İçişleri Bakanı’na Yeşiller Partisi’ne Alındı Belgesi Verilmediği İddiasına Dair Soru Önergesi

Siyasi Partiler Kanunu’nun 8. maddesinin 3 ve 5. fıkralarındaki;Siyasi partiler, aşağıda belirtilen bildiri ve belgelerin, İçişleri Bakanlığına verilmesiyle tüzel kişilik kazanırlar. (…) Bilgi ve belgelerin alındığı anda, İçişleri Bakanlığınca bir alındı belgesi verilir.” hükümlerine rağmen gerekli kuruluş belgelerini İçişleri Bakanlığı’na 21 Eylül 2020 tarihinde sunan Yeşiller Partisi’ne aradan geçen 11 aylık süreye rağmen ‘alındı belgesi’ verilmediği ve böylece partinin tüzel kişilik kazanmasının engellendiği iddia edilmektedir.

Bu bağlamda;

1- Yeşiller Partisi, 21.09.2020 tarihinde gerekli belgeleri ile İçişleri Bakanlığı’na bildirimde bulunmuş mudur?

2- Parti kuruluş bildirisinin alındığı anda verilmesi gereken ‘alındı belgesi’nin Yeşiller Partisi’ne verilmediği iddiası doğru mudur?

3- Bildirim anında verilmesi gereken ‘alındı belgesi’ Yeşiller Partisi’nin kuruluş bildirimini yaptığı tarih üzerinden 11 ay geçmiş olmasına rağmen kendilerine verilmemişse neden verilmemiştir ve partinin tüzel kişilik kazanması hangi gerekçelerle engellenmektedir?

 

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanlığı

Pandemi Sürecinin Genelgelerle Yönetilmesi, Hukuk Devleti Anlayışından Uzak Uygulamaları Olağan Hale Getirmektedir

Türkiye yaklaşık bir buçuk yıldır Covid-19 pandemisiyle mücadele etmektedir. Bu süreçte alınan önlemlerin büyük bir çoğunluğu temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması anlamına gelmektedir. Yürütme organı tarafından alınan bu tedbirlerin neredeyse tamamı genelgelerle alındığından, gerekli olup olmadığından bağımsız olarak, şekli açıdan hukuka aykırıdır. Şekli açıdan son derece sorunlu olan bu tedbirlerin büyük bir kısmı pandemi ile mücadelede gerekli ve zorunlu olmakla birlikte, son zamanlarda pandemi sürecinin uzamasının da etkisiyle pandemi ile ilgisi olmayan düzenlemeler de yapılmaktadır. Temel hak ve hürriyetleri sınırlandıran tüm kararlarda olduğu gibi Covid-19 pandemisiyle mücadele sürecinde de alınan kararların da Anayasa’nın öngördüğü şekilde bir kanuna dayanması gerekmektedir. Dolayısıyla, bu süreçte yasama organı tarafından bilimsel bulgular ışığında bir kanun çıkarılarak görev ve yetki şemalarının belirlenmesi gerekirken tüm pandemi dönemi, sorumluluğun kimde olduğunun belli olmadığı bir yönetim zafiyeti içerisinde geçirilmiştir. Pandemi önlemi olarak alındığı ileri sürülen kararlar, Cumhurbaşkanı başkanlığında toplanan bakanlar ile alınan kararlar sonrası İçişleri Bakanlığı’nın çıkardığı genelge üzerine illerdeki umumi hıfzıssıhha kurullarının aldığı kararlar ile uygulamaya konulmuşlardır. Bu süreç, temel olarak 4 farklı hukuka aykırılığı bünyesinde barındırmaktadır:

1- Yeni hükümet sisteminde yürütme organı tek kişiliktir ve karar almaya yetkili bir bakanlar kurulu mevcut değildir. Buna rağmen kamuoyunda kararların bakanlar kurulu ya da kabine tarafından alındığı gibi bir algı oluşturularak sorumluluk dağıtılmaya çalışılmaktadır. Belirtmek gerekir ki, yeni sistemde yürütme organında yetkili bir bakanlar kurulu olmadığından alınan kararlar da bir heyet tarafından değil Cumhurbaşkanı tarafından alınmaktadır.

2- 1593 sayılı Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’nda salgın hastalıklarla mücadelede alınabilecek önlemler sınırlı bir şekilde düzenlenmiş, tedbirleri genişletmeye imkân verecek genel herhangi bir ifadeye yer verilmemiştir. Nitekim, para cezasının uygulanabileceği haller de yalnızca kanunda yazılı yasaklar bakımından öngörülmüştür. Maske takma zorunluluğu, sokağa çıkma yasağı gibi bu süreçte getirilen yasakların büyük bir kısmı kanunda öngörülmemiş olmasına rağmen bu eylemlere aykırılık halinde hukuka aykırı olarak para cezaları uygulanmaktadır.  Benzer şekilde PCR testi, aşı kartı, HES kodu gibi önlemlerin de kanuni dayanağı olmadığından, bu tedbirlere aykırılık halinde uygulanacak yaptırımlar da hukuken sorun teşkil edecektir. Dolayısıyla, bu zamana kadar ısrarla geciktirilen kanuni düzenleme TBMM tarafından acilen yapılmalı, hukuki belirlilik tesis edilmelidir.

3- Umumi Hıfzıssıhha Kanunu’na göre; salgın hastalığın Sağlık Bakanlığı’nca ilanı üzerine salgın önlemlerine dair karar alma yetkisi il umumi hıfzıssıhha kurullarına aittir. İl umumi hıfzıssıhha kurullarında ise söz konusu kanunun 23. maddesine göre; belediye başkanı, doktorlar, askeri doktor, veteriner, eczacı gibi seçilmiş veya teknik kişiler yer alır ve bu kurul vali başkanlığında toplanır. İl umumi hıfzıssıhha kurulları yereldeki durum ve şartları dikkate alarak gerekli önlemleri bağımsız değerlendirme sonucu kurul olarak alma yetkisine sahiptir. Buna rağmen İçişleri Bakanlığı tarafından pandemi önlemleri genelge olarak karara bağlanmakta ve valiler aracılığıyla il umumi hıfzıssıhha kurullarına dayatılmaktadır. Böylece İçişleri Bakanlığı hukuken sahip olmadığı bir hiyerarşi yetkisini de facto (fiili olarak) kullanmakta ve kurulların karar yetkisi ellerinden alınmaktadır. Belirtmek gerekir ki, hukukumuza genelgeler “iç düzen işlemi” işlem olarak düzenlendiklerinden vatandaşların hak ve hürriyetlerini ilgilendiren konularda çıkarılamazlar.

