Depremde Hayatını Kaybedenlerin Anne Babalarının Ölüm Aylıklarındaki Hak Kayıpları Hk. Soru Önergesi

06 Şubat 2023 tarihinde merkez üssü Gaziantep ve Kahramanmaraş olmak üzere Adıyaman, Şanlıurfa, Hatay, Malatya, Diyarbakır, Adana, Osmaniye ve Kilis illerimizi etkileyen depremlerde mevcut verilere göre 45.000’den fazla vatandaşımız vefat etmiş, 110.000’den fazla vatandaşımız yaralanmış ve milyonlarca vatandaşımız da mağdur olmuştur.

Mevcut SGK mevzuatına göre, depremde yakınını kaybeden vatandaşlarımız ölüm aylığından yararlanabilmektedir. Sosyal Güvenlik Kurumu’nun 2018/38 sayılı Genelgesinin dördüncü kısmının 2.2.3. maddesinde ölen kişinin ana ve babasına bağlanacak aylıkların istek tarihini takip eden ay başından itibaren ödenmeye başlanması öngörülmektedir. Genelgenin bu düzenlemesi dolayısıyla, ölen kişinin; eş ve çocukları vefat tarihi itibariyle ölüm aylığından yararlanabilirken, anne ve babaları ancak talep tarihi itibariyle bu ödemeden yararlanabilmektedir. Dolayısıyla, depremin yarattığı maddi ve manevi kayıplar nedeniyle başvuruda bulunamayan veya geciktiren anne ve babalar, başvuru öncesi süreçte maddi hak kaybına maruz kalmaktadır.

Bu bağlamda,

1. 2018/38 sayılı Genelgenin dördüncü kısmının 2.2.3. maddesinde yer alan düzenleme uyarınca eş ve çocuklar ile anne-baba arasında ölüm aylığından yararlanmaya ilişkin farklılığın yasal dayanağı nedir?

2. 2018/38 sayılı Genelge’nin yol açtığı bu mağduriyete son vermeye yönelik bir          çalışmanız mevcut mudur?

3. Çocuğunu kaybetmesi dolayısıyla ölüm aylığı hakkı olup henüz başvuruda bulunmayan kişi sayısını tespit ettiniz mi? Bu kişilerin haksız şekilde mahrum bırakıldıkları aylıkların kendilerine ödenmesine ilişkin bir çözümünüz var mı?

28 Şubat Hk. Basın Açıklaması

28 Şubat Zihniyeti Bugün Mevcut İktidar Tarafından Temsil Edilmektedir

Bugün tarihimizde kara bir leke olan 28 Şubat utancının yıldönümü.

28 Şubat, insan haklarının ve demokrasinin rafa kaldırıldığı korkunç bir dönemdi. Bu süreçte, toplumun mütedeyyin kesimi ötekileştirilmiş, on binlerce kamu görevlisi hakkında soruşturma ve disiplin cezası işlemleri yürütülmüş, binlerce asker ve kamu görevlisi hukuksuz bir şekilde görevinden uzaklaştırılmış, irtica fişlemeleri yapılmış, vakıflar kapatılmış ve binlerce yayın toplatılmıştır. Dindarlar ve dindar yaşam tarzı, ‘rejim’ açısından bir tehdit olarak görülmüş, başörtülü öğrencilere hiçbir kademede eğitim alma imkânı verilmemiş, diploma gerektiren mesleklerde çalışmaları engellenmiştir. İmam hatip ortaokulları kapatılmış, burada öğrenim gören öğrenciler adeta vebalı muamelesine tâbi tutulmuştur.

28 Şubat’ta en temel hakları gasp edilip devletin ‘makbul vatandaş’ kalıbına uymadığı için şeytanlaştırılanları temsil iddiasına sahip AK Parti, gelinen noktada bugün “28 Şubat 1000 yıl sürecek” diyen paşaları haklı çıkartırcasına maalesef onlara taş çıkartmaktadır!

28 Şubat sürecinde “rejimin bekası” adı altında seçilmiş iktidara ve dindarlara baskı uygulanırken bugün de “devletin bekası” adı altında seçilmiş muhalefete ve siyasi iktidarla kendisini aynı çizgide görmeyen herkese en ağır baskılar uygulanmaktadır. 28 Şubat’ın en acılı günlerinde darbecilere alkış tutan MHP ve Doğu Perinçek ile birlikte bugün Recep Tayyip Erdoğan, 28 Şubat’ın tek tipçi anlayışı ile kendi “makbul vatandaşlık” kriterlerini 85 milyona dayatmaktadır. 28 Şubat zihniyeti, o dönemin kudretlilerinin dahi tahayyül edemeyeceği derecede bugün mevcut iktidar tarafından temsil edilmektedir.

Hukuk devleti ve temel haklar yok sayılmakta, popülist ve dayatmacı zihniyet toplumun farklı kesimlerinden insanları mağdur etmeye devam etmektedir. 28 Şubat dönemindeki toptancı yaklaşımla aynı şekilde ve benzer yöntemlerle toplumun birçok kesimi ötekileştirilmiş ve fişlenmiştir. Darbe teşebbüsünü gerçekleştirenlere karşı yürütülen haklı mücadele araçsallaştırılmış, cadı avına dönüştürülmüştür. 1,8 milyondan fazla terör örgütü üyeliği gerekçesiyle soruşturma ve kovuşturma açılmış, yüz binlerce insan siyasi dayatmalarla yargılanmış ve sayısız insan haksız bir biçimde hala cezaevindedir.

Unutulmamalıdır ki nasıl 28 Şubat’ta hukuku ve demokrasiyi yok etmeye çalışanlar başarılı olamadıysa bugünküler de bu zorbalıklarını sürdüremeyeceklerdir. Hukuku ayaklar altına alan dünün muktedirleri gibi bugünün muktedirleri de tarihe kara bir leke olarak geçecek ve adları hayırla anılmayacaktır.

Kimsenin şüphesi olmasın ki, Türkiye bu zor günleri elbette aşacak ve tüm hukuksuzluklarla beraber bu felaketlerin yaralarını saracaktır.

DEVA Partisi olarak, iktidarın hukukla sınırlı olduğu, ‘herkes’ için yaşanılır bir ülkeyi hep birlikte inşa edeceğiz.

Önümüzdeki süreç ve özellikle 2023 seçimleri ülkemiz için bir yol ayırımıdır. Herkes bu tarihi sorumluluğun bilincinde hareket etmelidir. Özgürlükçü ve çoğulcu demokrasi anlayışının inşası için çalışmaya, hoşgörüye ve uzlaşıya çok acil olarak ihtiyacımız olduğu açıktır. Ancak daha da önemlisi; özgürlüklerden, farklılıklarımızdan ve ötekinden korkmadan cumhuriyetimizi demokrasi ile taçlandırmamız gerekmektedir. Çünkü farklılıklara saygı duyulduğu, eşit vatandaşlığın tesis edildiği ve döneme, kişiye, çıkara göre gerçeklerin değişmediği bir demokrasi ideali Türkiye’deki bütün yurttaşlarımızın hakkıdır. Bu ideali canlı tutmak ise başta siyasetçiler olmak üzere hepimizin en büyük sorumluluğudur.

Öte yandan bugün korkunç bir Şubat daha yaşıyoruz. Deprem felaketinde hayatını kaybeden tüm vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, yaralananlara acil şifa ve yakınlarını kaybedenlere sabır ve başsağlığı dilerim.

Rantın vatandaşın canından üstün tutulduğu, binalarla birlikte insan onurunun da yerle bir edildiği, kitapların düşmanlaştırılıp toplatıldığı, acının her türlüsünü görmüş insanların feryatlarına dahi engel olunduğu bu şubat da hiçbir zaman unutulmayacaktır…

Deprem Felaketi Hk. Soru Önergesi: 5 Ayrı Bakan, 76 Soru

DEPREM: BU SORULAR YANIT BEKLİYOR

DEVA Partisi, 5 bakana 76 soru sordu

Türkiye’yi acıya boğan depremin ardından yanıtını bekleyen soruları DEVA Partili Mustafa Yeneroğlu sordu. Yeneroğlu beş bakana tek tek soru önergeleri verdi: Neden ilk 48 saatte arama kurtarma çalışmaları başlayamadı? İlk 24 saatte kaç TSK mensubu sahaya sevk edildi? Toplam kaç enkaza müdahale edildi? Gecikmenin hukuki sorumlusu tespit edildi mi? İmar barışından faydalanan binalar için depreme dayanıklılık raporu neden istenmedi? 2019’daki tatbikatın ulaşım ve iletişime ilişkin sonuçları Ulaştırma Bakanlığı’na iletildi mi? Afet sonrası yağma ve hırsızlık suçundan şüpheli olduğu iddia edilen kişilere yönelik işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin kaç kişi hakkında soruşturma açıldı?

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, 6 Şubat depremleriyle ilgili merak edilenleri beş bakana sordu.

Meclise beş ayrı soru önergesi sunan Yeneroğlu, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’dan, Adalet Bakanı Bekir Bozdağ’dan, Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’dan, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar’dan ve Ulaştırma ve Altyapı Bakanı Adil Karaismailoğlu’ndan cevap istedi.

Yeneroğlu, önergelerinde “Türkiye’nin dünyada deprem tehlikesinin en yüksek olduğu ülkeler arasında yer almasına rağmen olası bir depreme yönelik hazırlıkların yapılmadığı ve sorumlulukların yerine getirilmediği yönünde kamuoyunda ciddi endişeler bulunmaktadır” ifadelerine yer verdi.

Yeneroğlu’nun yanıtlanmasını istediği sorular şöyle:

Süleyman Soylu’ya: Neden ilk 48 saatte her şehirde arama kurtarma çalışmaları başlamadı? Gecikme nedeniyle kaç vatandaş hayatını kaybetti?

  1. Depremden 1 saat sonra dördüncü seviye acil durum açıklanmasına rağmen niçin arama-kurtarma, sağlık, yangın, güvenlik ve trafik, haberleşme, enerji, tahliye, ulaşım, beslenme, barınma hizmetlerinden sorumlu kurumlarımız hemen harekete geçmemiştir?
  2. Depremin hemen ardından durumun büyüklüğü fark edilmesine karşın neden tüm şehirlerde ilk 48 saatte, bazı şehirlerde ilk 72 saatte arama-kurtarma çalışmaları başlamamıştır?
  3. Türk Silahlı Kuvvetleri, emniyet mensupları ve bekçiler arama kurtarma faaliyetlerinde planlama dâhilinde midir? Neden afetin olduğu ilk anda afet bölgesine ulaşımları sağlanmamıştır?
  4. Depremin etkilediği 11 ilimizin vali ve kaymakamları afet kanununun (7269 sayılı kanun) 6. ve 7. maddeleri ile kendilerine verilen yetkileri neden kullanmadılar/kullanamadılar?
  5. İşleri gereği patlamalar, yangınlar ve büyük göçük riskleri altında hepsi birer doğal arama kurtarmacı olan maden işçileri ile öncesinden hazırlanmış bir protokol var mıdır? Neden maden işçileri arama kurtarma çalışmalarına geç dâhil edildi?
  6. Enkaz kaldırma çalışmaları için iş makinelerine ve vinçlere ihtiyaç olduğunu neden 6 Şubat akşamında öğrendik? Bu derece ihtiyaç varken neden AFAD’dan izin almadan sahaya girmeyecek denerek bu makineler bekletilmiştir?
  7. Kamu, özel kuruluşlar, askeri ve sivil kuruluşlar, belediyeler, itfaiye ve benzeri kurum ve kuruluşların bünyesindeki toplam arama kurtarma personel sayısı nedir? Bunun envanteri afet öncesinde AFAD’da var mıydı?
  8. Toplam kaç enkaza müdahale edilebilmiştir? Tüm bu tabloda kaç arama kurtarma personeline ihtiyaç vardı? Kaç adet eksik vardı?
  9. Yeterli sayıda olmayan arama kurtarma personeli ile enkaza müdahale ederken, hangi enkaza müdahale edileceği ya da hangi enkaza müdahale edilmeyeceği nasıl belirlendi? AFAD buradaki koordinasyon görevini nasıl yaptı?
  10. Arama kurtarmada hayati öneme sahip ses dinleme ve termal kamera gibi cihazlardan AFAD envanterinde kaç tane vardır?
  11. Arama kurtarma faaliyetlerindeki eksiklik ve gecikme nedeniyle hayatını kaybeden kaç vatandaşımız olmuştur?
  12. AFAD’ın 9-10-11 Ekim 2019 tarihlerinde, yaşadığımız depreme çok benzer olan senaryoya göre yaptığı tatbikatın sonuç çıktısı nedir? Bu tatbikatı ve sonuçlarını kamuoyu ile paylaşacak mısınız? Eksiklikler neydi? Neden bugüne kadar o eksiklikler giderilemedi?
  13. Bu senaryoya göre kaç bina yıkılacağını, ne kadar can kaybı olacağını öngörmüştünüz? Kaç arama kurtarma personeline, kaç adet çadıra ve battaniyeye ihtiyaç olacağı hesaplanmıştı? Ulaşımdaki aksamalar nasıl giderilecekti? Kesintisiz haberleşmeyi nasıl sağlayacaktınız?
  14. Ulusal Deprem Stratejisi Eylem Planı (UDSEP-2023) güncel midir? İzleme ve değerlendirmesi yapılmakta mıdır? Bu planda yer alan eylemlerin ne kadarı gerçekleştirilmiş ve ne kadarı gerçekleştirilememiştir?
  15. Özellikle deprem bölgesindeki 11 ilimizde kamu binalarının hasar görme riskleri belirlendi mi? Belirlendiyse gereği olarak ne yapılmıştır?
  16. Okul, yurt ve hastaneler olarak Türkiye genelinde hangi illerimiz depreme dayanıklılık bakımından taranmıştır? Bu taramalar neticesinde; okul, yurt ve hastanelerden ne kadarı hakkında yıkım, güçlendirme veya kullanım kararı verilmiş, ne kadarının yıkıldığı veya güçlendirilecekse projeleri yapılarak güçlendirilmiştir?
  17. Deprem öncesinde AFAD’ın lojistik depolarında kaç adet çadır ve çadır içi malzeme bulunuyordu? Bölgeye malzeme olmadığı için mi yoksa lojistik planlaması yapılamadığı için mi bu çadırlar ulaştırılamadı?
  18. 20 Şubat 2023 tarihinde Hatay’da meydana gelen 6.4 ve 5.8 şiddetlerindeki depremlerde, bölgede halan çok sayıda çadıra ihtiyaç duyulduğu hem yetkililer hem de depremzedeler tarafından belirtilmiştir. Bölgede çadır ulaşmayan kaç kişi/aile bulunmaktadır? Çadır ihtiyacı neden halen giderilmemiştir?
  19. 20 Şubat’ta olan depremde vatandaşların çadır bulamadığı için evlerinde yakalandığı bilgisi kamuoyuna yansımıştır. 6 Şubat depremlerinden etkilenen vatandaşlarımıza yeterli barınma imkânı sunulmuş mudur? Yoksa bu imkân sunulamadığı için mi vatandaşlarımız hasarlı binalara geçmek zorunda kalmıştır?
  20. Afet bölgesinde yaşanan en büyük eksikliklerden olan seyyar tuvalete ilişkin deprem öncesinde bir hazırlık yapılmış mıdır? Deprem öncesinde stoklarınızda kaç adet seyyar tuvalet vardı? Hala ciddi manada hissedilen tuvalet eksikliğinin giderilmesi için hangi tedbirler alınmaktadır?
  21. Sahadaki arama kurtarma ekiplerinin takibi neden sağlanamamıştır? AFAD dışından arama kurtarmalara dahil olan yerli ve yabancı ekipler AFAD ile neden uyumlu bir saha çalışması yürütememiştir?
  22. Arama kurtarma sonrası enkaz altından ölü ya da diri bir şekilde çıkmayan ‘kayıp’ vatandaşlarımızın sayısı kamuoyu ile ne zaman paylaşılacaktır? Enkazdan cenazesi çıkan ancak kimliği tespit edilemeyen vatandaşlarımızın sayısı kaçtır? Bu sayı, hayatını kaybeden vatandaşlarımızın sayısına dahil edilmekte midir?
  23. Deprem sonrası yaşanan iç göç için şehirlerimizde bir planlama ve yönlendirme var mıdır? Şehirlerimizdeki konut kapasitesi ve yapısı yaşanacak iç göçlere hazır mıdır?
  24. Afet bölgesinde yaşanan deprem ile birlikte işyeri veya çalışma alanı yok olan/zarar gören esnaf, sanayi kuruluşları ve serbest çalışanlar için gerekli planlamalar yapıldı mı?
  25. AFAD ve diğer kurum/kuruluşlar bünyesinde toplanan bağış ve yardımlardan, nerelere ne kadar harcama yapılacağı kamuoyuna şeffaf bir şekilde açıklanacak mıdır?
  26. Deprem sonrası hangi bölgenin yoğunlukla neye ihtiyacı olduğu neden paylaşılamamıştır? AFAD bünyesi dışında gönderilen yardımların koordinesi neden yapılamamış ve birçok yardım neden ziyan olmuştur?
  27. Deprem sonrası afet bölgesinden tahliyeler için deprem öncesinden planlamalar yapılmış mıdır? Eğer yapıldıysa, bu tahliye planları neden gerçekleştirilememiştir?
  28. Deprem sonrası afet bölgesinde yağma ve hırsızlık suçundan şüpheli olduğu iddia edilen kişilere yönelik işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında kaç kişi hakkında idari soruşturma açılmıştır? Kaç kişi görevden uzaklaştırılmıştır?
  29. Uzmanların yakın zamanda olası bir deprem için uyardıkları özellikle İstanbul için hazırlıklar ne durumdadır? Risklerin azaltılması ve hazırlık kapsamında bu bölgelerimizde hangi çalışmalar yürütülmektedir?
  30. Beklenen büyük İstanbul depreminde, İstanbul ile birlikte 9 ilimizdeki 8 milyon hanede 26 milyon insanımızın etkileneceği, tehdit altındaki çevre iller ile birlikte de milli gelirimizin yarısının doğrudan etkileneceği bir depreme hazırlığınız nedir?

