Adalet Bakanı’na Yargı Harçlarına Gelen Zamma İlişkin Soru Önergesi: ‘Yüksek yargı harçları, vatandaşlarımızın hakkını aramasını engelliyor’

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, 2022 yeniden değerleme oranına göre yargı harçlarına gelen %36,2’lik zamlara ilişkin soru önergesi verdi.

Yeneroğlu, yargı harçlarının yüksek olduğunu ve bunun hukuken haklı olan vatandaşların dahi yargı organlarına başvurmalarına engel olacağını söyleyerek cevaplaması istemiyle Adalet Bakanına sorular yöneltti.

Yargı harçlarının düşürülmesi gerekmektedir’

Yargı harçlarının nispi veya maktu olması fark etmeksizin oldukça yüksek olduğunu belirten Yeneroğlu:

“Yargı harçlarının yüksek olması hukuken haklı olan vatandaşlarımızın dahi yargı organlarına başvurmasına engel olarak yargı süreçlerini yürütme niyetlerinden vazgeçmelerine neden olmaktadır. Yargı harçlarını ödeyemeyecek durumda olan ancak haklı olduğu açıkça görülen kişilerin yargı harçlarını avukatların üstlenmesi durumu uygulamada oldukça yaygınlaşmıştır. Hak arama hürriyetini ihlal edecek boyuta ulaşan, vatandaşların hak mahrumiyetine avukatların ise meslek kuralları dışında mâli külfet altına girmesine sebep olan nispetteki yargı harçlarının nispi ve maktu olması fark etmeksizin düşürülmesi gerekmektedir.”

‘Vatandaşların devlet kanalı ile hakkını aramasının önünü tıkayacak’

“2022 yılı yeniden değerleme oranı %36,2 olarak belirlenmiş olup söz konusu oran çeşitli vergi ve harçlarla ilgili kanunlarda yer alan vergi, harç ve ceza tutarlarına etki etmektedir. Harçlar Kanunu’nun 138. maddesinin 3. fıkrasına göre yargı harçları da yeniden değerleme oranına göre %36,2 oranında artacaktır. Hal böyleyken zaten yüksek olan maktu yargı harçlarının %36,2 oranında artması vatandaşların yargı nezdinde hakkını aramasını engelliyor ve buna bağlı olarak toplumsal barış ve toplumsal düzen daha fazla bozulacak, vatandaşların yargı yoluyla hakkını elde edebileceğine dair güveni daha fazla zedelenecektir.”

‘DEVA Partisi olarak soruyoruz’

1- Nispi ve maktu yargı harçlarında indirim yapılacak mıdır?

2- Maktu yargı harçlarının 2022 yılı için %36,2 yeniden değerleme oranında artışa tâbi tutulmaması için özel bir düzenleme yapılacak mıdır?

3- Cumhurbaşkanı kararı ile yeniden değerleme oranında bir indirim yapılacak mıdır?

2022 Bütçe Görüşmeleri Genel Kurul Konuşması

Sayın Başkan, Değerli milletvekilleri,

Aziz Milletim!

2022 Yılı Bütçe Kanunu Teklifi hakkında DEVA Partisi adına söz almış bulunmaktayım.

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Doğrusu artık bütçenin kendisini görüşmeye gerek kalmadı, çünkü iktidarın hukuksuzluğu ve hesapsızlığı sebebiyle bütçe daha Genel Kurul’da görüşmeler başlamadan kadük oldu.

Netice itibarıyla bugün hukuksuzluğun tamamen sıradanlaştığı bir ülkenin parlamentosundan sesleniyorum sizlere.

Bugün bırakın anayasal bir devlet olmayı, anayasalı bir devlet olma iddiasının dahi can çekiştiği bir ülkeyiz.

İktidar kuvvetler ayrılığını reddetmekte, Cumhurbaşkanı Anayasa’ya aykırı olarak tüm gücü elinde toplamış, “Devlet Benim” anlayışı ile hem yürütme hem yasama hem de yargı konumunda.

Anayasal bir devlette devletin gücü hukukla sınırlıdır. Bizde ise iktidar, Anayasayı ayak bağı olarak görmekte, yetkisiz ve sınırsız güç kullanmaktadır.

Devleti, taahhütlerini yerine getirmeye zorlayan en temel aygıt, bağımsız yargıdır. Bizde iktidar yargıyı bizzat kendisine bağlamıştır.

Herkesi tehdit eden, baskıcı otoriter bir anlayış ile kişilerin ceza yaptırımları aracılığıyla ezildiği, kurumların itibarsızlaştırıldığı, yargı kararlarının uygulanmadığı bir dönemden geçiyoruz.

Demokratik hukuk devletinden uzaklaştıkça, millet olarak fakirleşmekteyiz.

Bugün içinde bulunduğumuz ama iktidarın duymadığı ve görmediği, vicdanların körelmesi gerçeğini zaten rakamlar gözler önüne seriyor.

Dünya Hukukun Üstünlüğü Endeksi’nde 128 ülke arasında 117. sıraya geriledik.

Uluslararası demokrasi endekslerinde en gerilere düştük; Benin, Gambia ve Haiti gibi 3. dünya ülkeleriyle aynı kategorideyiz.

Anayasa Mahkemesi’nin istatistiklerine göre, 2012-2021 yılları arasında esastan incelenen bireysel başvuruların %94,8’i hakkında ihlal kararı verilmiştir. Bu bile bize, ben dahil hepimize utanç vesilesi olarak yeter.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin 2020 yılı istatistiklerinde Türkiye 47 ülke arasında hak ihlallerinde ikinci sıradadır.

Geçtiğimiz hafta Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi, Anayasamızın gereği olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararlarının uygulanmasını iktidarın engellemesi nedeniyle başlattığı ihlal prosedürü ile hukuksuzluk karnemize bir utanç daha eklemiş olduk.

Değerli Milletvekilleri,

Hak ve özgürlüklerin bekçisi olan Anayasa Mahkemesi, iktidar ve ortağı tarafından sürekli taciz edilmektedir.

Kararları reddedilen Mahkeme’nin kapatılması ya da yetkilerinin kısıtlanması tehditleri artık olağanlaştı.

İktidar ortağı hukuk devleti anlayışından o kadar kopmuş ki Anayasa mahkemesinin kapatılmasını terörle mücadelenin gereği olarak tanımlıyor.

Anayasa Mahkemesi Başkan ve üyelerini itham ve tehdit edebilen ve “Şüpheli ve suçluların bacaklarını kırın, suçu bana atın” diyen bir İçişleri Bakanı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı açıklandığında “Karşı hamlemizi yaparız” diyen ve kendi vatandaşını 4 yıldan fazla cezaevinde yokluğa mahkûm eden bir Cumhurbaşkanı. Gerçekten kahredici bir durum…

Gerçekten utanma duygusunu yitirmemiş olan için kahredici bir durum.

