RTÜK Üyesi Okan Konuralp’in Açıklamaları Hk. Soru Önergesi

Radyo Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) üyesi Sn. Okan Konuralp Twitter isimli sosyal medya hesabından yapmış olduğu açıklamada; Sağlık Bakanlığı tarafından hazırlanan ve AK Parti’nin “Türkiye Yüzyılı” logosuyla başlayan “HealthTürkiye” isimli tanıtım filminin televizyon ve radyolarda “ücretsiz ve zorunlu” olarak yayınlanmasına karar verildiğini ifade etmiştir. Yine benzer mahiyette kararların da alınabileceği ve bu şekilde AK Parti ve Cumhur İttifakı propagandasının yapılacağına dair bilgiler kamuoyuna yansımış bulunmaktadır.

Bu bağlamda aşağıdaki şu soruların sorulma gereği hasıl olmuştur:

  1. RTÜK, iddia edildiği şekilde, bir siyasi partinin seçim kampanyasında kullanılan logonun yer aldığı tanıtım filminin televizyon ve radyolarda ücretsiz ve zorunlu olarak yayınlanması yönünde bir karar almış mıdır?
  2. RTÜK tarafından bu yönde alınmış bir karar var ise tarafsızlık ve bağımsızlık ilkesi ile bağdaşmayan bu karar hangi gerekçe ile alınmıştır?
  3. Karara konu tanıtım filmine benzer mahiyette bir parti propagandasına neden olabilecek başka reklam filmleri de söz konusu mudur? Aynı şekilde bu reklam filmlerinin de ücretsiz ve zorunlu olarak televizyon ve radyolarda yayınlanması için planlama yapılmakta mıdır?

‘Türkiye Yüzyılı’ İsimli Şarkının Polis Akademisi Bandosu Tarafından Çalınması Hk. Soru Önergesi

28.10.2022 tarihinde Ankara Spor Salonu’nda AK Parti tarafından “Türkiye Yüzyılı” isimli siyasi bir program organize edilmiş, programa Cumhurbaşkanı Sn. Recep Tayyip Erdoğan da konuşmacı olarak katılmıştır. Aynı programda, bu program için bestelenen “Türkiye Yüzyılı” adlı şarkı da çalınmıştır.

01.11.2022 tarihinde Beştepe Millet Kongre ve Kültür Merkezi’nde Polis Akademisi Polis Amirleri Eğitim Merkezi 6. Dönem Mezuniyet Töreni gerçekleşmiştir. 28.10.2022 tarihinde AK Parti tarafından organize edilen program için bestelenen “Türkiye Yüzyılı” şarkısı, Polis Akademisi Bandosu tarafından bu mezuniyet töreninde de çalınmıştır.

Siyasi bir parti tarafından organize edilen program için bestelenen ve bu programda çalınan bir şarkının Polis Akademisi Mezuniyet Töreni’nde çalınması hukuka aykırıdır. Şöyle ki;

1982 Anayasası’nın 129’uncu maddesinin birinci fıkrasında “Memurlar ve diğer kamu görevlileri Anayasa ve kanunlara sadık kalarak faaliyette bulunmakla yükümlüdürler” hükmü yer almaktadır.

Siyasi bir parti tarafından organize edilen bir program için bestelenen ve bu programda çalınan bir şarkının Polis Akademisi Mezuniyet Töreni’nde de çalınması 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu’nun “Tarafsızlık ve devlete bağlılık” başlıklı 7’nci maddesinde düzenlenen “Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar” hükmüne açıkça aykırıdır.

Ayrıca söz konusu fiil aynı kanunun “Disiplin cezalarının çeşitleri ile ceza uygulanacak fiil ve haller” başlıklı 125’inci maddesinin “kademe ilerlemesinin durdurulması” disiplin cezası başlığının “o” fıkrasında yer alan “herhangi bir siyasi parti yararına veya zararına fiilen faaliyette bulunmak” hükmüne de açıkça aykırıdır.

