Avrupa Komisyonu’nun 2021 Raporu Hk. Basın Açıklaması: “Hükûmetin bir kenara bıraktığı Avrupa Birliği üyeliği hedefi bizim için vazgeçilmezdir”

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Avrupa Komisyonu’nun 2021 Türkiye raporunu değerlendirdi. Yeneroğlu yaptığı açıklamada şu ifadeleri kullandı:

‘Raporda Türkiye’nin AB çabasını bir kenara bıraktığı ifade ediliyor’

“Avrupa Komisyonu’nun 2021 Türkiye raporu ülkemizin demokrasi, temel haklar ve hukuk devleti sorunlarını gözler önüne seriyor. Raporda, Türkiye’nin neredeyse her konuda Avrupa Birliği kriterlerini yerine getirme çabasını bir kenara bıraktığı somut olarak ifade ediliyor.”

‘Milletimiz AB vatandaşlarının imkanlarına sahip olmayı hak ediyor’

“Demokratik haklar, hukuk devleti standartları, ekonomik gelişmişlik ve daha nice konuda AB standartları vazgeçilmez bir ilerleme hedefidir. Mevcut hükûmetin bir kenara bıraktığı Avrupa Birliği üyeliği hedefi bizim için vazgeçilmez bir hedeftir. Çünkü milletimiz insan hakları, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama ve ekonomik refah açısından AB vatandaşlarının imkanlarına sahip olmayı hak ediyor. Hükûmeti, AB kriterlerini yerine getirmek üzere derhal somut adımlar atmaya davet ediyoruz.”

‘Hükûmet raporun içeriğini dikkate almadı’

“Hükûmet her zaman yaptığı gibi Avrupa Komisyonu Raporu’na kalıp ve ezber ifadelerle tepki gösterdi. Raporun içeriğini dikkate almayan, AB’yi dahil olmayı hedeflediğimiz bir birlik gibi görmeyen, tamamen raporu geçiştirme amacıyla verilmiş bir tepkiydi. Halbuki Türkiye’nin gelişmesini ve ilerlemesini sağlayacak her türlü nesnel ve somut nitelikteki tespitler ve önerilerin dikkate alınması gerekir. Demokrasi, insan hakları, hukuk devleti, hesap verebilir, şeffaf ve kurumsallaşabilmiş idari yapılar AB’nin bir dayatması değil, tüm dünyaca kabul görmüş gelişmişlik kriterleridir. “

‘Raporda Türkiye’nin içler acısı halinin fotoğrafı çekiliyor’

“Raporda adeta Türkiye’nin içler acısı halinin fotoğrafı çekiliyor: Demokratik kurum ve mekanizmalar çalışmıyor. Denge ve denetleme araçları zayıflatılmış durumda. Meclis’te ikinci en fazla sandalyeye sahip muhalefet partisi hakkında kapatma davası açıldı ve bu partinin seçilmiş yerel idare yöneticileri görevden alındı. Cumhurbaşkanı ve hükûmet yargının bağımsızlığını sağlayacak adımlar atmıyor. Özellikle sulh ceza hakimliklerinin mevcut yapılanması ve uygulamaları ciddi endişeler uyandırıyor.”

‘Raporun yazıldığı sürede iki Merkez Bankası başkanı görevden alındı’

“Raporun yazıldığı sürede iki Merkez Bankası başkanı görevden alındı. Enflasyondaki artış sürüyor, mevduat sahipleri paralarını dolara çeviriyor. Yolsuzluk ve rüşvetle mücadele etkin bir şekilde sürdürülmüyor. Bu iddiaların soruşturma ve kovuşturmalarını yürütecek yargı organları usulsüz bir siyasi etki altında. Kamu kurumlarının hesap verebilirlik ve şeffaflık ilkelerine uygun bir şekilde çalışması sağlanamıyor.”

‘Temel hak ve özgürlükler konusunda geriye gidiş devam ediyor’

“OHAL 2018 Temmuz ayında resmen sona erdi ama OHAL’in devamı niteliğindeki bazı hükümlerin uygulanmasına 1 yıl daha devam edilebilmesi için yasa çıkarıldı. OHAL İşlemleri İnceleme Komisyonu halen görevini tamamlamadı. OHAL KHK’ları yasalaştırıldı ve OHAL etkisi halen sürdürülüyor. Temel hak ve özgürlükler konusunda geriye gidiş devam ediyor. Gazeteci, yazar, hukukçular, akademisyenler, insan hakları savunucuları ve kritik sesler ve görüşler hakkında tesis edilen işlemler insanları oto sansüre itiyor. İfade özgürlüğüne ilişkin iç hukuk Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi içtihatlarıyla uyumlu değil.”

18 Yaşından Küçük Çocuğu Olan Kadın Mahkumların Cezasına İlişkin Açıklama: “Cezası ertelenmeli ve bu yasama döneminde yasalaştırılmalı”

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, anneleri yahut anne ve babaları aynı anda cezaevinde bulunan çocukların durumuyla ilgili açıklama yaptı. Yeneroğlu, cezaevi ortamında bulunan çocukların psikolojilerinde geri dönülmez yaralar açıldığını söyledi. 

Tutukluluk tedbirinin keyfi olarak uygulanması ve ceza infaz rejiminde çocuklu kadınların durumu için istisnai hüküm öngörülmemiş olması nedeniyle binlerce çocuğun cezaevinde bulunan annesinden veya anne-babanın cezaevinde olmasından dolayı her ikisinden uzakta büyüdüklerini ifade eden Yeneroğlu şu açıklamaları yaptı:

‘Türkiye’de kadın tutukluluğu ve mahkûmiyeti rekor kırmıştır’

“Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre ceza ve tevkifevlerinde yaklaşık 12.000 kadın, hükümlü veya tutuklu sıfatıyla bulunmaktadır. Adil yargılanma hakkına aykırı yargılamalar ve kanuni şartları oluşmadan verilen tutuklama kararları nedeniyle ceza ve tevkifevlerinin kapasiteleri zaten sınırlarına dayanmıştı. Bunun üzerine özellikle darbe teşebbüsünden sonra birçok insanın haksız yere ‘silahlı terör örgütü üyeliği’ suçundan tutuklanmaları ve mahkûm edilmeleri nedeniyle Türkiye’de kadın tutukluluğu ve mahkumiyeti rekor kırmıştır.”

‘Hükümlü annesinin yanında büyüyen çocuklar cezaevi ortamında ağır psikolojik travmalara maruz kalmaktadırlar’

“Ceza ve Tevkifevleri Genel Müdürlüğü’nün açıklamasına göre; 8 Mart 2021 tarihi itibarıyla ceza infaz kurumlarında bulunan kadın hükümlü/tutuklulardan 317’sinin yanında 0-6 yaş grubu toplam 345 çocuk bulunmaktadır. Tutuklu veya hükümlü annesinin yanında büyüyen çocuklar dört duvar arasında, cezaevi ortamı içerisinde, baba figürü ve aile ortamını göremeden karakterlerinin ve hayata bakışlarının yeşerdiği en kıymetli dönemlerinde ağır psikolojik travmalara maruz kalmaktadırlar. Cezaevlerindeki çocuklar sağlıklı beslenememekte, çocuk doktoru olmadığı için tedavi imkanları yetersiz kalmakta ve oyun oynama hakkından bile mahrum kalmaktadır.”

