Yeneroğlu: “Böhmermann davasının durdurulması Alman adaleti için kötü bir sınav ve Almanya’nın itibarını zedelemektedir.”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a hakaretler ve ırkçı ifadeler barındıran küfürlü şiiri nedeniyle Jan Böhmermann’a açılan davanın durdurulması münasebetiyle bir açıklama yaptı. “Böhmermann’a karşı açılmış olan davanın durdurulmasını büyük bir şaşkınlıkla medyadan öğrenmiş bulunmaktayız. Görünen o ki, Birleşmiş Milletler Irkçılıkla Mücadele Komisyonunun Almanya’ya yapmış olduğu ihtarların hiçbir etkisi olmamıştır ve Mainz Savcılığı Almanya’nın itibarını önemsememektedir.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Davanın durdurulmuş olması başlı başına, sunulan gerekçe ise daha da büyük bir skandaldır. Mainz Savcılığının vermiş olduğu bu karar Alman adaleti için kötü bir karne ortaya koymaktadır. Bu denli açık şekilde işlenmiş bir suçun hukuki ayak oyunlarıyla ve aşırı detaycı manevralarla kovuşturulmasını, Almanya’da eğitimini tamamlamış bir hukukçu olarak doğrusu beklemezdim.

Öyle görünüyor ki, Savcılık Cumhurbaşkanımıza karşı hâkim olan genel kanının etkisinden kurtulamamış ve hukuki hassasiyetin dışına çıkarak karar vermiştir. Ümit ederim ki, itiraz edildiğinde karar değişecektir. Ancak kararın ilan ediliş biçimi bile başlı başına bir skandaldır. Cumhurbaşkanı’nın avukatına karar dün saat 14:45’te Savcılık tarafından tebliğ edilmiştir. Ancak çok daha öncesinden birçok medya mensubu ve Böhmermann karardan haberdar olmuştu hatta Böhmermann’ın kendisi ertesi gün konu hakkında bir basın açıklaması yapacağını ilan edilmişti. Yani pek çok gazeteci ve Böhmermann’ın bizzat kendisi kararı önceden biliyordu. Şu ana kadar olup bitenlerden açık bir şekilde anlaşıldığı üzere, dava 28 Ekim’de zaman aşımına uğratılmak için kasıtlı olarak geciktirilmektedir.

Böhmermann’ın ifadelerinin hakaret olduğu hususunda hiç kimsenin şüphesi bulunmazken, yalnızca Mainz Savcılığı bunun aksi kanaati taşımakta ve bu kanaatini de ‘Hakaret ne kadar ağırsa o derece ciddi kastedilmemiştir ve dolayısıyla ceza tayinine yer yoktur.’ diye tuhaf bir şekilde gerekçelendirmektedir. Güya Böhmermann’ın söyledikleri kişisel hakaretlerden ziyade nesnel bir şekilde konuyu tartışmaya açmakmış.

Aslında yargı organının bazı kısımlarında derinlere kök salmış olduğu anlaşılan, ama herkesin gözden kaçırdığı bir problem daha vardır. Birleşmiş Milletler Irkçılıkla Mücadele Komisyonunun üç sene önce Almanya’ya yapmış olduğu ihtarlar hâlen hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Komisyon, Thilo Sarrazin’in ifadelerinin açık bir şekilde ırkçı nitelikte olmasına rağmen kovuşturmaya tabi tutulmaması konusunda ihtarda bulunmuştu. Federal Hükûmet’e, ceza gerektiren ırkçı tutumları teşhis edebilmeleri ve dava açabilmeleri için savcılık birimlerini eğitme ve hassaslaştırma yaptırımı uygulanmıştı.

Savcılığın sunduğu gerekçeden de anlaşılacağı üzere, bu ihtarların hiçbir etkisi olmamıştır. Savcılık malum şiirdeki hiç de önemsiz olmayan kısımları tamamen görmezden gelmiştir. Böhmermann bu küfürlü şiirinde yalnızca Cumhurbaşkanımıza galiz hakaretlerde bulunmamış, aynı zamanda ‘ilkel Doğulu’ tiplemesine ve ön yargılara hizmet etmiştir. Ancak savcılık bu hususta tek kelime bile etmemiştir.”