Bu bağlamda aşağıdaki şu soruların sorulması gereği hasıl olmuştur:

  1. Siyasi bir partinin seçim faaliyeti kapsamında bestelenen bir şarkının Polis Akademisi Bandosu tarafından tertip edilmesi, çalınması ve söylenmesi Polis Akademisi Bandosu’nun kendi takdiri ile mi gerçekleşmiştir? Eğer bir emir doğrultusunda çalınmış ise bu emir hangi makam tarafından verilmiştir?
  2. Söz konusu şarkının çalınması emir doğrultusunda gerçekleşmiş ise bu emir yazılı olarak mı yoksa sözlü olarak mı verilmiştir?
  3. Yukarıda bahsedilen kanuna ve anayasaya aykırılık halleri gözetilerek hukuka aykırı emri veren ve hukuka aykırı emri yerine getiren personeller hakkında idari ve adli soruşturma başlatılmış mıdır?

Almanya – Türkiye İşgücü Anlaşması 61. Yıldönümü Hk. Basın Açıklaması

Almanya’da Yaşayan Vatandaşlarımızın Sorunlarının Çözümüne Yönelik Rasyonel Adımlar Atılmalıdır

Bugün, 30 Ekim 1961 tarihinde Almanya ile Türkiye arasında imzalanan işgücü anlaşmasının 61. yıl dönümünde, Türkiye kökenliler Almanya’daki en büyük göçmen topluluk olarak yaşamlarını sürdürmektedir. 3,5 milyonu aşan nüfusu ile Almanya’daki varlıklarını beşinci kuşağa taşıyan Türkiye kökenliler, bulundukları ülkede bilimden sanata, spordan iş hayatına varan geniş bir yelpazede ürettikleri ile ülkenin asli unsurlarından biri haline gelmiştir.

Öte yandan, bugün halen Almanya’daki Türk diasporası için ırkçılık ve İslamofobi ile mücadele, siyasal ve toplumsal katılım başlıkları güncelliğini korumaktadır. Bu nedenle, Almanya’da bulunan vatandaşlarımızın anadil Türkçeyle ilişkilerini geliştirmeleri, Müslüman toplumun ötelenen kurumsal haklarını elde etmeleri için destekleyici bir rol üstlenen, onları araçsallaştırmayan, öznelliklerini destekleyen ve tüm renkleri kucaklayan kapsayıcı politikaların güçlendirilmesi gerekmektedir.

Irkçılıkla Mücadelede Daha Etkili Politikalar Elzemdir

Almanya’da gerçekleşen son federal seçimlerde ortaya çıkan koalisyon sözleşmesi, Türkiye-Almanya ilişkileri açısından ve Almanya’da yaşayan Türk diasporası açısından önemlidir. Sözleşmede yer verilen AB-Türkiye diyaloğunun süreceği, Almanya’da yaşayan çok sayıda Türkiye kökenlinin iki ülke arasında özel bir yakınlık yarattığı vurgusu, Almanya’daki Müslümanların yaşamları dikkate alınarak Müslüman yaşamının çeşitliliğinin destekleneceği ve modern bir vatandaşlık yasası oluşturularak çoklu vatandaşlığın etkinleştirileceği vaatleri oldukça mühimdir.

Ancak maalesef, göçmenlikten kalıcılığa çoktan geçiş yapmış Türk ve Müslüman nüfusa yönelik göçmen karşıtı tutumlar, gerçekleştirilen ırkçı saldırılar ve İslam düşmanlığı hala varlığını sürdürmektedir. Alman Entegrasyon ve Göç Araştırmaları Merkezi (DeZIM) tarafından bu yılın  Mayıs ayında yayınlanan Irkçı Gerçekler Raporu’na göre, Almanya nüfusunun %80’inden fazlası okul, iş ve yaşam alanlarında ırkçı mekanizmaların var olduğunu belirtmektedir. Aynı şekilde Türkiye ve Uyum Araştırmaları Merkezi Vakfı’nın (ZfTI) 2019’da Almanya’nın Kuzey Ren Vestfalya eyaletinde yaşayan Türkiye kökenliler üzerinde yaptığı araştırmaya göre, katılımcıların %59’u 2019 yılı itibariyle ayrımcılığa maruz kaldığını belirtmiştir.

Fair International’ın 2020’de yayımladığı raporda Almanya’da sadece 2018 yılında 120 cami saldırısının kaydını tutmuştur. Bunlar maalesef ırkçı şiddette buzdağının yalnızca görünen kısmıdır.  Kurumsal ırkçılık yanında, sokaktaki ırkçı şiddetle mücadelede de daha kararlı adımlar atılmak zorundadır.