‘Dışarıdaki çocukların cezaevi ziyaretleri çocuklarda tahribat yaratmakta, güven hissine darbe vurmakta’

“Anne ve baba tutukluluğu ve mahkumiyetinde dışarıda bulunan çocukların cezaevi ziyaretleri çocukların bünyelerinde tahribat yaratmaktadır. Anne ve babanın veya bunlardan birinin çocuğun gözleri önünde yakalanması, tutuklanması ve anne ve baba ziyaretlerinin ceza ve tevkifevlerinde gerçekleştirilmesi çocukların güvende hissetme ve belirlilik ihtiyaçlarına ağır bir darbe vurmaktadır.”

‘Kaçma ve delil karartma şüphesi olmayan kadınların tutuklanmaması gerekir’

“Anne tutukluluğu ve ceza infazı süreçlerinin çocuklar açısından daha az psikolojik hasarla geçirilebilmesi için çocuklarıyla beraber ikameti belirli, kaçma ve delil karartma şüphesi olmayan kadınların tutuklanmaması gerekir. Bunun için ayrı bir yasal düzenlemeye de ihtiyaç yoktur. Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bir adli tedbir olarak öngörülen tutukluluğun cezalandırmaya dönüşmemesi için tutuksuz yargılamanın asıl, tutuklu yargılamanın istisna olduğu ilkesinin ve diğer kanuni şartların sıkı bir şekilde uygulanması yeterli olacaktır.”

‘Anne ve babanın aynı anda ceza ve tevkifevinde bulunmasının önüne geçilmeli’

“Ceza infazı açısından ise anne ve babanın aynı anda ceza ve tevkifevinde bulunmasının önüne geçilmesi gerekir. Yalnızca annesinin veya hem annesi hem de babasının tutuklu veya hükümlü olması nedeniyle ceza ve tevkifevlerinde bulunan çocuklar, maddi yoksunluklarının yanı sıra ağır psikolojik travmalara maruz kalmaktadır.”

‘15 yaşına kadar çocukları kapsayan infaz ertelemesi ‘18 yaşından küçük tüm çocukları’ kapsayacak şekilde yasalaştırılmalı’

Geçtiğimiz mayıs ayında TBMM’ye sunulan Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkındaki Kanun’da değişiklik öngören kanun teklifinde “15 yaşından küçük çocuğu olan annelerin cezaları, çocuğun babasının ölmüş olması ya da cezaevinde olması durumunda erteleneceği” yer almaktaydı. Ancak bu hüküm TBMM Genel Kurulu’nda kanun teklifinden hiçbir gerekçe gösterilmeden çıkarıldı. DEVA Partisi olarak söz konusu hükmün “tutukluluğu” ve “18 yaşından küçük tüm çocukları” da kapsar şekilde yeniden ele alınması ve bu yasama döneminde vakit kaybedilmeden yasalaştırılması çağrısında bulunuyoruz.”

Yusuf Bilge Tunç’un 800 Gündür Kayıp Olmasına İlişkin Basın Açıklaması

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nda Mali Hizmetler Uzmanı olarak görev yaparken 29 Ekim 2016 tarihinde KHK ile görevinden ihraç edilen Yusuf Bilge Tunç’un 6 Ağustos 2019’dan bu yana, yani tam 800 gündür kayıp olduğunu hatırlattı.

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu açıklamasında son yıllarda zorla kaybetme vakalarındaki artışa dikkat çekti. 2019 yılında zorla kaybetme kapsamına girecek şekilde kaybolan altı kişinin Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Terörle Mücadele Şubesi’nde tutulduğunun aylar sonra anlaşıldığını şu sözlerle hatırlattı:

‘Zorla kaçırılan altı kişi aylar sonra emniyette ‘bulundu’

“Türkiye’de 1980’ler ve 1990’lar boyunca yüzlerce zorla kaybetme vakası yaşandı. Son yıllarda da siyah transporter marka araçlarla hareket eden bazı kişilerin özellikle FETÖ şüphelilerini zorla kaybettiği (kaçırdığı) yönünde kuvvetli şüpheler bulunmaktadır. 2019’da en az altı kişi (Salim Zeybek, Yasin Ugan, Özgür Kaya, Erkan Irmak, Mustafa Yılmaz ve Gökhan Türkmen) zorla kaybetme kapsamına girebilecek şekilde kayboldu. Kaybolmalarından aylar sonra bu kişilerin Ankara İl Emniyet Müdürlüğü’ne bağlı Terörle Mücadele Şubesi’nde tutulduğu anlaşıldı. Bazıları daha sonra mahkemede hangi koşullarda zorla kaybedildiğini dahi anlattı.”

‘Savcılık kaçırma eylemlerini etkin soruşturmuyor’

Yeneroğlu sözlerine şöyle devam etti:

“Şubat 2020’de Gökhan Türkmen 271 gün boyunca en ağır işkencelere, tehdit ve hakaretlere maruz bırakıldığını, yapay bir ışığın devamlı yandığı kapalı bir yerde tutulduğunu, dayanılmaz derecede uzun süreler boyunca ayakta durmaya zorlandığını, kendisine çok az yemek verildiğini, elbiselerinin soyularak tacize uğradığını ifade etti ve suç duyurusunda bulundu. Bu kaçırılan kişilerin bazı emniyet müdürlüklerinde ‘bulunmaları’ ve çoğunun kendi haklarında artık gündem oluşturulmamasını talep ederek suskunluğa bürünmeleri zorla kaybetme iddialarının gerçekliğine dair fikir vermektedir. Savcılıklar ise ne yazık ki konusu suç teşkil eden bu kaçırma eylemlerini etkin bir şekilde soruşturmamaktadır.’

‘Zorla kaybetme hukuk devletinin sınırları dışındadır’

“Zorla kaybetmeye maruz bırakılan kişiler, sonradan bu kişileri alıp götürdüklerini inkâr eden veya bu kişilerin nerede olduklarını söylemeyi reddeden devlet görevlileri tarafından gözaltına alındıktan, tutuklandıktan, alıkonulduktan veya başka bir şekilde özgürlüklerinden mahrum bırakıldıktan sonra ortadan kaybolan kişilerdir. Zorla kaybetme vakaları hukuk devleti bir yana kanun devletinin dahi sınırları dışarısındadır. Öyle ki; zorla kaybetme, insan varlığını bir hiçliğe dönüştürür. Yozlaşma ve gücü kötüye kullanma halinin doruk noktasıdır.”