49. Yılında Türkiye-Avustralya İşgücü Anlaşması

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, 5 Ekim 1967 tarihinde Türkiye ile Avustralya arasında imzalanan işgücü anlaşmasının yıldönümü nedeniyle yaptığı basın açıklamasında, “Anavatanla olan bağın ve aidiyet duygusunun en önemli anahtarı anadildir. Bu kapsamda Türkçe’nin, Avustralya okullarında seçmeli ders olması ve anadilin öğrenilmesi için hafta sonu kurslarının düzenlenmesine imkân tanınması önemli bir fırsattır. ” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları ifade etti:

“Avustralya Türk toplumunun nüfusu, 1940’lı yıllardan itibaren Kıbrıs’ta yaşayan soydaşlarımızın göçü ile artmaya başlamış sonrasında ise 1967 yılında yapılan işgücü anlaşmasının ardından devam etmiştir. Anlaşmadan 49 yıl sonra bugün 150 binin üzerinde Türkiye kökenli insanımız Avustralya’da yaşamını sürdürmektedir. Avustralya genelinde Türkiye kökenlilere ait 130 kadar dernek ve çatı kuruluşun ayrıca 6 okul ve 30 caminin bulunması Türk toplumunun sosyal hayata katılımı adına sevindiricidir. Ancak Türk toplumunun siyasal katılımı özellikle federal düzeyde çok düşüktür. Bu doğrultuda sosyal uyumun önemli yapı taşlarından olan siyasette temsil hususunda daha etkin olunması gerekir.

Anavatanla olan bağın ve aidiyet duygusunun en önemli anahtarı anadildir. Bu kapsamda Türkçe’nin, Avustralya okullarında seçmeli ders olması ve anadilin öğrenilmesi için hafta sonu kurslarının düzenlenmesine imkân tanınması önemli bir fırsattır. Avustralya’da doğup büyüyen ve İngilizceye hâkim olan gençlerimizin Türkçeye de gerekli önemi göstermeleri, Türkiye ile olan ilişkilerin güçlendirilmesinin yanı sıra eğitim ve iş hayatında farklı imkânlar sunacaktır.

Türk ve Müslüman toplumunu ilgilendiren bir diğer önemli konu olan İslamofobi hususunda Avustralya ender bir yerde durmaktadır. İslamofobi ile mücadele için Avustralya Hükümeti yüklü miktarda bütçe ayırmıştır ve ilgili kurumlar nezdinde İslamofobi ile mücadele için çalışmalar yürütmektedir. Ülkedeki islamofobik vakaların Batı ülkelerinin pek çoğuyla kıyaslanamayacak ölçüde az olduğu kaydedilmiştir. Bu önlem, İslamofobi ile mücadelede sağlıklı tedbir ve yöntemlerin geliştirilmesi noktasında diğer tüm dünya ülkelerine örnek olmalıdır.

Bu düşüncelerle Türkiye ile Avustralya işgücü anlaşmasının 49. yılında ülkedeki tüm soydaşlarımızı selamlıyor ve zorlu göç tarihinde emeği olan tüm insanlarımıza şükranlarımı sunuyorum.”

Yeneroğlu: “Hollanda makamları ayrımcılıkla mücadele konusunda harekete geçmelidir.”

Hollanda’da yaşanan ayrımcılık olaylarıyla ilgili açıklamalarda bulunan TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, “Hollanda’da yayımlanan bir rapor 2015 yılındaki ayrımcılığın 2014 yılına kıyasla iki kattan fazla arttığını göstermektedir. İlgili makamlar bu sorunu çözmeye yönelik adımları ivedilikle atmalıdır.” dedi. Yeneroğlu, açıklamasında şunları ifade etti:

“Hollanda’da ayrımcılıkla mücadele kurumlarının kayıtlarını, güvenlik güçlerine yapılan ihbarları, internet ve telefon şikâyetlerini derleyen polis, 2015 yılında ülkede yaşanan ayrımcılık olaylarına dair bir rapor hazırladı. Rapor ülkedeki Müslümanların 439 vakada dinleri nedeniyle ayrımcılığa maruz kaldığını gösteriyor. Müslümanlara yönelik ayrımcılık olaylarındaki artış toplum için ciddi bir tehlike arz etmektedir. Ayrıca yine rapora göre Müslümanlar uğradıkları haksızlık ve ayrımcılık karşısında ilgili kurumlara ihbarda bulunmayı tercih etmemektedir. Bu durum Hollandalı Müslümanların devlet makamlarına olan güveninin azaldığının göstergesidir.