Yurtdışında Yaşayan Vatandaşlarımızın Sorunları Tüm Siyasi Partiler Tarafından Ciddiyetle Ele Alınmalıdır

Türkiye’de yakın gelecekte bizleri bir seçim süreci beklemektedir. Diasporanın siyasal katılımı ile birlikte artık yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarına siyasi partiler düzeyinde daha somut çözüm önerileri sunulması gerekmektedir. Fakat geçtiğimiz seçim dönemlerinde edindiğimiz tecrübeler yurtdışında varlığını sürdüren vatandaşlarımızın sorunlarının çözümü noktasında adım atmak yerine, diasporamızın araçsallaştırıldığı görülmektedir.

Bu nedenle seçim kampanya dönemlerinde yurttaşlarımızın mukim olduğu ülkelerle olan iletişimin dikkatle sürmesi ve siyasi partilerin, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarını ciddiyetle gündemine alması şarttır. Bunun yanında, seçim dönemlerinde tırmandırılan gerilimler ve popülist söylemlerin sürmesi, yurtdışında yaşayan vatandaşlarımıza zarar verdiği unutulmamalıdır. Bu farkındalıkla, yurtdışındaki vatandaşlarımızın sıkıntılarını giderecek ortak çözümlerin geliştirilmesi ve Türk diasporasının sadece seçim zamanlarında değil, anayasal bir sorumluluk olarak daima gündemde tutulması elzemdir.

Ayrıca, Almanya’daki Türk sivil toplum kuruluşlarının Türk diasporasını ilgilendiren konularda daha aktif katılımla çalışmasının önünün açılması ve karar alma süreçlerine dahil edilmesi gerekmektedir. Türkiye Cumhuriyeti kurumlarının Almanya’da çalışmalarını sürdüren tüm sivil toplum kuruluşları ile tüm farklılıkları zenginlik kabul ederek, eşit düzeyde iletişim geliştirmesi gerekmektedir. Gelecek dönemde, Türkiye’deki siyasi iktidarın Almanya’da yaşayan vatandaşlarımızın bilinen sorunlarının çözümüne yönelik rasyonel adımlar atması ve popülizmden uzak akılcı bir dış politika gütmesi diasporamız için de büyük önem arz etmektedir.

DEVA Partisi Olarak Yurtdışında Yaşayan Vatandaşlarımızın Anavatanları ile Çok Boyutlu Bağlarının Korunması Ana Hedefimizdir

DEVA Partisi olarak, parti programımızda yer verdiğimiz üzere; yurtdışında yaşayan ve ülkemizin asli bir parçası olarak kabul ettiğimiz vatandaşlarımızın anavatanları ile olan başta dil ve kültür olmak üzere çok boyutlu bağlarının korunması ana hedefimizdir. Vatandaşlarımızın, yaşadıkları ülkelerde toplumsal hayatın siyaset, eğitim, bilim, kültür ve ticaret gibi farklı alanlarına eşit düzeyde ve yüksek seviyede aktif katılımlarının teşvik edilmesine öncelik veriyoruz.

Bu doğrultuda; yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın karşı karşıya kaldıkları İslam karşıtı ve yabancı düşmanı ortamın ortadan kaldırılması için ev sahibi ülkelerin resmi ve sivil unsurları nezdinde çok yönlü girişim ve faaliyetlerde bulunacağız. Bütüncül, kapsayıcı, tutarlı, uygulanabilir, çözüm odaklı ve yaşadıkları ülke ve toplumlarla ilişki ve iş birliğini destekleyen, uzun vadeli, siyaset üstü, ulusal ve uluslararası hukuka saygılı bir politika geliştireceğiz.

Yurtdışında yaşan vatandaşlarımız için geliştireceğimiz politikamızı, güncel siyasi konjönktürler üzerinden şekillendirmeyecek, diasporamızı iç politika gündemine göre asla araçsallaştırmayacağız. Devletimizin yurt dışındaki vatandaşlarımıza olan anayasal sorumluluğunu azami derecede yerine getirmesini hedefleyeceğiz. Kamu hizmetleri, eğitim, kültür, hukuk, aile, dinî hizmetler, ekonomi, sivil toplum ve medya gibi alanları kapsayıcı ve sivil toplum ve kanaat önderleriyle güçlü iletişim içerisinde politikalar takip edeceğiz. Bu alanda faaliyet gösteren kurumlarımızın, kapsayıcı, sürdürülebilir, bütüncül ve birbiriyle koordineli bir şekilde yeniden yapılandırılması sağlayacağız.