Bekir Bozdağ’a: Yıkılmış, yıkılacak ya da ağır hasar alan binalardan kaynaklanan vefatlar ile maddi ve manevi zararlara ilişkin hukuki, idari ve cezai sorumluluk kimlerdedir?

  1. Yıkılmış, yıkılacak ya da ağır hasar alan binalardan kaynaklanan vefatlar ile maddi ve manevi zararlara ilişkin hukuki, idari ve cezai sorumluluk kimlerdedir?
  2. 6 Şubat sabahı saat 05.34’de depremin büyüklüğü saptanmasına karşın, neredeyse tüm şehirlerde ilk 48 saatte, bazı şehirlerde ilk 72 saatte arama-kurtarma çalışmalarının başlatılmamasının hukuki sorumlusu tespit edilmiş midir?
  3. Otopsi raporlarının alınamaması sebebiyle ölümlerin nedeni tespit edilemediğinden, kaç vatandaşımızın gecikmiş arama kurtarma çalışmaları sebebiyle soğuktan veya açlıktan vefat ettiği tespit edilmiş midir ve gecikme nedeniyle sorumlular hakkında soruşturma başlatılmış mıdır?
  4. 6306 sayılı yasa ve ilgili yönetmeliklerin çelişkili ve zorlaştırıcı ifadeleri nedeniyle afet riski altındaki alanların dönüştürülmesi ile ilgili süreçlerin tıkanmasının sorumlusu kimdir ve bu yasaya nedeniyle başvuruların tıkanması Bakanlığınızca tespit edilmiş midir?
  5. Bu yapılara ilişkin olarak müteahhitler dışında, gerekli izinlerin verilmesi ve denetim süreçlerinde etkili olan kurum ve şahıslar hakkında da Cumhuriyet Başsavcılıkları tarafından işlem başlatılmış mıdır?
  6. Depremde yıkılan özellikle hastane, okul gibi kamu binaları bakımından sorumlular hakkında hukuki süreçler başlatılmış mıdır?
  7. Depremde yıkılan ya da ağır/orta hasar alan bütün binaların enkazlarından bilirkişiler eşliğinde savcılıklar tarafından örnekler alınmakta mıdır? Yıkılan her bir binanın analizi yapılacak mıdır? Örnek alınmadan enkazı kaldırılan bina bulunmakta mıdır?
  8. Deprem bölgesine yeterli arama kurtarma personelinin sevk edilmemesi ve aralarında koordinasyonun sağlanamamasında ihmali olan kişiler tespit edilmiş midir, buna ilişkin bir süreç yürütülmekte midir?
  9. Yaşanan can kayıpları ile mali zararlar hakkında adli ve idari soruşturmalar açılmış mıdır? İhmallerin tespiti hâlinde olası kastla veya bilinçli taksirle öldürme suçlarından davalar açılmış mıdır?
  10. Bu soruşturmaların yürütülmesi için deprem bölgesinde kaç savcı görevlendirilmiştir?
  11. Türkiye Barolar Birliği’nin deprem bölgesinde vatandaşların hukuki haklarının incelenmesini sağlamak üzere çalışmalar yapılması için oluşturduğu komisyonlara Bakanlık tarafından bir katkı ve destek sağlanıyor mu? Bu kapsamda Barolar Birliği ile iş birliği kuruldu mu?
  12. Afet bölgesinde yağma ve hırsızlık suçundan dolayı kaç kişi hakkında soruşturma açılmıştır? Bu suçlardan kaç kişi tutuklanmıştır?
  13. Afet sonrası yağma ve hırsızlık suçundan şüpheli olduğu iddia edilen kişilere yönelik işkence ve kötü muamele iddialarına ilişkin kaç kişi hakkında soruşturma açılmış, kaç kişi tutuklanmıştır?

Murat Kurum’a: İmar aflarından yararlanan kaç yapı yıkıldı? Kusurunuz nedir? İhaleler şeffaf olacak mı?

  1. Depremde yıkılan binalardan bilirkişi eşliğinde örnekler alınmadan neden enkaz toplama işlemine girişilmiştir? Yıkılan her bir binanın analizi yapılmakta mıdır?
  2. Hasar tespit çalışmaları için sahada yeterli sayıda uzman mühendis var mıdır? Hasar tespit çalışmalarında ilgili meslek odalarından istifade edilmekte midir? Hazırlanan hasar tespit raporlarına “şeffaflık” ilkesi gereği (Kamu, Üniversiteler, Yerel Yönetimler, Meslek Odaları vs) erişim kolaylıkları sağlanacak mıdır?
  3. Afet bölgesinde, imar aflarından yararlanarak Yapı Kayıt Belgesi alan yüzbinlerce yapıdan ne kadarı depremde yıkılmıştır? 1. derece deprem bölgesi olduğu bilinen bu bölgede binaların imar barışından faydalanabilmesi için depreme dayanıklılık raporu neden istenmemiştir?
  4. Afet bölgesinde kentsel dönüşüm yapmak maksadıyla ilan edilen kaç riskli alan vardır? Bu alanlar nerelerdir? Bu alanlarla ilgili bugüne kadar alınan tedbirler nelerdir? Yıkılan binaların ne kadarı bu alanlarda yer almaktadır? Riskli alan ilan edilmeyen alanlarda kaç bina yıkılmıştır? Bu alanlar neden riskli alanlar olarak görülmemiştir?
  5. 2013 yılında Bakanlar Kurulu tarafından Hatay ili İskenderun ilçesinin Meydan, Cumhuriyet, Modernevler, Numune, Pınarbaşı ve Esentepe mahallelerinde bulunan bazı alanların riskli alan ilan edilmesine ilişkin karar Cumhurbaşkanlığı’nın 5175 sayılı kararıyla yürürlükten kaldırılmıştır. Riskli alan olmaktan çıkarılan bu alanlarda kaç yapı yıkılmış ve hasar almıştır?
  6. Okul, yurt ve hastaneler olarak Türkiye genelinde hangi illerimiz depreme dayanıklılık bakımından taranmıştır? Bu taramalar neticesinde; okul, yurt ve hastanelerden ne kadarı hakkında yıkım, güçlendirme veya kullanım kararı verilmiş, ne kadarının yıkıldığı veya güçlendirilecekse projeleri yapılarak güçlendirilmiştir?
  7. Depremler sonucu yıkılan binaların tek sorumlusu müteahhitler midir? Bu alanları imara açan Belediyelerin, projeye onay veren yapı denetim firmalarının kusuru nedir? İnşaat ve ruhsat zincirinde onayı bulunan başta da yapı sektörünün kural koyucu ve kontrol edici mekanizması olan Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığının buradaki kusuru nedir?
  8. Özellikle deprem yaşadığımız 11 ilimizde kamu binalarının hasar görme riskleri belirlendi mi? Belirlendiyse gereği olarak ne yapılmıştır?
  9. Afet bölgesindeki binaların; bina yaşı tasnifi yapılmış mıdır? Kaç tanesi 2000 öncesi, kaç tanesi 2000 sonrası inşa edilmiştir? Yıkılan, ağır ve orta hasar alan binaların inşa edildiği yıllara göre tasnifleri nedir? Söz konusu bilgilerin geleceğe yönelik önemli veri kaynağı olacağı sabitken, bu veriler araştırmacı ve akademisyenler başta olmak üzere tüm kamuoyu ile neden paylaşılmamaktadır?
  10. Afet bölgesinde kritik altyapı ve tesislere (ulaşım, haberleşme, sağlık tesisleri, elektrik, su, kanalizasyon, barajlar, petrol ve doğalgaz boru hatları, kültürel ve tarihi eserler) yönelik deprem riskine karşı bugüne kadar neden gerekli tedbirler alınmamıştır?
  11. Deprem fay hatları üzerindeki yerleşimlerin daha güvenli alanlara taşınması ve yeniden inşası için planlama nedir?
  12. Depremler sonrası hayatın tekrar normale dönmesi kapsamında kalıcı konut çalışmalarının hemen başlatılacağı anlaşılmaktadır. Depremler nedeniyle 4734 sayılı kamu ihale kanununun 21. maddesi b bendine göre istisna kapsamında pazarlık usulü ile yapılacak ihalelerde davet edilecek firma kriterleriniz nedir? Bu ihalelerin tüm süreçleri şeffaf şekilde kamuoyu önünde yapılacak mıdır?
  13. Yeni yapılacak binalarda fay hatlarının tespit edilerek inşaat izinlerinin buna göre düzenlenmesi ve ruhsatlandırılması için ne tip iyileştirmeler yapılacaktır?

Hulusi Akar’a: 2. Ordu ne zaman arama kurtarmaya katıldı? Kaç TSK mensubu sevk edildi?

  1. Türk Silahlı Kuvvetleri doğal afetlerden sonra icra edilecek arama kurtarma faaliyetlerinde hangi planlamalar dahilindedir?
  2. İçişleri Bakanı tarafından depremden 1 saat sonra dördüncü seviye acil durum ilan edilmiştir. Depremlerde arama kurtarma faaliyetleri için kritik zaman dilimi olan ilk 24 saatte ve ilk 48 saatte kaç Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu bölgeye arama kurtarma amacıyla sevk edilmiştir?
  3. Afet bölgesinde 8 Şubat 2022 tarihiyle ilan edilen olağanüstü hal kapsamında bölgeye kaç Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu sevk edilmiştir?
  4. 21 Şubat itibariyle afet bölgesinde kaç Türk Silahlı Kuvvetleri mensubu bulunmaktadır?
  5. Karargahı deprem bölgelerinden Malatya’da bulunan 2. Ordu’da kaç askerimiz görev yapmaktadır? 2. Ordu arama kurtarma faaliyetlerine ne zaman katılmıştır?
  6. Depremlerde Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının görev tanımı ve yetkilerini düzenleyen mevzuat hükümleri ve protokoller nelerdir?
  7. Türk Silahlı Kuvvetleri envanterinde bulunan iş makinaları, jeneratörler, alternatif haberleşme sistemleri, soğuk iklim çadırları, ısıtıcılar, aydınlatma setleri, mobil sahra mutfakları, mobil sahra fırınları, mobil sahra banyoları, mobil sahra tuvaletleri, mobil sahra çamaşırhaneleri, mobil su ikmal noktaları, mobil su ısıtıcıları, mobil sahra hastaneleri, yük kamyonları, çekiciler, akaryakıt tankerleri ve römorkları, su tankerleri ve römorkları gibi araç ve gereçlerden kaç adedi deprem bölgesinde kullanılmıştır?
  8. Valilerden il sınırlarındaki askeri birlikleri enkaz kaldırma çalışmalarına çağırma yetkisi doğrultusunda Bakanlığınıza yazılı ya da sözlü bir talep ulaşmış mıdır?

Adil Karaismailoğlu’na: Haberleşme neden çöktü? Yabancı ekipmanlar neden geri çevrildi? Sosyal medya yavaşlatma kararı kim tarafından ve hangi gerekçeyle alındı?

  1. Neden hemen depremin akabinde elindeki uçak, İHA ve helikopterlerle yıkılan konutlar, kapanan yollar, yıkılan köprüler tespit edilerek ihtiyaçlar belirlenememiştir ve gerekli planlama buna göre yapılamamıştır?
  2. AFAD’ın 9-10-11 Ekim 2019 tarihlerinde, yaşadığımız depreme çok benzer olan senaryoya göre yaptığı tatbikatın ulaşım ve iletişime ilişkin sonuç çıktısı tarafınıza iletilmiş midir? AFAD, tarafınıza söz konusu tatbikattaki çıktılar doğrultusunda alınması gereken tedbir ya da geliştirilmesi gereken hususlar hakkında bilgilendirmede bulunmuş mudur? Bulunduysa bu konuda tarafınızca bir süreç yürütülmüş müdür?
  3. Afet ve acil durumlarda müdahalenin yapılabilmesi, koordinasyonun sağlanabilmesi, kaynakların etkin kullanımı, kısaca afet ve acil durumun bütüncül olarak yönetilmesi açısından haberleşme sistemlerinin daima faal olması hayati önem taşıdığı bilinirken, neden haberleşme kanallarının tümü çökmüştür?
  4. Afet sonrasında yaşanan bilgi kirliliğinin önlenmesi, toplumun doğru olarak bilgilendirilerek doğru ve güvenli bilgiye ulaşması elzemken niçin internet kısıtlamasına gidilmiştir?
  5. Sosyal medya yavaşlatma kararı kim tarafından ve hangi gerekçeyle alınmıştır?
  6. Depremden etkilenen alanda ses ve veri iletişimi ne kadar süreliğine ve ne kadar hasar almıştır?
  7. GSM Operatörleri ile deprem öncesi, deprem anı ve deprem sonrası için herhangi bir hazırlık veya protokol oluşturuldu mu? GSM operatörlerinin afet yönetim tedbirleri neler olmuştur?
  8. Mobil şebekelerde yaşanan aksaklıklar doğrultusunda, iletişim ve haberleşmede yabancı şirketlerden gelecek olan ekipman ve uydu sistemleri neden geri çevrilmiştir?
  9. İskenderun limanı gibi büyük bir ticaret limanında deprem gibi doğal afet sonrasında meydana gelebilecek yangın ve diğer risklerin acil durum planlarının olması ve bunun liman başkanlığı sorumluluğunda uygulanması gerekirken yangın neden günlerce söndürülememiştir?
  10. Hatay Havaalanının 1. derece deprem riski olan bir zeminde yapılması sürecinde Bakanlığınızca buna ilişkin bir risk değerlendirme süreci yürütülmüş müdür? Uzman uyarılarına rağmen havaalanı neden bu bölgede inşa edilmiştir? Havaalanının olası bir afet durumundaki hayati önemi göz önünde bulundurulduğunda, havaalanının da olası bir depremde hasar görebileceği tarafınızca dikkate alınmış mıdır ve buna ilişkin bir ön hazırlık yapılmış mıdır?
  11. Uzmanların yakın zamanda olası bir deprem için uyardıkları, özellikle İstanbul için ulaşım ve iletişimin sorunların ortaya çıkmaması için hazırlıklar ne durumdadır? Risklerin azaltılması ve hazırlık kapsamında bu bölgelerimizde hangi çalışmalar yürütülmektedir?
  12. Beklenen büyük İstanbul depreminde, İstanbul ile birlikte 9 ilimizdeki 8 milyon hanede 26 milyon insanımızın etkileneceği, tehdit altındaki çevre iller ile birlikte de milli gelirimizin yarısının doğrudan etkileneceği bir depreme hazırlığınız nedir?

 

Anayasa’nın 24. ve 41. Maddesi ile İlgili Değişiklik Teklifi Hk. Anayasa Komisyonu Toplantısında Konuşmam

Çok Saygıdeğer Başkanım, öncelikle söz verdiğiniz için teşekkür ediyorum…

Tüm hazirunu saygı ve muhabbetle selamlıyorum. Anayasa Değişikliği Teklifi’yle ilgili sürecin ülkemiz, milletimiz için hayırlara vesile olmasını diliyorum.

Şimdi, bugün tabii şunu özellikle gördük: Gerçekten on yıllarca bu ülkenin kanayan yarası olan başörtüsüyle ilgili büyük acıların yaşanmış olması ve bu acılar sebebiyle de bugün Türkiye Büyük Millet Meclisinde temsil edilen bütün siyasi partilerin bundan üzüntü duyması, geçmişte yapılan hataları açıkça ifade etmesi ve bugün başörtüsü özgürlüğünün güvenceye kavuşturulması konusunda tam bir mutabakatın var olması gerçekten Türkiye için çok değerli olduğunu düşünüyorum; bunun altının çizilmesi gerektiği kanaatindeyim. Bu da gerçekten ülkemiz için aslında bir taraftan acı bir tablo, 2023’te bu meseleleri konuşuyor olmamız daha da acı bir tablo ama diğer taraftan da en azından geçmişte kalmış olması hususunda tam bir mutabakat olması da değerli, önemli. Tabii, burada aynı zamanda değerli siyasi parti temsilcileri arkadaşlarımız şunun da altını çizdi: “Başörtüsü özgürlüğünü güvenceye alalım.” iradesi ortak bir kanaat olduğuna göre herkesin aslında kullandığı dil olan metinde de o zaman uzlaşalım. Dolayısıyla bunun da değerli olduğunu düşünüyorum çünkü böyle temel hak ve özgürlüklerle ilgili bir meselenin gerçekten Türkiye Büyük Millet Meclisinden üçte 2 çoğunlukla geçmesi ve referanduma gerek olmaması da yine önemli bir aşama olacaktır ki bu olgunluğu da tüm siyasi partilerin ve tüm milletvekillerimizin göstereceğine inancım tamdır. Bugün bu tabloyu burada net bir biçimde gördüğümüzü düşünüyorum. Dolayısıyla burada bundan sonraki süreçte de bu iradenin, ortaya konulan tam mutabakat iradesinin gereğinde de uzlaşılmalı.