Bu dönemde, vatandaşı çok yakından ilgilendiren, temel hak ve hürriyetler üzerinde ciddi sınırlamalar getiren kararların ısrarla genelgelerle alınması usulünü hukuken ve mantıken açıklamak mümkün değildir. Bugüne kadar örneğine rastlanmamış bu yönetim anlayışı, hukukiliğin fazlaca aşındırıldığını ve keyfiliğin sıradanlaştığını açıkça göstermektedir.

4- Pandemiyle mücadele kapsamında, Cumhurbaşkanı’nın bakanlarla yaptığı toplantı sonrası “konuşmaları” ve İçişleri Bakanlığı “genelgeleri” ile alkol satış yasağı, kapatılacak mekanlara dair pandemi önlemiyle bağdaşmayan uygulamalar, belirli bir saatten sonra müzik çalınması yasağı, sokağa çıkma veya toplantı yasaklarının iktidar partisinin kongre tarihlerine göre ayarlanması gibi konularda da kararlar alınmıştır. Bu kararlar şekli olarak hukuka aykırı olmakla birlikte içerikleri bakımından da pandemiyle mücadele kapsamında gerekli olmayan ve kamu yararı amacını aşan kararlardır.

Son olarak, İçişleri Bakanlığı genelgesi ile 6 Eylül 2021 Pazartesi gününden itibaren aşı olmayan kişilerin; konser, sinema ve tiyatro gibi vatandaşların toplu olarak bulunduğu faaliyetlere katılımında en fazla 48 saat önceki negatif sonuçlu PCR testi raporunun HES uygulaması ile ibraz edilmesi zorunluluğu öngörülmüştür. Aşı olup olmama ve PCR testinin vücut bütünlüğüyle, HES uygulamasının ise kişisel verilerin korunması hakkı ile yakın ilişkisi nedeniyle bu önlemlerin de kanuni bir dayanağa sahip olması gerekirdi.

Hukuk devleti anlayışından uzak uygulamaların olağan hale getirildiği bir dönemde, salgınla mücadele kapsamında alınması gereken tüm önlemlerin anayasal temel hak ve özgürlüklere en az müdahale edecek, ölçülülük ilkesine uygun ve kanuni bir dayanağa sahip bir şekilde alınması gerektiğini iktidara tekrar hatırlatırız. TBMM’yi ise olağanlaşan bu hukuksuzluklara son vermek ve söz konusu önlemlerin yasal dayanağını hazırlamak üzere yasama yetkisinin devredilmezliği ilkesine sahip çıkmaya davet ediyoruz.

Türkiye-Hollanda İşgücü Anlaşması’nın 57. Yıl Dönümü: Hollanda’daki Türkler İki Ülke Arasında Köprü

Türkiye ve Hollanda arasında dört asırlık çok köklü bir ilişki mevcuttur. 17. yüzyıldan beri devam eden diplomatik ilişkilerimiz, 19 Ağustos 1964 tarihinde imzalanan işçi anlaşması sonrasında Hollanda’ya yerleşen Türk nüfusun varlığıyla daha farklı bir boyuta taşınmıştır. Bugün Hollanda, Avrupa’da en çok Türk vatandaşının yaşadığı üçüncü ülke konumundadır. Hollanda İstatistik Kurumu’nun (CBS) verilerine göre, Hollanda’nın toplam 17 milyon 514 bin 139 olan nüfusunun %24,8’i (4.347.695 kişi) göçmen kökenlidir ve Türkler, 424 bin 895 kişilik nüfusu ile göçmenler arasındaki en kalabalık etnik grubu oluşturmaktadır.

İki ülke arasında tarih boyunca güçlü siyasi ve ticari ilişkiler olmuştur ve Hollanda, Türkiye’ye en çok doğrudan yabancı sermaye yatırımı yapan ülke konumundadır. Resmi verilere göre, Türk özel sektörünün de Hollanda’da hatırı sayılır bir yatırımı mevcut olup; 2002-2019 döneminde bu yatırımlarının toplamı 13 milyar doları aşmıştır. Hollanda’da Türk girişimciler tarafından kurulan şirketlerin sayısının 23 bin civarında olduğu tahmin edilmektedir. Bu şirketler toplam 6 milyar Avro dolayındaki yatırımla yaklaşık 80 bin kişiye istihdam sağlamakta ve takriben 8 milyar Avro düzeyinde ciro oluşturmaktadır.

Güçlü ekonomik ilişkilerin güçlü toplumsal bağları beraberinde getirmesi beklenirken Hollanda, ülkesindeki Türk toplumuna yönelik yeni uygulamalar getirme çabası içerisine girmiştir. 1960 Ortaklık Anlaşması gereği, Hollanda’ya göç edecek Türklerin zorunlu entegrasyon sınavlarından muaf olması gerekirken, 1 Ocak 2022 tarihi itibariyle uygulanmaya başlanacak Yeni Uyum Yasası ile Türklerin de entegrasyon sınavlarına girmesi zorunlu hale getirilecektir. Bu durumda Türk vatandaşlarının, Hollanda elçiliklerinde girecek oldukları sınavlarda başarılı olması beklenmekte ve ancak bu sınavda başarılı olmaları halinde göç etmeleri mümkün hale gelmektedir. Öte yandan geçtiğimiz yıl sonunda Hollanda Vergi Dairesi’nin göçmen kökenli vatandaşlara ayrımcılık yaparak, haksız yere dolandırıcılıkla yaftalayıp zarara uğratması ile ilgili kurulan meclis komisyonu raporunun ortaya çıkardığı skandal ve hukuksuzluklar da ülkede ırkçılığın kurumsal olarak geldiği noktayı göstermektedir.

