korkmadan sürdürmek istemelerinden daha doğal bir durum olamaz. Hemen hemen her gün tekrar eden bu vahşi saldırılar neticesinde ilgili makamları yeniden bu saldırılarla kararlı bir şekilde mücadele etmeye çağırıyorum. Bir kuruma mükerreren saldırabilecek kadar palazlanabilen şiddet yanlısı gruplara karşı Alman kamuoyu UETD’ye destek vermeli, böylece şiddete karşı açık ve kesin bir tavır almalıdır.”

Yeneroğlu: “Almanya’da İslam karşıtı suçların ayrı bir şekilde kayıt altına alınmasının yanında başka önlemler de hayata geçirilmelidir”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Almanya Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maizière’in 2017 yılından itibaren ideolojik motivasyonlarla işlenen suçların daha kapsamlı bir şekilde kayıt altına alınacağını duyurmasının ardından bir açıklama yaptı. “İslam karşıtı suçların ayrı bir şekilde kayıt altına alınacak olması sevindirici bir gelişmedir. Bundan sonraki adım, İslam düşmanlığı ile etkin bir mücadeleyi mümkün kılacak tedbirlerin alınması olmalıdır.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“İslami cemaatlerin senelerden beri yetkilileri ikna etmek için harcadığı çaba meyvesini verdi. Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maizière’in Müslümanlara ve İslami kuruluşlara karşı ideolojik motivasyonlarla gerçekleştirilen suçların ayrı bir şekilde kayıt altına alınacağını açıklaması oldukça sevindiricidir. Bununla birlikte, İslam düşmanlığı ile mücadelede katedilmesi gereken daha çok mesafe vardır ve bu uygulama henüz ilk adımdır.

İslam karşıtı suçların aydınlatılmasında hâlihazırdaki oranın sıfıra yakın olması gerçeğinden hareketle, bir dizi tedbirin uygulamaya sokulması gerektiği ortadadır. Öncelikli olarak, İslam düşmanlığıyla mücadele bağlamında hissedilen kurumsal yetersizliğin bertaraf edilmesi şarttır. Bunun için yargı ve emniyet birimlerinde görevli kişilerin kültürlerarası duyarlılığının artırılması ve bu alanda eğitilmeleri çok büyük önem arz etmektedir. Bu adımların yanı sıra özel şikâyet makamlarının oluşturulması da gerekli bir diğer tedbirdir.

Tüm bunların yanında, her ne kadar İslam karşıtı suçların ayrı bir şekilde kayıt altına alınması sevindirici bir gelişme olsa da, bu uygulamanın terörizm konusu ile harmanlanması rahatsız edicidir. Federal İçişleri Bakanı de Maizière İslami kuruluşların terörle arasına mesafe koymasından oldukça memnun olduğunu ifade etmiştir. Zaten apaçık olan bu hakikatin sanki İslami cemaatlerle yapılan diyalog sonrası atılmış bir adımmış gibi gösterilmesi ve Müslümanların aslında uluslararası teröre yakınlığı varmış gibi bir izlenimin ortaya konulması kabul edilemez bir yaklaşımdır. Bu tutum Müslümanları hayal kırıklığına uğratmakta, ayrıca AfD, Pegida gibi oluşumların değirmenine su taşımaktadır. İçişleri Bakanı’ndan beklenen, kullandığı kelimeleri seçerken ülkede yaşayan azınlıklara olağan şüpheli gözüyle bakılmasına sebebiyet vermemesidir.”

Yeneroğlu: “Eyalet Yüksek Mahkemesi kararından sonra PKK faaliyetleri ciddi şekilde takip edilmeli”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi’nin bir PKK mensubuna yönelik vermiş olduğu karar münasebetiyle açıklama yaptı. 48 yaşındaki PKK mensubunun 3 yıl 8 ay hapis cezasına çarptırıldığı karar hakkında, “Stuttgart Eyalet Yüksek Mahkemesi’ne göre PKK, ‘oldukça tehlikeli bir terör örgütü’dür. Bu karar aynı zamanda Almanya’daki emniyet birimlerine ve savcılık makamlarına bir talimat niteliğindedir: PKK aktiviteleri kararlı bir şekilde takip edilip cezalandırılmalı, siyasiler de PKK terör örgütünü masum göstermemelidir.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“PKK sempatizanlarının ve mensuplarının Almanya’da hiçbir engelle karşılaşmadan terör örgütü propagandası yapabildiğini senelerden beri üzüntü ve hayretle takip etmekteyiz. PKK yasaklı olmasına ve terör örgütleri listesinde yer almasına rağmen, Almanya’yı açık bir şekilde militan toplama, finansal destek sağlama ve geri çekilme alanı olarak kullanabilmektedir; üstelik bunu Anayasayı Koruma Dairesi de ifade etmektedir. Dolayısıyla söz konusu son karar bizleri memnun etmiştir.