Yine, siyasi parti temsilcilerimiz ve aslında kanun teklifini getiren arkadaşlarımız da şunu ifade ettiler: “Aslında Anayasa değişikliğine gerek yok.” Çünkü bu bir uygulama sorunuydu; ülkemizde on yıllarca bir uygulama sorunu olarak cereyan etti, Anayasa’ya aykırı bir biçimde bu uygulama gerçekleştirildi. Bu, özgürlükçü laiklik anlayışı yerine ideolojik, devleti taraf kılan bir laiklik anlayışının gereği olarak icra edildi ve maalesef Anayasa Mahkemesi de uzun zaman bu uygulamaları teyit etti ve Anayasa’ya uygunluğunu onadı. Bunu Refah Partisi kapatma davasında olsun, daha öncesinde Anavatan döneminde yine Anayasa Mahkemesinin iptal ettiği kanun da olsun, yine AK PARTİ’nin kapatılma davasıyla ilgili de gerekçe gösterilmesinde olsun gerçekten bu sıkıntılar yaşandı ve 2012 itibarıyla Anayasa Mahkememiz özgürlükçü laiklik anlayışını benimsedi ve bunun gereği olarak da bu kabul edilemez. Gerçekten bana göre de çok büyük bir ayıp olan, on yıllarca yaşatılan ama bugün daha da -demin Sayın Grup Başkan Vekilinin de ifade buyurdukları gibi- travmatik bir durum olan ve akla geldiği takdirde insanları duygulandıran bir manzara başörtüsüne yönelik yasaklar ve o zaman uygulanan o otoriter devlet anlayışının gerekleri, o zorbalık. Dolayısıyla şunun da tespit edilmesi gerektiğini düşünüyorum: “Uygulama sorunu.” diyoruz, bu uygulama sorununun bugün başka alanlarda da gerçekleştirildiğini de göz ardı etmemek gerekir. Bu uygulama sorunuysa bugün dahi bizim özgürlükçü bir anayasal devlet kuramamış olmamızın sebebi. Bakın, bugün daha da “Biz yarın öbür gün bir iktidar değişimi olasılığı olduğu takdirde acaba başörtüsü özgürlüğüne yönelik bir ihlal söz konusu olabilir mi? Bu özgürlükleri kısıtlayan bir yaklaşım biçimi olabilir mi?” endişesini taşıyorsak o zaman burada şunu da tespit etmek lazım: Hep birlikte bu dönemin Parlamentosu olarak da özgürlükçü anayasal devletin inşa edilmesi konusunda üzerimize düşeni yapamamışız maalesef. Bunun da tespit edilmesi gerekiyor çünkü yaşanan bu büyük acılar yanında bugün de Anayasa dışında uygulamalar, yargı bağımsızlığının tamamen yok sayılması, yine 28 Şubat mağduriyetlerinin kısmen devam etmesi, Kürtlerle ilgili ciddi sorunlar, KHK mağduriyetlerinin yaşanması ve Alevilerle ilgili özellikle din özgürlüğünü konuşuyoruz, 24’üncü maddeyi konuşuyoruz bu konuda bile Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararlarının gereklerinin yerine getirilmemesi konusundaki tutum, maalesef bugün de anayasal devlet anlayışından yani insan haklarına, insan onuruna dayanan anayasal devlet anlayışından ne kadar uzak olduğumuzu gösteriyor. Dolayısıyla hep birlikte otoriter devlet anlayışını aşamadığımız sürece, maalesef bu endişelerle her zaman karşı karşıya kalacağız. Bunun da tespit edilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Özellikle Anayasa’mızın 24’üncü maddesi bu konuda bakın, çok bariz bir örnek, şimdiye kadar hiçbir arkadaşımız dile getirmedi. Lütfen, her bir arkadaşımıza özellikle istirham ediyorum, Anayasa’nın 24’üncü maddesini; lütfen, İnsan Hakları Beyannamesi’nin 18’inci maddesiyle ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesiyle mukayese etsinler. Bizim Anayasa’mızdaki din özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü maddesinin şu anki dünyada kabul gören evrensel standartların ne kadar gerisinde olduğunu çok net olarak göreceklerdir. Dolayısıyla, biz burada başörtüsü başta olmak üzere temel hak ve özgürlükleri anayasal güvenceye kavuşturma noktasında bir irade ortaya koymuş isek o zaman bunun gereği de aslında 24’üncü maddenin evrensel standartlar doğrultusunda ele alınması gerekliliğidir ki maalesef bundan çok uzak bir manzarayla karşı karşıya olduğumuzu da tespit etmemiz gerekiyor. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesi olsun, İnsan Hakları Beyannamesi’nin 18’inci maddesi olsun açık ve net bir biçimde bireysel din özgürlüğünü, topluca din özgürlüğünü, inanma inanmama hakkını ve özellikle öğretim hakkını, dinî toplulukların, azınlık grupların öğretim hakkını teminat altına alıyor ama maalesef bugün bizim Anayasa’mızda bu haklar esaslı bir biçimde, net bir biçimde, ciddi kısıtlamalar olmaksızın teminat altına alınmış değil. Dolayısıyla, bizim şu anda üzerinde durduğumuz ve daha ileri bir safhaya getirmeyi arzu ettiğimiz Anayasa’nın 24’üncü maddesi bu tekliflerin de kabul görmesi neticesinde bile değerlendirecek olsak evrensel standartların maalesef ve maalesef çok çok gerisindedir. Dolayısıyla, asıl ortaya konulması gereken irade Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 9’uncu maddesini ve İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 18’inci maddesini dikkate alarak o standartlara uygun bir 24’üncü madde düzenlemesi yapmak gerekirdi ki olması gereken de bence bu. Bu olmadığı takdirde ve yine bunun gerçekten her bir insanımızda, özellikle hukukun üstünlüğü, insan onuruna dayanan anayasal devlet anlayışı, ötekinin hakkı konusuyla ilgili başta eğitim müfredatımız olmak üzere tüm toplumu bilinçlendirme süreci devlet politikası olmadığı sürece bu konularla ilgili maalesef yine yeterli bir netice elde edememiş olacağımızı ve her zaman bu meselelerin siyasi polemik ve ayrıştırıcı unsur olacağını da özellikle vurgulamak gerekiyor. Ne acıdır ki ülkemizde daha da birbirimizin temel hak ve özgürlükleri konusunda endişe ediyoruz. Ne acıdır ki ülkemizde daha da iktidar şu iktidar olursa, bu iktidar olursa bizim en temel insan onurunun gereği olan en temel hak ve özgürlüklerimizin yerine getirilmemesi konusuyla ilgili endişe taşıyoruz. Neyse, bunları aşabilecek durumda değiliz, bunun bilincindeyim, bunun farkındayım ama bütün arkadaşlarımızın da bunun farkında olması konusu hassasiyetini tekrar getirmek istedim.

Tabii, metne gelince, şimdi, bugün özellikle metinle ilgili de bir iki hususa temas etmek istiyorum. Bakın, madem böyle bir sürece, noktaya geldik ve gerçekten mutabakat düzeyinde bir irade ortaya çıktı. O zaman, yapılması gereken, aslında, tüm tartışmalardan uzak, özellikle tarafsız devlet anlayışına uygun ki laikliğin gereği budur, laikliğin gereği devletin herhangi bir ideoloji, bir dinî görüş benimsemesi değildir, tamamen devletin tarafsız olmasıdır, devletin tarafsız olması durumunda bu ülkede dindarlar da dindar olmayan insanlar da huzur içerisinde yaşayacaklardır. Dolayısıyla bu ülkenin gereğinin yerine getirilmesi konusuyla ilgili madde metninin tekrar gözden geçirilmesinde ben fayda görüyorum. Aynı zamanda, yine, madde metninde başörtüsü kullanan hanımefendilerin başını hangi motivasyonla örttüğü hususunun da Anayasa’da ele alınmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü bir insanın hangi motivasyonla ne yaptığı konusunu biz Anayasa’ya alırsak yarın öbür gün bu motivasyon sorgulamalarıyla da karşı karşıya kalacağız. Bakın, geçmişte bunlar oldu, geçmişte insanların hangi motivasyonla başörtüsü taktığı konusu sorgulamalar yapıldı ve hatırlayın Anayasa Mahkemesi kararlarında da bu oldu, çarpıtılarak maalesef dinî motivasyonlu olmadığı gerekçesiyle de yine orada özgürlükçü tutum reddedildi. Dolayısıyla bana sorarsanız, özellikle, ikinci fıkrada, mesela “dinî inancı sebebiyle” diyor orada, o “dinî inancı sebebiyle” kısmının kaldırılması ve hiçbir kadının başını örtmesi veya tercih ettiği kıyafetinden dolayı eğitim ve öğretim çalışma hayatından mahrum edilmemesi şeklinde bu madde metninin ilerlemesinin daha sağlıklı bir netice doğuracağını düşünüyorum. Çünkü kanunları biz, bir insanın iç dünyasında olan ve bir insanın yani insanoğluyla en yakın bağlantıda olan vicdan hürriyetini sorgulayacak bir noktaya getirmememiz gerekiyor. Bu sebepten dolayı da başörtülü hanımefendilerin motivasyonunu sorgulayan bir dili metne bence koymamamız gerekiyor, o hanımefendinin kendisi takdiridir, hangi motivasyonla takarsa taksın zaten ne diyoruz burada? “Tercih ettiği kıyafetinden dolayı” da diyoruz. Yani hangi motivasyonla, hangi kıyafeti tercih ederse etsin bu özgür alanın en temel gereğidir, bunun da özellikle altını çizmek istiyorum. Dolayısıyla bu şekilde makuliyete çekilen ve metinde tekrar edilmeyen ve gerçekten Anayasa’ya daha uygun… Zaten Anayasa’mız maalesef ki çok kötü bir metin, gerçekten birçok yazım hatası olan, imla hatası olan, Türkçesi bile bozuk olan bir metin ve ülkemizde anayasa, yine, ileri demokrasilerden farklı bir biçimde adeta bir tüzük gibi ele alınıyor, bir yönetmelik gibi alınıyor, bu da neden kaynaklanıyor? Yine, toplumsal mutabakat üzerine bina edilmiş bir anayasal düzene sahip olmamamızdan kaynaklanıyor maalesef ve endişelerimizden kaynaklanıyor birbirimizle ilgili. Bu hususların yanında da tabii yine 24’üncü maddenin yanında bir diğer konu olarak da şunu da belirtmek istiyorum: Yine, 24’üncü maddeyi konuşuyoruz, demin bir arkadaşımız da belirtti.

Bakın, mevcut 24’üncü maddesiyle ilgili Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları var, bu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararları kısmen uygulama sorunu ama gönül isterdi ki bunları da dikkate alalım. Bugün, mesela, din dersi maalesef tarafsız bir biçimde değil, aynı zamanda nesnel bir biçimde değil ve aynı zamanda o inanca mensup olmayan insanlara da bir şekilde onların arzu etmediği derse zorunlu olarak katılması suretiyle gerçekleştiriliyor, bu da temel hak ve özgürlüklere aykırı. Bu konuda, madem 24’üncü maddeyi işliyoruz, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin kararının gereğini de o zaman ekleyebilirdik.

FETİ YILDIZ (İstanbul) – 2008’de iptal kararına uygun bulmuştur yani kendi prensiplerini de çiğnemiştir, sınıfta kalmıştır.

MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) – Kim?

FETİ YILDIZ (İstanbul) – Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi.

MUSTAFA YENEROĞLU (İstanbul) – Hayır, hayır. Orada kastettiğim şey, uygulamada bunun gereği yapılabilir, uygulamada bunun gereği yapılması konusuyla ilgili yani 24’üncü madde bağlamında başka eksiklikler de var, bunu da giderebiliriz.

Yine, aynı zamanda, bakın, 24’üncü maddede, demin ifade ettim, 24’üncü maddenin son kısmında o kadar ciddi kısıtlamalar var ki, bu temel hak ve özgürlüklerle örtüşmüyor; istismardan bahsediliyor, şundan bahsediliyor, bundan bahsediliyor, özgürlüklerin istismarından bahsediliyor; bu, temel anayasal ilkelere aykırıdır, bu, aslında anayasa anlayışına aykırı olarak devlete hak veriyor. Halbûki, anayasa devlete hak verme noktasında yazılmaz, anayasa devletin özellikle olası tiranlaşması karşısında, hukukun sınırlarını zorlaması ve aşması karşısında bireylere özgürlük verir ki bu Anayasa’nın 24’üncü maddesi maalesef bunu da dikkate almıyor.

Yine, 41’inci maddesine geçmek istiyorum fakat 24’üncü maddesiyle ilgili şunu son olarak söyleyeyim: Gerçekten bu konuda bir irade ortaya konuldu ve Parlamentoda temsil edilen bütün siyasi gruplar bu iradeyi teyit ediyorlar, bu iradeye sahip çıkıyorlar. Dolayısıyla daha makul bir düzenleme yani bazı değişikliklerle daha iyi bir metin bence Parlamentodan çıkabilir; hep birlikte bunun çabası içerisinde olmamız gerektiği kanaatindeyim.

Yine, 41’inci maddeyle ilgili, bakın, 41’inci madde… Bir kere öncelikle şunu belirtmek istiyorum: En temel hak ve özgürlük olan ve gerçekten on yıllarca büyük acılara vesile olmuş başörtüsü konusunun yanına, tamamen algılara dayanan ve hayalî olan varsayımlarla, vehimlerle bir maddenin getirilmesini ben üzüntüyle karşılıyorum ve bunun aslında başörtüsü konusuyla ilgili ortaya koyduğumuz, hep birlikte ortaya koyduğumuz ciddiyete de aykırı olduğu kanaatindeyim; o sebepten dolayı da 41’inci maddenin tamamıyla gereksiz olduğunu düşünüyorum. Neden gereksiz olduğunu düşünüyorum, onu da belirteyim: Bir kere kanunlarımızda zaten evlilik birliğinin kadın-erkek birlikteliğinden oluştuğu açıkça ifade ediliyor, birçok kanunda bu ifade ediliyor, bunu toplumda tartışmaya açan hiçbir kesim yok, bunu Parlamentoda şimdiye kadar gündeme getiren hiç kimse yok. Dolayısıyla böyle bir gündem yoksa, tamamen hayalî bir biçimde ve fuzuli bir biçimde, toplumu da sanki böyle bir endişe, böyle bir durum varmış gibi meşgul etmek, böyle bir konuyla, hele bunu bir de başörtüsü gibi gerçekten çok önemli bir konunun yanına koymak bence gerçekten çok üzücü bir durum ki bunun tekrar gözden geçirilmesini özellikle istirham ediyorum ve bu çerçevede şunu da belirtmek istiyorum: Bakın, Anayasa bir kere algılara dayanmamalı, Anayasa hayalî endişelere dayanmamalı, Anayasa aynı zamanda toplumumuzun bu kadar zayıf olduğu gibi bir görüntüyü de ortaya koymamalı. Bir kere kanunlarda bir değişiklik yapılacaksa zaten o da Meclisten geçmesi gerekiyor, çoğunlukla bu şekilde karar alınması gerekiyor. Dolayısıyla böyle bir tablo yok, kimsenin böyle bir talebi yok, neden böyle bir gereklilik duyuyoruz? Bu gerekliliğin neticesinde de, bakın, toplumda çok farklı algılar oluşuyor, ben bu farklı algıların oluşmasının da aynı zamanda toplumsal huzurumuza da zarar verdiği kanaatindeyim. Toplumu devamlı böyle korkularla diken üstünde tutmanın doğru bir yaklaşım olmadığını düşünüyorum. Ayrıca şunu da belirtmek istiyorum: Anayasa’da böyle bir düzenleme getirdiğiniz zaman o engellemeyi arzu ettiğinizi engellemiş olmuyorsunuz ki. Bir kere, bakın, birçok dünya ülkesine bakabilirsiniz, Batı ülkelerine bakabilirsiniz, Batı ülkelerinde bu eş cinsel birlikteliğin illa evlilik olarak zikredilmediğini ve evlilik olarak kanuni düzenleme yapılmadığını da göreceksiniz, kanuni düzenleme yapıldığı örneklerde de bunların yine evlilik birliği şeklinde değil de, örneğin yaşam partnerliği şeklinde yapıldığını göreceksiniz. Dolayısıyla böyle bir düzenleme yani Anayasa’ya böyle bir düzenleme almamız zaten sonuçta o arzu ettiğiniz hedefe hizmet eden bir düzenleme olmuyor. O açıdan bunun gerçekten tamamıyla gereksiz, tamamıyla fuzuli bir düzenleme olarak ben gündemden kaldırılması gerektiğini düşünüyorum ve Anayasa’nın 24’üncü maddesinde bugün ortaya konulan iradede olduğu gibi uzlaşılması ve bunun neticesinde de Parlamentoda mümkün mertebe 500’ün üzerinde milletvekilinin desteğiyle 24’üncü maddenin geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Tekrar hepinize saygılarımı sunarım.

10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü Hk. Basın Açıklaması

“Gazetecilerin görevlerini bağımsız bir şekilde ve kaygı duymadan yapabildiği özgür bir Türkiye’yi inşa edeceğiz”

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikalarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, 10 Ocak Çalışan Gazeteciler Gününü kutlamak amacıyla basın açıklaması yaptı. Mevcut iktidar döneminde gazetecilerin yoğun bir baskı altında çalışmak zorunda kaldığını belirten Yeneroğlu, günümüzde basın özgürlüğünden ve dolayısıyla da çoğulcu bir kamuoyundan bahsetmenin mümkün olmadığını ifade etti.

Yeneroğlu açıklamasında şu başlıklara yer verdi:

‘Özgür basın demokratik toplumun zorunlu unsurudur’

“Demokratik bir toplumun zorunlu unsurlarından biri olan basın özgürlüğü, kamuoyunun bilgilendirilmesinin ve kamuoyunda herhangi bir konuda kanaat oluşturulmasının en etkili araçlarındandır. Bağımsız ve eleştirel basının olmadığı bir toplumda özgür ve çoğulcu bir kamuoyunun oluşması mümkün değildir. Basın sektöründe çalışan gazetecilerin türlü şekillerle baskı altında olduğu bir ortamda basın özgürlüğünden ve dolayısıyla da çoğulcu bir kamuoyundan bahsetmek mümkün değildir.”

‘Ülkemizde gazeteciler ciddi sorunlarla karşı karşıyadır’

“Bugün ülkemizde gazeteciler ciddi sorunlarla karşı karşıyadır. Gazetecilerin ekonomik ve sosyal haklar yönünden yeterli güvencelere sahip olmamaları, mesleki faaliyetleri sebebiyle fiziksel saldırı ve ceza tehditlerine maruz kalmaları, iktidarın medya sahipleri üzerinden uyguladığı baskı, mobbing, sindirme ve işten attırma gibi durumlar, gazetecilik mesleğinin icrasını oldukça zorlaştırmaktadır. Mesleki faaliyetleri dolayısıyla gazetecilerin ceza soruşturması tehdidi ile karşı karşıya kalması hem basın özgürlüğünün hem de gazetecilerin mesleklerini hakkıyla gerçekleştirebilmelerinin önündeki en önemli engellerden biridir.”