Adalet duygularını geçtim, merhamet duygularından da bu kadar kopulmamalıydı.

Aziz Milletim,

Ülkemizi her açıdan düştüğü bu derin kuyudan çıkarmak hepimizin görevidir.

Bizler; Yahya Efendi’nin Kanuni Sultan Süleyman’a yazdığı o meşhur yazısında dediği gibi:

“Bir yerde zulüm yayılırsa,

Haksızlık şayi olursa,

Sonra, koyunları kurtlar değil çobanlar yerse,

Bilenler de bunu söylemeyip susarsa,

Fakirlerin, yoksulların, muhtaçların, kimsesizlerin feryadı göklere çıkarsa,

Bunu da taşlardan başka kimse işitmezse,

Herkes, sadece “ben-ben” derse,

Ve tüm bunları görüp/işitenler, “Neme lazım be…” derse;

İşte o zaman, devletin sonu gelir.”

Bu sebepten dolayı bu mücadeleyi veriyorum. Şu anda verdiğimiz mücadele, haysiyet mücadelesidir. İktidar ülkeyi koyu karanlığa boğmuş olsa da bizler aydınlık günlerin ümidiyle tüm gücümüzle çalışacağız.

Tek amacımız, tüm vatandaşlarımızın insan onuruna yaraşır bir hayat sürmesidir.

Adaletsizliklerin son bulmasının mücadelesini veriyoruz. İnsan onurunun korunmasını ve yüceltmeyi varlık sebebi kabul eden özgürlükçü bir devlet anlayışını tesis edene kadar bu mücadelemizi sürdürmeliyiz.

Aziz Milletim,

Gerçekten güç sarhoşluğunun sonu geldi.

Güç sarhoşluğu artık sona yaklaştı.

Bu iktidara artık söz söylemenin bir anlamı da kalmadı.

Bundan sonraki tek gündemimiz ve derdimiz milletimiz için mutlu yarınları inşa etmek olsun.

Hepinizi DEVA Partisi adına saygı ve muhabbetle selamlıyorum.

2022 Bütçe Görüşmeleri Genel Kurul konuşmasını buradan izleyebilirsiniz.

”AYM’nin Kadın Cinayeti Sebebiyle Devletin Sorumluluğuna Hükmettiği Karar” Hk. Basın Açıklaması

‘Devletin ihmalleriyle bir kadının daha katilinin insafına terk edilmesine tahammülümüz yok’

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Anayasa Mahkemesi’nin kadın cinayeti sebebiyle devletin sorumluluğuna hükmettiği kararla ilgili açıklamalarda bulundu. Yeneroğlu, bu kararın kadına şiddet alanında, kamu görevlilerinin sorumluluğunun açıkça tespit edildiği ilk Anayasa Mahkemesi kararı olması nedeniyle ayrıca önem taşıdığını ifade etti.

‘Devlet; kadınları her türlü şiddete karşı korumak, kadına karşı şiddeti önlemek, kovuşturmak ve önlemekle mükelleftir’

“Korunma talebinde bulunan kadınların çağrılarına azami titizlikle karşılık vermek ve kadınları her türlü şiddete karşı korumak, kadına karşı şiddeti önlemek, kovuşturmak, ortadan kaldırmak ve bu hususlarda politika ve tedbirler tasarlamak devletin görevidir. Bu hususta kamu makamları, savcılıklar, kolluk güçleri ve Şiddet Önleme ve İzleme Merkezleri (ŞÖNİM) tarafından kadına karşı şiddet mağdurlarının korunması ve koruyucu ve önleyici tedbirlerin pratik ve etkili bir biçimde alınmasını şarttır. Aksi durumda ülkemizde giderek artan kadın cinayetlerinin engellenemeyeceği açıktır.”

‘Kamu görevlilerinin sorumluluğunun açıkça tespit edildiği ilk Anayasa Mahkemesi kararı’

“2 Aralık 2021 tarihli Resmî Gazete’de yayınlanan Anayasa Mahkemesi kararında, kamu görevlilerinin ihmali ile koruyucu ve önleyici tedbirlerin etkin bir şekilde uygulanmamasından dolayı eski eşi tarafından öldürülen kadının yaşam hakkının ve yaşam hakkı bakımından etkili soruşturma yükümlülüğünün ihlal edildiği hükme bağlanmıştır. Bu karar, kadına şiddet alanında, kamu görevlilerinin sorumluluğunun açıkça tespit edildiği ilk Anayasa Mahkemesi kararı olması nedeniyle ayrıca önem taşımaktadır.”

‘Karara konu olay, bir kadının öldürülmesine giren sürecin göz göre göre gerçekleştiğini gösteriyor’

“Karara konu olayda, maktul kadının öldürülmeden önce yaptığı şikâyetlerin etkin ve olayın gerektirdiği hızda gereğinin yerine getirilmemesi, maktulün eski eşi hakkında aldığı önleyici tedbir kararlarının eski eşi tarafından ihlal edilmesine rağmen kararın cebren uygulanmaması hatta bu önleme kararlarının faile tebliğ edilip edilmediğinin dahi belli olmaması ve alınan kararların ŞÖNİM’e bildirilmesine rağmen kadına karşı şiddetin önlenmesi amacıyla gerekli takibin yapılmaması ne yazık ki bir kadının öldürülmesine giren sürecin göz göre göre gerçekleştiğini göstermektedir.”

‘Mevzuatın fiilen uygulanmasını temin etmek gerekir’

“Kadına karşı şiddetin ve kadın cinayetlerinin önlenmesi için mevzuatta düzenlemeler yapılması ve bürokratik sistemin kurulması yeterli değildir. Aynı zamanda bu mevzuatın fiilen uygulanmasını temin etmek gerekir. Kadına karşı şiddet ve cinayetleri önlemek ve bunları yakından takip etmekle görevli kamu görevlilerinin görevlerini titizlikle yerine getirmeleri sağlanmalıdır. İhmal ve kusurları halinde ise haklarında idari ve cezai müeyyideler uygulanmalıdır.”

‘AYM’nin hak ihlali gerekçelerinin gereğini yerine getirmek devletin asli görevidir’

“Kadına karşı şiddetin önlenmesinde koruyucu tedbirlerin uygulanması ve ŞÖNİM’in etkinliğinin artırılması konusunda Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlali gerekçelerinin gereğini yerine getirmek devletin asli bir görevidir. Bir kadının daha devletin ihmalleri nedeniyle katilinin insafına terk edilmesine tahammülümüz yoktur. DEVA Partisi olarak, kadına karşı şiddetin önlenmesi konusunda bu kararların verilmesine neden olacak durumların önüne geçeceğimizi, kadına karşı şiddetin son bulması için gerekli somut adımları atacağımızı ve Anayasa’ya aykırı bir şekilde iptal edilen İstanbul Sözleşmesi’ne yeniden taraf olacağımızı kamuoyunu duyururuz.”

Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Osman Kavala Davasıyla İlgili Türkiye Hakkında İhlal Prosedürü Başlatmasına İlişkin Basın Açıklaması

‘Hukuk tanımazlık son bulmalı, AİHM kararı derhal uygulanmalı’

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Osman Kavala davasıyla ilgili Türkiye hakkında ihlal prosedürü başlatması hakkında açıklama yaptı. Yeneroğlu ayrıca Kavala davasının yargı tarafından sivil toplumu sindirmek için bir sopa görevi gördüğünü ifade etti.

Türkiye’nin tarihinde ilk kez Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararını uygulamayarak ciddi bir yaptırıma maruz kaldığını ve Bakanlar Komitesi’nin AİHM kararı uygulanmazsa Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden çıkarılmasına kadar gidecek ağırlaşan yaptırımlar uygulayabileceğine dikkat çeken Yeneroğlu açıklamalarını şöyle sürdürdü:

‘Ülkemizin itibarı ciddi bir şekilde sarsıldı’

“Söz konusu karar elbette şaşırtıcı ve beklenmedik bir gelişme değil, aksine adım adım gelen ve göze alınan bir karardır. Bakanlar Komitesi AİHM’in kararının uygulanmasını bir yıldan fazla bir süredir her toplantısında görüşerek, Türkiye’den AİHM kararını uygulamasını ve Osman Kavala’yı derhal serbest bırakmasını istemiştir. Ancak her olayda yaşanan aklıselimden uzak ve ciddiyetsiz tutum sürdürülmüş, yürütme organının iki dudağı arasına sıkışmış yargı organları bu kararlara direnmekte ısrarcı olmuştur. Bu nedenle yıllardır haksız bir şekilde tutulan Sayın Kavala özgürlüğüne kavuşamadığı gibi, vatandaşını “insan hakları savunucularını caydırmak gibi gizli bir amaçla” tutukladığı tescillenen ülkemizin itibarı da ciddi bir şekilde sarsılmıştır.”

‘32 ülkeden Türkiye aleyhine oy’

“İhlal prosedürü başlatma kararı, 47 üyeli Avrupa Konseyi’nin üçte iki çoğunluğuyla, yani 32 ülkenin Türkiye aleyhine oy kullanması sonucunda alınmıştır. Oysa bundan 13 yıl önce ortak akıl ve liyakatli kadrolarla hukukun üstünlüğünü ve kuvvetler ayrılığını esas alan ülkemiz, Avrupa’da ve dünyada birçok diplomasi zaferine imza atmış, 2008 yılında çoğu Avrupa ülkesinin de dahil olduğu 151 ülkenin desteğini alarak BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliğine seçilmiştir. Evrensel hukuku referans alarak yola çıkan, Avrupa Birliği reformlarını hızlandıran ve bu yönde anayasa ve kanunlarda ciddi değişikliklere imza atan bir iktidarın; kanunları, anayasayı ve uluslararası hukuku yok sayacak kadar yozlaşması ve ülkemizin itibarını yerle bir etmesi üzüntü ve endişe vericidir.”

‘Ekonomik buhranımızı daha da derinleştirecek’

“Vatandaşların temel hak ve özgürlüklerine dair hiçbir güvencenin kalmadığı, hukukun ayak bağı sayıldığı, yargı kararlarının duruma göre uygulandığı bir yönetimin ülkemizi uçurumun kenarına sürüklediği aşikârdır. Dünyaya verdiğimiz hukuk tanımaz ve keyfi yönetim örneği açıktır ve ne yazık ki bu durumun ekonomik buhranımızı daha da derinleştireceği ortadadır. Taraf olduğumuz uluslararası sözleşmelere uyulmadığı, hukukun askıya alındığı, insan haklarının yok sayıldığı ülkemizde “dış güçler” masalının arkasına sığınarak başarısızlıkların üstünün örtülmeye çalışıldığı milletimiz tarafından da açıkça görülmektedir.”

‘Kavala davası akıl almaz hukuksuzlukların bir sembolü’

“Türkiye hukukun üstünlüğü, kuvvetler ayrılığı ve kurallı piyasa ekonomisini sağlayarak diplomatik itibarı ve ekonomik refahının arttığı bir yönetimi hak etmektedir. Ülkeyi yönetme gücünü kaybetmiş ve insanımızı her geçen gün daha da ağırlaşan ekonomik koşullarla ve hukuksuzluklarla boğuşmak zorunda bırakan iktidar kaybetmeye mahkumdur. DEVA Partisi olarak, Osman Kavala davasının yargının sivil toplumu sindirmek için bir sopa olarak kullanıldığı ve akıl almaz biçimde uygulanan hukuksuzlukların bir sembolü haline geldiğini görmekteyiz. İktidar bu hukuk tanımazlığa son vermelidir. Ülkemizin uluslararası itibarını daha fazla zedeleyecek, insanımızı daha fazla hukuksuzluğa ve yoksulluğa mahkûm edecek uygulamalardan bir an önce vazgeçilmeli ve AİHM kararı derhal uygulanmalıdır.”

Çevre ve Şehircilik Bakanı’na “Giresun Şebinkarahisar’da Çevreye Yayılan Kimyasal Atık” Hk. Soru Önergesi

Giresun Şebinkarahisar ilçesinde 18 Kasım 2021 tarihinde NESCO Maden Tic. San. Ltd. Şti tarafından işletilen kurşun-çinko-bakır cevheri zenginleştirme (Flotasyon) tesisinde, atık depolama alanı ve su depolama barajında bir yıkılma gerçekleşmiştir. Ağır kimyasal atıklar Kılıçkaya Barajı ve Kelkit Ovasına kadar ulaşmıştır.

Giresun Valiliği 20 Kasım 2021 tarihinde şirket faaliyetlerinin süresiz durdurulduğunu ve atık havuzundan numuneler alınarak inceleme başlatıldığını duyurmuştur. Bu açıklamanın üzerinden 12 gün geçmesine rağmen numune sonuçları halen açıklanmamıştır.

Atık barajlarındaki yırtılma sonucu etrafa taşan maden atıklarının yeraltı ve yüzey suyu ile çevresel bir felakete yol açtığı bilinmektedir. Yıkılmanın gerçekleşmesinden önce de bölgede ağaçlar kurumuş ve sular kirlenmiştir. Bu bölgenin suyunu kullanan bitki, hayvan ve insanların ağır metal zehirlenmesine kadar varabilecek sağlık sorunlarına maruz kalması tehlikesi söz konusudur.

Bu bağlamda;

1- Söz konusu tesisin faaliyete başlamasından önce düzenlenen ÇED raporlarında yıkılma riskinin gerçekleşmesi halinde tesisin çevre açısından oluşturacağı risk ve zararlar ne şekilde değerlendirilmiştir?