‘Soru önergelerimize cevap verilmemektedir’

“Yusuf Bilge Tunç’un kaçırılmasından sonra ailesi emniyet müdürlüğüne kayıp başvurusu yapmasına rağmen hiçbir şekilde etkin bir arama çalışması gerçekleştirilmemiştir. Eşi Nuray Tunç tarafından 12.08.2019 ve 08.09.2019 tarihlerinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan kayıp şahıs konulu başvurular ile Yusuf Bilge Tunç’un FETÖ/PDY üyeliğinden şüpheli olduğu soruşturma dosyaları anlamsız bir şekilde birleştirilmiştir. Birinde mağdur sıfatına diğerine şüpheli sıfatına sahip olunan dosyaların birleştirilmesi konunun sümen altı edilmek istendiğini göstermektedir. Yalnızca kolluk güçleri ve yargı makamları değil ne yazık ki İçişleri Bakanı ve Adalet Bakanı da mağdur ailenin feryatlarına kulaklarını tıkamaktadır. Yusuf Bilge Tunç hakkında vermiş olduğumuz soru önergelerine hiçbir cevap verilmemektedir. “

‘İsnat edilen suç ne olursa olsun, yaşam hakkı elinden alınamaz’

“DEVA Partisi olarak zorla kaybedilen Yusuf Bilge Tunç’un durumunun acilen ortaya çıkarılması çağrısında bulunuyoruz. “Kenar-ı Dicle’de bir kurt aşırsa koyunu, gelir de adl-i ilahi sorar Ömer’den onu” vecibesini iktidar sahiplerine hatırlatırız. İsnat edilen suç her ne olursa olsun bir vatandaşın hukuk devleti güvencelerinden yoksun bırakılarak yaşam hakkı, kişi güvenliği ve özgürlüğü haklarının ihlal edilmesi, işkence ve eziyete açık hale getirilmesi asla kabul edilemez. En kısa sürede Yusuf Bilge Tunç’un bulunması için konunun yakın takipçisi olacağız.”

Osman Kavala’nın Cezalandırmaya Dönüşmüş Tutululuğu Hk. Basın Açıklaması: “Osman Kavala Bir An Evvel Özgürlüğüne Kavuşmalı”

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, yarın Gezi Olayları ve 15 Temmuz Darbe Girişimi davalarının birleştirildiği dosya ile duruşması yapılacak Osman Kavala’nın yargılanma sürecine ilişkin açıklamada bulundu. Yeneroğlu, 4 yıla yakın süredir tutuklu olan Kavala’nın tutukluluğunun cezalandırılmaya dönüştüğünü belirterek, Osman Kavala’ya yapılan haksızlıkların bir an evvel son bulması ve Kavala’nın özgürlüğüne kavuşması gerektiğini söyledi.

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, 4 yıla yakın süredir tutuklu bulunan Osman Kavala’nın yargılanacağı duruşma öncesinde bir basın açıklaması yaptı. Açıklamada, tutukluluğu cezalandırılmaya dönüşen Osman Kavala’ya yapılan haksızlıkların bir an evvel son bulması ve Kavala’nın özgürlüğüne kavuşması gerektiği vurgulandı.

‘Kavala gerçek olamayacak bir sarmalın içinde kaldı’

Yeneroğlu Osman Kavala’nın tutukluluğunun somut delile dayanmayan isnatlar ile yürütüldüğünü, sürecin gayri hukuki işlediğini belirtti:

“Kavala gerçek olamayacak bir sarmalın içinde kalmış; hakkında temelde aynı bahanelere dayalı olarak pek çok kez tutuklama ve tahliye kararları ile bir kez de beraat kararı verilmiştir. Somut bir delile dayanmayan isnatlar ile tutukluluk sürecinin yürütülmesi, Gezi davasında verilen beraat kararının bozulması ve 15 Temmuz davası ile birleştirilerek yargılamanın devam ettirilmesi gayri hukuki süreci net bir şekilde ortaya koymaktadır.”

‘Yargı cezalandırma sopası olarak kullanılıyor’

DEVA Partisi’nin hukuk devletine dönülerek bu mağduriyetlerin giderilmesi için çabaladığını vurgulayan Yeneroğlu, şöyle devam etti:

“DEVA Partisi olarak, yargının cezalandırma sopası olarak kullanıldığının vahim bir resmi olan bu davanın Türkiye’de pervasız biçimde uygulanan hukuksuzluğun açık bir örneği olduğunu ve bu süreçte hukuk devletine dönülerek bu mağduriyetlerin giderilmesi konusunda azami çabayı gösterdiğimizi kamuoyuna duyururuz.”

Açıklamada, Kavala’nın suç emaresi bulunmayan dinleme kayıtları ile tutuklandığını, her ay rutin tutukluluk incelemelerinden birisi esnasında kendi avukatlarına haber verilmeksizin barodan çağırılan avukatlar ile usule ve esasa ilişkin hususlar yok sayılarak sürdürüldüğü belirtildi.

‘Anayasa Mahkemesi hukuksuzluğa ortak oldu’

Yeneroğlu ayrıca, 1 Kasım 2017 tarihinden itibaren kesintisiz olarak Silivri Cezaevi’nde tutuklu sıfatıyla bulunan Kavala’nın tutukluluk sürecinde Anayasa Mahkemesi’nin de hukuksuzluğa ortak olduğunu vurguladı:

“Anayasa Mahkemesi de maalesef bu hukuksuzluğa ortak olmuştur. AYM, 25.05.2019 tarihli kararıyla, Kavala hakkındaki anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme ve Türkiye Cumhuriyeti Hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme suçlarından dolayı yapılan tutuklamayı incelediği kararda, AYM Başkanı ve Başkan yardımcısının da içinde olduğu karşı oylara rağmen tutuklamanın hukuka aykırı olmadığına hükmetmiştir. Oysa karşı oylarda Kavala’nın Gezi Olaylarını finanse ettiğine ve Gezi Protestolarının hükümeti devirmek amacıyla gerçekleştiğine ilişkin ikna edici bir delil olmadığı hususları ayrıntılarıyla anlatılmıştır.”

‘AİHM kararı yok sayıldı’

Yeneroğlu açıklamasında AİHM’e yapılan başvuruda Kavala’nın kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile makul sürede yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verildiğini hatırlatarak, sözlerini şöyle tamamladı:

“Dahası, AİHM bu uzun tutukluluğun ‘siyasi nedenlerle’ ve ‘insan hakları savunucularını susturmak’ amacıyla sürdürüldüğünü tespit ederek davalı Devlet’in başvurucunun tutukluluğunu sonlandırmak için her türlü tedbiri alması ve başvurucunun derhal salıverilmesi gerektiğine karar vermiştir. Ancak AİHM tarafından alınan ihlal kararı da Osman Kavala’nın özgürlüğe kavuşabilmesinde yeterli olmamıştır. Ülkemizde son dönemlerde ortaya çıkan ‘yargı kararlarına direnme’ eğiliminin bir tezahürü olarak AİHM kararı uygulanmamıştır. Daha sonrasında verilen tahliye ve beraat kararları da yok sayılmış, Kavala farklı suçlamalarla da olsa aynı bahanelerle yeniden tutuklanmıştır.”