‘Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde Türkiye, 180 ülke içerisinde 149. Sıradadır’

“Bugün iktidar, basın özgürlüğünü temel bir hak olarak görmemekte, medyayı baskıcı yönetimin bir propaganda aparatı olarak kabul etmektedir.

Sınır Tanımayan Gazeteciler’nin yayınlamış olduğu 2022 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi, ülkemizde gazetecilerin ve basın özgürlüğünün halini ortaya koymaktadır. Bu endekse göre Türkiye, 180 ülke içerisinde 149. sırada, basın özgürlüğünün “kötü” olduğu ülkeler arasında yer almaktadır.”

‘Basın özgürlüğünü güçlendireceğiz’

“Biz DEVA Partisi olarak, basın özgürlüğünün güvence altına alınmasının hem demokratik toplumun hem de ifade özgürlüğünün bir gereği olduğuna inanıyoruz. Bu doğrultuda 2 Ocak 2023 tarihinde duyurduğumuz Temel Haklar Eylem Planı’mızda hem basın özgürlüğünü güçlendirmeye hem de gazetecilerin meslek hayatlarında yaşadığı sorunları ortadan kaldırmaya yönelik kapsamlı çözüm önerilerimize yer verdik.”

‘Basın özgürlüğünü ihlal eden tüm düzenlemeleri ilga edeceğiz’

“Öncelikli olarak Anayasa’nın 28. ila 32. maddeleri arasında düzenlenen basın ve yayımla ilgili hükümleri özgürlüğün esas, sınırlamanın ise istisna olduğu anlayışıyla kısa ve öngörülebilir bir şekilde yeniden düzenleyeceğiz. Basın Kanunu’nda ve ilgili mevzuatta son yıllarda yapılan tüm değişiklikleri gözden geçirerek, basın özgürlüğünü ihlal eden tüm düzenlemeleri ilga edecek; gazetecilerin özgürce mesleklerini icra edebilmeleri için gereken tüm Anayasal ve yasal değişikliklerini hayata geçireceğiz.”

‘Gazetecilerin mesleklerini özgürce yapabilmelerini sağlayacağız’

“Gazetecilik sektöründe sendikalaşmayı ve sendika üyeliğini kolaylaştırarak gazetecilerin ekonomik ve sosyal haklarını etkili şekilde kullanabilmelerini sağlayacağız.

Gazetecilere karşı görevleri dolayısıyla işlenen suçlardan gazetecilerin korunmasını sağlamak amacıyla caydırıcı ve etkili cezalar öngöreceğiz.

Basın kartının verilmesinde ve mesleğe kabulde meslek kuruluşlarının belirleyici olmasını sağlayacak, basın kartının sansür mekanizması olarak kullanılmasına son vereceğiz.

Gazetecilerin akreditasyonunu nesnel kriterlere bağlayacak, keyfi akreditasyon uygulamalarına son vereceğiz.

Gazetecilere karşı ceza soruşturmasına gerekçe yapılan Türk Ceza Kanunu, Terörle Mücadele Kanunu, Devlet İstihbarat Hizmetleri ve Millî İstihbarat Teşkilâtı Kanunu gibi mevzuatı, AYM ve AİHM içtihatları çerçevesinde yeniden düzenleyecek, gazetecilerin ceza tehdidi altında kalmadan özgürce haber yapabilmelerini ve kamuoyunu bilgilendirmelerini güvence altına alacağız.

DEVA Partisi olarak gazetecilerin görevlerini bağımsız bir şekilde ve kaygı duymadan yapabildiği çoğulcu ve özgür bir Türkiye umuduyla; mesleklerini ifa etmeye çalışan tüm gazetecilerin “Çalışan Gazeteciler Günü” nü kutlarız.”

DEVA Partisi Temel Haklar Eylem Planı Lansman Toplantısı

Saygıdeğer Genel Başkanım,

Değerli Genel Başkan Yardımcılarımız ve Genel Merkez Yöneticilerimiz,

Saygıdeğer konuklar,

Kıymetli basın mensupları,

Ekranları başında ve sosyal medya üzerinden bizleri takip eden aziz vatandaşlarımız,

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Temel Haklar Eylem Planı basın toplantımıza hoş geldiniz.

Öncelikle hepinizin yeni yılını kutluyorum. Yeni yılın ülkemize adalet ve özgürlük getirmesini temenni ediyorum.

***

Değerli Konuklar,

Sözlerime değerli ekonomist Daron Acemoğlu’nun “Ulusların Düşüşü” kitabında yer verdiği “Nogales” kentinden bahsederek başlamak istiyorum.

Nogales kentini, ortasından geçen bir çit ikiye ayırmaktadır. Bu çitin yanında durup kuzeye bakarsanız Nogales Arizona’yı, güneye bakarsanız Nogales Sonora’yı görürsünüz.

Kuzeyde yaşayan insanların hane başına düşen ortalama yıllık gelirleri yaklaşık 30 bin dolardır, güneyde yaşayanların ise yaklaşık 10 bin dolar.

Kuzeyde yaşayan gençlerin çoğu okula gider ve yetişkinlerin büyük çoğunluğu en az lise mezunudur. Güneyde ise yetişkinlerin çoğunun lise diploması yok,  gençlerin çoğu okula gitmez. Ancak bir fırsatını bulup kuzeye gitmenin fırsatını arar.

Kuzeyde yaşayanlar can ve mal güvenliği için endişe etmeden gündelik işleriyle meşgul olabilirler; hırsızlık, gasp ve iş yatırımlarını tehlikeye sokabilecek tehditlerle karşılaşmazlar. Güneyde ise suç oranı oldukça yüksektir ve iş kurmak büyük bir risktir.

Kuzeyde yaşayanlar, diğer kentlere istedikleri gibi gidebilmektedir.  Güneyde ise yollar kötü ve tehlikelidir.

Neden mi? Çünkü Nogales kentini ikiye ayıran çitin kuzeyi ABD sınırlarındayken, güneyi Meksika sınırları içindedir.

Peki “Bir kentin iki yarısı nasıl olur da birbirlerinden bu denli farklı olabilir?” 

Kıymetli Misafirler,

Nedeni çok açık. Nogales kentinin kuzeyi ile güneyini birbirinden ayıran asıl şey, kentin ortasından geçen çit değil. Asıl neden iyi yönetişim ilkelerinin uygulanması, kurumların çalışması, hukukun üstünlüğüne riayet etmesi, temel haklara saygı duyması ve herkese eşit muamelede bulunması, yani kalkınma ve refahın asgari gerekliliklerinin yerine getirilmesi, özet olarak demokratik hukuk devletinin işletilmesi.

Bugün ülkemiz, tıpkı Nogales kentinin güney yakasında olduğu gibi; eğitimden ekonomiye, kültürden spora, tarımdan çevreye, topluma ve vatandaşlarımızın hayatına dokunan her alanda büyük sorunlarla karşı karşıyadır.

Ülke olarak yaşadığımız bütün bu sorunların temelini, benzer şekilde hukuk devleti ve insan hakları alanında yaşadığımız sorunlar oluşturmaktadır. Farklılıklara saygının ve çoğulcu özgürlükçü bir demokrasinin tesis edilmemesi yatmaktadır.

Ülkemiz, derin bir hukuk krizi ile karşı karşıyadır.

Yargı sistemi tamamen iflas etmiş vaziyette.  Hukukun üstünlüğünden üstünlerin hukukuna geçildiği, özgürlüklerin devri diye yola çıkanların yasaklar devrini yaşattığı karanlık günler yaşıyoruz. Çünkü hukuk devleti ilkesine riayet etmeyen, insan haklarına saygı göstermeyen bir iktidarın ne ekonomi ne de başka sorunları çözmesi mümkün olamaz.

İşte bu bilinçle, eylem planımız ile hedefimiz tam demokrasinin sağlanması, özgürlük devrinin kaldığı yerden devam edilmesi ve eşit vatandaşlık ilkesinin tesis edilmesidir.

Bunun da tek bir yolu var. Evrensel kriterlerde bir hukuk sisteminin kurulması ve temel haklardan herkesin özgür ve eşit şekilde yararlanması.

***

Değerli Misafirler,

“Bugün Türkiye derin bir hukuk krizi ile karşı karşıyadır” derken bunu sırf iktidarı eleştirmek amacıyla söylemiyorum. İnsan haklarına ilişkin bütün veriler, bu gerçeği zaten bize gösteriyor.

Dünya Adalet Projesi’nin yayımladığı “2022 Hukukun Üstünlüğü Endeksi” verilerine göre 140 ülke arasında 116. sırada yer alıyoruz. Endekste ülkemiz İran, Sudan, Etiyopya gibi ülkelerle aynı kategoridedir.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yayımladığı “2021 Yolsuzluk Algı Endeksi” verilerine göre, son 10 yıl içerisinde en çok puan kaybeden ülkeler arasında yer alıyoruz, 180 ülke arasında 96. Sıradayız.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi 2021 yılında Türkiye ile ilgili 78 karar açıklamış, bu kararların 76’sında sözleşmenin en az 1 kez ihlal edildiğine karar vermiştir. 31 karar ile ifade özgürlüğü, en çok ihlal edildiği tespit edilen hak olmuştur.

Anayasa Mahkemesi tarafından kaldırılamaz hale gelen bu iş yükü bizzat Anayasa Mahkemesi Başkanı tarafından itiraf edilir hale gelmiştir.

***

Kıymetli Konuklar,

Bu dramatik veriler, ülkemizin, insan haklarına dayalı bir hukuk devleti idealinin çok ama çok uzağında olduğunu bizlere göstermektedir.

Yargı, iktidarın güdümünde hareket etmektedir.

Evrensel hukukun temel ilkeleri, bizzat yargı tarafından ihlal edilmektedir.

Muhalif görüşler kriminalize edilmekte, düşman ceza hukuku uygulamaları her geçen gün etkisini artırarak devam etmektedir.

Suçta ve cezada kanunilik ilkesi, uzun süreden beri ülkemizde rafa kaldırılmıştır.

Bugün ülkemizde “adalet” olgusu, mahkeme salonlarında duvarları süsleyen bir retorikten ibarettir.

Yargı, iktidarın sopası bir aracı haline getirilmiştir.

***

Kıymetli Misafirler,

Güçlü bireyler ve güçlü bir devlet inşa etmek ancak bireysel özgürlüklerin korunması ve teminat altına alınması ile mümkündür.

Önceliğin birey değil, devlet olduğu toplumların özgür ve güçlü olması mümkün değildir.

Retorikte değil, gerçek anlamda güçlü bir devlet inşa etmenin yolu, insan haklarına dayalı hukuk devletinin tesis edilmesinden geçmektedir.

İnsan hakları, devletler tarafından bahşedilen değil, sadece insan olmak dolayısı ile sahip olunan haklardır. Hukuk devletinin görevi, insan haklarını tanımak ve bu haklara riayet etmektir.

Maalesef ülkemiz kuruluşundan bugüne her zaman anayasalı bir devlet olsa da hiçbir zaman devletin hukuka bağlı kaldığı, temel hak ve hürriyetlerinin bütünüyle güvence altına alındığı anayasal bir devlet olamamıştır.

Bugün Anayasanın; devletin anayasal bir devlet olmasını engelleyen katı merkeziyetçi, dışlayıcı ve temel hakları kısıtlayıcı anlayışının aşılması hedeflenmeliyken geldiğimiz noktada bizler ülkemizin anayasalı bir devlet olması için mücadele vermekteyiz.

İşte bu büyük boşluğu doldurmak için hazırladığımız “Temel Haklar Eylem Planı”nı sizlere takdim etmek için bugün huzurlarınızdayız.

Yoğun ve titiz bir çalışma ile hazırladığımız eylem planımız, insan haklarına ilişkin 18 ana başlık ve 67 alt başlıkta ele aldığımız toplam 354 somut çözümden oluşmaktadır.

***

Değerli Konuklar,

Öncelikli olarak, anayasalı devlet anlayışını yeniden tesis etmeyi ve bu anayasalı devletin anayasal bir devlete dönüşmesi için gereken reformları gerçekleştirmeyi hedefliyoruz.

DEVA Partisi olarak, insan onur ve haysiyetinin korunması ve yüceltilmesini, devletin varlık sebebi olarak görüyoruz.

Bu başlıkta yer alan 3 hedefi, 23 eylemle hayata geçirmeyi planlıyoruz.

Birinci olarak; insan onurunun korunmasına dayanan anayasal devleti tahkim edeceğiz.

  • İnsan haklarına dayanan bir devlet anlayışının gereği olarak insan onurunun dokunulmaz ve anayasal düzenin temeli olduğu ilkesini Anayasa’da açıkça düzenleyeceğiz. Devletin, insan onuruna saygı göstermek ve onu korumakla yükümlü olduğunu anayasal güvenceye kavuşturacağız.
  • Anayasal devlet niteliğini hak eden, toplumsal talepleri merkeze alan, tüm farklılıkları değerli gören, devlet gücünü hukukla sınırlandıran ve toplumsal sözleşme niteliğindeki bir anayasayı hayata geçireceğiz.

İkinci olarak; insan hakları ihlallerinin önlenmesine yönelik etkili bir koruma sistemini hayata geçireceğiz.

Anayasaları maddeler değil, kurumlar ve demokrasi bilincine sahip insanlar korur. Bu bilinçle, anayasada güvence altına alınan temel hak ve hürriyetlerin, sadece kâğıt üstünde yazılı bir iyi niyet temennisinden ibaret olmamasını engellemek için, insan hakları ihlallerine yönelik etkili bir koruma mekanizmasını sağlayacağız.

Kurumların etkili birer insan hakları koruma mekanizmasına dönüşebilmesi için gereken tüm tedbirleri alacağız. Bu kapsamda;

  • Anayasa’nın 13. maddesine “Hürriyet esas, sınırlama istisnadır. Tereddüt halinde yorum hürriyet lehine yapılır.” ifadesini ekleyeceğiz.
  • Hak ve özgürlüklerin ödev olarak vurgulanması anlayışına son vereceğiz. Anayasa’da hak ve özgürlük kavramının yanında yer alan ödev kavramını Anayasa’dan çıkartacağız.
  • TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu’nun etkinliğini artıracak, Kamu Denetçiliği Kurumu ile Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumunun yapısal, işlevsel ve mali açılardan bağımsızlıklarını sağlayacağız.

Öte yandan, yargı bağımsızlığının iflas ettiği bir sistemde, temel haklara yönelik anayasal ve yasal güvenceler anlamsızlaşmaktadır.

Temel hakların güvence altına alınabilmesi için yargı bağımsızlığının tam olarak tesis edilmesi zorunluluktur.

Bundan dolayı üçüncü olarak; bağımsız yargıyı tesis etmek için Yargı Eylem Planımızda belirlediğimiz gerekli adımları atacağız.

***

Kıymetli Misafirler,

Eylem planımızın ikinci ana başlığını “Eşit Vatandaşlık ve Ayrımcılık Yasağı” oluşturmaktadır.

Bu başlıkta 6 hedefi toplam 29 eylemle hayata geçireceğiz.

Anayasamızın 10. maddesinde; herkesin dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle eşit olduğu belirtilmektedir.

Ancak ülkemizde eşitlik ilkesi yerine ötekileştirme ve kayırmacılığa dayanan bir anlayış egemendir.

Bundan dolayı ilk olarak, temel haklardan herkesin eşit şekilde yararlanmasını sağlamaya yönelik gerekli adımları atacağız.

  • Mevzuatta eşit vatandaşlık ilkesini güçlendiren ve ayrımcılıkla mücadeleyi devlete pozitif bir yükümlülük olarak yükleyen düzenlemeler yapacağız.
  • Temel hak ve özgürlükleri; dil, din, mezhep, etnik köken, cinsiyet, siyasi ve sosyal aidiyet ve benzeri sebeplerle ayrım gözetmeksizin tüm insanlar için güvenceye kavuşturacak ve iç hukukumuzu uluslararası standartlarla uyumlu hale getireceğiz.
  • Ötekileştirme hissi doğuran tüm uygulamaları ortadan kaldıracağız.
  • Her türlü kamu personeli alımında mülakatı kaldırarak yazılı sınav sonuçlarını esas alacak, böylece kamu alımlarında adayın kimliğine bakılarak ayrımcılık yapılması ihtimalini ortadan kaldıracağız.

Bu başlık altında hayata geçireceğimiz ikinci husus, kapsayıcı bir vatandaşlık tanımı yapmak olacaktır.

Vatandaşlık, bireyi devlete bağlayan siyasi ve hukuki bir bağdır.

Ancak Anayasanın bireye ve devlete yüklediği anlam, toplum ve kimlik tasavvuru, devleti tüm yurttaşlara eşit yakınlıkta duran bir hakem olmaktan çıkarıp bir taraf haline getirmiştir.

Anayasanın 66. maddesinde yer alan vatandaşlık tanımı, bu durumun bir göstergesidir.

  • Bundan dolayı maddeyi “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlığı ile ilgili esaslar dil, din, etnik köken, mezhep ve benzeri farklılıklar gözetilmeksizin kanunla düzenlenir.” şeklinde yeniden düzenleyecek ve kapsayıcı bir vatandaşlık anlayışını benimseyeceğiz.

“Eşit Vatandaşlık ve Ayrımcılık Yasağı” başlığı altında hayata geçireceğimiz üçüncü hedef; anadili ile ilgili hakları anayasal güvenceye kavuşturmak olacaktır.

Anadilinin hayatın her alanında kullanılması, öğrenilmesi ve geliştirilmesi ile beraber anadilinde eğitim temel bir haktır.