COVID-19 salgınından Avrupa’daki göçmen ve azınlık gruplarının daha fazla etkilendiği resmi tespitler arasındadır. Hollanda’da SCP tarafından yapılan “İşgücü Piyasasında Gelecek Vaat Eden Entegrasyon Politikası” araştırmasına göre, işgücü piyasasında göç geçmişi olan grupların kırılganlığının pandemi döneminde daha fazla arttığı ve daralmanın göçmenlerin ağırlıklı olarak çalıştıkları sektörlerde belirgin olarak görüldüğü tespit edilmiştir. Türkler de dahil olmak üzere, uzun göç geçmişine rağmen halen göçmen grupların kırılganlığı aynen devam etmekte ve bu konuda etkili politikalar üretilememektedir.

Yine istihdam alanında maruz kalınan ayrımcılıklar da yurttaşlarımızın sorunlarından birini oluşturmaktadır. Hollanda Sosyal İşler ve İstihdam Bakanlığı tarafından yaptırılan bir araştırma, istihdam açısından göçmen kökenli insanların fiilî ayrımcılıklara maruz kaldığını göstermiştir. Bakanlık adına yapılan araştırma çerçevesinde, iş arayanlara firmaların eşit davranıp davranmadığını anlamak için 4 bin sahte iş başvurusu gönderilmiş, Hollandaca isim yazanların işe çağrılmada yüzde 40 daha yüksek şansa sahip olduğu tespit edilmiştir. Hollanda’da bu konuda yapılan düzenli araştırmalar işgücü piyasasında yaşanan ayrımcılığı net bir şekilde gözler önüne sermekte ve bu konuda atılması gereken acil adımlar olduğunu göstermektedir.

Mevcut politikalar Hollanda’da yaşayan Türk toplumunun farklılıkları ve dezavantajları dikkate alınarak iyileştirildiği takdirde Hollanda ve Türkiye arasında 400 yıldan beri var olan ilişkilerin daha da ilerlemesi mümkündür. Hollanda’daki Türkler bu açıdan, Hollanda ve Türkiye arasında insani bir köprü vazifesi görmektedir.

Türkiye-Hollanda İşgücü Anlaşması’nın 57. yılında, ülkelerimiz arasındaki dostluk ilişkilerinin iki toplumun da refahına katkı sunacak şekilde güçlenmesini temenni ediyor; göç tarihinin öznesi olan tüm insanlarımıza şükranlarımı sunuyorum.

Tarım ve Orman Bakanlığı’na Orman Yangınlarında Kullanılan ve Kullanılmayan Uçaklara Dair Soru Önergesi

Halen mücadele etmekte olduğumuz orman yangınlarıyla ilgili olarak, Avrupa Komisyonu tarafından yangınlarla mücadele edilmesi amacıyla, ülkemize Hırvatistan ve İspanya’dan yangın söndürme uçakları gönderilmesine karar verilmiştir. Bu uçakların yangın söndürme faaliyetlerinde oldukça faydalı olduğu bilinmektedir.

Bu bağlamda;

1- Tarım ve Orman Bakanlığı’nın geçmiş verilerden hareketle bir baz senaryosu ve bu senaryoya dayalı yangın söndürme uçağı ve helikopteri ihtiyacı belirlemesi var mıdır?

2- Orman Genel Müdürlüğü’nün 09.03.2021 tarihinde ilan ettiği ihalede temini düşünülen yangın söndürme uçağı kapasitesi nasıl belirlenmiştir?

3- Türk Hava Kurumu (THK)’nun uçakları ile Orman Genel Müdürlüğü’nün 09.03.2021 tarihinde ilan ettiği yangın söndürme uçağı kiralama ihalesinde kiralanan veya bugünlerde İspanya ve Hırvatistan yardım amaçlı olarak gelen ve yangın söndürme faaliyetlerine katılan uçaklar arasında herhangi bir model farkı var mıdır?

4- Model farkı var ise bu fark uçakların farklı özellikleri, alandaki yangın söndürme ile ilgili başarısına ne derecede tesir etmektedir?

5- Türk Hava Kurumu (THK)’nun uçakları ile Orman Genel Müdürlüğü’nün 09.03.2021 tarihinde ilan ettiği yangın söndürme uçağı kiralama ihalesinde kiralanan yangın söndürme uçaklarına ödenen miktar ile Türk Hava Kurumu (THK)’nun uçaklarının ülkemizdeki yangın söndürme faaliyetlerinde kullanılabilmesi için gerekli bakım maliyeti arasındaki fark ne kadardır?

6- Hâlihazırda apronda bekleyen THK uçaklarının kullanımına bugün karar verilirse kaç günde devreye alınabilir? Bu konuda bakanlığın bir kararı var mı?

 

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanlığı

Tarım ve Orman Bakanlığı’na Şanlıurfa’da Tarımsal Sulama Sorununa Dair Soru Önergesi

Pamuk ve mısır başta olmak üzere birçok tarım ürününün sulama zamanı olan Temmuz ayında Şanlıurfa’da sıcaklıklar 45, 50 derecelere ulaşmıştır. Bu sıcak ve kurak dönemde ekininin tarlada yanmaması için yoğun bir sulama ihtiyacı içerisinde olan Şanlıurfalı çiftçilere tarımsal sulamada kullanması için su hizmeti sunulmamaktadır. Bu sebeple çiftçiler kuyulardan elektrikli cihazlarla su çekmek zorunda kalmaktadır. Elektrik hizmetini sunan DEDAŞ ise elektrikle sulama yapılan alanlarda günde 4 saat elektrik kesintisi yaparak köyün ortak alanlarında sayaca bağlı olan kuyularda elektrik kullanımına ve dolayısıyla su çekilmesine engel olmaktadır. Devam eden elektrik kesintileri ve su hizmetinin sunulmaması Şanlıurfa’da çiftçilerin ağır bir mağduriyetine yol açmaktadır.

Bu bağlamda;

1- Çiftçilere tarımsal sulamada kullanmaları için su hizmeti neden sunulmamaktadır?

2- Çiftçiler tarımsal sulama suyuna erişebilmek için neden dinamolar vasıtasıyla yüksek miktarlarda elektrik harcamak zorunda bırakılmaktadır?

3- Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sulama imkanlarını artırarak tarım yapılabilecek alanları artırmayı hedefleyen Güneydoğu Anadolu Projesi (GAP) neden tamamlanmamaktadır?

4- Kendilerine su hizmeti sunulmayan ve elektrik kesintileri nedeniyle su kuyularının suyundan da yararlanamayan Şanlıurfalı çiftçilerin tarladaki ürünlerinin zayi olmaması için Tarım ve Orman Bakanlığı olarak acilen harekete geçilecek midir?