Hollanda makamları hem ayrımcılıkla mücadele hem de ülkedeki azınlığın hasar gören güvenini tamir etmek konusunda harekete geçmelidir. İslam düşmanlığı ile daha etkin ve kararlı mücadelenin yanında Müslümanların ayrımcılığa uğramaları durumunda polise ihbarda bulunması da desteklenmelidir.”

Yeneroğlu: “Macaristan’ın sığınmacı politikasında Türkiye’den örnek alması gereken pek çok uygulama var!”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, sığınmacıların Macaristan’da karşılaştığı kötü muameleyle ilgili, “Macaristan’ın sığınmacılara karşı sistematik olarak uyguladığı kaygı verici muameleler artarak devam etmekte. Ülkede sığınmacılarla ilgili yaşananlar, başta insani ve ahlaki sorumluluklar olmak üzere Türkiye’den örnek alınması gereken pek çok uygulama olduğunu gösteriyor. ” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları ifade etti:

“Sığınmacılarla yönelik sert ve dışlayıcı bir politika yürüten Macaristan hükümeti, Avrupa Birliği’nin üye ülkeler için belirlediği mülteci kotaları hakkındaki kararına karşı çıkmaya devam ederken, bağımsız kuruluşların yayınladığı raporlar Macaristan’daki sığınmacıların durumunu gözler önüne seriyor. Ülkeye girebilen sığınmacılara çok kötü yaşam koşulları sunulduğu, güvenlik güçlerinin sığınmacılara karşı fiziksel şiddet uyguladığı ve hükümetin sığınmacılara karşı yabancı düşmanlığı içeren reklamlar için milyonlarca Euro harcadığı ifade ediliyor.

Macaristan’ın sığınmacılara karşı uyguladığı bu kaygı verici muameleler, sorunun bir an önce giderilmesi gerektiğini gösteriyor. Sığınmacıların en azından asgari ihtiyaçlara uygun ortamlarda barınabilmeleri sağlanmalı ve bunun için de öncelikle sığınmacıları sorun olarak gören anlayıştan vazgeçilmelidir. Ne yazık ki bugün savaş ve ölümden kaçıp güvenli bir yaşam alanı arayan sığınmacılar, insani olmaktan çok uzak muamelelere muhatap olmaktadırlar. Kendi ülkelerini terk etmek zorunda bırakılmış insanlar için yapılması beklenen; kendilerinden nefret edildiğini düşündükleri ortamlar değil, huzur ve güven bulabilecekleri yeni yaşam alanları oluşturabilmektir. Bu çerçevede Macaristan’da sığınmacılarla ilgili yaşananlar, başta insani ve ahlaki sorumluluklar olmak üzere Türkiye’den örnek alınması gereken pek çok uygulama olduğunu gösteriyor.”

Hollanda’nın Dini Özgürlüklere Kısıtlama Girişimi Karşısında Ülkedeki Müslümanlar Duyarlı Olmalıdır

Türkiye’nin Hollanda’daki camilere din görevlisi göndermesiyle dolaylı olarak sağladığı finansal desteğin durdurulmasına ilişkin soru önergesi, parlamento tarafından kabul edildi. “Bu önergenin sunulması bile dinî özgürlüklere yönelik çok ciddi bir müdahaledir.” diyen İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu sözlerine şöyle devam etti:

“13 Eylül 2016 tarihinde Hollanda meclisine Türkiye’den gelen imamlar aracılığıyla Hollanda toplumu üzerinde ‘olumsuz etkide bulunulduğunu’ iddia eden bir önerge sunulmuştur. Parlamento tarafından 27 Eylül 2016 tarihinde kabul edilen bu önerge endişe vericidir.