Bu bilinçle, Türkiye-Almanya İşgücü Anlaşması neticesinde başlayan göç süreci boyunca, başta ırkçı saldırılarda hayatını kaybeden yurttaşlarımıza Allah’tan rahmet diliyor; alın terleriyle Almanya’daki Türk toplumunun temellerini atan birinci kuşağın kıymetli büyüklerini saygıyla anıyorum.

Amasra Taş Kömürü Maden Ocağı Hk. Soru Önergesi

Türkiye Taşkömürü Kurumu tarafından Bartın İli Amasra İlçesi’nde işletilen kömür madeninde 14.10.2022 günü saat 18:15 sıralarında, grizu patlaması dolayısı ile meydana gelen kazada 41 işçimiz hayatını kaybetmiştir.

Sayıştay’ın, patlamanın meydana geldiği Amasra müessesine ilişkin 2019 yılında hazırlamış olduğu raporda şu ifadeler yer almaktadır: “2019 yılında müessesenin dengelenmiş üretim derinliği -300 metre olmuştur. Bu derinleşme, ani gaz degajı ve grizu patlaması gibi ciddi kaza risklerinin artmasına neden olmaktadır. Çalışılan damarların tamamında gaz içeriklerinin yüksek olduğu, dolayısıyla degaj kapasitelerinin de yüksek olduğu, arıza zonlarında riskin daha da arttığı bilinmektedir. Bu nedenle müessese ocaklarında ilgili mevzuat hükümlerinin yanı sıra ‘Kurum Degaj Yönergesi’ hükümlerinin titizlikle yürütülmesi gerekmektedir.

Bu bağlamda şu soruların sorulması gerekmiştir;

1- Grizu patlaması dolayısı ile meydana gelen ve şu ana kadar 41 vatandaşımızın ölümüne yol açan faciadan sonra sorumluların tespitine yönelik herhangi bir idari süreç başlatılmış mıdır?

2- Sayıştay tarafından 2019 yılında hazırlanan rapor doğrultusunda, Amasra müessesesindeki eksikliklerin giderilmesine yönelik herhangi bir tedbir alınmış mıdır? Alındı ise bu tedbirler nelerdir?

3- Taş kömürü üretimi yapan maden ocakları ne sıklıkta denetlenmektedir? Yapılan denetimler sonucunda, iş sağlığı ve güvenliği kriterlerini taşımadığı gerekçesiyle kapatılan maden ocağı sayısı kaçtır?

4- Patlamanın meydana geldiği maden ocağında, iş sağlığı ve güvenliği tedbirlerine ilişkin en son denetim ne zaman yapılmıştır? Yapılan bu denetimde herhangi bir eksiklik tespit edilmiş midir? Şayet eksiklik tespit edilmişse söz konusu eksikliklerin giderilmesi için herhangi bir çalışma yapılmış mıdır?

5- Türkiye genelinde faaliyet gösteren taş kömürü madenlerinde son 5 yılda kaç maden kazası meydana gelmiştir? Bu kazalarda kaç işçi hayatını kaybetmiştir?

6- Patlamanın meydana geldiği maden ocağında, son 5 yılda kaç maden kazası meydana gelmiştir? Bu kazalarda kaç işçi yaralanmış ya da hayatını kaybetmiştir? Bu iş kazalarına ilişkin herhangi bir soruşturma yapılmış mıdır?

7- Patlamanın gerçekleştiği maden ocağında ilave yatırım yapılmaksızın karşılanması mümkün olmayan, yıllık üretim planlarının üzerinde, belirli üretim hedeflerini tutturmaya yönelik bir üretim baskısı olmuş mudur?

8- Bakanlığınıza bağlı Madencilik ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü (MAPEG) tarafından yapılan rutin denetimler yılda kaç kez yapılmaktadır? Yapılan denetimlere dair raporlarda, patlamanın olduğu üretim kotuna ilişkin 2019 yılına ait Sayıştay raporunda işaret edilen metan gazına ilişkin iç güvenliği açığı ile alakalı tedbir alınıp alınmadığı incelenmiş ve gerekli uyarılar yapılmış mıdır?