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanlığı

Ormanlık Alanların Cumhurbaşkanı Tarafından Turizm Merkezi İlan Edilebilmesine İzin Veren Kanun Değişikliği Hakkında Basın Açıklaması

Orman Alanlarının Turizm Merkezi İlan Edilmesi Yeşil Alanların Hızla İmara Açılmasına Olanak Tanımaktadır

Ülkemizin birçok bölgesinde orman yangınlarının devam ettiği 28 Temmuz tarihinde Sn. Cumhurbaşkanı Turizmi Teşvik Kanunu’nda değişiklikler öngören kanunu onaylamış ve yürürlüğe koymuştur. Kanun içerdiği maddeler bakımından turizmi teşvik adı altında “tarihsel, kültürel ve doğa mirasına” zarar veren doğrudan kıyıların, ormanların, mera ve yaylaların ve tarihsel ve kültürel değerleri etkileyen hükümler içermektedir.

Kanunun 1/d maddesi ile mevcut kanunda tanımlı olan “Turizm Merkezi” tanımına “…orman vasıflı olanlar dahil Hazine taşınmazları ile tescili mümkün olan Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerler…” ilavesi yapılmıştır. Böylece orman vasıflı alanların doğrudan ve koşulsuz olarak turizm merkezi olarak belirlenmesi noktasında Cumhurbaşkanı’na yetki verilmiştir.

Kanun ile Cumhurbaşkanı, orman vasıflı alanları turizmi teşvik etme amacıyla turizm merkezi ilan edebilecek, Kültür ve Turizm Bakanı da turizm merkezi olarak ilan edilen yer hakkında imar planı yapabilecektir. Cumhurbaşkanı kararıyla Turizm Bakanı’nın karar alanına bırakılan bir ormanlık alanın Turizm Bakanı’nın turizmi teşvik ve geliştirmeden ibaret bakış açısı nedeniyle kısa bir sürede yoğun bir yapılaşmaya maruz kalacağı açıktır.

Anayasa’nın ormanların korunması ve geliştirilmesi başlıklı 169. maddesine göre;

  • Devlet, ormanların korunması ve sahalarının genişletilmesi için gerekli kanunları koyar ve tedbirleri alır.
  • Yanan ormanların yerinde yeni orman yetiştirilir, bu yerlerde başka çeşit tarım ve hayvancılık yapılamaz. Bütün ormanların gözetimi Devlete aittir.
  • Devlet ormanlarının mülkiyeti devrolunamaz. Devlet ormanları kanuna göre, Devletçe yönetilir ve işletilir. Bu ormanlar zamanaşımı ile mülk edinilemez ve kamu yararı dışında irtifak hakkına konu olamaz.
  • Ormanlara zarar verebilecek hiçbir faaliyet ve eyleme müsaade edilemez.

Anayasa’nın açık hükümlerine rağmen suistimale çok açık, sınırları belirsiz, hiçbir kayıt ve şart öngörülmeden ormanlık alanların turizm merkezi ilan edileceği bir düzenleme kabul edilemez. İmar planı yapma yetkisinin yalnızca Kültür ve Turizm Bakanı’na ait olduğu turizm merkezi statüsüne ormanlık alanların somut sınırlamalar öngörülmeden Cumhurbaşkanı kararıyla geçirilmesine yetki veren kanuni düzenleme Anayasa’nın 169. maddesindeki ormanları koruma ve geliştirme yükümlülüğüne aykırıdır.

DEVA Partisi olarak Anayasa’nın açık maddesine aykırılığa rağmen tüm ormanların Turizmi Teşvik Kanunu adı altında turizm merkezi yapılmasına olanak tanıyan düzenlemeye karşı olduğumuzu ilerleyen dönemde başta yanan ormanlarımız olmak üzere tüm ormanlarımızın bu düzenleme kapsamına alınmaması için sürecin takipçisi olacağımızı tüm kamuoyuna duyururuz. Ayrıca iktidara ormanları, doğayı ve çevreyi koruma anayasal yükümlülüğünü bir kez daha hatırlatırız.

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanlığı

Anayasa’nın 93. Maddesi Doğrultusunda Meclisin Acil Olarak Toplantıya Çağrılması Hakkında Basın Toplantısı

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Öncelikle Van’ın Başkale ilçesinde gerçekleşen sel felaketi ve Akdeniz ile Ege’de yaşanan orman yangınları nedeniyle tüm milletimize geçmiş olsun dileklerimi iletiyorum. Hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyorum.

Malumunuz ülke olarak çok zor günlerden geçiyoruz. Büyük bir afet ile karşı karşıyayız. Türkiye’nin onlarca yerinde ormanlarımız, ciğerlerimiz yanıyor. Ormanların, doğadaki birçok canlının, evlerin ve işyerlerinin cayır cayır yanmasına tanıklık ediyoruz.

Taşıma sularla yangın söndürmeye çalışan vatandaşlarımızın çabalarını ve itfaiye çalışanlarımızın emeğini izliyoruz. Yardım için devletten destek göremediği için kendini yalnız hisseden binlerce vatandaşımızın çaresizliği asla hafızamızdan silinmeyecek.

Hepimiz Ege’deki, Akdeniz’deki vatandaşlarımızla aynı acıyı yüreğimizde hissediyoruz.

DEVA Partisi olarak başta Genel Başkanımız olmak üzere heyetlerimiz afet alanlarındaydı, hali hazırda teşkilatlarımız yardım çalışmalarına destek vermektedir.

Her gittiğimiz yerde vatandaşlarımız ‘devlet nerde?’ diye sormaktadır.

Bu sözün ağırlığı altında ezilmeyenler devletin kapasitesini yok etme derdindeler.

Aklı selimden bu kadar uzaklaşmış, sorun çözmekten aciz, devamlı yeni sorunlar üreten bir iktidardan yangınları en kısa zamanda söndürmesini ve ülkemizin en az zayiatla bu işten çıkmasını bekliyoruz. Ancak nafile.

Müdahaleler ve tedbirler yetersiz. Sönen yerlerin soğutma çalışması yapılamıyor. Tarım ve Orman Bakanlığı’nın kapsamlı ve kapsayıcı bir eylem planı, yeterli ekipman ve personeli yok.