2- Ağır metalleri barındıran atık barajlarının nereye kurulacağı belirlenirken jeolojik-jeoteknik uzman kişi ve kuruluşlar tarafından bir çalışma yapılmış mıdır? Şebinkarahisar ilçesinde bu tesisler neden köylere bu kadar yakın bir şekilde kurulmuştur?

3- Çok tehlikeli atıkları barındıran atık baraj işletmelerinin denetimleri nasıl, ne kadar sıklıkta yapılmaktadır? Çevre felaketine neden olan ve bunu defalarca yineleyen firmaların işletme ruhsatları neden iptal edilmemektedir?

4- Canlı hayatına etkisi açısından tehlikenin ciddiyetine bakılacak olursa çevreye hızla yayılan kimyasal atığın içerisinde ne olduğu konusunda kamuoyu neden bilgilendirilmemektedir?

5- Çevreye yayılan kimyasal atıkların etkilerinin azaltılması ve temizlenmesi için herhangi bir çalışma yapılmakta mıdır?

Barış İçin Akademisyenler Hakkında Basın Açıklaması

Akademisyenlerin göreve iade başvurularını reddetmek, AYM kararını yok saymaktır’

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, ihraç edilen Barış İçin Akademisyenler”in göreve iade için OHAL Komisyonuna yaptıkları başvuruların reddedilmesini eleştirdi. Akademisyenler hakkında verilen Anayasa Mahkemesi kararını hatırlatan Yeneroğlu, eleştirel düşüncenin demokrasinin özü olduğunu savundu.

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, “Barış İçin Akademisyenler” imzasıyla yayınladıkları bildiri nedeniyle KHK’larla ihraç edilen akademisyenlerin işe iade başvurusunu reddeden OHAL Komisyonu’na tepki gösterdi. Yeneroğlu şu ifadeleri kullandı:

“Anayasa Mahkemesi, akademisyenlerin bildiri nedeniyle cezalandırılmalarını ifade özgürlüğünün ihlali olarak değerlendirdi. Bununla yetinmedi; söz konusu açıklamaları akademik özgürlüklerle ilişkilendirdi. Bununla da yetinmedi; akademisyenlerin kamu yararına yönelik tartışmalara önemli katkılarının olduğunun altını çizdi. Güçlü nedenler olmadan idari veya hukuki yönden cezalandırılamayacaklarını söyledi. Tüm bunlar ortadayken, akademisyenlerin göreve iade başvurularının reddedilmesi, AYM kararının yok sayılmasıdır.”

Sivil ölüm haline gelen uygulamalar ortadan kaldırılmalıdır

“Eleştirel düşünce ve farklı seslere saygı demokrasinin özüdür; gelişimin anahtarıdır. Çoğulcu toplum yapısı şiddeti ve nefreti teşvik etmeyen her fikrin korkusuzca ifade edilebildiği, kimsenin başkası gibi düşünmek zorunda kalmadığı, düşüncelerin serbestçe çarpıştığı ortamda sağlanabilir. ‘Barış İçin Akademisyenler’ metnini imzalayan akademisyenlerin yaşadığı hukuksuzluğun ve uzun bir süredir devam eden ‘sivil ölüm’ haline gelen uygulamalar derhal ortadan kaldırılmalıdır. İfade özgürlüğüne yönelik demokratik toplumun gerekleriyle bağdaşmayan uygulamalara son verilmelidir.”

Kenetlenmiş dişlerle özgürlük türküleri söylenemez

“Üniversitelerin amacı bilimsel araştırmalar yapmak ve toplumsal gelişmeye katkı sağlamaktır. Bu amacın gerçekleştirilebilmesi ancak ifade özgürlüğü sınırlarında kalan eleştirel düşüncenin korkusuzca ifade edilebilmesiyle mümkündür. Nitekim bildirinin altında imzası olan akademisyenlerin üniversitelerden ihraç edilmesi ağır mağduriyetlere yol açmanın yanı sıra, akademik özgürlüklere ve üniversitelerin bilimsel özerkliğine ciddi biçimde zarar vermiş, akademide büyük bir korku atmosferi yaratmıştır. Bu korku atmosferi nedeniyle akademisyenlerin yaptırım korkusuyla otosansür uygulaması ya da konuşmaktan imtina eder hale gelmesi eğitim sistemimizi, bilimsel gelişmemizi ve demokratik toplumun değerlerini çok ciddi şekilde sarsmaktadır. Kenetlenmiş dişlerle özgürlük türküleri söylenemez.”

Yeneroğlu ayrıca Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın imzacı akademisyenlerle ilgili yayınladığı rapor hakkında bilgi verdi. İhraç edilen her yedi barış akademisyeninden birinin gelir getirici bir işe, her on akademisyenden birinin de sağlık güvencesi bulunmadığını belirten Yeneroğlu, “Barış Akademisyenlerinin yaklaşık yarısı ekonomik desteğe ihtiyaç duyuyor. Eğitim ve araştırma olanakları kısıtlanan insanların akademik çalışmaları olumsuz etkileniyor” dedi.

Türk Lirası’nda Yaşanan Aşırı Devalüasyon Hk. Basın Toplantısı

Değerli Basın Mensupları,

Şu günlerde ülkemiz, tarihinin en büyük ekonomik krizlerinden birini yaşamaktadır. İktidarın akıl almaz politikaları sebebiyle maalesef her geçen gün yoksullaşıyoruz, fakirleşiyoruz.

Hukuksuzluğun, adaletsizliğin ve yozlaşmanın tüm devlet yönetimine sirayet ettiği;

Bakanların, hükümet ortaklarının hukuksuzluğu açıktan teşvik ettiği ve liyakatsizliğin kural halini aldığı bir yönetim anlayışında böylesine derin bir ekonomik krizin yaşanması elbette kaçınılmazdı.

Çok uyardık. Defalarca söyledik. Ancak dinletemedik.

Hukukun olmadığı bir ülkeye yabancı yatırımcı gelmez dedik.

Hukuk güvenliği ve öngörülebilirlik yoksa yerli sermayeyi bile kaçırırsınız dedik.

Fakat hükümet hiçbir tavsiyeyi dikkate almadı.

Bildiğini okumaktan geri durmadı.

Adalete uyun, işi ehline verin dedik ama sözlerimize kulak tıkadılar.

Geldiğimiz yer ortada.

 

Kıymetli Vatandaşlarım,

Bir ülkede hem faizlerin hem de döviz kurlarının düşmesi yani paranın değer kazanmasını herkes ister.

Fakat hem faizlerin hem de döviz kurlarının aynı anda düşmesi için o ülkenin üretmesi ve gerçekten büyümesi gerekir.

Eğer ülke üretmiyorsa, katma değerli ürünleri, icatları yoksa o ekonomi faiz-yüksek kur-yüksek enflasyon döngüsüne girer.

Gerçek enflasyonun en iyimser tahminle en az %40 – 50 seviyelerinde olduğu bir ülkede Merkez Bankası’nın %15 faiz oranıyla hiç kimse parasını Türk Lirası olarak bankada tutmaz.