Hannah Arendt’ın da belirttiği gibi kendi kimliğini ve farklılığını ortaya koymak bir vatandaşlık eylemidir. Bu doğrultuda tüm farklılıklarımızın kendi kimliğiyle özgürce farklılıklarını ortaya koymasını güvence altına almak devletin temel görevidir.

  • Bu gerçekten hareketle; Anayasanın 42. maddesini değiştirerek ortak ve resmi dilimiz olan Türkçeye ek olarak eğitim ve öğretimde anadilinin kullanılması ve geliştirilmesi hakkını anayasal güvenceye kavuşturacağız. Anadilinde eğitimin önündeki engelleri kaldıracağız.
  • Bu hedef doğrultusunda, Millî Eğitim Bakanlığının kurumsal yapısında gerekli düzenlemeleri yapacağız.
  • Üniversitelerde gerekli kurumsal altyapı oluşturacak, büyük kentler de dahil olmak üzere farklı anadil ve lehçelere ilişkin bölümler açacağız.
  • Anadilinin geliştirilmesi amacıyla, anadilin öğretilmesi ve geliştirilmesi için kurslar açılmasına imkân tanıyacak, talep doğrultusunda bu kursların kapasitesini artıracak ve bu kurslara destek sağlayacağız.
  • Anadilinde eğitimin bir hak olarak kabul edilmesinin yanında, yerleşim yerlerinin eski adlarının yerel toplumun taleplerine uygun bir şekilde aslına döndürülmesi, yine farklı anadiline ait isimlerin çocuklara hiçbir sınırlamaya tabi olmaksızın verilebilmesinin önündeki bütün engelleri kaldıracağız.

***

Değerli Konuklar,

Dördüncü olarak, ayrımcılığın her türlüsünü ortadan kaldırmak; barış ve huzur içinde, müreffeh bir ülkenin eşit vatandaşları olarak bir arada yaşayabilmek; başta eğitim olmak üzere pek çok alanda uzun yıllara yayılan, sürekli çalışmalar yapılmasını gerektirmektedir.

Bundan dolayı eşit vatandaşlık ve ayrımcılık yasağına ilişkin yürüteceğimiz Anayasal ve yasal çalışmalar yanında eğitim faaliyetleri de yürüterek kalıcı bir barışı ve huzur ortamını tesis etmek için çalışmalar yapacağız.

  • Öncelikle, ilkokuldan başlayarak çocuklarımızın farklılıklara saygılı ve özgürlükçü bir anlayışla yetişmesini sağlayacağız. Müfredat değişikliklerini ivedilikle hayata geçireceğiz. Müfredatın çoğulculuk ilkesini esas almasını ve toplumdaki tüm farklılıkları kapsamasını sağlayacağız.
  • Başta öğretmenlerimiz olmak üzere Millî Eğitim Bakanlığı teşkilatının tüm kademelerinde çalışanlar ile polis, jandarma, bekçi ve zabıta gibi kolluk kuvvetlerine eşit vatandaşlık, ayrımcılık yasağı ve nefret söylemi konularında eğitimler vereceğiz.

Ayrımcılık teşkil eden uygulamalar; toplumsal huzur ve refahımızı zedeleyen, toplumun özellikle dezavantajlı ve korunaksız kesimlerinin hayatını zorlaştıran ve toplumu huzur içinde bir ve beraber yaşama idealinden uzaklaştıran söz ve eylemlerdir.

Ayrımcılık ile mücadele etmek; demokratik kültürün şartı ve hukuk devletinin asli görevlerinin başında gelmektedir.

Bu bilinçten hareketle; beşinci olarak, ayrımcılıkla etkili bir şekilde mücadele etmeye yönelik gerekli adımları hayata geçireceğiz.

  • Tüm mevzuatı gözden geçirerek Anayasa’nın 10. maddesindeki eşitlik ilkesine aykırı ifadeleri kaldıracağız.
  • Türk Ceza Kanunu’nun 122. maddesini değiştirerek “Ayrımcılık” suçunu Avrupa Birliği müktesebatına uygun şekilde yeniden düzenleyeceğiz. Düzenleme ile yalnızca sınırlı sayıda sayılan grupların ve eylemlerin değil, bütüncül şekilde ayrımcılığa uğrayan tüm grupların maruz kaldıkları ayrımcılığa karşı korunmasını sağlayacağız.

“Eşit Vatandaşlık ve Ayrımcılık Yasağı” başlığımızın son hedefini nefret suçları ile mücadele oluşturmaktadır.

Hoşgörüsüzlüğün ve önyargının şiddetle dışavurumu olan nefret suçu hem mağdurun hem de mağdurun kendisini içinde tanımladığı veya ait olduğu toplumsal kesimin üzerinde derin yaralar açmaktadır.

Nefret suçları, toplumsal huzuru ve istikrarı doğrudan etkilemektedir.

Bu nedenle bireylerin ve toplumun güvenliği için bu suçlara güçlü bir şekilde karşılık vermek, demokratik toplumun bir gereğidir.

Nefret suçları ile mücadelede başlıca şu hedefleri gerçekleştireceğiz:

  • Nefret suçunu AGİT’in (Avrupa Güvenlik ve İşbirliği Teşkilatı) standartları doğrultusunda Türk Ceza Kanunu’nun tanımlar bölümünde tanımlayacağız. Nefret suçunu ilgili suç tiplerinin nitelikli hali olarak düzenleyeceğiz.
  • Nefret suçlarında öngörülecek cezaların orantılı ve caydırıcı olmasını göz önünde bulunduracak, suçun ağırlığına göre hürriyeti bağlayıcı cezaların yanı sıra toplumsal hizmet yükümlülüğü gibi yaptırımlar ihdas edeceğiz.
  • Adalet Bakanlığı ve İçişleri Bakanlığı bünyesinde nefret suçlarına ilişkin toplanan verilerde yaşanan yöntem ve içerik gibi hususlardaki eksiklikleri gidererek, bu verilerin etkili bir şekilde toplanmasını, değerlendirilmesini ve istatistiklerin kamuoyu ile düzenli olarak paylaşılmasını sağlayacağız.

***

Kıymetli Misafirler,

Eylem planımızın üçüncü ana başlığını “Kadın Hakları” oluşturmaktadır.

Kadının eğitimi, çalışma imkanlarına erişimi, psikolojik tacize ve şiddete karşı korunması, kanun önünde eşitliği ve toplumsal hayatın her alanında karar alma ve yönetim mekanizmalarına etkin katılımının sağlanması; demokratik toplum bakımından hayati bir önem taşımaktadır.

Bu nedenle, toplumsal cinsiyet eşitliği, sosyal adalet ve güçlü bir toplum için kadının sosyal ve ekonomik durumunun güçlendirilmesi bir zorunluluktur.

Eylem planımızın “Kadın Hakları” başlığı hayata geçireceğimiz 2 hedef toplam 27 eylemden oluşmaktadır.

Birinci olarak; kadınlara yönelik ayrımcılığı ortadan kaldırmaya yönelik somut adımlar atacağız.

Bu minvalde;

  • Evde, çalışma hayatında, sosyal hayatta, siyasi alanda kadınların her alanda uğramış olduğu ayrımcılığa son vereceğiz.
  • Kanunla yasaklanmış olan çocuk yaşta evliliklerle kararlı bir biçimde mücadele edeceğiz. Bu hususta önleyici ve etkili yasal düzenlemeler yapacağız.
  • Kadınların siyaset, bürokrasi, karar alma süreçlerinde ve bilimsel hayat vb. alanlarda erkeklerle eşit bir şekilde yer alabilmeleri için pozitif ayrımcılık dahil olmak üzere her türlü önlemi alacağız.
  • Eşit işe eşit ücret uygulamasına geçeceğiz.

Kadınlara yönelik şiddet, ülkemizin en önemli sorunlarının başında gelmektedir.

İstatistiklere göre son yıllarda giderek artan kadına yönelik şiddet neticesinde neredeyse her gün en az bir kadın cinayeti gerçekleşmektedir.

Devlet bu cinayetleri önlemek için üzerine düşeni gereği gibi yerine getirememekte, risk altındaki mağdur kadınları korumakta büyük zafiyet göstermektedir.

Bu gerçeklerden hareketle ikinci olarak; kadına yönelik şiddeti önlemeye yönelik Kadın Eylem Planında ayrıntılı olarak ortaya koyduğumuz bütün tedbirleri alacağız.

***

Değerli Konuklar,

Eylem planımızın dördüncü ana başlığını “Çocuk Hakları” oluşturmaktadır.

Çocukların sadece çocuk olmaktan kaynaklanan haklarına saygılı olunması gerekmektedir.

Çocuğun bir birey olduğu bilinci ülkemizde yaygın olarak göz ardı edilmekte, çocuk haklarını koruyabilmek ve geliştirebilmek adına atılan adımlar yetersiz kalmaktadır.

Çocuk dostu bir adalet sisteminin tesis edilmesi, çocukların korunma haklarının güvence altına alınması, çocukların cinsel istismara karşı korunması ve çocuk evliliklerinin önlendiği bütüncül bir koruma mekanizmasının oluşturulması bir zorunluluktur.

Eylem planımızın “Çocuk Hakları” başlığında toplam 22 eylemle 2 hedefi hayata geçireceğiz.

Öncelikli olarak çocukların korunma haklarını güvence altına almaya yönelik gerekli bütün adımları atacağız.

  • Mağdur çocukların daha da mağdur olmaması adına ihtisas mahkemelerinin tüm illerde kurulmasını ve konusunda uzman eğitimi almış hâkim ve savcıların bu mahkemelerde görev almasını sağlayacağız.
  • Çocuk İzlem Merkezleri ve Adli Görüşme Odalarındaki eksiklikleri giderecek, her il ve ilçede bu müesseselerin kurulmasını sağlayacak, çocukların ifadelerinin hızlı, pedagog eşliğinde ve psikolojilerini etkilemeyecek şekilde alınması hususunda gerekli tedbirleri alacağız.
  • Kırsal bölgelerde eğitim gören çocukların, akranları ile benzer imkanlara kavuşabilmeleri için özel eğitim programları uygulayacağız.

İkinci olarak; çocukların cinsel istismara karşı korunması noktasında gerekli bütün tedbirleri alacağız.

***

Kıymetli Misafirler,

Eylem planımızın beşinci ana başlığını “Yaşam Hakkı” oluşturmaktadır.

İnsan hakları içinde değer sırası bakımından ilk ve temel olan yaşam hakkı, kamusal makamlar tarafından öldürülmeme ve yaşama yönelik tehlike ve risklere karşı yine kamusal otoriteler tarafından korunma hakkını içermektedir.

Ne yazık ki ülkemizde en temel hak olan yaşam hakkı sıkça ihlal edilmektedir.

Yaşam hakkını koruyucu düzenlemelerin varlığı, Devletin pozitif yükümlülüğünü yerine getirmiş sayılması bakımından yeterli değildir.

Bu nedenle bu düzenlemeleri yaşama geçiren, ihlalleri cezalandıran ve ilerde işlenebilecek olası ihlalleri cezalandıracak etkin bir adli sistem kurarak yaşam hakkı ihlallerini ortadan kaldırmayı hedefliyoruz.

Eylem planımızın “Yaşam Hakkı” başlığında hayata geçireceğimiz 3 hedef toplam 13 eylemden oluşmaktadır.

Yaşam hakkı ihlallerini önlemeye yönelik atacağımız ilk adım, kolluk personeli ve güvenlik güçlerinin yaşam hakkının ihlal edilmesine yol açan uygulamalarına son vermek olacaktır.

Kamu düzenini sağlamakla yükümlü kolluk güçlerinin zor kullanma yetkisi, Anayasanın ve AİHS’nin aradığı “zorunluluk ve orantılılık” şartlarına riayet edilerek, suç teşkil eden eylemin başka bir şekilde engellenme imkânı kalmadığı hallerde, son çare olarak ve kademeli bir şekilde uygulanmak zorundadır.

Özellikle kolluk güçlerinin yargısız infazı, dur ihtarına uyulmaması veya rastgele ateş açması gibi eylemleri sonucunda meydana gelen ölümlerin ülkemizde sık gündeme geldiği görülmektedir.

Alacağımız tedbirlerle, kolluk personeli ve güvenlik güçlerinin sebep olduğu yaşam hakkı ihlallerine son vereceğiz. Atacağımız somut adımların başlıcaları şunlardır:

  • Kolluk görevlileri ile çarşı ve mahalle bekçilerinin zor ve silah kullanma yetkisini düzenleyen başta Polis Vazife ve Salâhiyet Kanunu’ndaki hükümler olmak üzere ilgili mevzuat hükümlerini uluslararası standartları dikkate alarak gözden geçirecek, gerekli değişiklikleri yapacağız.
  • Çarşı ve mahalle bekçilerinin zor ve silah kullanma yetkisine son vereceğiz.
  • Adli soruşturmaların tam ve etkin yürütülmesi için Cumhuriyet Başsavcılığı’na bağlı ayrı bir “adli kolluk” kuracağız. Tüm yetkilerini gözden geçirerek demokratik ülke ölçütlerinin uygulanmasını sağlayacağız.
  • Askeri araçların meskûn mahallerde kullanımına ilişkin çok sıkı kurallar getireceğiz.

Yaşam hakkı ihlallerini önlemeye yönelik ikinci olarak; ceza infaz kurumlarında yaşanan mağduriyetleri gidermeye yönelik tüm tedbirleri alacağız.

Ülkemizde ceza infaz kurumlarında bulunan kişi sayısı, son yıllarda oldukça artmıştır.

Gerek tutuklu gerekse de hükümlü olarak hapishanelerde 300.000’den fazla kişi bulunmaktadır.

Alacağımız tedbirlerle, ceza infaz kurumlarında meydana gelen yaşam hakkı ihlallerini ortadan kaldıracağız.

Son olarak; askerlik görevi sırasında meydana gelen ölümlerin soruşturulmasını ve sorumlu olduğu iddia edilen kamu görevlilerinin etkin şekilde yargılanmasını sağlayarak, bu alanda meydana gelen yaşam hakkı ihlallerine son vereceğiz.

***

Değerli Konuklar,

Eylem planımız doğrultusunda atacağımız altıncı adım işkence ve kötü muameleyle mücadeledir.

İşkence, insanlığa karşı bir suç olup evrensel hukuk tarafından mutlak olarak yasaklanmıştır.

Ülkemiz son yıllarda sayısız işkence ve kötü muamele iddiası ile karşı karşıyadır.

Ne yazık ki ülkemizde işkence yapan kişiler, “basit yaralama”, “zor kullanma sınırının aşılması” ya da “görevi kötüye kullanma” gibi suçlardan soruşturulmakta ve bu soruşturmalar da çoğunlukla takipsizlik ile sonuçlanmaktadır.

Bu da cezasızlık kültürünün ülkemizde egemen olmasına neden olmaktadır.

Eylem planımızın “İşkence ve Kötü Muamele” başlığında hayata geçireceğimiz dört hedef toplam 22 eylemden oluşmaktadır.

İşkence ve kötü muameleyle mücadeleye ilk olarak; zorla kaçırma ve kaybetme vakalarını önleyerek ve buna ilişkin geçmişte yaşanan olayları aydınlatarak başlayacağız.

Atacağımız somut adımlarla hem zorla kaçırma ve kaybetme vakalarını önleyecek, hem de geçmişte yaşanan olayların aydınlatılmasını sağlayacağız.

Birleşmiş Milletler Bütün Kişilerin Zorla Kaybedilmeden Korunmasına Dair Uluslararası Sözleşme’yi imzalayacak, ceza kanununda zorla kaybetmenin zamanaşımı kapsamında olmayacağını belirterek, bu eylemi bir insanlık suçu olarak düzenleyeceğiz.

İkinci olarak; ceza infaz kurumlarında ve göz altılarda meydana gelen işkence ve kötü muamelelere son vereceğiz.

Bu konuda atacağımız somut adımların başlıcaları şunlar olacak:

  • Kolluk görevlileri, çarşı ve mahalle bekçileri, infaz koruma memurları ve geri gönderme merkezlerinde çalışan personel ile bu kurumların idarelerine orantısız güç kullanma ile kötü muamele ile ilgili düzenli olarak eğitim verilmesini sağlayacağız.
  • İhmali, kusuru ya da kastı bulunan sorumlular hakkında idari ve adli soruşturma yürütülerek cezasızlığın önüne geçeceğiz. İddiaların hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmasını ve tüm sürecin bağımsız heyetlerce araştırılmasını sağlayacağız. Adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmasını temin edeceğiz.
  • Çıplak arama uygulamasına son vereceğiz. Cezaevinde uygulanacak üst araması ile ilgili standartları açık ve kesin biçimde belirleyen düzenlemeler yapacağız.

Üçüncü olarak; usul hukukundan doğan teminatları sağlayarak göz altılarda meydana gelen işkence ve kötü muameleleri önleyeceğiz.

  • Gözaltına alınan kişilere yönelik yapılan sağlık muayenesinde kolluk görevlilerinin muayene ortamında bulunmamasına yönelik tedbirler alacağız.
  • İşkence ve kötü muamele iddialarının bağımsız bir şekilde soruşturulması ve delillendirilebilmesi için başta Adli Tıp Kurumu’nun bağımsızlığının teminat altına alınması olmak üzere bağımsız uzman kuruluşlara erişim hakkını güvence altına alacak tedbirleri alacağız.

Dördüncü olarak, işkence ve kötü muamele ile mücadelede son olarak; cezasızlık politikasına son vereceğiz.

İşkence ve kötü muameleye son verebilmek için cezasızlık olgusuna yol açan uygulamalarla etkili bir şekilde mücadele ederek gereken tedbirlerin alınmasını sağlayacağız.

  • Hukuka aykırı davranan kolluk personeli hakkında hukuki sürecin işletilmesini sağlayacak, teftiş sisteminin etkinliğini artıracağız.
  • İstanbul Protokolü’nü işkence ve kötü muamele gördüğünü ileri süren kişilerin değerlendirilmesi, işkence iddialarının olduğu olayların araştırılması, bu bulguların yargıya veya soruşturma yürüten diğer birimlere bildirilmesi ve işkencenin ve sonuçlarının belgelenmesi süreçlerinde esas alacağız.
  • İşkence ve kötü muamele ile ilgili soruşturma ve kovuşturmalara ilişkin istatistiki bilgilerin şeffaf şekilde tutulmasını ve yayımlanmasını sağlayacağız.