9- Sayıştay uyarısı ve MAPEG denetimlerine rağmen Türkiye Taşkömürü Kurumu, teknik açıdan, iş süreci ve prosedürel olarak güvenlik önlemlerinden sarfı nazar etmiş midir? Patlamanın meydana geldiği maden ocağının havalandırma tesisatlarının, fan ve bacalarının aktif olarak çalışıyor olup olmadığı ne şekilde, hangi sıklıkta kontrol edilmiştir?

10- Türkiye Taşkömürü Kurumu Genel Müdürü Kazım Eroğlu’nun Kozlu Taşkömürü İşletme Müessesesi Müdürü olarak görev yaptığı dönemde, 2013 yılında 8 işçinin ölümündeki sorumluluğu dolayısı ile 24 ay hapis cezası aldığı ve bu hapis cezasının adli para cezasına çevrildiği doğru mudur? Eğer bu bilgi doğru ise 29.01.2018 tarihinde Türkiye Taşkömürü Kurumu Yönetim Kurulu Başkanlığı ve Genel Müdürlük görevlerine neden atanmıştır?

11- Özellikle göçük olaylarında etkili bir önlem olan ve pahalı bir yatırım olan “yeraltı sığınma odaları” konusunda bugüne kadar herhangi bir adım atılmış mıdır?

Avrupa Birliği Komisyonu 2022 Türkiye Raporu Hk. Basın Açıklaması

Türkiye’de Demokrasi ve Hukuk Devleti Uçurumun Kenarındadır

Avrupa Birliği (AB) Komisyonu’nun 2022 genişleme paketi kapsamında açıkladığı Türkiye raporu maalesef demokrasimizin her geçen gün nasıl zayıflatıldığını, hukuk devletinin nasıl ayaklar altına alındığını ve belli bir zümrenin iktidar hırsı yüzünden ülkenin nasıl uçurumun kenarına getirildiğini açıkça gözler önüne sermektedir.

Raporda Türkiye’nin demokratik kurumlarının işleyişinde ciddi eksiklikler bulunduğu; Meclisin, hükûmetin hesap verebilirliğini sağlayacak gerekli araçlardan yoksun olduğu ve etkili bir denge ve denetleme mekanizması bulunmadığının altı çizilmektedir. Rapor; mevcut sistemin, demokrasinin en temel standartlarından dahi uzak olduğunu ortaya koymaktadır.

Demokrasinin can damarları olan sivil toplum kuruluşlarının baskı altında olduğu; ifade, örgütlenme ve toplanma özgürlüklerinin kısıtlanmasıyla özgür hareket etme alanının daraldığı ifade edilen raporda “ifade özgürlüğü alanında son yıllarda gözlenen ciddi gerilemenin devam ettiği” belirtilerek “Devlet kurumları tarafından uygulanan kısıtlayıcı tedbirler ve adli ve idari yollarla artan baskı, ifade özgürlüğünün kullanılmasını baltalamaya devam etmiştir” denilmektedir.

Gazeteciler, insan hakları savunucuları, avukatlar, yazarlar, muhalif politikacılar, öğrenciler, sanatçılar ve sosyal medya kullanıcılarına karşı açılan ceza davaları ve mahkumiyetler de toplumun nasıl sindirildiğinin bir fotoğrafı olarak raporda açıkça ortaya konmuştur.

Türkiye İçin Demokrasi ve Hukuk Devletinden Başka İstikamet Yoktur

Türkiye’nin refahını ve huzurunu dert edinen, belli bir kesimin değil tüm Türkiye’nin zenginliğini hedefleyen, Türkiye için gerçek bir demokrasi ve hukuk devletinden başka istikamet olmadığını bilen herkes için sürpriz olmayan bu rapor, insanımızın hayatına doğrudan dokunan pek çok konuda yapılan yanlışları ortaya koymaktadır.

Raporda yargı teşkilatımızın içler acısı hali de açık bir şekilde dile getirilmiş; yargının, muhalefet partilerinin milletvekillerini sistematik bir şekilde hedef almak için kullanıldığı, yargı bağımsızlığının yok edildiği belirtilerek hâkim ve savcılar üzerindeki baskıya ilişkin gerçekler de iktidarın ve kamuoyunun dikkatine sunulmuştur.

AİHM kararlarının uygulanmamasının, yargının uluslararası standartlara bağlılığına ilişkin endişelerin artmasına neden olduğu ifade edilen raporda; hâkim ve savcıların mesleğe alınmasında ve terfiinde nesnel, liyakate dayalı ve önceden belirlenmiş kriterlerin bulunmadığı ve bunun yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı önündeki ciddi engellerden biri olduğu da tespit edilmiştir.