Bu sebeple 3 kuruş parası olanlar bile parasını dövize çevirmeye çalışır hale gelmiştir.

Bu döngüyü kırmak için üretime odaklanmak gerekir.

Fakat bu hükümet yönetimde olduğu müddetçe reel sektörün gelişmesi, üretimin artması mümkün değildir.

Çünkü hükümetin bir üretim ve kalkınma politikası yok.

Ancak ufak bir rantiyeci kesimi ihya etmektedir.

Onlara havadan haksız ihaleler vermekte, bunlara kolay paralar kazandırmaktadır.

Eğer hükümete yakın değilseniz ülkede istihdam sağlayan helalinden kazanan bir şirket olsanız bile ayrımcılığa maruz kalırsınız.

Zaten bu yüzden birçok Türk şirketi, şirket merkezlerini yurtdışına taşıdı.

Şimdi hükümet vatandaşlara en uygun fiyat sağlayan marketleri bile hedefine almış durumda…

Böyle bir ortamda hangi yatırımcı neden yatırım yapsın?

 

Değerli Vatandaşlarım,

Bu iktidarla ekonomik krizden çıkış imkansızdır.

Gelinen noktada yaşadığımız derin ekonomik kriz bir yönetim krizinin sonucu ve kriz sebebiyle tüm toplumda büyük bir endişe hâkim.

Piyasada hiç bir şeyin fiyatı belli değil. Doların nerede duracağını kimse kestiremiyor.

Bazı marketlerde şeker gibi, yağ gibi temel gıda maddelerinin satışlarına kota gelmiş vaziyette. Dün itibariyle gübre ve zirai ilaç satışına sınırlama getirildi, pek çok döviz bürosu belli saatlerde döviz işlemi yapmadı. Apple satışlarını durdurdu.

Dolar yükselince endişelenmeli miyiz?’ diye soran gazeteciye, sırıtarak ‘Dolarla mı maaş alıyorsunuz?’ diye soran cahiller anlamasa da istisnasız her şeyin zamlandığına şahit oluyoruz.

Çünkü açık ekonomilerde döviz kurları ile enflasyon arasında geçirgenlik vardır.

Döviz kuruna bağlı enflasyon dalgası ilk olarak garip gurebayı vuruyor.

Asgari ücretle geçinen milyonlarca insan kara kara nasıl geçineceğini düşünüyor. Milyonlarca insan açlıkla, yoksullukla boğuşuyor. Milyonlarca genç işsiz, umutsuz. Tencere kaynamıyor. Büyük bir karamsarlık toplumun üzerine çökmüş durumda.

Peki iktidar ne yapıyor?

Hiçbir şey yapmıyor. Sorumluluktan kaçıyor. Slogan atıyor. Hamaset yapıyor. Adeta milletin aklıyla alay ediyor. Ama milletimiz gayet iyi biliyor ki bu büyük ekonomik krizin, toplumun içine düştüğü bu çaresizliğin sebebi bizzat ülkeyi yönetenlerdir.

Milleti aptal yerine koyup slogan atıyorlar. Akıllarınca milleti kandıracaklar! ‘’Ekonomik kurtuluş savaşı’’ veriyormuşuz? Ortada bir kurtuluş savaşı yok millet bunu görüyor. Ama siyasi ikbalini milletin menfaatinin önüne koymuş olan bir kişi ve çevresinin menfaatleri var.

Bir kurtuluş savaşı yok ama ayrıcalıklarından vazgeçmek istemeyen bir grup insanın millete reva gördüğü yokluk var.

Dolar artınca ellerini ovuşturan, iktidarın sevdiği işadamları var. Her devrin adamları, her ballı ihalenin kazananları var.

Yap-işlet-devret adı altında döviz üzerinden belirlenen bedellerle kişi başı geçiş garantisi olan 5 tane şirket var.

Dolarla belki maaş değil ama mafyadan ‘harçlık’ alanlar var.

İşte böyle rahat ve konfor içinde yüzen bu kitlenin milletin derdini anlaması da mümkün değil.

Bu millettin menfaatleri onların umurunda değil. Millet aç mı kalmış, yokluk mu çekmiş umurlarında değil. Az yemek yiyin, kışın domates yemeyin, eti kiloyla almayın, midenin bir kısmını boş bırakmak sünnettir diye millete akıl veriyorlar. Utanmıyorlar, yüzleri kızarmıyor…

Bu iktidara seslenmek artık anlamsız. O sebeple, şunu yapın bunu yapın diyecek değilim. Eğer içlerinde zerre kadar ülke sevgisi kaldıysa bir an önce seçim kararı alırlar ve millete bu cefayı daha fazla çektirmezler.

 

Değerli Basın Mensupları,

Sözlerime Türk Lirasının bizler için ne anlama geldiğini ve içinden geçtiğimiz şu günlerin aslında nelere mal olduğunu çok iyi anlatan şu veciz ifadelerle son vermek istiyorum;

’Para, tıpkı bayrak gibi, marş gibi bir ülkenin gücünü, itibarını, bağımsızlığını simgeler. Paranın itibarı milletin itibarıdır.’’ Bu sözlerin sahibi sayın Erdoğan’dır.

Evet sayın Erdoğan, ‘paranın itibarı milletin itibarıdır.’

Siz bu milletin itibarını iki paralık ettiniz.

Bu milletin itibarıyla daha fazla oynamayın, millete daha büyük bedeller ödetmeden bir an önce erken seçim kararı alın.

Biz DEVA Partisi olarak emaneti teslim almaya hazırız. İşinin ehli, dürüst ve demokrat kadrolarımızla, bu ülkeyi hızlı bir şekilde düzlüğe çıkartacak, bu karanlık tabloyu aydınlığa çevirecek projelerimizle, eylem planlarımızla, başta genel başkanımız sayın Ali Babacan olmak üzere ekonomiye deva olacak ekibimizle, hazırız.

Milletimize seslenmeye, çözümlerimizi anlatmaya devam edeceğiz. En kısa zamanda sandığı bekliyor ve milletimizin ferasetine güveniyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

 

Basın toplantısı kaydını buradan izleyebilirsiniz.

Türkiye-Almanya İşgücü Anlaşması’nın 60. Yıl Dönümü Hk. Açıklama: “Almanya’ya Göçün 60. Yılında Başarılar Görülmeli, Sorumluluklar Ertelenmemelidir!”

İşgücü anlaşmasının 60. yıl dönümünde, Türkiye kökenliler Almanya’daki en büyük göçmen topluluk olma hüviyetini sürdürmektedir. Başlarda ülkedeki işgücü ihtiyacını gidermek üzere misafir işçi olarak Almanya’ya giden vatandaşlarımız, bugün beşinci nesle ulaşan varlıkları ile Almanya’nın asli unsurlarından biridir. Son olarak geride bıraktığımız zorlu pandemi şartlarını aşmak için gerekli olan aşı çalışmalarına öncülük ederek tüm dünyanın takdirini kazanan iki önemli bilim insanı Prof. Dr. Uğur Şahin ve Prof. Dr. Özlem Türeci bu duruma birer örnek olmuşlardır.