Yargıçlar, PKK’nın hedeflerine ulaşmak amacıyla sahip olduğu siyasi kanadın yanında, askerî nizama göre yapılandırılmış ‘gerilla birliklerinin’ de bulunduğunu ortaya koymuşlardır. Mahkemeye göre PKK ‘başta Türkiye’nin güneydoğusu olmak üzere bilhassa Türk polislerine ve askerlerine’ saldırılar düzenlemekte ve bu saldırılarda ‘sivil halk da sürekli olarak’ zarar görmektedir. Mahkeme’ye göre PKK’nın amacı ‘saldırılar düzenleyerek Türkiye’de kasten adam öldürmek.’ Mahkeme ayrıca PKK’yı ‘oldukça tehlikeli bir terör yapılanması’ olarak da nitelendirmektedir.

Her ne kadar bu açıklamalar PKK’nın terörist faaliyetlerinin ve metotlarının yanında yüzeysel kalsa da, mahkemenin terör örgütün iç yüzünü en azından ana hatlarıyla da olsa tanımış olması sevindiricidir. Bu değerlendirmeyi emniyet birimleri ve savcılıklar da içselleştirip pratiğe dökmelidir. PKK’nın faaliyetleri ciddi bir şekilde takip edilmeli ve cezalandırılmalıdır.”

Yeneroğlu: “İlham Tohti’ye verilen ödül Çin’in baskıcı uygulamalarına verilen en güzel cevaptır”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Çin tarafından müebbet hapse mahkûm edilen Uygur lider İlham Tohti’ye, İsviçre’de insan hakları ödülü verilmesi üzerine bir açıklama yaptı. “Uluslararası takdir ile koruma sağlamayı amaçlayan bu ödülün ‘Çin’in Nelson Mandela’sı’ olarak görülen İlham Tohti’ye verilmesinin taşıdığı anlam büyüktür.” diyen Yeneroğlu açıklamasında şunları ifade etti:

“Büyük kişisel risklerle karşı karşıya kalarak insan haklarına bağlılık gösteren insan hakları savunucularına verilen ve uluslararası arenada İnsan Hakları Nobel’i olarak görülen ‘İnsan Hakları Savunucuları için Martin Ennals Ödülü’ne bu yıl İlham Tohti layık görülmüştür. Uluslararası takdir ile koruma sağlamayı amaçlayan bu ödülün ‘Çin’in Nelson Mandela’sı’ olarak görülen İlham Tohti’ye verilmesinin taşıdığı anlam büyüktür.

Bu ödül, Çin’in Töhti’yi nefret ve ölümü destekleyen bir ayrılıkçı olarak göstermeye çalışmasına verilebilecek en güzel cevaptır. Dini, kültürel ve siyasal baskıya maruz kalan Uygur Türklerine yönelik sert politikaları eleştirdiği için ömür boyu hapse mahkûm edilen Tohti, uluslararası camia ve insan hakları destekçileri tarafından uzlaşının sesi olarak görülmeye devam edecektir. Uygur Özerk Bölgesi’nde Uygur kültürüne saygı temelinde bir uzlaşı arayan Tohti’nin uğraşları tüm dünyaya örnektir.”

Yeneroğlu: “Terörün adını koymak barışa en büyük hizmettir”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, AK Parti Hakkâri Milletvekili Adayı Ahmet Budak’ın ve sonrasında Van Özalp ilçesi Başkan Yardımcısı Aydın Muştu’nun evinde ailesinin gözleri önünde, AK Parti Diyarbakır Dicle ilçe başkanı Deryan Aktert’in ise iş çıkışında PKK terör örgütü tarafından katledilmesine ilişkin bir açıklama yaptı. “PKK’nın yaptığı katliamlara sessiz kalmak maktul yakınlarına ve milletimize yapılabilecek en büyük hakarettir.” diyen Yeneroğlu açıklamasında şunları ifade etti:

“PKK terör örgütü siyasi cinayet işlemeye devam ediyor. İşlenen cinayetler PKK’nın geçmişte olduğu gibi kendisinden farklı düşünen Kürtlere yaşam hakkı tanımadığını göstermektedir. Bu noktada HDP’nin de açık ve net bir biçimde olmasa da cinayetleri kınamasının, özellikle katillere ve siyasi suikastların motivasyonlarına işaret etmemesi sebebiyle inandırıcılığı yoktur.

Geçtiğimiz bir yıl içerisinde PKK terör örgütü, Diyarbakır, Van, Elazığ ve Şırnak başta olmak Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinde pek çok saldırı gerçekleştirmiştir. HDP’nin bu saldırılar karşısında sergilediği tutum, PKK terörüne karşı çıkan Kürtlerin makbul Kürt olarak görülmediğine ve PKK faşizminin meşru bir direnç noktası olarak kabul edildiğine yönelik ciddi soru işaretleri oluşturmaktadır. Kürt siyasal hareketinin temsilcisi olduğunu iddia eden HDP’den beklenen ‘dostlar alışverişte görsün’ yaklaşımından vazgeçip toplumun tüm kesimlerine hitap edebilecek inandırıcı bir duruş sergileyebilmesidir. Terörü amasız ve koşulsuz olarak lanetleyebilmek ayrıca adını anmadan değil failini belirterek terörün her türlüsüyle arasına mesafe koyabilmek barışa en büyük hizmet olacaktır. Masum insanları öldürerek barış getirebileceğine inananlar ile bu teröre göz yumanlar aynı vicdan tarafından yargılanmaya mahkûmdurlar.