Yolsuzlukla Mücadele Sözü Veren Sayın Erdoğan İçin Tavsiyeler

Raporda, yolsuzlukla ve rüşvetle mücadele sözleri veren Sn. Erdoğan’ın ihtiyacı olan tespitler de yer almaktadır. Uluslararası yükümlülüklerin gereği olan yolsuzlukla mücadele birimlerinin kurulmadığı ve kamu kurumlarının hesap verebilirliği ile şeffaflığının iyileştirilmesinin gerektiği belirtilen raporda yolsuzlukla mücadele stratejisi ve eylem planının olmamasının, yolsuzlukla kararlı bir şekilde mücadele etme iradesinin bulunmadığını gösterdiği ifade edilmiştir.

Ülkemizin içinde bulunduğu karanlık tablo, Avrupa Birliği’nin bu raporu ile bir kez daha yüzümüze çarpmıştır. Ancak bu tablo bizi asla ümitsizliğe düşürmeyecektir. Aksine, ülkemizi bu koyu karanlıktan çıkartmak için daha çok mücadele edecek ve toplumun tüm farklı kesimleriyle birlikte demokrasiye, hukuk devletine, insan haklarına inanan insanlar olarak barış, huzur ve refah dolu Türkiye için daha çok çalışacağız.

Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan’ın da ifade ettiği gibi “Hedefimiz Türkiye’nin AB üyeliğidir. Evlatlarımız Avrupa’nın başı dik Türkiye’sinde büyüyecek.

Engelli Öğrencilerin Sorunları Hk. Soru Önergesi

Engelli öğrencilerin, eğitim hizmetlerinden yararlanmasında büyük sıkıntılar yaşanmaktadır. Engelli öğrencilerin sınıflarda sosyal uyumu, öğretmenlerden özel ilgi ihtiyacı ve ayrımcılığa uğramama hakları ne yazık ki karşılanmamaktadır. Ayrıca fiziksel engelli öğrenciler için okul ve sınıfların fiziki ortamının bu öğrencilerin ihtiyaçlarına uygun bir şekilde düzenlenmesi gerekmektedir.

Fiziksel engelli olan çocuğunun ayrımcılığa uğradığı, okulda gerekli donanımın bulunmadığı ve öğretmenler dâhil okul personelinin özel eğitim ihtiyacı olan öğrencilere yönelik olumsuz tutum sahibi olduğu gerekçesiyle Erhan Süzgün 2018/12500 Başvuru Numarası ile Türkiye Büyük Millet Meclisi Kamu Denetçiliği Kurumu’na 2019/1071-S.1636 sayısı ile başvurmuştur. Başvurucunun başvurusu üzerine 18/04/2019 tarihinde KDK tarafından tavsiye niteliğinde karar yayınlanmıştır. Kamu Denetçiliği Kurumu başvuruyu haklı bulmuş ve “Başta öğretmenlerin ve idarecilerin olumsuz tutum ve davranışlarını değiştirmeye, bu alanda onları desteklemeye ve zihniyet dönüşümünü sağlamaya yönelik olmak üzere, yapılacak inceleme ve araştırma sonucunda tespit edilecek sorunlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda mevcut eksiklikleri ve uygulama aksaklıklarını giderecek çözüm önerileri oluşturularak en kısa sürede uygulanmaya başlanması ve çalışmaların belirli bir program dâhilinde kamuoyu ile paylaşılmak suretiyle orta ve uzun vadede tamamlanması hususunda MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞI’NA TAVSİYEDE BULUNULMASINA,” karar vermiştir.

Başvurucu tarafından tarafıma yapılan müracaatla Kamu Denetçiliği Kurumu’nun tavsiye kararına rağmen ilk ve orta öğretimde engelli çocuklara ilişkin sorunların devam ettiği, özellikle okulların fiziki şartların halen son derece yetersiz olduğu, engelli çocuklara yönelik öğretmen ve idarecilerin yeteri ilgi ve alakayı göstermediği, engelli çocukların okullarda arkadaş çevrelerine katılamadığı, okullarda halen engelli tuvaletinin bulunmadığı, bulunmayan okullara engelli ailelerden toplanan bağışlarla tuvaletlerin yapıldığı, engelli ailelerinden halen kitap parası, aidat ve benzer giderlerin talep edildiği, halen birçok okulda asansör ve rampa olmadığı, engelli çocuklara yönelik oyun alanlarının bulunmadığı, okul servislerinin engelli çocukları almadığı ve engelli çocukların okula erişim konusunda ciddi zorluklarla karşılaştıkları ve hatta okula gidemedikleri, yatağa bağımlı çocukların evde eğitim alamadıkları dâhil pek çok sorun tarafıma bildirilmiştir.