‘Kurumsal ırkçılık ve İslam düşmanlığı ile mücadele edilmelidir’

Göçmenlikten kalıcılığa çoktan geçiş yapmış Türk ve Müslüman nüfusa yönelik göçmen karşıtı tutumlar, gerçekleştirilen ırkçı saldırılar ve İslam düşmanlığı maalesef varlığını sürdürmektedir. Almanya’da 2021 yılının ilk on ayında, camilere yönelik 34 saldırı kayıt altına alınmıştır. Ayrıca Almanya İçişleri Bakanlığı ve Federal Kriminal Dairesi (BKA) tarafından hazırlanan son siyasi suçlar raporuna göre, ülkede aşırı sağcıların şiddet eylemlerinin bir önceki yıla oranla yüzde 10 arttığı görülmektedir. Aynı rapora göre, ülkede işlenen İslam düşmanı suçlar, bir yıl öncesine göre yüzde 8 artmıştır. Giderek artan bu suçların ve kurumsal ırkçılığın önlenmesi için daha etkili bir mücadele elzemdir.

‘Türkiye kökenlilerin siyasete aktif katılımı sağlanmalıdır’

Almanya’da gerçekleşen son federal seçimler hem Türkiye-Almanya ilişkileri açısından hem de Almanya’da yaşayan Türk diasporası açısından büyük önem arz etmektedir. Seçimler neticesinde Almanya Federal Meclisi’nde Türkiye kökenli milletvekili sayısı 18 ile sınırlı kalmıştır. Ülkede yaşayan 3,5 milyona yakın Türkiye kökenli nüfus göz önüne alındığında, bu sayının daha yüksek olabileceği ve Türkiye kökenlilerin meselelerinin siyasette daha etkili temsil edilebileceği ortadadır. Diğer tarafta Hamburg bölgesinden milletvekili seçilen Aydan Özoğuz’un Federal Meclis Başkanvekilliğine seçilmesi değerli bir adımdır. Bu gibi adımlar Almanya’nın çoğulcu toplum iddiasını daha fazla güçlendirecektir.

‘Sorunların çözümü için rasyonel adımlar atılmalıdır’

Bugün gelinen noktada, Almanya’daki Türk diasporası için ırkçılık ve İslam düşmanlığı ile mücadele, siyasal ve toplumsal katılım, ana dil eğitimi ve İslam din dersi gibi hususlar önem arz etmektedir. Ayrıca Almanya’daki Türk sivil toplum kuruluşlarının Türk diasporasını ilgilendiren konularda daha aktif katılımla çalışması ve karar alma süreçlerine dahil olması gerekmektedir. Aynı şekilde Türkiye’deki siyasi iktidarın da Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın bilinen sorunlarının çözümüne yönelik rasyonel adımlar atması gerekmektedir. Ayrıca Türkiye’deki temel toplumsal sorunların demokratik bilinçle çözülmesi, diasporayı da rahatlatacaktır.

Bu düşüncelerle, Türkiye-Almanya İşgücü Anlaşması neticesinde başlayan göç süreci boyunca başta ırkçı saldırılarda hayatını kaybeden yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyor, alın terleriyle Almanya’daki Türk toplumunun temellerini atan birinci kuşağın kıymetli büyüklerini saygıyla anıyorum.

‘Türkiye’nin FATF Tarafından Gri Listeye Alınması’ Hakkında Basın Toplantısı

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Malumunuz bugün Avrupa Birliği’ne üyelik hedeflerinden tamamen sapmış durumdayız.

72 yıldır üyesi olduğumuz Avrupa Konseyi’ne bağlı Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde en çok ihlal kararı verilen ülkeler arasında ilk sıralardayız.

Artık öyle bir boyuta geldik ki mahkeme bazı kararlarının uygulanmamasından dolayı meseleyi Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesine iletmiş durumda ve ülkemiz Avrupa Konseyi tarafından yaptırıma maruz kalma tehlikesiyle karşı karşıyadır.

Hükümet artık ipin ucunu iyice kaçırdı.

Dünyanın önde gelen ülkeleriyle ilişki kuramaz, aynı dili konuşamaz ve işbirliği yapamaz hale geldi.

Yine geçtiğimiz hafta Uluslararası Mali Eylem Görev Gücü (FATF) Türkiye’yi gri listeye aldı. Uluslararası Mali Eylem Görev Gücü, suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama ile mücadelede uluslararası standartlar getiren Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) bünyesinde bir kuruluş.

Türkiye de 30 yıldır bu kuruluşun üyesidir.

Değerli vatandaşlarım,

Bu kuruluş, kara paranın aklanması, terörizmin finansmanı ve kitle imha silahlarının finansmanının önlenmesi için hesap verebilirlik, şeffaflık ve bu konulara ilişkin denetim ve yaptırım kriterleri öngörüyor.

Türkiye ise ne yazık ki bu kriterlerin gereğini yapmak yerine tam tersini yapıyor.

Ambargo altındaki İran ve Venezuela’nın döviz elde ederek yapamadığını altın üzerinden onlarla birlikte gerçekleştiriyor.

Geçtiğimiz aylarda meşhur suç örgütü lideri tarafından; Amerika’da suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerinin Türkiye’de sistemli olarak aklandığı iddia edilmiştir.

Tüm bu işler Türkiye’nin uluslararası saygınlığına gölge düşürmekte ve kurumsal yapısına zarar vermektedir.

Siyasetçilerin, kolluk güçlerinin ve yargı mensuplarının bu ağdan paylarını aldıkları iddiaları çok vahim.

Siyasi nüfuz sahibi kişiler eliyle yargı organlarının da kara paranın aklanması konularına göz yumar hâle düştüğü iddiaları endişe vericidir.

Kamu kurum ve kuruluşlarında şeffaflık, hukuki güvenlik ve hukuki öngörülebilirlik ilkeleri hayata geçirilememektedir.

Saygıdeğer Arkadaşlar,

İşte bu kokuşmuş ve birbirlerinin suç ortağı olmuş yapı nedeniyle geçen yıl TBMM’ye gelen ‘Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun’ Mali Eylem Görev Gücü’nün standartlarını sağlamaktan çok uzak, göstermelik bir kanun olarak çıkarılmıştır.

Kanun teklifinin yasalaşması sürecinde adeta feryat ettik.

Mali Eylem Görev Gücü’nün 12 numaralı tavsiye kararına uyun, siyasi nüfuz sahibi kişiler kapsamında üst düzey kamu görevlileri ve üst düzey siyasiler gibi kişilerin yolsuzlukları bakımından denetim mekanizmaları ve yaptırımlar öngörün dedik.