***

Kıymetli Misafirler,

“Kişi Özgürlüğü ve Güvenliği Hakkı”; eylem planımızın yedinci ana başlığını oluşturuyor.

Anayasanın 19. maddesi uyarınca; kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ile ilgili olarak devletin hem negatif hem de pozitif yükümlülüğü bulunmaktadır.

Negatif anlamda devlet, hukuka aykırı bir şekilde hakka müdahale etmemekle yükümlü olmakla birlikte pozitif anlamda bu hakkı sınırlandırma durumlarında kişilerin özgürlüğünü ve güvenliğini korumakla yükümlüdür.

Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının; yakalama, gözaltına alma, tutuklama başta olmak üzere koruma tedbirlerinin uygulanması ile mahkemelerce verilmiş hürriyeti kısıtlayıcı cezaların yerine getirilmesi, sınır dışı etme veya geri verme kararı ile sınırlandırılması mümkündür.

Kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkının korunmasına yönelik eylem planımızda toplam 27 eylemden oluşan yedi hedefimiz bulunmaktadır.

Öncelikli olarak; keyfi göz altıları engelleyecek, göz altında müdafi ile görüşme yasağını kaldıracağız.

  • Anayasa’nın 19. maddesinde olağanüstü dönemde uygulanabilecek gözaltı süresi için azami bir süre belirleyeceğiz. Olağanüstü hal süresince en geç bu sürede hâkim önüne çıkarılmayı güvence altına alacağız.
  • Suç tipi fark etmeksizin gözaltı işlemine tabi tutulanların müdafileri ile görüşmeleri için yeni bir yasal düzenleme yapacağız.

İkinci olarak; koruma tedbirlerini gözden geçirecek, tutuklama yasağının kapsamını genişleteceğiz.

  • Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 100. ve 108. maddelerine ekleyeceğimiz hükümle tutukluluk ve tutukluluk halinin devamı kararlarının Ceza Muhakemesi Kanunu’nun gerekçesinde somut olgu, olay ve delillerin ayrıntılı olarak yazılmasını sağlayacağız.

İngilizlerin 250 yıl önce tanıdığı Habeas Corpus hakkını yani asıl olanın tutuksuz yargılama olduğu gerçeğini artık ülkemizin hakimleri de bilsin istiyoruz.

  • Kararların yeterli gerekçe ile yazımına imkân sağlamak üzere yargının iş yükünü azaltmaya yönelik gerekli önlemleri alacağız. Hâkim ve savcılara, kararların AYM ve AİHM kararlarında belirlenen standartlar doğrultusunda yeterli ve açık olmasına ilişkin meslek içi eğitimler düzenleyeceğiz.
  • İstinaf ve temyiz süreçlerinde, ilk derece mahkemelerinin gerekçesiz karar yazmaları nedeniyle verilen bozma kararlarının bir örneğinin terfi ve disiplin incelemelerinde dikkate alınmak üzere Hakimler ve Savcılar Kurulu’na iletilmesini sağlayacağız.

Üçüncü olarak; hukuksuz uygulanan adli kontrol tedbirlerine karşı tazminat hakkı tanıyacağız.

Dördüncü olarak; SEGBİS yolu ile ifade ve sorgu işlemi yapılabilmesini, sanığın açık tercihi hali ile sınırlı tutacağız.

Beşinci olarak; bekçilere tanınan kolluk yetkilerini sınırlandıracağız.

Altıncı olarak; İdare ve Gözlem Kurulları’nın adil kararlar vermesini sağlayacak tedbirleri alacağız.

Son olarak; ceza infaz kurumlarında kalmalarına engel hastalıkları bulunan mahpusların tam teşekküllü devlet hastanesi raporlarıyla tahliye edilebilmelerini mümkün kılacağız.

  • Adli Tıp Kurumu’nun yapısını yeniden ele alacak ve siyasi iradeden bağımsız kararlar vermesini temin edeceğiz.

***

Kıymetli Misafirler,

Eylem planımızın sekizinci ana başlığını “Özel Hayata Saygı Hakkı” oluşturmaktadır.

Özel hayata saygı hakkı; kişinin mahremiyetinden şeref ve itibarının korunmasına, adının ve kimliğinin korunmasından sağlıklı bir çevrede yaşama hakkına, mesleki hayattan kişisel verilerin korunmasına kadar birçok farklı konuda güvenceler içermektedir.

Özel hayata saygı hakkını koruma altına almaya yönelik olarak eylem planımızda toplam 28 eylemden oluşan dört hedefimiz bulunmaktadır.

Öncelikli olarak; arama ve el koyma uygulamaları dolayısı ile meydana gelen hak ihlallerini ortadan kaldırmaya yönelik adımlar atacağız.

Arama koruma tedbiri kapsamında belirlilik ilkesi ile ilgili olarak yasal bir çerçeve çizeceğiz.

Arama tedbirinin, arama kararı konusunda verilen mahkeme kararına uygun bir şekilde gerçekleştirilmesini sağlamak için kolluk personeline eğitimler verecek, hukuka aykırı davranan kolluk personeli hakkında hukuki sürecin işletilmesini sağlayacak, teftiş sisteminin etkinliğini artıracağız.

İkinci olarak; iletişimin denetlenmesi uygulamalarındaki hak ihlallerine son verecek adımlar atacağız.

  • İletişimin tespiti, dinlenmesi ve kayda alınması hususundaki mevzuat tekrar gözden geçirilerek gerekli değişiklikleri yapacağız.
  • Katalog suçlar dışında elde edilecek deliller açısından üçüncü kişilerin zarar görmemesi için mahkeme kararlarında hakkında denetim kararı verilecek kişi ile iletişim araçlarına yönelik somut bilgilerin yer almasını sağlayacağız.

Üçüncü olarak; kişisel veri güvenliğini güçlendireceğiz.

  • Kişisel Verilerin Korunması Kanunu’nun Avrupa Birliği müktesebatıyla uyumlu hale getirilmesi için gerekli yasal düzenlemeleri yapacağız.

Dördüncü olarak; ceza infaz kurumlarında meydana gelen ihlalleri ortadan kaldıracağız.

  • Hükümlülerin cezalarının mümkün olduğu ölçüde ailelerinin kolaylıkla ulaşabileceği yerlerde infaz edilmesini ve bu suretle aile bağlarını sürdürmelerini sağlamaya yönelik tedbirleri alacağız.
  • Çocuğun üstün yararı ilkesine uygun olarak, anne baba tutukluluklarında ya da çocuğu ağır hasta olan annelerin çocuklarını bırakarak cezaevine girmesine izin vermeyen infaz kanununda değişikliğe gideceğiz. “Babası ölmüş veya cezaevinde olan, 18 yaşından küçük çocuğu bulunan anneler” ile “annesi ölmüş 18 yaşından küçük çocuğu bulunan babalar” ve “18 yaşından küçük ve bakıma muhtaç çocu­ğu bulunan anneler” hakkında belirli şartlarla hapis cezasının infazının çocuğun 18 yaşını doldurana kadar ertelenebilmesini sağlayacağız.

***

Değerli Konuklar,

Eylem planımızın dokuzuncu ana başlığını “Din, İnanç ve Vicdan Özgürlüğü” oluşturmaktadır.

Din ve vicdan özgürlüğü, Anayasanın 24. maddesi ile her ne kadar teminat altına alınmış olsa da insan haklarına dayanan demokratik hukuk devletinin gerektirdiği özgürlükçü bir yapı ve işleyiş hiçbir zaman sağlanamamıştır.

Devletin tüm görüşler ve inançlar karşısında tarafsız olmaması, kendisinde toplumu biçimlendirme ve dönüştürme görevi görmesi, laiklik ilkesinin özgürlükçü bir bakışla ele alınmaması ile din özgürlüğü alanına sınırsızca müdahale edilmesi; başörtüsü, Alevilik, gayrimüslim topluluklar örneklerinde somutlaşan biçimde yoğun hak ihlallerine sebep olmuştur.

Bu tutumlar demokratik olmayan bir zihin dünyasına dayandığı gibi, Anayasal ve yapısal korumanın yetersiz olmasıyla da ilgilidir.

Din ve vicdan özgürlüğünü kapsamında hayata geçireceklerimiz 5 hedef ve toplam 22 eylemden oluşmaktadır.

Öncelikli olarak; din ve vicdan özgürlüğünü özgürlükçü laiklik anlayışı doğrultusunda anayasada güçlendirecek somut hedefleri hayata geçireceğiz.

Özgürlükçü laiklik anlayışına göre devlet, kamu düzeni ve başkalarının hak ve hürriyetlerinin korunması için gerekli sınırlamalar dışında din ve vicdan özgürlüğünü kısıtlayamaz.

Laik devlet bir inancı tanımlayamaz, dini toplulukların ibadethanelerini ne tanımlayabilir ne de kısıtlayabilir.

Aynı şekilde laik bir devlet, dinî toplulukların iç işleyişlerine müdahale edemez, tüzel kişilik teşkil etme ve kendi din görevlilerini yetiştirme hakkından menedemez, kamuya açık alanda ve kamu görevinde dini inancın gereklerini yerine getirme hakkına saygı duyar. Bu amaçla;

  • Herkesin bireysel veya topluca, özel veya kamuya açık olarak inancını yaşama hakkını temin edeceğiz.
  • Laiklik ilkesinin ideolojik ve otoriter bir şekilde uygulanarak din özgürlüğü alanına sınırsızca müdahale edilmesinin önüne geçmek amacıyla Anayasanın 24. maddesindeki kısıtlamaları AİHS ve Venedik Komisyonunun görüşü doğrultusunda düzenleyeceğiz.
  • Kamu ve özel sektör çalışanları ile öğrencilere, kendi dini bayramlarında izinli sayılma imkânı tanıyacağız.
  • Nüfus kayıtlarında vatandaşlarımızın din ve inançlarının kendi tercih ettikleri şekilde ifade etmelerini sağlayacağız.

İkinci olarak; Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Dersini çoğulcu bir içerikte yeniden düzenleyecek, isteyen öğrencinin herhangi bir açıklama yapmak zorunda bırakılmaksızın bu dersten muafiyet hakkını tanıyacağız.

Üçüncü olarak; din ve inanç topluluklarının tüzel kişilik edinebilmelerini mümkün kılacağız.

  • Din ve inanç topluluklarının örgütlenme özgürlüğü önündeki tüm engelleri kaldıracak ve ihtiyaçlarına cevap verecek biçimde örgütlenme özgürlüğünü kuşatıcı olarak temin edeceğiz.
  • Gayrimüslim cemaat vakıfları yönetim kurullarının oluşturulması ve seçimine ilişkin Vakıflar Yönetmeliği’nde cemaat vakıflarının iç işlerinde özgürlüklerini koruyan ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün keyfi müdahalelerine olanak vermeyen düzenlemeler yapacağız
  • Türk Medeni Kanunu’nun 104. maddesinde ifade edilen “belirli bir cemaatin desteklenmesi amacıyla vakıf kurulamaz” düzenlemesini değiştireceğiz.

Dördüncü olarak; ibadethanelerin açılması, tanınması ve kullanılması önündeki sorunları gidereceğiz.

  • Tüm din ve inanç topluluklarının kendi tanımlarına saygı göstereceğiz.
  • Dini toplulukların örgütlenme özgürlüğüne ideolojik saiklerle müdahaleyi engelleyeceğiz.
  • İbadet yerleri ile ilgili yasal mevzuatı, tüm din ve inanç topluluklarının ihtiyaçlarını dikkate alarak güncelleyeceğiz. Mülki idare amirlerinin kişilerin ibadet yeri tahsisi kararlarında ibadet yeri ihtiyaçlarını da göz önüne alacak şekilde hareket etmelerini sağlayacağız.
  • Din ve inanç topluluklarının ibadethanelerinin ibadet yeri olarak tanınmasının önündeki engelleri kaldıracağız.
  • İbadet yerlerine indirimli tarife uygulanmasına olanak veren Bakanlar Kurulu kararının ilgili bölümünde “ibadethaneler” ifadesine “cemevi” ifadesini de ekleyeceğiz.

Beşinci olarak; din görevlilerinin eğitimi, öğretimi ve mali haklarında ayrımcılığa son vereceğiz.

  • Din veya inanç topluluklarının kendi din görevlilerini eğitmek üzere eğitim kurumları açmasını sağlayan adımlar atacak, bu topluluklara yükseköğretim dâhil, kendi din eğitimcilerini yetiştirebilme imkânı vereceğiz.
  • Farklı dinlerin görevlilerinin yetiştirilmesi için, devlet üniversitelerinde ilgili fakülteler/enstitüler oluşturulmasını sağlayacağız.
  • Din ve inanç topluluklarının din görevlilerinin maaş ve sosyal haklara ilişkin yaşadıkları ayrımcılığa son vereceğiz.

***

Değerli Misafirler,

Eylem planımızın onuncu ana başlığında “İfade Özgürlüğü” nü koruma altına alan somut hedeflerimiz yer almaktadır.

Çoğulcu demokrasinin temellerinden biri olan ifade özgürlüğü, demokrasinin işleyişi için yaşamsal bir öneme sahiptir.

İfade özgürlüğünün keyfi olarak sınırlandırılması; vatandaşların haber ve bilgi alması, kamuoyu oluşturulması ile yakın ilişkisi nedeniyle aynı zamanda demokrasinin de tehdit edilmesi sonucunu doğurmaktadır.

Eylem planımızda ifade özgürlüğünü korumaya yönelik olarak 5 hedefi toplam 17 eylemle hayata geçireceğiz.

Öncelikli olarak; ifade özgürlüğünü anayasada güçlendirmeye yönelik somut adımlar atacağız.

Anayasanın 25. ve 26. maddelerini birleştirerek, madde başlığını “Düşünce, kanaat ve ifade hürriyeti” şeklinde değiştirecek, kişilerin düşünce ve kanaatlerinden dolayı ayrımcılığa maruz bırakılamayacağını maddede açıkça düzenleyeceğiz.

İkinci olarak; ifade özgürlüğü ile bağdaşmayan suç ve cezaları yeniden düzenleyeceğiz.

Türk Ceza Kanunu’nun 299. maddesinde düzenlenen Cumhurbaşkanına hakaret suçunu kaldıracağız.

Cumhurbaşkanına yönelik hakaretlerin diğer hakaret suçları gibi değerlendirilmesini sağlayacağız.

Türk Ceza Kanunu’nun 125. maddesinde düzenlenen hakaret suçunu yeniden düzenleyerek hakaret suçu için hapis cezası uygulanmasına son vereceğiz.

2022 yılında, kamuoyunda sansür yasası olarak bilenen değişiklikle Türk Ceza Kanunu’nun 217/A maddesine eklenen “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunu ilga edeceğiz.

Türk Ceza Kanunu’nun 301. maddesini daha açık ve belirli bir hale getirecek şekilde değiştireceğiz. Maddede yer alan düzenlemenin şiddeti ve nefreti kışkırtan ifadelerle sınırlı olmasını sağlayacağız.

Türk Ceza Kanunu’nun 215. ve 216. maddelerinin, eleştirel düşüncelerin baskılanmasına yol açacak şekilde uygulanmasına engel olacağız. “Açık ve mevcut tehlike” şartına bağlanan bu suçların, gerçek bir tehlikenin varlığı halinde uygulanmasını sağlayacak yasal ve yapısal tedbirler alacağız.

Üçüncü olarak; terör örgütü propagandası suçunu, ifade özgürlüğünün ihlal edilmesine yol açmayacak şekilde yeniden düzenleyeceğiz. Bu kapsamda, terör propagandası suçlarında, belirsiz ve geniş olan cezalandırma alanını daraltacağız.

Elbette terör örgütü propagandası suçu cezalandırılmalı, ancak uygulamadan kaynaklanan sorunları engellemek amacıyla fiilin bir provokasyo­na neden olacak nitelikte ve ağırlıkta olup olmadığı, yazıların veya ifade edilen düşünce­lerin şiddete teşvik edip etmediği, cebir ve tehdit açısından açık ve mevcut bir tehlike oluşturup oluşturmadığı, hitap ettiği kitle bakımından nasıl bir etki yarattığına yönelik değerlendirmenin doğru yapılması şarttır. Aksi durumda insanların hayatını cehenneme çevirerek terör örgütleriyle mücadele edilemez.

Benzer şekilde, TCK’nın 220. maddesinin 6. ve 7. fıkralarında düzenlenen örgüte üye olmamak ve örgüt hiyerarşisine dâhil olmamakla birlikte örgüt adına işlenen suçları da AYM ve AİHM kararları doğrultusunda yeniden düzenleyeceğiz.

Dördüncü olarak; erişimi engelleme uygulamalarının kapsamını daraltacağız. 5651 sayılı Kanunda yer alan ifade özgürlüğü ve demokratik toplum gerekleri ile bağdaşmayan tüm düzenlemeleri kaldıracağız.

Beşinci olarak; Küçükleri Muzır Neşriyattan Koruma Kurulu’nun yapısını değiştireceğiz.

***

Kıymetli konuklar,

Eylem planımızın on birinci başlığını; ifade özgürlüğünün özel güvencelere bağlanmış farklı bir görünümünü ifade eden “Basın Özgürlüğü” oluşturmaktadır.

Kamuoyunun bilgilendirilmesinin ve kamuoyunda herhangi bir konuda kanaat oluşturulmasının en etkili araçlarından biri olan basın özgürlüğü; demokratik bir toplumun zorunlu temellerinden olup bireylerin gelişmesi ve toplumun ilerlemesinde önemli etkiye sahiptir.

Özgür ve bağımsız basın, demokrasilerde hayati bir rol oynamaktadır.