Adalet Bakanı’na “Yusuf Bilge Tunç’un Zorla Kaybettirildiği İddialarının Adli Soruşturmaya Konu Edilip Edilmediği” Hk. Soru Önergesi

Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nda Mali Hizmetler Uzmanı olarak görev yaparken 29.10.2016 tarihli KHK ile görevinden ihraç edilen Yusuf Bilge Tunç, ailesinin beyanlarına göre 6 Ağustos 2019 tarihinden itibaren kayıptır. Yusuf Bilge Tunç hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılmış olan FETÖ/PDY üyeliği ve KPSS sorularının sızdırılması ile ilgili iki ayrı soruşturma olduğu ve hakkında gözaltı kararı olduğu iddia edilmekteyken kaçırıldıktan sonra ailesinin Emniyet Müdürlüğü’ne yaptığı başvuruda aileye söz konusu şahıs hakkında yakalama kararı bulunmadığı söylenmiştir. Sonrasında ise eşi Nuray Tunç tarafından 12.08.2019 ve 08.09.2019 tarihlerinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan kayıp şahıs konulu başvurular ile Yusuf Bilge Tunç’un FETÖ/PDY üyeliğinden şüpheli olduğu soruşturma dosyalarının birleştirildiği iddia edilmektedir.

Son yıllarda siyah transporter marka araçlarla hareket eden bazı kişilerin özellikle FETÖ şüphelilerini zorla kaybettiği (kaçırdığı) yönünde kuvvetli şüpheler bulunmaktadır. Bu kaçırılan kişilerden bazılarının daha sonra çeşitli emniyet müdürlüklerinde tekrar ‘bulunmaları’ ve kendi haklarında artık gündem oluşturulmamasını talep ederek suskunluğa bürünmeleri iddiaların gerçekliğine dair fikir vermektedir. Savcılıkların ise suç teşkil eden bu eylemleri etkin bir şekilde soruşturması hukuken bir zorunluluktur.

Bu bağlamda;

1- Yusuf Bilge Tunç’un kaçırılması konusunda ailesinin savcılığa yaptığı başvuru üzerine savcılıkça hangi işlem ve eylemler gerçekleştirilmiştir?

2- Yusuf Bilge Tunç hakkında adli soruşturmalar olduğunun bilinmesine rağmen bilinmeyen kişilerce kaçırılması üzerine ailesinin yaptığı başvuruya cevaben ailesine neden bu kişi hakkında hiçbir adli kayıt bulunmadığı ve hakkında yakalama kararı bulunmadığı söylenmiştir?

3- Bu kişinin ‘zorla kaybedildiği’ iddiaları ve suç duyurusu hakkında herhangi bir adli soruşturmaya başlanılmış mıdır?

4- Zorla kaybedildiği iddia edilen şahsın eşi Nuray Tunç tarafından 12.08.2019 ve 08.09.2019 tarihlerinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı’na yapılan kayıp şahıs konulu başvurular ile Yusuf Bilge Tunç’un FETÖ/PDY üyeliğinden şüpheli olduğu soruşturma dosyalarının birleştirildiği iddiaları doğru mudur? Eğer birleştirilmişse kayıp şahıs başvurusu ile zorla kaybedildiği iddia edilen şahsın işlediği iddia edilen suçlar hakkında yürütülen soruşturma dosyaları neden birleştirilmiştir? Birinde mağdur diğerinde şüpheli sıfatıyla bulunulan dosyaların birleştirilmesinin mantığı nedir?

“Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem” Önerimiz Hakkında Basın Toplantısı

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Konfüçyüs, Güney Çin’de seyahat ederken bir mezarın başında ağlayan bir kadın görür ve kadına neden ağladığını sorar. Kadın, “Burada yatan oğlumu kaplan öldürdü” der.

Filozofun “Buralarda kaplan tehlikesi mi var?” sorusu üzerine kadın “Evet, kocamı da birkaç yıl önce kaplanlar öldürdü” diye cevap verir.

Konfüçyüs, “Öyleyse niçin burada yaşamaya devam ediyorsunuz?” diye sorar.

Kadın, “Çünkü burada baskıcı bir yönetim yok, kalan çocuklarımla yine de bu adil yönetim altında yaşamayı tercih ederim.” diye cevap verir.

Bunun üzerine ünlü filozof yanındakilere şöyle der: “Görüyor musunuz, adil olmayan yönetimler kaplanlardan bile daha tehlikeli”!

Konfüçyüs’ün yırtıcı kaplanlardan daha tehlikeli gördüğü, Lord Acton’ın “mutlak gücün mutlak olarak yozlaştırdığı” sözünü doğrulayan tarihsel tecrübe Türkiye’de son dönemde yaşananlara da ışık tutmaktadır.

Değerli Vatandaşlarımız,

Malumunuz Türkiye Cumhuriyet tarihinin en derin demokrasi krizlerinden birini yaşamaktadır. Mutlak gücü elinde bulunduran ve bu sebeple mutlak olarak yozlaşmış bir iktidar nedeniyle toplumsal, siyasal ve ekonomik sorunlar her geçen gün derinleşerek artmaktadır.

Bugün demokrasi ve hukuk devletinin olmazsa olmazlarını yok sayan bir iktidarla karşı karşıyayız.

Eğitimden sağlığa, ekonomiden siyasete, adaletten özgürlüğe ve akla gelen her alanda yaşanan çok yönlü derin bir kriz halindeyiz.

DEVA Partisi olarak mevcut sorunların derinleşmesinde ve yeni sorunların ortaya çıkmasında “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi” ve Cumhurbaşkanının çarpık demokrasi ve hukuk devleti anlayışının ağırlaştırdığı keyfi yönetimin öncelikli rolü bulunduğunun bilincindeyiz.

Ancak “dünün güneşi ile bugünün çamaşırını kurutamayacağımızın” da farkındayız.

Eski sistemin de demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünün gereklerine uygun düşmediğini ve etkili bir yönetim sağlamadığını çok iyi biliyoruz.

Bu nedenle Cumhuriyetimizin 100. yılını kutlamaya hazırlanırken, milletimizin talebi doğrultusunda “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”e geçilmesi gerektiğini düşünüyoruz.

Öngördüğümüz siyasal sistem, evrensel değerler çerçevesinde temel insan haklarının ve başta ifade ile basın özgürlüğü olmak üzere tüm özgürlüklerin garanti altına alındığı; bireylerin ve sivil toplumun güçlendirildiği açık ve demokratik bir toplum düzenidir.

Oluşturacağımız “güçlü sistem”in temeli, “güçlü birey” ve “güçlü sivil toplum”.

Bireyin insan onurunun dokunulmazlığını her koşulda esas alan yeni siyasal sistem önerimizle “insana araç değil, amaç olarak” bakılmasını ve davranılmasını sağlayacağız.

Değerli Arkadaşlar,

Reform önerimizle, basın özgürlüğünü evrensel ölçülerde güvence altına alıyoruz. Öncelikli görevimiz basının, görevini bağımsız ve rahat bir şekilde yapacağı güvenli, çoğulcu ve elverişli bir ortam oluşturmak olacak.