Bu bağlamda şu soruları sormak gerekmiştir;

1- Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı ilkokul ortaokul ve liselerde eğitim gören engelli öğrenci sayısı kaçtır?

2- Engelli öğrencilerin bulunduğu okulların kaçında asansör, engelli tuvaleti, oyun veya dinlenme alanı ve rampa vardır?

3- Engelli öğrencilerin okullara gidip gelmesinin teminen hangi tedbirler alınmıştır? Engelli öğrenciler okullara hangi vasıtalarla taşınmaktadır? Bu öğrencilerin servislere bindirilip indirilmesinde kullanılmak üzere servislerin kaçında engelli lifti/rampası bulunmaktadır?

4- Millî Eğitim Bakanlığı kayıtlarında yatağa bağımlı ve engelli kaç öğrenci bulunmaktadır? Bu öğrencilerin eğitimleri nasıl sağlanmaktadır? Okul çağında kaç engelli çocuk bulunmaktadır? Bunlardan kaçı okula gitmemektedir?

5- Millî Eğitim Bakanlığı’na bağlı okullarda fiziki şartlarının iyileştirilmesi için engelli aileleri ve diğer velilerden bağış adı altında para toplanmakta mıdır? Okul Aile Birlikleri vasıtasıyla öğrencilerin kitap ve diğer gereksinimleri için bağış adı altında para talep edilmekte midir?

6- Millî Eğitim Bakanlığı bütçesinden ilkokul, ortaokul ve liselere, okullardaki fiziki şartların iyileştirilmesi için ne kadarlık bir bütçe ayrılmıştır? Bu bütçenin ne kadarlık kısmı engelli öğrencilerin üstün yararı gözetilerek kullanılmıştır ve bu bütçeyle neler yapılmıştır?

7- Millî Eğitim Bakanlığı’nca, Kamu Denetçiliği Kurumu tarafından verilen tavsiye kararına uyulmuş mudur? Kamu Denetçiliği Kurumu kararının 3 numaralı kararı gereği “başta öğretmenlerin ve idarecilerin olumsuz tutum ve davranışlarını değiştirmeye, bu alanda onları desteklemeye ve zihniyet dönüşümünü sağlamaya yönelik olmak üzere, yapılacak inceleme ve araştırma sonucunda tespit edilecek sorunlar ve ihtiyaçlar doğrultusunda mevcut eksiklikleri ve uygulama aksaklıklarını giderecek çözüm önerileri oluşturularak en kısa sürede uygulanmaya başlanması,…” tavsiye kararına ilişkin Bakanlıkça hangi sorunlar tespit edilmiştir ve bu sorunlara yönelik hangi çözümler üretilmiştir?

8- KDK kararında (3.3) belirtildiği üzere 2018/2019 Eğitim Öğretim yılından itibaren Eğitim Bilimleri Fakültelerinde uygulanmaya başlanan yeni öğretmenlik lisans programlarında bulunan öğretmen adaylarının konuyla ilgili farkındalıkları ve yeterliliklerinin artırmak amacıyla özel eğitim ve kaynaştırma dersi ile kapsayıcı eğitim dersinin bütün öğretmenlik programlarında zorunlu dersler kapsamında yer almaya ifade edilmiştir. 2018 yılı öncesinde mezun olan ve atanan öğretmenlerin kaçı bu dersleri almıştır? Bu dersi almayan öğretmenlere yönelik kaç adet ve hangi sıklıkla hizmet içi eğitim programı yapılmıştır?

9- Bu hizmet içi eğitim programları ve seminerlere kaç öğretmen ve idareci katılmıştır? Hizmet içi eğitim seminerleri ve programları neticesinde eğitim kurumlarındaki engelli çocuk ve ailelerine yönelik ayrımcılığa ilişkin başka hangi önlemler alınmıştır?