Her şeyden önce Türkiye devletinin Hollanda’daki vatandaşları ve soydaşlarının dinî ihtiyaçlarını gidermek amacıyla sağladığı desteğin takdir edilmek yerine Hollanda’daki Türk toplumu üzerinde ‘olumsuz’ etki ettiği iddiası hem gerçek dışı, hem de tehlikelidir. Önerge doğrultusunda hükümetin yeni bir yasal düzenlemeye gitmesi durumunda Hollanda dışından maaşlarını alan imamların görev yapması Avusturya örneğinde olduğu gibi kuvvetle muhtemel engellenecektir. Bu durumda ayrı bir fon oluşturulmadığı takdirde Müslüman cemaat din görevlilerinden mahrum kalacak ve dini özgürlükleri kısıtlanacaktır. Oysa Müslüman cemaatin dinî ihtiyaçlarının Diyanet gibi güvenilir bir kurum tarafından karşılanması aşırılıkla mücadelenin de en önemli anahtarlarından biridir. Hollanda’daki siyasi aktörlerin aşırı akımlarla mücadele kapsamında Türkiye’den gelen iyi eğitimli ve tecrübeli din adamlarını birer ortak ve işbirliği imkânı olarak görmeleri beklenirken aksine aşırı sağa kayan refleksler geliştirmeleri, çoğulcu toplum iddiasıyla çelişen, içe kapanık ve savunmacı tepkiler vermeleri Hollanda’daki toplumsal birlikteliğin geleceğini olumsuz etkilemektedir.

Önerge ile Hollanda’daki Türk toplumu üzerinde popülist bir baskı oluşturulduğu, onların dini ve kültürel mevcudiyetlerini korumalarının her geçen gün daha da zorlaştığı ortadadır. Son dönemlerde artan cami saldırıları ve siyasi arenada dönen bu gibi tartışmalar Hollanda’daki siyasi iklim açısından kaygı vericidir. Bu nedenle sunulan önerge ivedilikle finansal destek tartışması çerçevesinden çıkıp, azınlık durumundaki dinî bir cemaatin özgürlüklerinin kısıtlanması etrafında tartışılmalıdır. Hollanda’daki Müslüman cemaatin temsilcileri, sivil toplum kuruluşları ve Diyanet yetkilileri, siyasiler nezdinde konuyla ilgili yapıcı bir diyalog geliştirilmeli, dinî azınlıkların haklarını kısıtlayan tartışmaların ana akıma taşınarak meşrulaştırılmasının önüne geçilmelidir.”

Yeneroğlu: “Kadına karşı şiddeti zihinlerde teşvik eden, hoş gören klişe ve kalıpların yıkılması gerekmektedir.”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Eskişehir’de eski sevgilisi tarafından gırtlağı kesilen ve ölümden dönen Tuba Korkmaz davası üzerine kadına şiddet konusunda bir açıklama yaptı. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:

“Kadına yönelik şiddet, kadınları en temel insan haklarından mahrum etmekte ve kadın sağlığını hem fizyolojik hem de psikolojik olarak olumsuz yönde etkilemekte olan önemli bir toplumsal sorundur. TÜİK verilerine göre ülkemiz genelinde şiddete maruz kalan kadınların oranı yaklaşık olarak %40’ı bulmaktadır. Yani her 10 kadından 4’ü şiddet görmektedir. Ayrıca, fiziksel şiddet gören kadınların neredeyse yarıya yakın bir kısmı bu şiddet olayını kimseye anlatamamaktadır. 6284 Sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanundan bilgi sahibi olanların, yararlananların sayısı ne yazık ki hala çok düşüktür. Kadına yönelik şiddet sadece ülkemizin değil, tüm dünyanın sorunudur. Kadına Yönelik Şiddet ve Ev İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesi (İstanbul Sözleşmesi), 11 Mayıs 2011 tarihinde İstanbul’da imzaya açılmış ve ülkemiz bu sözleşmeye ilk imza koyan ve parlamentosunda ilk onaylayan ülke olmuştur. 8 Mart 2012 tarihinde kabul edilen ve 20 Mart 2012 tarihli Resmi Gazetede yayımlanan 6284 sayılı Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanun, eski 4320 sayılı Ailenin Korunmasına İlişkin Kanun ile kıyaslanamayacak derecede yenilikleri olan bir kanundur.