Gazetecilere karşı cezai soruşmaya gerekçe yapılan mevzuatı AİHM içtihatları çerçevesinde yeniden düzenleyecek ve gazeteciliğin önündeki tüm engelleri kaldıracağız.

Medyanın tekelleşmesine engel olacak, AA ve TRT’yi doğru, tarafsız ve bağımsız haber almayı sağlayacak şekilde yeniden yapılandıracağız.

Basında çok sesliliği sağlamak için yerel radyo, televizyon, gazete ve internet medyasına destek olacağız.

RTÜK’ü bağımsız kılacak tedbirleri bir an evvel alacağız.

Sivil toplumun önündeki yasal ve yapısal engelleri kaldıracak, sivil toplum kuruluşları üzerindeki her türlü baskıya son vereceğiz.

STK’ların denetimiyle ilgili mevzuatı, sivil toplumun kuruluş amaçları ve yasalar çerçevesinde faaliyet göstermelerini temin edecek şekilde düzenleyeceğiz.

Kıymetli basın mensupları,

Malumunuz Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildikten sonra temsili demokrasinin kalbi konumundaki Meclis’in gücü iyice zayıflamıştır.

TBMM; yasama, siyasi denetim, bütçe ve temsil işlevleri bakımından etkililiğini ve verimliliğini kaybetmiştir.

DEVA Partisi olarak, Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’in önemli bir parçası olarak, Meclisi, asli işlevlerini yerine getirebilmesi için gerekli olan yetkilerle donatacağız.

Bu amaçla, Meclis’in kanun yapma ve yürütmeyi denetleme işlevlerini güçlendirerek, yasama organını daha demokratik, daha etkili ve daha verimli hale getireceğiz.

Torba kanun uygulamasına ve Cumhurbaşkanının kanunları veto yetkisine son vereceğiz.

Müzakereyi esas alan bir kanun yapım süreci oluşturacak, kanun teklif ve tasarılarının komisyonlarda görüşülmesi esnasında, sivil toplumun, meslek kuruluşlarının ve uzmanların görüşlerine başvurulmasını zorunlu kılacağız.

Gensoru yöntemini kabul ederek bu yöntemi hükûmet istikrarsızlığına yol açmayacak şekilde düzenleyeceğiz.

Yazılı soru önergelerine süresi içerisinde cevap verilmesini sağlayacak tedbirler alacak, meclisin denetim mekanizmalarını etkili hale getireceğiz.

Aynı doğrultuda TBMM İçtüzüğünde katılımcılığı ön plana çıkararak, katılımcı demokrasinin gereklerini yerine getireceğiz.

Milletin bütçe hakkını kullanan Meclis’in bütçe hakkını teminat altına alarak yürütmenin hesap vermesini ve denetlenmesini sağlayacağız.

Aziz Milletim,

Ancak bütün bu önerilerin tek başına siyasal sistemi ve Meclis’i güçlendirmek için yeterli olmadığının da bilincindeyiz.

Nitekim Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem ile parti içi demokrasiyi ve temsilde adaleti sağlayacak, siyasette şeffaflığı ve dürüstlüğü güvence altına alacak şekilde siyasi partiler ve seçim kanunlarında düzenlemeler yapacağız.

İlgili düzenlemelerle; Meclis’in temsil gücünü artırmak ve çoğulcu demokrasiyi sağlamak amacıyla seçim barajını temsilde adalet ilkesine uygun şekilde düşüreceğiz.

Kadınların, engellilerin ve gençlerin Meclis’te daha adil biçimde temsil edilebilmesi için kota zorunluluğu getirecek, bu grupların siyasete aktif katılımını teşvik edeceğiz.

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’de parti içi demokrasiyi kurumsallaştıracak düzenlemeleri yaparak, parti içinde oluşacak demokrasi kültürünün ve demokratik işleyişin meclis faaliyetlerine yansımasını sağlayacağız.

Parti finansmanının ve özellikle seçim kampanyası döneminde kullanılan bütçenin şeffaf ve denetlenebilir olmasını sağlayacak mekanizmalar geliştireceğiz.

Hazine’den siyasi partilere yapılan yardım kriterlerini değiştirerek yardımların adil olmasını sağlayacağız.

Siyasi makamların millete hizmetten başka bir amacının olmamasını sağlamak üzere Siyasi Etik Kanunu çıkaracağız.

Böylece vatandaşın kamu yönetimine olan güvenini sağlamlaştıracağız.

Saygıdeğer Vatandaşlar,

Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’de istikrarlı bir yönetim sağlamak için ve sınırlı ve sembolik yetkilere sahip cumhurbaşkanı ile asıl yetkilere sahip bakanlar kurulundan oluşan bir yürütme organı oluşturacağız.

Reform önerimizle cumhurbaşkanının statüsünü, tarafsız ve partiler üstü bir yapıya kavuşturuyoruz.

Böylece Cumhurbaşkanının kendisinden beklenen tarafsız hakem rolünü üstlenebilmesi, krizlerin yaşanması gibi hallerde, devletin ve milletin birliğini temsil etmesi ve uzlaştırıcı görevini yerine getirebilmesini sağlayacağız.

Cumhurbaşkanının hem toplumun farklı kesimleri hem de Meclis’teki partiler karşısındaki tarafsızlığını tam anlamıyla sağlayabilmek için yalnızca bir dönem ve yedi yıl için seçilmesi kuralını esas alıyoruz.

Bakanlar Kurulunu ise; Meclis’in güvenine sahip olduğu sürece görevde kalan, yürütmeye dair asıl yetkileri kullanan güçlü bir kolektif organ olarak düzenleyeceğiz.

TBMM’yi güçlendirirken yürütmeyi zayıflatıp, güçsüz ve istikrarsız hükümetlere yol açma tehlikesiyle karşı karşıya bırakmamak adına hükümetin kurulmasını kolaylaştıracak, düşürülmesini ise güçleştireceğiz.

Bakanlara daha çok yetkiyle birlikte daha çok sorumluluk vereceğiz.

Böylece iktidarın kişiselleşmesine ve merkezileşmesine son vererek kamu idaresinin kurumsallaşmasını sağlayacağız.

Kamu yönetimini etkili hale getirebilmek ve iyi yönetişim ilkelerini uygulayabilmek için; hukuka bağlı, liyakate dayanan, hesap verebilir bir yapıya kavuşturarak toplumdaki devlete güven algısını güçlendireceğiz.

Kamu görevine alınmada adayların tabi tutulduğu sınavlarda adaleti mutlaka sağlayacağız.

Yazılı sınav sonuçlarına itibar edecek, yıllardan beri yaygın şikayetlere konu olan mülakat uygulamasına son vereceğiz.

Yerel yönetimleri idari ve mali açıdan güçlendirerek, merkezî idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayet yetkisinin kullanımını hukuka uygunluk denetimi ile sınırlandıracağız.

Halkın oylarını yok sayan kayyum uygulamasına da son vereceğiz.

Yerel yönetimlerin seçilmiş organlarının geçici olarak görevden alınmaları kararında yetkinin yargı organında olmasını sağlayacağız.