Bize ait yangın söndürme uçağımız sadece üç tane. Eskiden kullanılanların bir kısmı bakımsızlıktan kullanılamaz vaziyette, çürümeye bırakılmış. Havadan yangın söndürme kapasitesi neredeyse yok. Türk Hava Kurumu’nun mevcut ekip ve ekipmanları tamamen dağıtılmış, kurumun içi boşaltılmış.

Her yıl orman yangınlarının yaşandığı bir ülke olmamıza rağmen gerekli önlemlerin önceden alınmadığı açıktır.

Saraylardan, VİP uçak ve şatafat içerisinde itibarından tasarruf etmeyen iktidar, tedbire gelince her türlü tasarrufu fazlasıyla yapıyor, orman yangınlarında kullanılacak uçak almayı ve etkin bir afet kriz planı hazırlamayı akıl edemiyor.

 

Kıymetli Basın Mensupları,

Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi vaatlerinin başında istikrar ve kararların hızlı şekilde alınması gelmektedir. Ancak bugün gelinen noktada kurumlar tamamen iflas ettirilmiştir.

Devletin beyni ve kapasitesi kurutulmuş, kurumsal kalite, liyakat yok edilmiştir. Bu gafillikle ülke uzun zamandır yönetilemez hale gelmiştir.

Birçok bakan da bunun farkında ki ya istifasının kabul edilmesini talep etmekte, ya da görevden alınmayı beklemektedir.

İktidar akıl almaz açıklamalarla sorumluluktan sıyrılma telaşındadır. Günlerdir beceriksizliklerini algı operasyonları ve manipülasyonlarla kapatmaya çalışıyorlar. İktidar kanalları resmi ve gayriresmi olarak yalan haber yayıp beceriksizlerinin konuşulmasını önlemeye çalışmaktadırlar.

Bir taraftan Cumhurbaşkanı yurt dışından yardım talep etmekte, diğer taraftan Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı sosyal medyada kumda kavga eden çocuk gibi ‘yardıma ihtiyacımız yok, devletimizi aciz göstermeye çalışıyorlar’ kavgasına tutuşmuş, devletin ne kadar aciz bir noktaya getirdiklerinin fotoğraflarından birisi olmuştur.

Millet can derdinde, yangını söndürme derdinde ama iktidar beceriksizliğini örtmek için manipülasyonu bile ağzına yüzüne bulaştırıyor.

Yangınları terör örgütü PKK veya karanlık güçler organize ediyormuş.

Şayet bir sabotaj varsa devletin görevi açıkça bu suçluları ortaya çıkarmaktır. Diyelim ki terör örgütü PKK 35 ilimizde 100’e yakın yerde eş zamanlı yangın çıkarabilecek güce sahipse, bu durumda istihbaratı alamayıp, o teröristleri engelleyemeyenler ne işe yarıyor acaba?

Beceremeyenler çekip gitsinler.

Hiçbir konuda kendileri sorumlu değil, hep başkaları; muhalefet, sivil toplum, milletin kendisi, olmadı karanlık güçler…

Birde çıkmışlar Cumhurbaşkanı birlik ve beraberliğin teminatı diye milletle alay ediyorlar. Evet Cumhurbaşkanı gerçekten Anayasa’ya uysa milletin birliğinin ve beraberliğinin teminatı olmak zorunda.

Ama kendileri de biliyorlar ki Cumhurbaşkanı, farklı toplumsal grupları birbirlerine tahrik etmenin, ayrıştırmanın, ötekileştirmenin, devamlı nefret diliyle siyaset yapmanın teminatı olarak kendini görmektedir.

Aklı selimden o kadar uzak bir hale gelmiştir ki yangında evi yanan vatandaşlara otobüslerden çay fırlatarak milletimizin onurunu ayaklar altına almaktadır.

 

Aziz Milletim,

Bu afetler ve yangınlar sadece bizim ülkemizde olmuyor. İtalya’da, Rusya’da ve bize yakın ülkelerde son günlerde yüzlerce yangın çıktı. Yunanistan’ın 38 tane uçağı, Fransa’nın 29 uçağı ve 40 helikopteri var. İtalya’nın elinde 30 uçak varken, 88 tane de kiralık uçakları var.

Yangın söndürme noktasında becerisizlikleri nedeniyle hesap sormak, yangın söndürme uçağımızın neden olmadığını sormak, rasyonel bir kriz yönetimi örneği beklemek, birlik ve beraberliğimize zarar vermek değildir.

Asıl hesap sorulması gerekenler, milletin parası ile keyif içinde hayat sürenlerdir.

En büyük biziz, Dünya bizi kıskanıyor” diyenler dönsün şu tabloya bir baksın. Ülkesini sevmek, ona değer vermek böyle mi olur? Büyük devlet olmak böyle bir şey midir?

Bu tablo ancak ve ancak milletine efendilik yapanların halidir.

 

Değerli Vatandaşlarımız,

Milletten tamamıyla bağını koparmış, rasyonellikten uzak hesap vermezlik rejimi artık bu ülkenin derdine deva olmaktan çok uzaktır.

Vatandaşlarımızın Türkiye Büyük Millet Meclisi olarak bizden acil ve önemli beklentileri vardır.

Yangından etkilenenlere maddi yardım, kredi ve borçların ertelenmesi ya da borç ya da faiz silinmesi gibi desteklerin kanunen düzenlenmesi şarttır.

Bu yangınlarla neden etkin bir şekilde mücadele edilemediği ve neden bu krizin yönetilemediği sorularına iktidar millet önünde hesap vermelidir. Millet meclisi, halkın meclisidir ve sorunlarımızın tartışılacağı ve çözüleceği yegane kurumdur.

Bu nedenle DEVA Partisi olarak Meclis’i acilen göreve çağırıyoruz.

Malumunuz Anayasa’nın 93. maddesi gereğince doğrudan Cumhurbaşkanı ya da Meclis Başkanı’nın yahut da üye sayısının beşte birinin istemi üzerine meclis toplantıya çağrılabiliyor. Bu nedenle üzerinde görev bilinci hisseden tüm milletvekilleri bir araya gelerek ivedi şekilde yangından mağdur olan vatandaşlarımıza destek olmalıyız.

Meclis tatile ara verip acilen toplanmalıdır.