Bugüne kadar hayata geçirilen yasal reformlar, kadına karşı şiddeti önleme anlamında değerli adımlardır. Ancak bu yasal reformların, hayata nasıl geçtiği, sorunların çözümünde ne kadar etkin olduğu ve uygulandığı önem arz eden başka bir alandır. İlk olarak, yasal düzenlemelerin, özellikle de 6284 sayılı Kanunun hayata geçmesi, etkin şekilde uygulanması, uygulama sürecinde edinilen çıktıların takip edilerek sorunların tespit edilmesi gerekmektedir. Kanunla yetkilendirilen ve görevlendirilen kamu görevlileri ile kamu kurumlarına, sivil toplum örgütlerine, yargıya ve yürütmeyi denetlemekle yükümlü Meclisimize önemli görevler düşmektedir. İkinci olarak ise, toplumda mevcut cinsiyetçi kalıp ve klişelerin önüne geçilmesi gerekmektedir. Bu çerçevede, kadına karşı şiddetin bir insan hakkı ihlali olduğunu insanların zihinlerine küçük yaştan itibaren yerleştirmeliyiz. Kanunlarımızın kadına karşı şiddeti suç addetmesi, şiddet uygulayanları cezalandırması yeterli olmamakta, ayrıca zihinlerde şiddeti teşvik eden, hoş gören klişe ve kalıpların da değiştirilmesi, yıkılması gerekmektedir.

Kadına yönelik şiddet sorununa karşı Türkiye nezdinde öncelikle ele alınması gereken ise; kadının acısının gerçekliği karşısında bir takım sloganik ifadeler üretmek ve niteliği olmayan söylemler geliştirmek değil kadına şiddet konusunun sosyal ve siyasal kutuplaşma ekseninde tartışılmasından çıkılıp, meseleye merhem olacak sosyal politikalar nezdinde ele alınmasının sağlanmasıdır. Bu temel şart sağlanabildiği takdirde kadına yönelik şiddete karşı etkin sosyal politikalar geliştirebilmenin yolu da açılacaktır. Elbette ki bunun sağlanması da konuya ilişkin gerekli farkındalığın toplumun tüm kesimlerince özümsenmesiyle mümkündür.”

Yeneroğlu: “Nefret suçlarıyla daha fazla mücadele etmemiz gerekir!”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Malatya’daki Zirve Yayınevi’nde 3 kişinin katledilmesiyle ilgili davada verilen karara ilişkin bir açıklama yaptı. “Başta yaşam hakkı olmak üzere kişi özgürlüğü ve güvenliği, din ve vicdan hürriyeti, düşünceyi açıklama ve yayma hakkı gibi temel hak ve özgürlükleri hedef alan bu saldırı, farklı inançların asırlar boyunca huzur içinde yan yana yaşadığı Anadolu coğrafyası üzerinde kara bir leke oluşturduğu gibi nefret suçlarının tüm şekilleriyle daha fazla mücadele etmemiz gerektiğini hatırlatmıştır.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Hatırlanacağı üzere Malatya’da 18 Nisan 2007 tarihinde Hristiyanlık öğretisine ait yayınları basan Zirve Yayınevi’ne vahşi bir saldırı düzenlenmiş, burada çalışan Alman uyruklu Tilman Ekkehart Geske ile Necati Aydın ve Uğur Yüksel hunharca katledilmişti. Tüm Türkiye’yi dehşete düşüren olayın yargılaması uzun yıllar devam etmiş, davanın konusu farklı mecralara yönlendirilerek Ergenekon Soruşturması kapsamına dahi alınsa da yaşanan dehşetin karşılığı nihayet cezalandırılabilmiştir.

İnsan haklarının korunması ve geliştirilmesi çalışmaları için gereken çok önemli bir husus, yaşanan hak ihlallerinde olayların etkin bir şekilde soruşturulması ve sorumluların hak ettikleri cezayı almalarıdır. Bu hem hukuk devleti olmanın bir gereğidir ve olası ihlaller için caydırıcı bir nitelik arz eder, hem de kamu vicdanını rahatlatır.