Geçici olarak görevden alınma kararlarında İçişleri Bakanı tarafından yapılacak başvuruların Danıştay tarafından karara bağlandığı bir süreç öngöreceğiz.

Geçici görevden alınma kararının Danıştay tarafından en kısa zamanda karar verilmesini sağlayacak tedbirler alacağız.

Bu kararın verilmesi halinde seçilmiş belediye başkanı göreve dönene kadar veya seçimlere kadar başkana vekâlet edecek kişinin belediye meclislerince belirlenmesini esas alacağız.

Değerli Arkadaşlar,

Özgürlükçü bir hukuk devletinde, yargının tarafsızlığının ve bağımsızlığının teminat altına alınması zorunludur.

DEVA Partisi olarak, adaletin ve özgürlüğün güvencesi olan yürütmenin müdahalelerine açık hale gelmesini önleyici tedbirler geliştiriyoruz.

Reform önerimizle yargının; bağımsızlığını, tarafsızlığını ve denetimini sağlayabilmek, hızlı, etkili ve verimli çalışıp adil kararlar verebilmesini temin edeceğiz.

Bu kapsamda; hakimler ve savcılar kurulunun “hakimler yüksek kurulu” ve “savcılar yüksek kurulu” olarak ikiye ayrılmasını ve bu kurulların üyelerinin en az yarısının TBMM tarafından seçilmesini önermekteyiz.

Anayasanın üstünlüğünü ve temel hak ve özgürlükleri koruma gibi asli görevleri olan Anayasa Mahkemesinin yapısında da değişikliklere gideceğiz.

Anayasa Mahkemesinin etkinliğini artırmak ve bağımsızlığını güçlendirmek amacıyla mahkemenin yetki ve görev alanlarını genişleteceğiz.

Mahkemeye bireysel başvuru hakkının kapsamını genişleterek temel hak ve özgürlükleri daha güçlü bir şekilde koruyacağız.

Anayasa Mahkemesi üyelerinin en az yarısının meclis tarafından nitelikli çoğunlukla seçilmesini esas alacağız.

Hakimler Yüksek Kurulu, Savcılar Yüksek Kurulu ve Anayasa Mahkemesinin TBMM tarafından seçilecek adaylarını da kamuya açık mülakata tabi tutacağız.

Ayrıca yüksek yargı organlarına üye seçiminde cinsiyet kotasına yer vererek cinsiyet eşitliğini en üst seviyelerde sağlamaya çalışacağız.

Yüksek Seçim Kurulu’nun çalışma esaslarını, Kurulun etkililiğini, verimliliğini ve güvenilirliğini artıracak şekilde yeniden düzenleyeceğiz. Kurulun yüksek mahkeme niteliğini netleştirecek, üye seçiminde bağımsızlık ve tarafsızlığın sağlanmasını esas alacağız.

Hesap verebilir ve şeffaf bir yönetim anlayışıyla Sayıştay’ın denetim kapsamını tüm kamu kurum ve kuruluşlarını içerecek şekilde genişleteceğiz.

Üyelerinin tamamının Meclis tarafından nitelikli çoğunlukla ve kamuya açık bir biçimde mülakata tabi tutularak seçilmesini sağlayacağız.

Yargı organının sacayağı olan savunma mesleğini anayasal güvenceye kavuşturacak, avukatlık mesleğinin bağımsız ve özgür bir şekilde yerine getirilmesini temin edeceğiz.

Yargı bağımsızlığı, adil yargılanma hakkı ve savunma hakkına ciddi zararlar veren çoklu baro modeline son verecek, yargının bütün unsurlarına güveni tesis edeceğiz.

Barolar ve Türkiye Barolar Birliği seçimlerinde temsilde adalet ilkesini gerçekleşmesini sağlayacağız.

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Her ne kadar iktidar bugün demokrasi ve hukuk devletine adeta ara vermiş olsa da ülkemiz, tüm eksik ve zaaflarına rağmen demokrasi ve anayasacılık serüveninde çok köklü bir geçmişe sahiptir.

Toplumumuzda demokrasi iradesi güçlüdür, dolayısıyla milletimizin güçlü iradesi ile yeniden demokrasi ve hukukun üstünlüğüne geçiş yakındır.

Bizler Reform önerimizle, siyasal sistemin sorunlarının DEVA’sı olmaya hazırız. Herkesin insan onuruna yaraşır bir yaşam ve refah standartlarına ulaştığı; çocuklarımızın ve gençlerimizin geleceğe umutla baktığı mutlu bir Türkiye idealini gerçekleştirmeye hazırız.

Ortaya koyduğumuz “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem”in, bu ortak hedefe ulaşma yolunda atılmış önemli bir adım olduğuna inanıyoruz.

Demokrasiye Geçiş Eylem Planımızın tüm Türkiye’ye hayırlar getirmesini temenni eder, hepinize iyi günler dilerim.

Basın toplantısı kaydını izlemek buraya tıklayabilirsiniz.

AVUSTRALYA’YA TÜRK TOPLUMUNUN KATKISINDA 54. YIL

5 Ekim 1967 tarihinde Avustralya ile Türkiye arasında imzalanan işgücü anlaşmasının ardından iki ülke arasındaki ilişkilerde yeni bir döneme girilmiştir. 1967 yılında imzalanan anlaşma ile başlayan süreç Türkiye’den yola çıkan ilk göç kafilesinin 1968 yılında Avustralya’ya ulaşması ile sürmüştür. Bu süreç hem iki ülke arasındaki diplomatik ilişkilerin başlaması hem de Avustralya’nın “Beyaz Avustralya” politikasını terk etmesi açısından tarihî öneme sahiptir. Nitekim bu tarihî süreç, Avustralya’nın bugünkü çok kültürlü yapısına erişmesinin başlangıcı olarak kabul edilmektedir. Bugün sayıları 150 bini bulan Avustralya’daki Türk toplumu, iki ülke arasındaki ilişkiler açısından da büyük önem arz etmektedir.

1968 yılında Sydney’e inen ilk kafileden günümüze dek Avustralya’da kalıcılaşan Türkiyeli göçmenler, kısa süre içerisinde ekonomi başta olmak üzere pek çok alanda büyük katkılar sunmuştur. Avustralya’da ekonomiden siyaset ve sivil topluma, eğitimden kültür-sanata pek çok alanda değer üreten vatandaşlarımız anavatanla bağlarını da muhafaza etmektedirler. Avustralya için değer üreten vatandaşlarımız bugün ülke genelinde kurdukları, sayıları 140’u aşan sivil toplum kuruluşu ile aynı zamanda dil ve kültürleriyle olan ilişkilerini de canlı tutmaktadır.