Dolayısıyla basın özgürlüğüne yönelen her tehdit demokratik topluma da ağır bir darbe vurmaktadır.

Eylem planımızda basın özgürlüğünü korumaya yönelik toplam 17 eylemle dört hedefi hayata geçireceğiz

Öncelikli olarak; basın özgürlüğünü anayasada güçlendirecek değişikleri hayata geçireceğiz.

Anayasanın 28. ila 32. maddeleri arasında düzenlenen basın ve yayımla ilgili hükümleri özgürlüğün esas, sınırlamanın ise istisna olduğu anlayışıyla kısa ve öngörülebilir bir şekilde yeniden düzenleyeceğiz.

İkinci olarak; basın mensuplarının özlük haklarının iyileştirilmesine yönelik gerekli adımları atacak, mesleki faaliyetleri dolayısıyla cezalandırılmalarına son vereceğiz.

  • Gazetecilik sektöründe sendikalaşmayı ve sendika üyeliğini kolaylaştırarak gazetecilerin ekonomik ve sosyal haklarını etkili şekilde kullanabilmelerinin önünü açacağız.
  • Gazetecilere karşı görevleri nedeniyle işlenen suçlardan gazetecilerin korunmalarını sağlamak amacıyla caydırıcı ve etkili cezalar öngöreceğiz.

Üçüncü olarak; basını düzenleyen ve denetleyen kurulların bağımsızlığını tesis edecek düzenlemeleri hayata geçireceğiz. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu’nu (RTÜK) ve Basın İlan Kurumunu (BİK) siyasi iktidarın ve diğer çıkar çevrelerinin etkisinden koruyacak, bu kurumların bağımsız ve tarafsız olmalarını sağlayacak yasal ve yapısal değişiklikler yapacağız.

Son olarak; basında tekelleşmeyi ve haksız rekabeti önleyecek tedbirleri hayata geçireceğiz. Medya sahipliği ve finansmanını şeffaf hale getireceğiz.

***

Kıymetli Konuklar,

“Toplantı ve Gösteri Yürüyüşü Düzenleme Hakkı”; eylem planımızın on ikinci ana başlığını oluşturmaktadır.

İfade özgürlüğünün kolektif olarak kullanılan özel bir türü olan bu hak ile bireylerin ortak fikirlerini birlikte savunma ve başkalarına duyurmak için bir araya gelebilmeleri güvence altına alınmıştır.

Farklı düşüncelerin ortaya çıkması, tartışılması ve yayılması işlevi gören bu hak da demokratik toplumun en temel değerleri arasındadır.

Ülkemizde bu hakları fiilen yok saymanın, iktidarın hukuk devletini kabullenmemesi neticesinde yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının sağlanamaması başta olmak üzere pek çok nedeni bulunmaktadır.

Eylem planımızda, 12 eylemden oluşan 4 hedefi hayata geçirerek toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının önündeki engellerin tamamını kaldıracağız.

Öncelikli olarak; toplantı ve gösteri yürüyüşü hakkının anayasada güçlendirilmesine yönelik gerekli değişiklikleri yapacağız.

Bu sebeple ilk olarak; bu hakkın Anayasada düzenlenenin aksine fiili engellerle kullanılamaz hale getirilmesini engellemek amacıyla “Toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının kullanılmasında uygulanacak şekil, şart ve usuller kanunda gösterilir.” ifadesini Anayasanın 34. maddesinden çıkaracağız.

İkinci olarak; Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu’nda, özgürlükçü bir bakış açısıyla değişiklikler yapacağız. Bildirim sistemi kapsamındaki düzenlemelerin izin” anlamına gelecek şekilde geniş yorumlanmasını engellemeye yönelik ilgili mevzuatta değişiklik yapacağız.

Üçüncü olarak; toplantı ve gösteri yürüyüşlerinin kriminalize edilmesine uygulamalara son vereceğiz. Kamu düzenine aykırı olmayan ya da toplantının barışçıl niteliğine zarar vermeyen halleri suç olmaktan çıkaracağız.

Son olarak; kolluk güçlerinin toplantı ve gösteri yürüyüşlerine ölçüsüz müdahale etmesini engelleyeceğiz. Barışçıl gösterileri haksız şekilde engelleyen, dağıtan ya da eylemcilere ölçüsüz müdahalelerde bulunan kolluk görevlilerine yönelik cezasızlık politikasına son vereceğiz.

***

Değerli Misafirler,

Eylem planımızın on üçüncü ana başlığında; “Örgütlenme Özgürlüğü” nü korumaya yönelik somut hedeflerimiz yer almakta.

Sivil toplum örgütleri; özellikle toplum bilincinin yaygınlaştırılması, sosyal yaşama katılımın arttırılması ve kamu yetkililerinin şeffaflığının ve hesap verebilirliğinin sağlanması gibi yollarla demokrasi ve insan haklarının geliştirilmesine ve gerçekleştirilmesine önemli katkılar sunmaktadır.

Sivil toplum, katılımcılık açısından önemli bir araç ve demokratik toplumun asli unsurudur.

Demokratik toplum bakımından taşıdığı önemin bilinciyle, eylem planımızda örgütlenme özgürlüğü korumaya yönelik somut çözümlerimizi 27 eylemden oluşan 4 hedefi gerçekleştirerek hayata geçireceğiz.

Öncelikli olarak; sivil toplumun güçlendirilmesini sağlamaya yönelik somut adımlar atacağız.

  • Sivil toplum kuruluşlarına yönelik ayrımcılığa ve baskıya son verecek, bu kuruluşların özgürce çalışabileceği güvenli, çoğulcu ve elverişli bir ortam oluşturacağız.

İkinci olarak; sivil toplum üzerinde sürekli bir baskı ve müdahale aracına dönüştürülen idari denetim yetkisinin kötüye kullanılmasına son vereceğiz.

  • Sivil toplum örgütlerinin denetimi ile ilgili yasal düzenlemeleri açıklığa kavuşturacağız. Denetimlerin sivil toplum kuruluşlarının amaçları ve yasalar çerçevesinde faaliyet göstermelerini temin etmenin ötesine geçerek, iç işlerine müdahale gerekçesi olarak kullanılmasını engelleyeceğiz.
  • 7262 Sayılı Kitle İmha Silahlarının Yayılmasının Finansmanının Önlenmesine İlişkin Kanun’un sivil toplum örgütleri ile ilgili maddelerini AİHM’in içtihatlarını temel alarak demokratik toplum gerekliliklerine uygun olarak yeniden düzenleyeceğiz.
  • Hakkında soruşturma açılan dernek ve vakıf yöneticilerinin İçişleri Bakanı kararı ile görevden alınabilmesi ve dernek ve vakfa ‘kayyım’ atanmasına imkân veren kanun hükmünü kaldıracağız.

Üçüncü olarak; sivil toplum örgütlerinin mali kapasitelerini artırmalarını sağlayacağız.

  • Sivil toplum örgütleri için öngörülen vergi muafiyeti” ve kamu yararına çalışma statüsü” kazanılması usullerini demokratik toplum ilkelerine uygun olarak ve hukuki öngörülebilirlik, şeffaflık ve kanun önünde eşitlik ilkeleri doğrultusunda yeniden düzenleyeceğiz. Bu konuda yürütmenin geniş takdir yetkisini sınırlandıracağız.
  • Yardım toplama konusunda yapılacak denetimlerin yerindelik denetimine dönüşmesini engelleyeceğiz.

Dördüncü olarak; sivil toplum örgütlerinin, kamu politikalarının belirlenmesi sürecine katılımını artıracağız.

***

Değerli arkadaşlar,

Eylem planımızın on dördüncü ana başlığını “Mülkiyet Hakkı” oluşturmaktadır.

Mülkiyet hakkını korumaya yönelik toplam 9 eylemle 2 hedefi hayata geçireceğiz.

Öncelikli olarak, kamulaştırma uygulamalarındaki mülkiyet hakkı ihlallerine son vereceğiz.

İkinci olarak ise, vergi uygulamalarındaki mülkiyet hakkı ihlallerine son vereceğiz.

Eylem planımızın on beşinci ana başlığında; DEVA Partisi olarak, “kişilerin insanca, onurlu ve güvenli bir yaşam sürmesini sağlayan haklar” olarak tanımladığımız “Sosyal Hakları” korumaya yönelik çözümlerimiz yer almakta.

Türkiye Cumhuriyeti’nin sosyal bir devlet olduğu, Anayasanın ikinci maddesinde hüküm altına alınmıştır.

Anayasanın 5. maddesinde ise kişilerin ve toplumun refah, huzur ve mutluluğunu sağlamak, temel hak ve hürriyetleri sosyal devlet ilkesi ile bağdaşmayacak surette sınırlayan engelleri kaldırmak, devletin görevleri arasında sayılmıştır.

Biz sosyal hakları güvence altına almanın, devletin asli görevi olduğuna inanıyoruz.

Bu sebeple, “Sosyal Haklar” alanında hayata geçirmeyi planladığımız tüm çözüm önerilerimizi, “İnsan onuruna yaraşır bir hayat” ilkesinden hareketle oluşturduk.

Temel Haklar Eylem Planı’mızda sosyal hakları hayata geçirmeye yönelik 5 hedefi toplam 28 eylemle hayata geçireceğiz.

Öncelikli olarak; insan onuruna yaraşır bir yaşamı temin edeceğiz.

  • Bireylerin temel ihtiyaçlarının karşılanacağı koşulların sağlanmasına yönelik tüm tedbirleri alacağız.
  • Kişilere insanlık dışı muamele, aşağılanma ve utanma duygusu yaşatabilecek tüm uygulamalara tereddütsüz son vereceğiz.

İkinci olarak; sağlık hakkını güçlendireceğiz.

  • Sağlık hakkını anayasada doğrudan düzenleyerek, herkes sağlık hakkına sahip olduğunu ve devletin sağlık hakkının gerçekleşmesi için gerekli her türlü tedbiri almakla yükümlü olduğunu anayasada açıkça düzenleyeceğiz.
  • SMA hastaları başta olmak üzere tedavisi için yurt dışından hizmet alması gereken kişilere her türlü kolaylığı sağlayacağız.

Üçüncü olarak; sosyal güvenlik hakkını güçlendireceğiz.

  • İş kazalarını önleyecek, iş sağlığı ve güvenliğini sağlayacak dönüşümleri gerçekleştireceğiz.
  • Emeklilik maaşlarının satın alma gücünü koruyacak tedbirler alacak, emekli aylıklarını satın alma gücünü koruyacak şekilde artıracağız.
  • “Yıpranma Payı” uygulamasını ”tehlikeli işler” sınıfında çalışanlar için daha adil bir hale getireceğiz.

Dördüncü olarak; engelli haklarını güçlendireceğiz.

  • Engelli bakım evleri ve kreşler açarak ailelere destek sağlayacağız.
  • Engellilerin; konaklama, bakım ve sağlık hizmetlerinden ücretsiz şekilde yararlanabileceği, kısa süreli bakım evleri ve yaşam merkezleri oluşturacağız.
  • Engellilerin çalışma hayatına tam katılımını sağlayacak politikaları hayata geçireceğiz.

Son olarak; sendikal haklarda Avrupa Birliği standartlarını sağlayacak somut adımları atacağız.

  • Mevzuatımızı ILO ve Avrupa Birliği standartları ile uyumlu hale getireceğiz.
  • Keyfi grev ertelemelerini sonlandıracağız.

Partimizin Sosyal Politikalar Başkanlığı’nın, sosyal haklara ilişkin olarak hazırladığı Sosyal Politikalar Eylem Planı’nda daha detaylı çözüm önerilerimiz yer almaktadır. Konu hakkındaki ayrıntılı çözüm önerilerimizi DEVA Partisi’nin eylem planlarının yayımlandığı ‘devahazır.com’ dan inceleyebilirsiniz. Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanlığı olarak hazırladığımız ‘Temel Haklar Eylem Planı”na, Sosyal Politikalar Eylem Planı’nda yer alıp temel haklar alanını ilgilendiren çözüm önerilerini derç etmiş bulunmaktayız.

***

Değerli Konuklar,

“Çevre Hakkı” eylem planımızın on altıncı ana başlığını oluşturmakta.

Biz, herkesin, insanî gelişimi mümkün kılan, sağlıklı, ekosistem açısından dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahip olduğuna inanıyoruz.

Çevreyi geliştirmek, çevre değerlerini korumak, kirliliğini önlemek, kalitesini yükseltmek ve gıdaların doğallığını sağlamak herkesin ve devletin görevidir.

Sağlıklı bir ekosisteme sahip bir dünyayı miras bırakmak, her neslin bir sonrakine borcu; bu şekilde emanet edilmiş bir dünyaya doğma hakkı ise her gelecek neslin hakkıdır.

Günümüzde insanın sebep olduğu küresel ekolojik kriz, hızlı ve yıkıcı etkileriyle her zamankinden daha görünür bir sorun haline gelmiş, birçok yerde yaşamı tehdit etmektedir.

Eylem planımızda, çevre hakkını güçlendirmeye yönelik 6 eylemi hayata geçireceğiz.

Çevre haklarına ilişkin anayasal ve yasal düzenlemeler uluslararası hukukla uyumlu hale getirilecek, Anayasa’da doğal yaşam kaynakları ve çevrenin korunması konusundaki devletin yükümlülüklerini açık şekilde düzenleyeceğiz.

Paris İklim Anlaşması’nın hedefini ve gerekliliklerini yerine getireceğiz.

Eylem planımızın on yedinci ana başlığında, hayvan dostlarımızın haklarını korumaya yönelik somut çözümlerimiz yer almakta.

Bütün hayvanların aynı düzeyde var olma hakkına sahip oldukları, hiçbir hayvana kötü davranılamayacağı, acımasız ve zalimce eylem yapılamayacağı, bütün hayvanların saygı görme hakkına sahip oldukları Hayvan Hakları Evrensel Bildirisi’nde teyit edilmiştir.

Havyan haklarını korumaya yönelik olarak 3 eylemi hayata geçireceğiz.

Hayvan haklarını anayasada açıkça düzenleyeceğiz.

Anayasanın 56. maddesine: “Devlet doğal hayatı ve hayvanları korur. Hayvanlara yönelik eziyet ve kötü muamele yapılmaması için gerekli tedbirleri alır.” hükmünü ekleyeceğiz.

Hayvanları Koruma Kanunu’nda değişiklik yaparak sivil toplum kuruluşlarının da hayvanlara yönelik suçlara karşı soruşturma açılması için başvuru yapabilmesini sağlayacağız.

Nesli tükenmekte olan hayvanları koruyacağız.

Partimizin Doğa Hakları ve Çevre Politikaları Başkanlığı’nın, sosyal haklara ilişkin olarak hazırladığı Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planı’nda daha detaylı çözüm önerilerimiz yer almaktadır. Konu hakkındaki ayrıntılı çözüm önerilerimizi DEVA Partisi’nin eylem planlarının yayımlandığı ‘devahazır.com’ dan inceleyebilirsiniz. Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanlığı olarak hazırladığımız Temel Haklar Eylem Planı’na, Çevre ve İklim Değişikliği Eylem Planı’nda yer alıp temel haklar alanını ilgilendiren çözüm önerilerini derç etmiş bulunmaktayız.

***

Kıymetli Misafirler,

Eylem planımızın son ana başlığını “Siyasi Haklar” oluşturmaktadır.

Ülkemizde faaliyette bulunan siyasi partilerin siyasi motivasyonlu davalarla kapatılma tehdidi ile karşı karşıya kalabilmeleri, seçilmiş milletvekilleri ve yerel idarecilerin hala hukuku ayaklar altına alan birtakım uygulamalar ile görevden alınmaları endişe vericidir.

Eylem planımızda, toplam 22 eylemden oluşan 5 hedefle, siyasi hakların güçlendirilmesine yönelik çözümlerimizi hazırlamış bulunmaktayız.

Siyasi partilerin faaliyetlerinin, çalışmalarının, kendi iç işleyişlerinin ve karar alma süreçlerinin çoğulcu demokrasinin gereklerine uygun şekilde düzenlenmesi, demokratik işlevlerini yerine getirebilmeleri bakımından büyük önem taşımaktadır.

Bundan dolayı öncelikli olarak; siyasi partiler ve seçim mevzuatını “Siyasi partilerin faaliyetleri, parti içi düzenlemeleri ve çalışmaları demokrasi ilkelerine uygun olur” şeklindeki anayasal kurala uygun biçimde ve özellikle parti içi demokrasinin güçlendirilmesi amacıyla yeniden düzenleyeceğiz.

  • Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin temsil gücünü arttırabilmek, temsilde adaleti ve çoğulcu demokrasiyi sağlamak amacıyla seçim barajını %3’e düşüreceğiz.
  • Daha güçlü bir temsil için kadınlara, engellilere ve gençlere kota zorunluluğu getireceğiz. Bu grupların siyasete aktif katılımını teşvik edeceğiz.
  • Siyasi Etik Kanunu çıkaracağız.

İkinci olarak; siyasi faaliyette bulunma hakkını güçlendirecek somut çözümleri hayata geçireceğiz.

  • Seçim çevreleri belirlenirken yurtdışında mukim 6 milyonu aşan vatandaşımızın doğrudan Meclis’te temsilinin sağlanabilmesi için yurtdışı seçim çevresi oluşturacağız.
  • Yasama dokunulmazlığının güvencesini artırmak amacıyla seçimden önce veya sonra bir suç işlediği ileri sürülen bir milletvekilinin, meclis üye tam sayısının salt çoğunluğunun kararı olmadıkça tutulmasının, tutuklanmasının ve yargılanmasının önüne geçeceğiz.
  • Anayasanın 83. maddesinde yasama dokunulmazlığının kapsamı dışında bırakılan “seçimden önce soruşturmasına başlanılmış olmak kaydıyla Anayasanın 14 üncü maddesindeki durumlar” ifadesini Anayasa Mahkemesinin kararlarını da dikkate alarak maddeden çıkaracağız.
  • Anayasanın 84. maddesinde düzenleme yaparak, milletvekilinin kesin hüküm giyme nedeniyle vekilliğinin düşmesini, Anayasa Mahkemesinin bireysel başvurusu hakkında vereceği karara kadar ertelenmesini sağlayacağız.