Afetlere etkin şekilde müdahale edilmesi, afetlerin önlenmesi ve zararlarının giderilmesi ile afet sonrasındaki iyileştirme çalışmalarının belirlenmesi amacıyla acilen rasyonel bir planlama hazırlamalıyız.

Türkiye Cumhuriyeti bir ve bütün olarak ancak meclis çatısı altında alınacak önlem ve tedbirlerle bu krizi hakkıyla aşabilir.

Hepinize iyi günler diliyorum.

 

Basın Toplantısı Kaydı

İçişleri Bakanlığı’na Düzensiz Göç Dalgası ve Sınır Güvenliğine Dair Soru Önergesi

Hükümetin göç politikalarının bulunmaması veya işletilememesi nedeniyle Türkiye, dünyanın çeşitli ülkelerinden düzensiz göçmenlerin yerleşmek üzere hedef ülkesi veya Avrupa’ya transit geçiş yapmak üzere uğradığı bir güzergah ülkesi haline gelmiştir. Türkiye’nin 2014 yılından beri en fazla mülteciyi barındıran ülke olduğu ve milyonlarla ifade edilen düzensiz göçmen gruplarının halen akın akın sınırlardan geçtiği göz önüne alındığında ülkemizin sınır güvenliği ve düzensiz göçle mücadelesinin yetersizliğine dair şüpheler doğmuştur.

Bu bağlamda;

1- Türkiye-İran ve Türkiye-Irak sınırından son iki yılda kaç kişi izinsiz olarak geçmiştir?

2- Afganistan’dan gelen düzensiz göçmenler Türkiye-İran sınırlarını nasıl gruplar halinde geçebilmektedir?

3- Sınırı geçen düzensiz göçmen grupları yurtiçi karayollarında nasıl rahatlıkla ilerleyebilmekte ve batı illerimize kadar ulaşabilmektedir?

4- Türkiye’nin, Afganistan’daki siyasi karışıklık nedeniyle oluşması beklenen ve milyonlarla ifade edilen düzensiz göç dalgasının hedef veya transit geçiş ülkesi olmasını önlemek üzere herhangi bir önlem alınmış mıdır?

5- İnsan kaçakçılarının organize ettiği insan kaçakçılığı rotaları tespit edilmiş midir? Eğer kaçakçılık rotaları tespit edilmişse bu rotalardan geçişleri önlemek üzere herhangi bir önlem alınmış mıdır?

6- Son iki yılda İran sınır hattındaki Van, Hakkari, Ağrı ve Iğdır illerinde insan kaçakçılığına karıştıkları gerekçesiyle kaç kişi gözaltına alınmıştır? Gözaltına alınanlardan kaçı Türkiye, kaçı yabancı ülke vatandaşıdır?

İktidar, Avukatlık Mesleğini Kasten İtibarsızlaştırmaktadır

5 Nisan Avukatlar gününü buruk kutluyoruz; çünkü yargının üç kurucu unsurundan biri olan avukatlar, iktidarın tehdit ve baskısı altındadır. Avukatlık faaliyetlerinden dolayı yargılama ve hatta tutuklamalar olağan hale gelmiştir. Kamuoyuna yansıyan verilere göre 2016’dan 2020’ye kadar en az 605 avukat tutuklanmış ve 441 avukata hapis cezası verilmiştir. Avukatlığın savunma makamı olduğu ve her vatandaşın savunma hakkına sahip olduğu göz ardı edilerek avukatlar, müvekkilleriyle özdeşleştirilmiş, çok defa içi boş soruşturmalarla ve cezai yaptırımlarla karşı karşıya bırakılmışlardır.

Avukatlık mesleğini ifa etmek her geçen gün daha da zorlaşmaktadır. Avukatlar; adliye koridorlarında, haciz mahallerinde görevleri sırasında saldırılara uğramakta ve hatta öldürülmektedir. Bunun yanı sıra mahkeme salonlarında avukatların söz hakları sınırlanmakta, kanun hükmüne rağmen soruşturma ve dava dosyalarını etkili bir şekilde incelemeleri engellenmektedir. Tek bir duruşma için saatlerce beklemek, mesleğin bir gerçeği haline gelmiştir.

Avukatlık Kanunu’nda yapılan değişiklikle dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde eşi ve benzeri olmayan, mesleğin onur ve saygınlığıyla bağdaşmayan çoklu baro sistemi oluşturulmuştur. Anayasa’nın ruhuna ve sözüne aykırı bir şekilde yapılan değişiklikle oluşturulan sistem, baroların iktidar tarafından araçsallaştırılmasının önünü açmıştır. Ayrıca değişiklikleri protesto etmek için Ankara’ya yürümek isteyen baro başkanlarının yürüyüşü keyfi şekilde engellenmesi ile gözaltı ve darp görüntüleri utanç tablosu olarak hafızalara kazınmıştır.

Kamu hizmeti niteliğinde bir serbest meslek faaliyeti yürüten avukatların, pandemi süresince en çok etkilenen meslek gruplarının başında olmalarına rağmen kendilerine devlet tarafından etkili bir yardım sağlanmamıştır. Bu süreçte pek çok sözleşmeli olarak çalışan avukatın işine son verilmiş, birçok serbest çalışan avukat ise ofisini kapatmak zorunda kalmıştır. Umutsuzluk ve ekonomik bunalım nedeniyle genç avukatlardan maalesef intihar edenler dahi olmuştur. Avukatların mesleki sorunlarına duyarsız kalınması, artık ekonomik sorunların ötesinde hayat memat meselesi halini almıştır. Bu nedenle, bir an önce özellikle genç avukatların ekonomik şartlarının iyileştirilmesi için gerekli adımlar atılmalıdır. Ayrıca tüm avukatlara yönelik olarak; KDV oranları indirilmeli, CMK ücretleri harcanan emekle orantılı olarak iyileştirilmeli, CMK kapsamında alınan dosyalardan beraat kararları ile ilgili vekalet ücretlerinin ödenmesi geciktirilmemeli, SGK prim ve vergi mükellefiyetleri hafifletilmelidir.