Avustralya’da ana dili eğitimi, ülkede sunulan seçmeli dersler ve hafta sonu kursları ile sürmektedir. Avustralya’da yaşayan vatandaşlarımızın ve sivil toplum kuruluşlarımızın Türkçe ana dili eğitimi için talepkâr olmaları, ülkede açılacak derslerin ve hafta sonu kurslarının sayısının artması için büyük önem arz etmektedir. Aynı şekilde Avustralya çok kültürlü eğitim anlayışının bir parçası olarak sivil toplum ile iş birliği içerisinde Türkçe ana dili eğitimi için sağladığı imkânları arttırmalıdır. Avustralya’daki üniversitelerde Türkçe bölümlerinin açılması, geleceğe yönelik atılacak en önemli adımlardan biridir.

Gittikleri her ülkeye değer katan ve o ülkenin sosyal yaşamına aktif katılım sağlayan vatandaşlarımız, bugün Avustralya tarafından da güçlü ve pozitif uyumu sağlayan örnek bir topluluk olarak görülmektedir. Bu öncülüğün oluşmasında pay sahibi olan ve uzak bir coğrafyada büyük fedakarlıklarla alın teri dökerek bugün dördüncü nesle ulaşan Avustralya’daki Türk toplumunun temellerini atan birinci kuşak göçmenler unutulmamalıdır.

Bu duygu ve düşüncelerle, Türkiye ile Avustralya arasında imzalanan işgücü anlaşmasının 54. yıl dönümünde, başta birinci nesil olmak üzere zorlu göç sürecinde emekleri bulunan ülkedeki Türk diasporasına bir kez daha teşekkür ediyor, saygılarımı sunuyorum.

Yeni Yasama Yılının Açılışı Hk. Basın Açıklaması: “TBMM işlevsiz: Meclisin asli yetkisi olan yasama Cumhurbaşkanının tahakkümünde”

‘Ülkemizin gerçeklerine gözümüzü kapatamayız’

“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin yeni yasama yılının başladığı bugün de önümüzdeki yılın demokrasinin gereklerine uygun şekilde katılımcılığın, şeffaflığın ve çoğulculuğun sağlandığı etkili bir yıl olacağından bahsedebilmeyi çok isterdim.” diyen Yeneroğlu’nun açıklaması şöyle:

“Ülkemizin gerçeklerine gözümüzü kapatamayız. Bugün TBMM, demokratik niteliğini yitirmiş, toplumsal sorunların tartışıldığı, en doğru olanın arandığı, uzlaşma kültürünün egemen olduğu müzakereci bir işlev görmekten çok uzaktadır. Temsili demokrasinin kalbi konumundaki Meclis’in gücü iyice zayıflamış, yasama, siyasi denetim, bütçe ve temsil işlevleri bakımından etkililiğini ve verimliliğini kaybetmiştir.”

‘Kanun önerileri Anayasa’ya aykırı olarak Külliye’de hazırlanmaktadır.’

“Meclisin asli yetkisi olan yasama yetkisi fiiliyatta Cumhurbaşkanının tahakkümündedir. Külliye’de hazırlanan metinler, kanun teklifi olarak adlandırılsa da tasarı niteliğindedir ve Anayasa aykırı olarak yürütme tarafından hazırlanıp Meclise gönderilmekte, komisyonlarda ve Genel Kurul’da sağlıklı bir müzakere sürecine imkân verilmemekte, nitelikli bir kanun yapım sürecine riayet edilmemektedir. Nitekim 27. Yasama döneminde iktidar ve küçük ortağı 572, muhalefet ise 3.076 kanun teklifi sunmasına rağmen genel kurulda sadece AK Parti’nin sunduğu 172 kanun teklifi kabul edilmiştir.”

‘Torba kanunla demokratik kanun yapım süreci engellenmekte’

“Birbiriyle alakasız farklı konuları düzenleyen ve çeşitli kanunlarda değişiklikler öngören “torba kanun” uygulaması demokratik kanun yapım sürecini ciddi biçimde engellemektedir. Keza 4. Yasama yılındaki 81 kanundan 17’si torba kanundur ve bu torba kanunlarda 149 farklı kanunda değişiklik yapılmıştır. Birçok torba kanunda düzenlenen konuların farklılığı nedeniyle, kamuoyunun hatta milletvekillerinin dikkatini çekmemesi ve hızla yürütülen komisyon ve genel kurul görüşmeleri yüzünden tepki göstermesine fırsat verilmeden önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir.”

‘Oy çokluğuyla reddedilen ‘Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanun Teklifi’ sonradan yasalaştırıldı’

“Mecliste alınan kararların müzakere ve uzlaşı içerisinde alınmasını sağlayacak demokratik nitelikten yoksun içtüzük hükümleri nedeniyle Mecliste grubu olmayan milletvekillerinin kanun yapım süreçlerine katılması veya söz alması engellenmektedir. Pandemi dönemi şartları ise tamamen kötüye kullanılmıştır. Katılımın oldukça düşük olduğu oturumlarla ülkenin bütününü etkileyen kanun değişiklikleri yapılmıştır. Katılımın düşük olduğu bir oturumda oy çokluğu ile reddedilen ‘Güvenlik Soruşturması ve Arşiv Araştırması Kanun Teklifi’ içtüzük hükümlerine rağmen daha sonra tekrar meclis gündemine alınarak yasalaştırılmıştır.”

‘Meclisin iktidarı denetleme yetkisi tamamen elinden alınmış’

“Meclisin iktidarı denetleme yetkisi tamamen elinden alınmıştır. Milletvekilleri bakanlara sözlü soru soramamakta, Anayasa’da mevcut olan yazılı soru önergesi kurumu dahi tamamen işlerliğini kaybetmiştir. Milletvekillerinin geçen yasama yılında bakanlara yönelttiği 14 bin 223 soru önergesinden yalnızca 1244 tanesine zamanında cevap verilmiştir. 5367 tanesi süresi geçtikten sonra cevaplanmış 6239 tanesi ise cevaplanmamış durumdadır. Verilen cevaplar ise genellikle anayasal süre olan 15 gün geçirildikten çok sonra ve anlamlı bir içerik olmadan verilmektedir.”

‘Oy çoğunluğu sağlanamadığı için vahim suçlar bile soruşturulamıyor’

“Bakanların işledikleri iddia edilen vahim suçlar bile TBMM’de yeterli sayı sağlanamadığı için soruşturulamamaktadır. Meclis soruşturması açılabilmesi için 301 oy, Meclis soruşturma komisyonu kurulabilmesi için 360 ve hakkında suç isnadı olan bakanın yargılanmak üzere Yüce Divan’a gönderilmesi için 400 oy gerekmektedir. Büyük yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile nüfuz ticareti niteliğindeki eylemler hakkındaki iddiaların kamuoyuna yansımasına rağmen yeterli sayı bulunamadığından TBMM tarafından gereğinin yapılmaması büyük bir utançtır. Ülkemizde yaygın işkence ve kötü muamele karşısında TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu tamamıyla kayıtsız haldedir. Meclis denetim işlevinden yoksundur.”