Üçüncü olarak; siyasi parti kurulmasının önündeki engelleri kaldıracağız.

Dördüncü olarak; siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştıracak anayasal ve yasal değişiklikleri hayata geçireceğiz.

  • Siyasi partilerin kapatılmasını zorlaştırmak adına tek mercîli kapatma prosedürünü engelleyeceğiz. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nın Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne başvuruda bulunmasını dava açma usulünün bir parçası yapacağız. Siyasi partilerin kapatılmasının, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının talebi ve Türkiye Büyük Millet Meclisinin üye tamsayısının beşte üç çoğunluğunun vereceği izne bağlı olarak açılan dava üzerine Anayasa Mahkemesi tarafından karara bağlanmasını öngöreceğiz.

Son olarak; seçilme hakkına yönelik haksız müdahalelere son vereceğiz.

  • Herhangi bir mahkeme kararı tesis edilene kadar yerel yöneticilerin soruşturma yahut kovuşturma evresinde geçici görevden alınabilmesine cevaz veren uygulamaları tadil edeceğiz.
  • Yerel yönetimlerin seçilmiş organlarının geçici görevden alınmaları kararındaki yetkinin münhasıran yargı organında olmasını sağlayacağız.
  • Geçici olarak görevden alınma kararında İçişleri Bakanı tarafından yapılacak başvuruların Danıştay tarafından karara bağlandığı bir süreç öngöreceğiz.
  • Yerel yöneticilerin görevden alındığı her durumda kayyum atanması uygulamasına son vereceğiz. Seçilme yeterliliğini kaybeden ya da geçici olarak görevden uzaklaştırılan belediye başkanı yerine yeni başkanın, belediye meclisi tarafından seçilmesini sağlayacağız.

***

Sayın Genel Başkanım,

Kıymetli Konuklar,

Aziz vatandaşlarımız,

Uzun bir emek ve çabanın ardından tamamladığımız Temel Haklar Eylem Planımızı özetlemeye çalıştım.

DEVA Partisi iktidarında gerçekleştireceğimiz pek çok reformun da temelini oluşturacak olan eylem planımızın ayrıntılarına partimizin internet sitesinden ulaşabilirsiniz.

Eylem planının hazırlanma sürecinde benimle birlikte ter döken, emek harcayan kıymetli çalışma arkadaşlarıma, eylem planımızın hazırlanmasına katkı sunan değerli akademisyenlere ve sivil toplum temsilcilerine teşekkür ediyorum.

Seçimlerin yaklaştığı bu dönemde bizler tüm eylem planlarımızı vatandaşlarımıza anlatmak için teşkilatımızla birlikte şehir şehir, ilçe ilçe dolaşacak ve ülkemizin sorunlarına somut çözüm önerilerimizi milletimize anlatacağız.

Yolumuzun uzun olduğunun, işimizin meşakkatli olduğunun, yükümüzün ağır olduğunun farkındayız.

Eylem planı yazmakla, uygulamak arasındaki farklılığı biliyoruz.

Ama aziz milletimiz bilsin ki, DEVA Partisi olarak, gelecek nesillere evrensel standartlarda bir hukuk devleti ve gerçek bir demokrasi bırakmaya kararlıyız. Hedefimiz tam demokrasi.

Türkiye’yi kısır tartışmaların, günlük siyasi hesapların, koltuk kavgalarının ve menfaat çekişmelerinin girdabına teslim etmeyeceğiz.

Herkesin kendini birinci sınıf vatandaş hissettiği; özgür ve demokratik bir hukuk devletini hep birlikte inşa edeceğiz.

Hiç kimsenin şüphesi olmasın. Türkiye zengin ve müreffeh insanların barış ve huzur içinde yaşadığı bir ülke olacak.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Temel Haklar Eylem Planı Lansman Toplantısı Videosu: https://www.youtube.com/watch?v=z_ATS2g3a8Y

2020 KPSS Mağduru Öğretmen Adayları Hk. Soru Önergesi

Kamu Görevlerine İlk Defa Atanacaklar İçin Yapılacak Sınavlar Hakkında Genel Yönetmelik’te 06.11.2019 tarihinde yapılan değişiklik ile öğretmen adayları için KPSS’ de elde edilecek puanın geçerlilik süresi 2 yıldan 1 yıla indirilmiştir. Bu yönetmelik değişikliği ile birlikte öğretmen atamalarında karma alımın son bulması ve halihazırda geçerli puanların sadece kendi atama döneminde kullanılması amaçlanmıştır.

2020 yılında gerçekleştirilen KPSS sonuçları 22.10.2020 tarihinde açıklanmıştır. Buna göre 2020 yılında yapılan KPSS’nin öğretmen adayları bakımından geçerlilik süresi 20.10.2021 tarihine kadar devam etmiştir. Bununla birlikte 9 Eylül 2021 tarihinde duyurulan Ek Öğretmen Atamasına 2020 yılında KPSS’ye giren adayların yanında 2021 yılında girenler de dahil edilmiş, bahsi geçen atama döneminde 2020 yılında KPSS’ye giren adaylardan sadece 934 kişi atanma hakkı kazanmış, netice itibariyle bu durum 2020 yılında sınava giren adayların mağdur olmasına yol açmıştır.

Bu bağlamda aşağıdaki soruların sorulma gereği hasıl olmuştur.

1- Millî Eğitim Bakanlığı’nın KPSS’ye 2020 yılında giren öğretmen adaylarının yaşadığı mağduriyeti gidermeye yönelik herhangi bir çalışması var mıdır?

2- Millî Eğitim Bakanlığı, yaşanan mağduriyetlerin giderilmesine yönelik olarak KPSS’ye 2020 yılında giren öğretmen adayları için telafi ataması şeklinde bir öğretmen alımı yapmayı planlamakta mıdır?

Türkiye İnsan Hakları Vakfı 2021 Yılı İnsan Hakları Raporu Hk. Basın Açıklaması

“TİHV 2021 Yılı İnsan Hakları Raporu, Türkiye’nin Nasıl Bir Karanlığa Mahkûm Edildiğini En Acı Şekilde Gözler Önüne Sermektedir”

‘Ülkemizde İnsan Hakları Can Çekişiyor’

Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) 2021 yılı İnsan Hakları Raporu, Türkiye’nin nasıl bir karanlığa mahkûm edildiğini en acı şekilde gözler önüne seriyor.

Kaçırılan insanlardan mayına basarak yaşamını yitirenlere, işkenceye maruz kalanlardan zırhlı araç çarpması sonucu hayatını kaybeden çocuklara…

İnsan haklarına dayalı, demokratik bir hukuk devletinde mümkün olmayacak kadar korkunç bir tablo ile karşı karşıyayız.

Raporda; düşünce ve ifade özgürlüğünden toplantı ve gösteri yürüyüşü özgürlüğüne, yaşam hakkından savunma hakkına dek her türlü hak ve özgürlüğün hiçe sayıldığı ve vatandaşlarımızın doğuştan sahip oldukları hakları gözünü dahi kırpmadan yok edebilen bir anlayışın karar verici olarak devletin her alanına nasıl sirayet ettiği açıkça ortaya konuyor.

“Adalet Mülkün Temelidir”

Devletlerin varlık sebebi vatandaşlarının barış, huzur, güvenlik ve özgürlük içerisinde müreffeh bir hayat sürmesini sağlamaktır. Devleti yaşatan adalettir. Hz. Ömer’in ifadesiyle “Adalet mülkün temelidir.” Devlete meşruiyet kazandıran, insanların aynı devletin çatısı altında bir ve beraber yaşama arzusunu diri tutan ve aynı bayrak altında yaşayan insanların en zor zamanlarda dahi güçlü bir duygudaşlıkla omuz omuza vermesini sağlayan; adil bir ülkede yaşadıklarına dair inançlarıdır.

İnsanların Türkiye’de nasıl bir baskı ve korku ikliminde yaşadığını ortaya koymak açısından TİHV’ nin 2021 yılı İnsan Hakları Raporu oldukça önemli bir belge niteliğindedir.

Gazetecilerin baskı altına alındığı, sivil toplumun susturulduğu, yüksek mahkeme kararlarına ilk derece mahkemelerinin uymadığı, herkesin her an terörist olmakla suçlanmaktan tedirgin olduğu, hukukun ayaklar altın alındığı bir süreci ülke olarak yaşamaktayız. Fakat hukuk güvenliği, masumiyet karinesi, lekelenmeme hakkı, adil yargılanma hakkı, suçların ve cezaların kanuniliği gibi en temel hakların dahi tamamen rafa kaldırıldığı üçüncü sınıf bir otoriter rejim haline gelmemize ise sadece bir seçim uzaktayız.

Sıradan bir insanın dahi sosyal medyada paylaşım yapmaktan korktuğu, “Silivri soğuktur şimdi” sözünün artık herkes tarafından bir deyim olarak kullanıldığı, toplumun her kesiminden gençlerin batılı ülkelerde yeni bir hayat kurabilmek için akın akın yurtdışına gittiği, imkânı olanın kaçmak istediği, imkânı olmayanların ise yüce bir sabırla yaşadığı, katlandığı, herkesin mutsuz, herkesin bıkkın ve şikayetçi olduğu bir ülke artık Türkiye.

‘Milletimiz Bu Karanlık Tabloyu Değiştirecek’

Bu karanlık tabloyu değiştirmek için ülke olarak önümüzde çok büyük bir fırsat var. 2023 seçimleri, geleceğin Türkiye’sinde çocuklarımızın nasıl bir yaşam süreceğine dair çok ciddi bir kararın verileceği bir seçim olacak. Türkiye iki ittifak ya da iki Cumhurbaşkanı arasında değil, iki farklı zihniyet arasında bir seçim yapacak. Gelecekte ya demokratik bir hukuk devletinin özgür ve müreffeh vatandaşları olarak huzur içinde yaşayacak ya da her şeyin ölçüsü olarak kendisini gören, bireyin, sivil toplumun ve ülkenin nefes almasına izin vermeyen hukuksuz ve otoriter bir yönetim anlayışı altında hukuksuzluklarla boğuşmaya devam edeceğiz.

DEVA Partisi olarak bizim, milletimizin en doğru kararı vereceğine ve ülkemizin içinde bulunduğu bu korku ve baskı ikliminden milletimizin inanç ve iradesiyle çıkacağımıza olan inancımız tamdır.

Türkiye hiçbir kişinin, ailenin ve zümrenin ya da bir ideolojinin, inancın ve düşüncenin tahakkümü altına alınamayacak kadar büyük bir ülkedir. Önümüzdeki seçimlerde milletimiz bu gerçeği en gür şekilde haykıracaktır.

Sokak Hayvanları Hk. Soru Önergesi

09.07.2021 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kabul edilen ve 14.07.2021 tarihli Resmî Gazete’de yayımlanarak yürürlüğe giren Hayvanları Koruma Kanunu ile Türk Ceza Kanununda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la 5199 sayılı Hayvanları Koruma Kanunu’na yönelik onarıcı düzenlemeler yapılmıştır.

Hayvanları Koruma Kanunu gereği sahipsiz sokak hayvanlarının kısırlaştırılarak, nüfuslarının kontrol altına alınması ve aşılanarak hastalık riskinin azaltılması yasal zorunluluk olduğu halde ülke genelinde neredeyse hiçbir belediyenin kanunun gereğini yerine getirmediği gözlemlenmektedir. Bu faaliyetlerin yeterli ölçüde yapılmıyor ve yapılanların yeteri kadar kontrol edilmiyor olması halk sağlığı ve güvenliği için ciddi sorunlara yol açmaktadır.

Geçtiğimiz dönemde yerel yönetimlere bu hizmetleri verme zorunluluğu getirilmiş, tüm belediyelerin hızlıca bakımevlerini kurmasına yönelik de makul bir süre verilmiştir. Üzerinden geçen 1,5 yıllık zaman zarfında pek çok belediyenin bu yönde faaliyetlere halen başlamadığı ve mağduriyetlerin de her geçen gün katlanarak arttığı basına yansıyan haberlerden ve bize ulaşan şikayetlerden anlaşılmaktadır.

Bu bağlamda aşağıdaki soruları sorma gereği hasıl olmuştur. 

  1. Türkiye genelinde kaç belediye sahipsiz sokak hayvanları için yeterli olanaklara sahip bakımevi kurarak kısırlaştırma ve aşılama faaliyetlerine başlamıştır?
  2. 81 il genelinde kaç hayvan bakımevi bulunmaktadır? Bu bakımevlerine kaçı ruhsatlı ve kanuna uygundur?
  3. Bakımevi kurmayan belediyelerden kaç tanesi uygun bakımevi kurmaya yönelik inşaat çalışmalarına başlamıştır ve inşaatların tamamlanma tarihi nedir?
  4. Kontrol altına alınamayan sokak hayvan popülasyonu için kısırlaştırma seferberliği planlanmakta mıdır? Tüm sokak hayvanlarının kısırlaştırma ve aşılama sürecinin planlanması ve takvimi nedir?
  5. Kısırlaştırma seferberliği başlayana ve gerekli aşılama süreçleri tamamlanana kadar toplumun güvenliğini ve halk sağlığını nasıl sağlayacaksınız?
  6. Bakımevi olmayan belediyeler kısırlaştırma, aşılama ve bakım süreçlerini nerede ve nasıl yapacaklar?
  7. Türkiye genelinde kaç veteriner hekim istihdam edilmektedir? Belediyelerin kısırlaştırma sürecini yönetmesi için gerekli personel ve veteriner istihdamı sağlanmış mıdır? Kısırlaştırma seferberliğinde kaç tane ek veteriner istihdam edilmesi planlanmaktadır?
  8. Tüm bu süreçler ilgili bakanlıklar tarafından denetlenmekte midir? Bu verilere şeffaf bir şekilde hangi platformlardan ulaşılabilmektedir?
  9. Alanında yetkin sivil toplum örgütleri ve tüm paydaşlar süreçlere ve çözümlere dahil edilmekte midir?
  10. Kısırlaştırma seferberliği ve gerekli bakımevleri kurulması için yeterli bütçe ayrılmış mıdır?

 

Torba Kanun’la Cemevlerine İlişkin Düzenleme Yapılması Hk. Basın Açıklaması

“Alevilerin talebi cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesidir”

Hükümetin Amacı Sorun Çözmek Değil Göz Boyamak

Cemevlerine ilişkin birtakım düzenlemeleri de içeren ‘Vergi Usul Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi’ hakkında TBMM Genel Kurulu görüşmeleri devam ediyor.

Alevi toplumunun talepleri dikkate alınmadan, torba kanunla seçim öncesi alelacele Meclis’e getirilen ve Alevilerin eşit vatandaşlık hakkını temin etme kapasitesine sahip olmayan bu düzenleme; hükümetin, Alevi vatandaşlarımızın sorunlarını çözme konusundaki samimiyetsizliğini de ortaya koymaktadır.

Türkiye’de Alevi vatandaşlarımızın sorunlarını bilen, bu sorunların demokratik ve adil yollarla çözülmesi için yıllardır gayret gösteren neredeyse tüm sivil toplum örgütleri, bu kanun teklifine karşı seslerini yükseltmişler ve bu teklifi “inançlarına ve kimliklerine hakaret” olarak nitelemişlerdir.

Alevilerin Eşit Vatandaşlık Talepleri Görmezden Gelinemez

Kanun teklifinin ilgili maddelerinde; cemevlerinin yapım, bakım ve onarım gibi ihtiyaçlarının gerekli durumlarda belediyeler ve il özel idareleri tarafından karşılanabileceği ve yine cemevlerinin su ve elektrik harcamaların da belediyeler ve Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından karşılanabileceği düzenlenmektedir.

Oysa on yıllardır Alevi vatandaşlarımızın dile getirdiği talepler; başta Alevi kimliğinin ayrımcı uygulamalarla ötekileştirilmesinin önüne geçilmesi ve eşit vatandaşlık taleplerinin yerine getirilmesi olmak üzere, zorunlu din derslerinin içeriği, kamu kurumlarına atamalarda yaşadıkları ayrımcılığın giderilmesi, Madımak Oteli’nin müze yapılması, Alevilerin tarih boyunca çektikleri acılarla yüzleşilmesi ve elbette cemevlerinin kültürel bir alan olarak değil bir ibadethane olarak kabul edilmesidir.

Alevi vatandaşlarımızın taleplerini dikkate almadan, sadece göz boyamak için cemevlerine yönelik yapım, bakım ve onarım desteğiyle birlikte, elektrik ve suyun ücretsiz veya ucuza kullandırılması, iktidarın meseleye “hak” değil “oy” temelinde baktığını gözler önüne sermiştir.

“Cehennem Dediğin Dal Odun Yoktur, Herkes Kendi Ateşini Götürür”

Alevilik de tıpkı diğer tüm inançlar gibi, devletin ve kanunun tanımlamasına muhtaç değildir. Alevilerin ibadethane olarak gördükleri yer neresi ise orası ibadethanedir. Aleviler, Aleviliği nasıl tanımlıyorsa Alevilik odur.

Aleviler yüzyıllar boyunca öteki olarak görülmüş ve maalesef bu durum Cumhuriyet’le birlikte de devam edegelmiştir. Alevilerin yaşadıkları acılar görmezden gelinmiş ve Alevi kimliği her zaman toplumsal ayrışmanın bir parçası olarak lanse edilmiştir.

Türkiye’nin tüm farklılıklarını zenginlik sayarak barış ve huzur içerisinde bir arada yaşayabilmesi; “incinsen de incitme” diyen Hacı Bektaşi Veli’yi, “ete kemiğe büründüm, Yunus diye göründüm” diyen Yunus Emre’yi,’ “cehennem dediğin dal odun yoktur, herkes kendi ateşini götürür” diyen Pir Sultan Abdal’ı anlayabilmekle mümkün olacaktır.