DEVA Partisi olarak, avukatların ve baroların baskı altında tutulmadan mesleklerini icra edebilmesi, bağımsız ve tarafsız yargı ile savunma hakkı için mücadele ediyoruz. Bu minvalde gerek baskı gerek ekonomik zorluklar altında mesleklerini icra etmeye çalışan tüm avukatların 5 Nisan Avukatlar Günü’nü kutluyor, mesleki faaliyetleri sırasında öldürülen ve yaşadığı sorunlar nedeniyle intihar eden tüm avukat meslektaşlarıma Allah’tan rahmet, sevenlerine baş sağlığı diliyorum.

“Anayasa Mahkemesinin Kapatılması Söylemleri” Hakkında TBMM’de Basın Toplantısı

Değerli basın mensupları;

Hepinizi saygıyla ve muhabbetle selamlıyorum.

Maalesef popülist-otoriter-zorba anlayış, ülkemizi gün geçtikçe hukuktan ve hukuk devletinden uzaklaştırdı.

Kuvvetler ayrılığı ve yargı organlarının bağımsızlığı fiilen kaldırıldı.

Toptancı bir anlayışla, binlerce hakim ve savcının meslekten çıkarılması sonucu, görevi başındaki çoğu hakim ve savcı kendileri de benzer sonu yaşamamak için “Kanunlara ve vicdanlarına” göre değil, “iktidarın istek ve ihtiyaçlarına” göre karar vermeye itildi.

Aksi şekilde davrananlar sürülerek, açığa alınarak yahut da tenzili rütbe yapılarak cezalandırıldı. İktidarın istek ve emirlerini yerine getirenler ise terfi ettirilerek önemli görevlere getirildi.

Bu yolla, Hâkim ve Savcılar Kurulu yargıyı baskı ve tehdit altında tutma düzeneği kurdu.

Sonuçta; siyasetin ağır baskısı neticesinde bir milyondan fazla vatandaşımız hakkında terör suçlarından dolayı soruşturma açıldı, yüz binlerce insan hakkında kovuşturma yürütüldü ve mahkûmiyet kararları verildi.

Cumhurbaşkanına hakaret suçundan yürütülen soruşturmalarda ve verilen cezalarda patlama yaşandı.

Yargıtay, iktidarın operasyon aracı haline geldi.

Hükümeti denetlemekle görevli Danıştay da adeta tamamen hükümetin emrine girdi. İmar davaları, çevre davaları, yönetmelikler hakkında açılan davalar hep iktidar lehine sonuçlanır hale geldi.

OHAL komisyonunun verdiği hukuksuz ret kararları dahi idari yargı tarafından hukuka uygun bulundu. Böylece iktidarın kurduğu düzen hiç sarsılmadan devam etti.

 

Kıymetli Basın Mensupları,

Bu süreçte Anayasa Mahkemesi iktidardan bir nebze de olsa bağımsız kalabilmeyi başardı. Eksiklikleri olsa da hukuk devleti çizgisinde kararlar verdi.

Fakat bu sefer de Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararları ilk derece mahkemeleri tarafından uygulanmadı!

Bugün insanlar, Anayasa Mahkemesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarına rağmen ceza evlerinde keyfi olarak tutulmaktadırlar. Osman Kavala, Ahmet Altan, Ayhan Bilgen ve daha niceleri iktidarın baskı ve korkusuna direnemeyen hakim ve savcılar yüzünden halen cezaevindedirler.

Sn. Enis Berberoğlu’nun haksız yere düşürülen milletvekilliği Anayasa Mahkemesi ihlal kararına rağmen bir süre geri verilmedi. Mahkeme’nin ancak ikinci kararı sonrasında Berberoğlu milletvekilliğine dönebildi.

Şimdi de Kocaeli milletvekili Sn. Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun milletvekilliği, yargı ve TBMM araçsallaştırılarak hızlı bir şekilde düşürüldü.

Tüm bunlar yargı mercilerinin göze batan muhalifleri cezalandırma aracı haline geldiğini göstermektedir.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Demirtaş kararı üzerine, Cumhurbaşkanı’nın “Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin kararları bizi bağlamaz. Biz karşı hamlemizi yaparız. İşi bitiririz” sözü durumu bütün açıklığıyla ortaya koyuyor.

 

Saygıdeğer Arkadaşlar,

Anayasa Mahkemesi de diğer yargı organları gibi zaten iktidarın tehdit ve baskısı altındadır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 4-5 yıldır Anayasa Mahkemesi’ne yaptığı atamalar neticesinde Anayasa Mahkemesinin siyaseten önem taşıyan kararlarında bir yön değişmesi yaşandı. Evrensel hukuk referanslı özgürlükçü anlayıştan, yürütmenin taleplerini önceleyen anlayışa doğru bir değişim gerçekleşti.

Anayasa Mahkemesi önceki içtihatlarını hiçe sayarak hükümetin istekleri doğrultusunda kararlar vermeye başladı.

İçişleri Bakanı, Anayasa Mahkemesi başkanına terör örgütü üyesi iması yaparak aba altından sopa gösterdi.

Cumhurbaşkanı ve Bahçeli, Anayasa Mahkemesi’ni kapatmayı veya yetkilerini tırpanlamayı açık açık söyleyebildiler.

Bu siyasi baskılar yetmezmiş gibi evrensel hukuk kriterlerinden çok uzak soruşturmaların savcısı olarak bilinen İrfan Fidan, önce Yargıtay üyesi yapıldı. Sonra Yargıtay’da cübbesini bile giymeden kendisini hiç tanımayan Yargıtay üyeleri tarafından Anayasa Mahkemesi’ne aday olarak seçildi. Cumhurbaşkanı da onu Anayasa Mahkemesi üyeliğine atadı. Herkesin gözü önünde bir tiyatro sergilendi.

 

Değerli Arkadaşlar,

Dün Anayasa Mahkemesi’nin HDP’nin kapatılmasına ilişkin iddianameyi eksik bularak Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına iade etmesi ise yine mahkemenin hedefe konulmasına sebep oldu. Karara tepki gösteren Sn Bahçeli “HDP’nin kapatılması kadar Anayasa Mahkemesi’nin de kapanması artık ertelenemez bir hedef olmalıdır” diyerek hukuku ve demokrasiyi hedef aldıklarını artık açıktan dile getirdi. Anayasal kurumları doğrudan hedef aldı.

Sn Bahçeli’nin açıklamaları, demokratik bir siyasi partinin liderinin değil, adeta anayasal düzeni ortadan kaldırmak için yemin etmiş bir hareketi hatırlatmaktadır.