Bu düşüncelerle gerçekleştirilen elim saldırılarda hayatını kaybeden değerli yurttaşlarımızın ailelerine, yakınlarına ve AK Parti Teşkilatına başsağlığı diliyor, terörün yok edilmesi için özellikle HDP’yi sorumlu ve samimi davranmaya davet ediyorum.”

Yeneroğlu: “Kötü muamele ve işkence iddiaları somut verilerle ortaya konulmalı, kara propaganda ve ideolojik çatışmaya dönüşmemeli!”

‘Ceza İnfaz Kurumlarındaki Hak İhlalleri’ gündemiyle toplanan TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu toplantısında Komisyon Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, “Cezaevlerinde yaygın işkence ve kötü muamele olduğu yönünde kamuoyunda bir süredir oluşturulmaya çalışılan algı, hiçbir şekilde somut verilerle örtüşmemektedir.” dedi. Tutuklu ve hükümlülerin haklarının korunmasına ve bu doğrultuda 26. Yasama Dönemi içinde komisyona gelen başvurulara ilişkin ayrıntılı değerlendirmelerde bulunan Yeneroğlu toplantıda ayrıca şunları ifade etti:

“Komisyonumuz insan hakları ihlalleri konusunda gerek ulusal gerekse uluslararası mevzuata uygun bir şekilde kararlı bir mücadele yürütmektedir. Komisyonumuzun kurulduğu 1990 yılından beri tutuklu ve hükümlülerle ilgili alt komisyonlar kurulmuş; ceza infaz kurumlarında düzenli incelemelerde bulunulmuş ve işkence ile kötü muamele iddialarının üzerine titizlikle gidilmiştir.

Kamuoyunda oluşturulmaya çalışılan algının aksine komisyonumuz kayıtlarına göre, üyelerimiz tarafından ceza infaz kurumlarında yaşandığı iddia edilen kötü muamele ve darp vakalarına ilişkin iddiaları içeren toplam beş başvurumuz vardır. Bunların ötesinde seçildiğim ilk hafta içinde hepsini ziyaret ettiğim insan hakları kuruluşlarından komisyonumuza bu doğrultuda ne bir iddia ulaşmış ne de görüşme talebinde bulunulmuştur. Bu noktada altı çizilmesi gerekir ki; komisyonumuz kayıtlarında yer alan kötü muamele iddialarının çok büyük bir kısmı ceza infaz kurumlarındaki kalabalık kaynaklı problemler, idarenin keyfi tutum ve işlemleri ayrıca infaz memurlarının uygulamalarına ilişkin şikâyetler gibi konuları içermektedir. Fiziksel şiddet gibi iddialar çok az sayıdadır ve bu içerikli başvurular da doğrudan savcılıklara iletilmektedir. İlgili bu beş başvurudan üçü kötü muamele ilgili olup biri Adalet Bakanlığına iletilmiş, ikisi Hükümlü ve Tutuklu Alt Komisyonu incelemelerinde değerlendirilmek üzere kaydedilmiştir. Son dönemde yapılan darp edilmeyle ilgili iki başvurunun ise iletildiği an itibariyle Cumhuriyet Savcılıklarına gönderilmesi talimatı verilmiştir.

Ceza infaz kurumlarında bulunan tutuklu ve hükümlülerin insan haklarının korunması temel önceliğimizdir. Konu insan hakları ihlali olduğu zaman kişinin dili, dini, tabiiyeti, rengi, cinsiyetinin nasıl bir önemi yoksa tutuklu ve hükümlüler söz konusu olduğu zaman da ceza infaz kurumunda hangi gerekçe ile bulunulduğunun hiçbir önemi kalmamaktadır.

Eldeki veriler de açıkça göstermektedir ki tutuklu ve hükümlülere yönelik psikolojik ve fiziksel şiddetin tırmandığı iddiaları somut verilerle ortaya konulamamaktadır. Yine bazı kişi ve kurumlar tutuklu ve hükümlülerden gelen tek bir dilekçeyi herhangi bir incelemeye tabi tutmaksızın yaşanmış vaka gibi kamuoyuna yansıtmaktadırlar. Bu çerçevede kötü muamele ve işkence gibi hiç kimsenin müsamaha gösteremeyeceği konuları, ülkemizin içinden geçtiği bu zor günlerde kimsenin kötüye kullanmaması gerekmektedir. Bu iddiaların kara propagandaya, siyasi malzemeye ve ideolojik çatışmaya dönüşmesinin başta savunduğumuz insan haklarıyla ilgili iddialarımızla çeliştiğini ve ciddi meseleleri sulandırdığını ayrıca ülkemizin uluslararası arenada itibarının zedelenmesine sebebiyet verdiğini hatırlatır ve bu konuların ortak sorumluluk alanımızda olduğunu vurgulamak isterim.”