Bu anlamda, yargılamalar sonunda, olaya bizzat katıldıkları belirlenen 5 sanığın mevzuatımızda tanımlanmış en yüksek ceza ile tecziye edilmeleri memnuniyet vericidir. Bununla birlikte yargılamanın etkinliğinin önemli unsurlarından birinin de yargılamanın makul sürede sonuçlandırılması olduğu unutulmamalıdır.

Komisyonumuz dün olduğu gibi bugün de insan haklarının evrensel olduğu ve ülkemizde bulunan azınlık dini mensuplarının temel haklarının korunmasının öneminin bilinciyle çalışmalarını yürütmekte ve alınan kararın benzer olayların yaşanmaması için caydırıcı olmasını ummaktadır. İlaveten toplumumuzda var olan birlikte yaşama kültürünün canlı tutulması için toplumun tüm unsurlarına düşen görevler olduğu hatırlanmalıdır. Özellikle azınlıklar hakkında kamuoyunda zaman zaman tekrarlanan klişeler, farklı dini cemaatlere yönelik önyargıları tetiklemekte ve nefret suçlarını körüklemektedir. Bunlara karşı toplum olarak çok daha duyarlı olmamız ve aktif bir biçimde mücadele etmemiz gerekmektedir.”

Yeneroğlu: “İslami kuruluşların gücünü yabancı düşmanlığı ve Müslüman karşıtlığından alan saldırılara hedef olması önlenmelidir.”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, 25 Eylül 2016’da Almanya’nın Bebra ve Schwäbisch Gmünd şehirlerinde, bir gün sonra ise Dresden’de olmak üzere iki gün içerisinde üç camiye yapılan saldırılara ilişkin bir açıklama yaptı. “İslami kuruluşların gücünü yabancı düşmanlığı ve Müslüman karşıtlığından alan saldırılara hedef olması önlenmelidir.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Pazartesi gecesi Almanya’nın Dresden şehrinde Diyanet İşleri Türk İslam Birliği’ne (DİTİB) ait olan Fatih Camisine bir saldırı düzenlendi. Cami imamının ikamet ettiği lojmanın önüne kimliği belirsiz kişilerce bırakılan patlayıcı ile gerçekleştirilen saldırıdan din görevlimiz ve ailesinin yara almadan kurtulması tek tesellimiz oldu.

Almanya’da camilere yönelik saldırıların birçoğu kamuoyuna bile yansımıyor. Federal Hükûmetin bir soru önergesine verdiği cevaba göre 2016 yılının Nisan-Haziran ayları arasında Almanya’da on dört cami siyasi motivasyonlu saldırıya hedef oldu. Bu saldırıların dokuzu açık bir şekilde aşırı sağcı motivasyonlarla işlenirken, diğer iki saldırının PKK sempatizanları tarafından gerçekleştirildiği belirtiliyor.

Almanya’daki camilere yönelik tehdit hiç olmadığı kadar artarken faillerin bulunamaması ve saldırılara yönelik hiçbir etkin önlemin alınmıyor olması konuyla ilgili ciddi bir tahkikat yapılmadığı izlenimi doğurmaktadır. Federal savcılığın bu suçlarla ilgili henüz bir soruşturma başlatmaması da saldırıların aydınlatılması beklentisini boşa çıkarmakta ve ne yazık ki yeni saldırılara kapı aralamaktadır. Almanya’da barışçıl bir toplumsal yaşamı mümkün kılmak ve her şeyden önce ülkedeki Müslüman azınlığı ırkçı saldırılardan korumak için siyasilere ve güvenlik güçlerine her zamankinden daha büyük görevler düşmektedir.”

Mustafa Yeneroğlu Alman siyasiler, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve medya mensuplarından oluşan heyeti kabul etti

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu Alman siyasiler, sivil toplum kuruluşu temsilcileri ve medya mensuplarından oluşan heyeti kabul etti.

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, aralarında CDU Milletvekillerinden Christian von Stetten, David Erkalp ayrıca UETD Genel Başkanı Zafer Sarıkaya’nın bulunduğu siyasiler, Alman sivil toplum kuruluşu temsilcileri ile medya mensuplarından oluşan heyeti kabul etti.