Yolsuzluk ve rüşveti önlemek için şeffaflık sağlayın,

Bu kanunu muhaliflerinizi ezmek için yeni bir araç olarak görmeyin dedik.

Sudan sebeplerle sivil toplum kuruluşlarına kayyum atanmasını, malvarlıklarının dondurulmasını sağlayacak bir düzenleme yapmayın dedik.

Kanun, yasalaştıktan sonra Cumhurbaşkanı, Temmuz ayında, “Türkiye’de Suç Gelirlerinin Aklanması ve Terörizmin Finansmanı ile Mücadelede ve Müsadere Uygulamalarında Etkinliğin Artırılması Strateji Belgesi, 2021-2025” adıyla bir genelge yayınladı.

Ama artık iş işten geçmişti.

Yolsuzluk servetlerinin takibi ve kara paranın aklanmasını önleyecek tedbirlere dair eksiklikler genelge ile tamamlanamazdı.

Nitekim tamamlanamadı, işlevsiz ve geç kaldı.

Neticede uyarılarımıza uyulmadığı için Mali Eylem Görev Gücü Türkiye’yi gri listeye aldı.

Hükümetin kara para aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadele konusunda ‘yeterince çaba göstermediği’ tüm dünyaya ilan edildi.

Bu tablonun sorumlusu yolsuzluk, rüşvet ve kara paranın aklanmasını adeta olağan bir iş haline getiren tutumlar sergileyen hükümetin ta kendisidir.

Değerli vatandaşlarım,

Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün 2020 Yolsuzluk Algı Endeksi’ne göre Türkiye 180 ülke arasında 86. sıradadır. Türkiye, Avrupa Birliği üyesi ülkeler ile karşılaştırıldığında, 28 üye ülkenin tamamından düşük puan alarak sonuncu sıraya yerleşmiştir.

OECD ülkeleri arasında ise, sondan üçüncü sırada.

Türkiye’de yolsuzluk algısı 2013 yılından beri her sene daha da artmaktadır.

Hukuk devletinin işlerliği ve medya özgürlüğü yolsuzlukla mücadelenin vazgeçilmez unsurlarıdır. Ancak ülkemizde bunlar büyük darbe almıştır.

Yolsuzluğun yaygınlaşmasını ve sıradanlaşmasını sağlayan cezasızlık uygulamaları yerleşmektedir.

Kamuoyuna yansıyan bakan seviyesindeki yolsuzluk iddiaları hakkında bile hiçbir işlem yapılmamaktadır. Kendi şirketinden kendi bakanlığına emsal fiyatının çok üzerinde ihalesiz mal alan ticaret bakanı yalnızca görevden alındı. Yaptığı yanına kâr kaldı.

Bütçe şeffaflığı ve kamu kaynaklarının kullanımına ilişkin hesap verebilirlik konusunda hükümet sınıfta kaldı. İhaleler kamuoyuna açık gerçekleştirilmiyor.

Medya kuruluşlarına, gazetecilere, sivil topluma yönelik baskı ve yıldırma politikaları sürüyor.

Geleceğimizi ipotek altına alan Kamu Özel İşbirliği proje, ihale ve sözleşme süreçleri şeffaf ve açık bir biçimde yürütülmüyor, bu projelerin kamu maliyesine oluşturduğu yük hakkında toplum bilgilendirilmiyor.

Kapalı kapılar ardında, bal tutan, parmağını yalıyor.

Ülkede yolsuzluk ve rüşvetle iş yaptırılabiliyor olması diğer suçların işlenmesini de kolaylaştırıyor. Diğer suçları işleyenler verdikleri rüşvet ve sağladıkları imkanlarla kamu görevlilerini göz yummaya ikna edebiliyorlar.

Birleşmiş Milletler Uluslararası Uyuşturucu ve Suç Ofisi’nce (UNODC), “2021 Dünya Uyuşturucu Raporu”nda Türkiye hakkında çok vahim veriler açıklandı.

Rapora göre; 2019’da dünyada en fazla eroin ele geçirilen ülke 20 ton ile Türkiye oldu. 2019 yılında dünya çapında, ele geçirilen tüm uyuşturucu tiplerinde ise %10’luk oranla Türkiye ikinci sırada.

Meşhur suç örgütü liderinin ifşaatları ortada. Limanlarımıza gemilerle tonlarca uyuşturucu geldiğini iddia ediyor.

Gençlerimizde uyuşturucu bağımlılığının ne kadar yükselmeye başladığını tüm toplum olarak müşahede ediyoruz.

Peki uyuşturucu ticaretinden elde edilen kara para nerede ve nasıl aklanıyor?

Tonlarca uyuşturucunun gelirini elde eden Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları kimler ve bu kişilerin malvarlıkları neden takip edilip, malvarlıklarına el konulmuyor?

Çünkü hükümet Mali Eylem Görev Gücü’nün kara paranın aklanması, yolsuzluk ve rüşvetin önlenmesine ilişkin geliştirdiği standartlara uymuyor.

O yüzden gereği yapılmıyor, yapılamıyor.

Hükümet kara parayı ortaya çıkarıp el koymak yerine kara para kazananın yanına kar kalmasını yasallaştırıyor.

Defalarca ‘Varlık Barışı’ adı altında düzenleme yaptılar.

Kaynağını sormadan paraların yasallaştırılması bir âdet hâline geldi ve hâlen devam ediyor.

Yurt dışında bulunan varlıklar bakımından; 31 Aralık 2021 tarihine kadar Türkiye’deki banka veya aracı kuruma bildirimde bulunmak yeterli oluyor.

Yurt içindeki varlıklar bakımından, 31 Aralık 2021 tarihine kadar vergi dairelerine beyanda bulunmak yeterli oluyor.

Bu düzenlemeyle suç işlenerek elde edilen gelirler bile kitabına uydurularak Türkiye’de sorgusuz, sualsiz aklanabiliyor.

Böyle bir ortamda Uluslararası Mali Eylem Görev Gücü’ne, Türkiye’yi neden gri listeye aldın diye şikâyet edilebilir mi?

Değerli vatandaşlarım,

Bu hükümet kara paranın aklanmasıyla, terörizmin finansmanıyla ve yolsuzlukla mücadele edemez.

Çünkü bu kadar önemli bir konuda bile alması gereken önlemleri amacı dışında kullanmaya kalktı.

Sivil toplum kuruluşlarını baskı altına alabilmek için terörizmin finansmanının önlenmesi kriterlerini araç haline getirdi.

Ne yazık ki hükûmet geçtiğimiz yıl çıkarılan söz konusu Kanun ile belediyelerdeki kayyum rejimini Mali Eylem Görev Gücü düzenlemelerine uyum adı altında sivil toplum kuruluşlarına uyarladı.

Böylece canını sıkan derneğe, terörü finanse ediyor bahanesiyle müdahale edebilmesinin zeminini hazırladı.