‘DEVA Partisi, 4 Ekim’de ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ teklifini kamuoyuyla paylaşacak’

Yeni yasama yılını DEVA Partisi olarak büyük bir heyecanla karşıladıklarını ifade eden Yeneroğlu, “4 Ekim’de Demokrasiye Geçiş Eylem Planını tüm kamuoyu ile paylaşarak siyasal sistemin kalbi olarak gördüğümüz Meclis’i demokratikleştirecek, kuvvetler ayrılığı ile özgürlükçü, katılımcı ve çoğulcu demokrasiye geçiş için ilk adımımız olan ‘Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’ teklifimizi milletimizin takdirine sunacağız.”

 

İçişleri Bakanı’na Yusuf Bilge Tunç’un Zorla Kaybettirildiği İddiasına İlişkin Soru Önergesi

Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nda Mali Hizmetler Uzmanı olarak görev yaparken 29.10.2016 tarihli KHK ile görevinden ihraç edilen Yusuf Bilge Tunç, ailesinin beyanlarına göre 6 Ağustos 2019 tarihinden itibaren kayıptır. Yusuf Bilge Tunç hakkında Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından başlatılmış olan FETÖ/PDY üyeliği ve KPSS sorularının sızdırılması ile ilgili iki ayrı soruşturma olduğu ve hakkında gözaltı kararı olduğu iddia edilmekteyken kaçırıldıktan sonra ailesinin Emniyet Müdürlüğü’ne yaptığı başvuruda aileye söz konusu şahıs hakkında yakalama kararı bulunmadığı söylenmiştir.

90’lı yıllarda ‘gayri nizami harp yöntemi’ olarak yaygın bir biçimde uygulandığı ortaya çıkan ‘zorla kaybetme’ vakalarında; belirli bir suçun şüphelisi olduğu düşünülen kişiler gizlilik dereceli birimlerdeki kamu görevlileri tarafından kaçırılmakta, işkence ve eziyete tâbi tutulmakta ve hatta öldürülmekteydiler. Son yıllarda zorla kaybetme vakalarının yeniden başladığı, siyah transporter araçlarıyla hareket eden kişilerin özellikle FETÖ şüphelilerini zorla kaybettiği (kaçırdığı) yönünde kuvvetli şüpheler oluşmuştur. Bu kaçırılan kişilerden bazılarının daha sonra çeşitli emniyet müdürlüklerinde tekrar ‘bulunmaları’ ve kendi haklarında artık gündem oluşturulmamasını talep ederek suskunluğa bürünmeleri iddiaların gerçekliğine dair fikir vermektedir.

Bu bağlamda;

1- Yusuf Bilge Tunç’un kaçırılması konusunda ailesinin yaptığı başvuru üzerine hangi işlem ve eylemler gerçekleştirilmiştir?

2- Yusuf Bilge Tunç hakkında adli soruşturmalar olduğunun bilinmesine rağmen bilinmeyen kişilerce kaçırılması üzerine ailesinin yaptığı başvuruya cevaben ailesine neden bu kişi hakkında hiçbir adli kayıt bulunmadığı ve hakkında yakalama kararı bulunmadığı söylenmiştir?

3- Yusuf Bilge Tunç hakkında ailesinin yaptığı kayıp ihbarı üzerine kayıp kişinin arabasının geçtiği yolları gören MOBESE kameralarının kayıtları incelenmiş midir?

4- Ailesinin rızası ve talebi olmasına rağmen kayıp kişinin telefon sinyal incelemeleri (Sinyalizasyon kayıtları) neden yapılmamıştır? HTS kayıtlarından en son kimlerle görüştüğü neden tespit edilmemiştir?

5- Yusuf Bilge Tunç’un kaçırılmasından sonra bulunması için emniyet güçlerinden yardım alamayan ailesi bu kişinin iş için günlük olarak kullandığı arabayı bulmuş ve emniyet güçlerini çağırarak araba üzerinde parmak izi ve olay yeri incelemesi yapılmasını talep etmiş olmasına rağmen bu incelemeler neden yapılmamıştır?

6- Eş Nuray Tunç’un CİMER başvurusuna yanıt verilmiş midir? Verilmişse ne yanıt verilmiştir?

7- Bu kişi Emniyet Genel Müdürlüğü’nce kayıp veya kaçak statüsü ile aranmakta mıdır?

8- Bu kişinin ‘zorla kaybedildiği’ iddiaları hakkında herhangi bir araştırma veya soruşturmaya başlanılmış mıdır?

9- Hukuk devletinde kamu gücüne sahip kişi ve kurumların insan kaçırma vakalarına karışması mümkün olabilir mi?

10- Yusuf Bilge Tunç nerede?

Eski Mardin Valisi ve Büyükşehir Belediyesi Kayyumu Hakkındaki Yolsuzluk ve Rüşvet İddialarına İlişkin İçişleri Bakanlığı’na Soru Önergesi

Mardin’e 1 Haziran 2016 tarihinde vali olarak atanan Mustafa Yaman daha sonra Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne ilk defa 17.11.2016 tarihinde ve ikinci defa 19.08.2019 tarihinde kayyum olarak atanmıştır. Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne seçilmiş belediye başkanı yerine kayyum atandığı ve görev yaptığı dönemde ihalelerde yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ayyuka çıkmıştır. Kayyum Mustafa Yaman valilik ve kayyumluk görevinden alındığı tarihte ise Mardin Büyükşehir Belediyesi’nin borcu 1 milyar 180 milyon liraya ulaşmıştır. Bu dönemdeki yolsuzluk ve rüşvet iddiaları ile alakalı Mardin 4. Ağır Ceza Mahkemesi 2020/185 Esas sayılı dosya ile Mardin 1. Asliye Ceza Mahkemesi 2021/313 Esas sayılı dosyada yargılamaların devam ettiği ve ayrıca iki adli soruşturma dosyasında da iddianamenin mahkemeye sunulduğu ifade edilmektedir.

Bu bağlamda;

1- Vali Mustafa Yaman’ın Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne kayyum olarak ilk atandığı dönem olan 17.11.2016 tarihinde belediyenin borcu ne kadardır ve 10.06.2020 tarihinde görevden alındıktan sonra ne kadar olmuştur?

2- Mülkiye müfettişleri tarafından büyükşehir belediyesinde yapılan incelemelerde kaç ihalede yolsuzluk ve usulsüzlük tespit edilmiştir?

3- Söz konusu şahıs kayyum olarak Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne atandığı tarihten bu yana belediyeye kaç personel alımı yapılmış bu personelin kaçı belediyeye fiziki olarak gelip işe başlamıştır? Belediyeye hiç uğramadan ve çalışmadan maaş alan kaç belediye personeli vardır?

4- Mardin Büyükşehir Belediyesi’ne bağlı KENT A.Ş.’nin yöneticileri arasında söz konusu şahsın akrabaları var mıdır?

5- Mardin valisi ve büyükşehir belediyesi kayyumu hakkındaki yolsuzluk ve rüşvet iddiaları nedeniyle mi görevden alınmıştır? Eğer bu nedenle görevden alınmışsa hakkında disiplin soruşturması açılmış mıdır?

6- Söz konusu şahıs rüşvet ve yolsuzluk iddiaları nedeniyle görevden alınmışsa neden mülkiye müfettişi olarak görevlendirilmiştir?