Yeneroğlu heyete hitabında Türk-Alman ilişkilerinin siyasi, ticari ve kültürlerarası düzlemlerde çok boyutlu sahip olduğu zenginliğe dikkat çekti ve “Geçtiğimiz haftalarda şunu açık bir biçimde gördük ki; karşılıklı ilişkilerin gelişmesi için hem Türkiye hem Almanya nezdinde gerekli inisiyatifler artırılmalı.” dedi. Karşılıklı ilişkilerin geliştirilmesi noktasında özellikle siyasilere ve medyaya büyük görevler düştüğünün altını çizdi. Batı Avrupa medyasının ekseriyetinin Türkiye ile ilgili haberlerde tercih ettiği dilin daha dengeli ve objektif olmasının beklendiğini vurguladı. Yeneroğlu konuşmasının devamında İnsan Hakları Komisyonu’nun ve komisyona bağlı alt komisyonların çalışmaları hakkında ayrıntılı bilgilendirmede bulundu.

Konuşmanın ardından heyetteki isimler, FETÖ’nün darbe kalkışması, PKK terörü ve diğer güncel siyasi meseleler etrafında Mustafa Yeneroğlu ile fikir alışverişinde bulundular.

Heyetin gerçekleştiği ziyaret, Türkiye Büyük Millet Meclis’inin 15 Temmuz FETÖ’nün darbe girişiminde hasar gördüğü için tadilatına başlanan bölümlerinin gezilmesinin ardından son buldu.

PKK Terörü: Mustafa Yeneroğlu kendisine yöneltilen ölüm tehdidi nedeniyle Almanya’da suç duyurusunda bulundu

AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu kendisine yöneltilen ölüm tehdidi nedeniyle suç duyurusunda bulundu. Bir PKK mensubu Twitter üzerinden Yeneroğlu’nu öldürmekle tehdit etmişti.

Almanya’da da terör örgütü olarak kabul edilen PKK’nın ülkede hiçbir cezai müeyyideye tabi tutulmaksızın propaganda yapabiliyor oluşundan cesaret alan bir PKK mensubu, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’na ölüm tehdidinde bulundu. “PKKURDISTAN” isimli bir kullanıcı (04.09.2016 pazar gecesi) Yeneroğlu’na Twitter üzerinden galiz küfürler savurduktan sonra onu öldürmekle tehdit etti. Mustafa Yeneroğlu bunun üzerine pazartesi günü bu kişi hakkında hem Köln hem de Hamburg savcılıklarına suç duyurusunda bulundu.

Yeneroğlu, “Almanya sürekli olarak PKK ve uzantıları tarafından propaganda alanı olarak kullanılmaktadır. Hatta Alman Parlamentosu’nda temsil edilen Sol Parti’nin lideri Bernd Riexinger bile Köln’deki PKK gösterisinin düzenlenmesinde sorumluluk üstlenmiş ve sahnede konuşanlardan biri olmuştur.” açıklamasında bulunurken, samimi bir şekilde teröre karşı duranlara seslerini yükseltme ve dayanışma çağrısında bulundu. Medyaya da seslenen Yeneroğlu, PKK temsilcileri ve sempatizanları tarafından PKK karşıtlarına yöneltilen tehditleri de göz önünde bulundurmalarını, PKK terörü hakkında haber yapış biçimlerini bu vesileyle tekrar gözden geçirmelerini istedi.

Yeneroğlu bilhassa Sol Parti liderinden kendisine yöneltilen ölüm tehdidine dair “açık bir kınama” beklediğini söyleyerek, “Sayın Bernd Riexinger’i o yere göğe sığdıramadığı terör organizasyonunun gerçek karakteri ile yüzleşmeye davet ediyorum.” dedi.

Yeneroğlu son olarak şunları söyledi: “Tabii ki bu korkakça saldırılardan şahsım adına herhangi bir endişe duymuyorum ve ikinci memleketim olan Almanya’yı bundan sonra da ziyaret etmeye devam edeceğim. Bu şartlarda benim güvenliğim hakkında gerekli tedbirleri almak Alman polisinin sorumluluğundadır.”

İlgili tehdidin ekran görüntülerini içeren Twitter linki: https://twitter.com/myeneroglu/status/772523128367017984