Bu çağrı; demokratik bir hukuk devleti ve anayasanın üstünlüğünün korunması için vazgeçilmez olan ve kanunların anayasaya uygunluğunu denetleyen Anayasa Mahkemesi’nin, iktidarın güdümü altına alınması arzusunun bir sonucudur. Anayasal düzene ciddi bir tehdittir.

Malumunuz küçük ortağın HDP’nin kapatılması için çağrıda bulunması, Yargıtay’ın harekete geçmesi için yeterli olmuştu.

Tabii talimatla yargıya yön vermeye alışmışlar. Bu hukuk bilmezlik, bu güç nereden gelmektedir?

Ülkenin anahtarını size kim verdi?

 

Kıymetli Basın Mensupları,

Anayasa Mahkemesi gibi ülkenin en yüksek yargı merciini dahi emellerini gerçekleştirmede bir araç gören, kendini hukukun üzerinde konumlandıran bu anlayışın tek derdi, ülkeyi tarihin tozlu sayfalarında kalan hukuk tanımaz 90’lardan da geriye götürmek ve darbeci bir zihniyetle ülkeyi yönetmektir.

Her ne kadar hukuk tanımaz tavırlar ile Anayasa Mahkemesi kaldırılsın nidaları atılsa da Anayasa Mahkemesi hukuk devletimizin ayakta kalan son direğidir.

Anayasa Mahkemesi herhangi bir mahkeme değildir ki kapatılabilsin.

Anayasa Mahkemesi, Cumhurbaşkanlığı kararnameleri ile kanunların Anayasa’ya uygunluğunu denetleyen ve aykırı bulduğunda ise iptal eden tek yetkili mahkemedir.

Siyasi parti kapatma davalarını ise yine demokratik toplum düzeninin şartlarına ve hukuka göre değerlendirir.

Tabii iktidar koalisyonu istiyor ki bütün kurumlar onların talimatlarına göre hareket etsin. Yasamayı ne hale getirdikleri ortada. Yargının son kalesi ağır saldırı altında.

Zannediyorlar ki Anayasa Mahkemesi’ne de boyun eğdirirlerse saltanatları hep sürecek.

İşte o zaman belki istedikleri olacaktır.

Tek parti, tek lider ve onu destekleyen makbul vatandaşlar…

 

Değerli Arkadaşlar,

Gelinen noktada artık hakkın ve hukukun kalan son kırıntılarına da tahammül edemeyen iktidar koalisyonu, bilerek ve isteyerek ülkeyi felakete doğru sürüklemeye çalışmaktadır.

Keyfiliğe alışan ortakların tek korkuları güçlerinin sınırlandırılmasıdır. Emirlerinin yerine getirilmemesidir. Kuvvetler ayrılığı, denge ve denetleme, hesap verme onları çok rahatsız eder. Zannediyorlar ki tek doğru kendileri. Onlar dışında herkes diken.

Oysa gücün paylaşılmadığı, dengelenip denetlenmediği yönetimler, toplumlarını yoksulluğa ve açlığa mahkûm eder.

Herkes hukuk devletinden ve demokrasiden uzaklaşmayı cebindeki paranın her geçen gün daha fazla erimesinden ve hayat pahalılığından anlayabilir.

Evrensel bir kuraldır! Ne kadar az hukuk, ne kadar az demokrasi, o kadar pahalı hayat!

 

Kıymetli Basın Mensupları,

Hatırlayacaksınız Sn Bahçeli, zamanında ülkede yoksulluğun çok arttığını, öyle ki anne babaların çocuklarına ‘püskevit’ bile alamadığını söylüyordu.

Ona göre; ülkede yolsuzluk ve rüşvet öylesine artmıştı ki AK Parti hortumu doğrudan kendisine bağlamış ülkenin kaynaklarını sömürüyordu.

Aradan geçen yıllar sonra bugün ekonominin geldiği hal ortada…

Atıl iş gücü olarak ifade edilen geniş tanımlı işsizlik oranı %29’a ulaştı.

Yüksek enflasyon nedeniyle her geçen gün alım gücümüz düşüyor.

Yolsuzluk ise öylesine yaygınlaşmış durumda ki 20li yaşlardaki gençler bile bu düzenden menfaat sağlayabiliyor. Lüks arabalarda kokain çekebiliyor ve sistem öyle bir bataklığa dönüşmüş ki, dikkat dahi çekmiyorlar.

Tüm bunları Sn Bahçeli görmüyor, duymuyor.

Bunlara sesi çıkmıyor.

Çünkü Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi deyip uyguladıkları keyfi yönetimle iktidar partisi, küçük ortağına mecbur ve muhtaç olmuş durumdadır.

Aralarında menfaat ortaklığı kurdular.

Küçük ortak adeta vesayet makamı olmuş kritik konularda iktidar partisine yasaklar koymaktadır.

İktidar partisinin demokratik mekanizmaları işletmeden ülkeyi yönetmesinde ona destek vermektedir.

Sokakta çete gruplarıyla siyasetçi ve gazeteci dövmek sıradan olaylar haline geldi.

Maalesef bu saldırılar ile bütün gazeteci ve siyasetçilere gözdağı verildi.

Şimdi de şu parti kapatılsın, eğer onu kapatmazsa Anayasa Mahkemesi kapatılsın diyorlar.

Bu işin sonu nereye gidecek?

Bahçeli’nin Anayasa Mahkemesi’nin kapatılması çağrısı tehlikeli gidişatın köşe taşlarından birisidir.

Bu söylem öylesine söylenmemiştir.

Bütün vatandaşlarımızı bu söylemin arkasındaki asıl amacın yani Türkiye’yi yaşanabilir olmaktan çıkarma gayretinin farkında olmaya çağırıyoruz.

Demokrasi ve Atılım Partisi, DEVA Partisi olarak bu karanlık tabloyu bitirecek programımız ve liyakatli ekibimiz hazır.

Bizler kuvvetler ayrılığının ve hukukun üstünlüğünü esas alan, demokrasinin güçlendiği ve evrensel standartlarda bir özgürlük anlayışının hâkim olduğu bir Türkiye ideali için mücadele etmeye hazırız.

Türkiye’nin demokrasiye ve atılıma ihtiyacı var.

Ve biz hazırız.

 

Hepinizi saygıyla selamlar, hayırlı günler dilerim.