Mali Eylem Görev Gücü ise bu kötü niyeti gördü ve gri listeye alma kararının gerekçelerinden birisi yaptı.

Biz de buradan hükümete çağrıda bulunuyoruz;

Terörle mücadeleyi bile kendi menfaatlerinize alet etmeyin!

Yasal faaliyette bulunan dernek ve vakıfları terörle suçlamayın!

Türkiye’nin uluslararası terör örgütlerinin para akışlarının sağlandığı bir merkez olmasının önüne geçin!

Kara paranın aklanmasıyla samimi olarak mücadele edin!

Uyuşturucu bağımlılığının yaygınlaşmasıyla mücadele için bu suçun para trafiğini açığa çıkarın!

Kamu kurum ve kuruluşlarında şeffaflık ve hesap verebilirlik ilkelerini hayata geçirin!

Mali Eylem Görev Gücü’nün siyasi nüfuz ve üst düzey kamu görevlilerine ilişkin önerilerini dikkate alın!

Yolsuzluk ve rüşvetle mücadele edin!

Yargıya baskı yapmayın!

Bırakın yargı, sayısız masum insanı terör örgütü üyeliğiyle suçlamak yerine uyuşturucu ticareti, yolsuzluk, kara para aklama suçlarıyla mücadele etsin…

Zaten sizin adaletsiz ve öngörülemez yönetim ve yargı düzeniniz nedeniyle Türkiye bu hallere düştü.

Ekonomi tepe taklak gidiyor.

Uluslararası kuruluşların iyi yönetim ve suçla mücadele kriterleri uygulanmadıkça da düzelmeyecek.

Değerli vatandaşlarım,

Yapılması gerekeni her zaman açık yüreklilikle söyledik, söylemeye devam edeceğiz.

Mali Eylem Görev Gücü’nün Türkiye’yi gri listeye almaması için yapılması gerekenleri tam bir sene önce söylemiştik.

Uyarımız kulak ardı edildi ve sonuç ortada.

Göstermelik işlerle Türkiye’nin hiçbir sorunu çözülemez.

Yolsuzluk, rüşvet, kara paranın aklanması, terörizmin finansmanıyla mücadele konularında samimi adımlar ancak yeni bir iktidarla sağlanabilir.

O tarihe kadar DEVA Partisi olarak iktidarı yakın takipteyiz.

Hepinizi saygıyla ve hürmetle selamlıyorum.

 

Basın toplantısı kaydı için tıklayınız. 

Türkiye’nin FATF Tarafından Gri Listeye Alınması Hk. Basın Açıklaması: “Uyarılarımız dikkate alınmadığı için Türkiye gri listeye alındı”

Geçtiğimiz yıl Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesi Kanun Teklifinin Meclis’te görüşüldüğü sırada, söz konusu kanun teklifinin maksadının dışında düzenlemeler içerdiğine ve buna karşın teklifte kara para aklama, yolsuzluk ve terörizmin finansmanının önlenmesi konusunda etkili tedbirlere yer verilmediğine dair görüşlerini dile getirdiklerini söyleyen Yeneroğlu’nun açıklamaları şöyle:

‘Müzakere kültüründen tamamen uzaklaşan iktidar nedeniyle bugün gri listedeyiz’

İktidarı dernek ve vakıflara yönelik aşırı kısıtlamalardan vazgeçmesi gerektiği konusunda uyardıklarını belirten Yeneroğlu:

“Ancak müzakere kültüründen tamamen uzaklaşan iktidar nedeniyle bugün FATF’in kara para aklama ve terörizmin finansmanı ile mücadele konusunda ‘yeterince çaba göstermeyen’ ülkelerin bulunduğu ‘gri liste’sinde yer almaktayız. DEVA Partisi olarak söz konusu kanun teklifi hakkında FATF eleştirilerinin odağında olan ‘Siyasi Nüfuz Sahibi Kişiler’ ile ilgili FATF düzenlemelerine uyum için herhangi bir değişiklik yapılmamasını eleştirmiş ve uyarılarda bulunmuştuk. Ne yazık ki, geçtiğimiz günlerde Avrupa Komisyonu da Türkiye’de idarenin şeffaf çalışmadığını, ihalelerin açık bir şekilde gerçekleştirilmediğini ve yolsuzluk konularında yargının siyasi etkiye açık olduğunu ifade etti. FATF da yolsuzlukla mücadele konusunda yeterli çabanın gösterilmediğini aynı şekilde tespit etti.” 

‘Belediyelerdeki kayyum rejimi FATF düzenlemelerine uyum adı altında STK’lara uyarlanmıştır’

“FATF, sivil toplum kuruluşlarının yasa içerisinde faaliyet gösterdiği müddetçe faaliyetlerine müdahale edilmemesi ve engellenmemesi; öte yandan terörizmin sivil toplum kuruluşları üzerinden finanse edilmesinin önüne geçmek için de gerçek riske dayalı denetimi hayata geçirmesi gerektiğini ortaya koydu. Yasal faaliyette bulunan dernek ve vakıfların terörle suçlanmaması ve faaliyetlerinin önlenmemesi, öte yandan Türkiye’nin özellikle uluslararası terör örgütlerinin para akışlarının sağlandığı bir merkez olmasının önüne geçilmesi gerekmektedir. Fakat ne yazık ki hükûmet bugüne kadar bunun neredeyse tam tersini yapmış, geçtiğimiz yıl çıkarılan söz konusu Kanun ile de belediyelerdeki kayyum rejimi FATF düzenlemelerine uyum adı altında sivil toplum kuruluşlarına uyarlanmıştır.”

‘Bu kararla birlikte Türkiye’nin yurtdışı sermaye piyasalarına erişimi ve bankacılık işlemleri yapması daha da zorlaşacaktır.’

“Türkiye’nin gri listeye alınması, risk primi yüksek olan ülkemizi daha da riskli hale getirmiştir. Bu kararla birlikte Türkiye’nin yurtdışı sermaye piyasalarına erişimi ve bankacılık işlemleri yapması daha da zorlaşacaktır. Pahalı olan dış kaynaklar ne yazık ki daha da pahalılaşacaktır.”

‘DEVA Partisi olarak hükûmete çağrıda bulunuyoruz’

1- Yolsuzluk ve rüşveti önlemek için şeffaflık kurallarını hayata geçirin. Siyasi nüfuz sahibi kişilerle alakalı uluslararası kriterleri iç hukuka uyarlayın.

2- Türkiye’nin bir kara para aklama ve uluslararası terör örgütlerinin nakit akışını gerçekleştirdiği bir merkez ülke olmasını engelleyin.

3- Terörizmin finansmanını önleme kanunlarını sivil toplum kuruluşları üzerinde bir sopa olarak kullanmaktan vazgeçin. Dernek ve vakıflara ilişkin mevzuatı derhal demokratik toplum düzeninin gerekliliklerine uygun hale getirin.