10- Eğitim Fakültelerinde, “olumsuz tutum ve davranışlarını değiştirmeye, bu alanda onları desteklemeye ve zihniyet dönüşümünü sağlamaya yönelik “müfredata hangi dersler eklenmiştir? Bu derslerden kaçı zorunlu, kaçı seçmelidir?

11- Zihinsel engelli ve anlama güçlüğü olan öğrencilerimizin müfredatı daha iyi öğrenip kavrayabilmesi ve eğitimlerini üniversite aşamasına kadar sürdürebilmesi için onlara özel yardımcı eğitim materyalleri mevcut mudur?

12- Zihinsel engelli bireylerin eğitimleri eğitim öğretimin hangi kademesine kadar devam etmektedir? İstatistiki bilgiler mevcut mudur? Öğrencilerin lise ve üniversiteye devam oranı nedir?

 

Dezenformasyon Yasası Hk. Basın Toplantısı

Değerli basın mensupları,

Kıymetli vatandaşlarımız,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum.

Seçimden önceki son yasama yılının inşallah, bu baskıcı ve yasakçı zihniyetten kurtulmamıza vesile olmasını diliyorum.

Malumunuz bugün “Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” yani Dezenformasyon Yasası olarak bilinen teklif Genel Kurul’a geliyor.

Az önce değerli basın örgütleri ile basın mensuplarının temsilcilerinin kanun teklifine ilişkin (10 başlıkta) itirazlarını dinledik.

İstenmeyen haberi yapanın da yayanın da ceza alacağı, yerel gazetelerin ağır şekilde etkileneceği, mesleki mücadele veren gazetecilerin cezalandırılacağı bu kanun teklifine “Hayır” diyor gazeteciler.

Milletvekilleri olarak aylardır biz de tepki veriyoruz.

İktidar ve ortakları ise tüm tepkilere rağmen bu teklifte ısrarcı. Meclisin ilk gündeminin, iktidara yakışır bir biçimde yine yeni yasaklar olmasını istiyorlar.

Bu nedenle, maalesef teklifin Genel Kurul’a gelmesiyle yangından mal kaçırırcasına, tartışılmadan, hızla görüşülüp kabul edileceği açıktır.

Değerli Arkadaşlar,

Kanun teklifi, belirsiz ve muğlak kavramlarla dolu.

Bu belirsizlik ve muğlak kavramlar maalesef tam da iktidar ortaklarının istediği gibi hakimlere bir haber metninin ya da bir fikir açıklamasının suç teşkil edip etmediği konusunda adeta mutlak bir takdir yetkisi tanıyacaktır.

Yani iktidarın yoğun baskısı altında olan mahkemeler herhangi bir haberi, yorumu ya da sosyal medya paylaşımını bu kanuna dayanarak suç olarak değerlendirebilecektir. Haberi yapan gazeteci, yorumu ya da paylaşımı yapan kişiler ise gözünü cezaevinde açacaktır.

Elbette bu muğlak kavramlar, bilinçli bir tercihin sonucudur.

Kanun teklifini hazırlayanlar bu belirsizliğin basın camiasında ve toplumda yaratacağı endişenin farkındadırlar.

Zaten istedikleri şey de tam olarak budur.

Bu kanun teklifiyle amaçlanan şey, toplumda endişe ve korku yaratarak kimsenin konuşamadığı, gazetecilerin haber yapmaktan korktuğu, insanların fikrini söylemekten çekindiği bir toplum oluşturmak ve seçim öncesi kimsenin ağzını dahi açamadığı bir süreci mümkün kılmaktır.

Teklifle ceza kanununa bir madde eklenecek, yani yeni bir suç ihdas edilecek; “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma suçu.”

Hukukçu olmaya, milletvekili olmaya, siyasetçi olmaya gerek yok. Elini vicdanına koymayı bilen herkesi, kanun teklifinin 29. maddesini okumaya davet ediyorum.

Teklif metni şu şekilde;

“(1) Sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasıyla cezalandırılır.

(2) Suçun, failin gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi halinde, yukarıdaki fıkraya göre verilen ceza yarı oranında artırılır.

 Değerli basın mensupları,

Peki bilginin gerçeğe aykırı olduğuna kim nasıl karar verecek?

Bir bilgiyi, haberi ya da yorumu dile getiren ya da yayan kişinin “sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle” hareket ettiğinin tespiti nasıl yapılacak?

Ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni, genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgi” olduğuna ve kamu barışını bozmaya elverişli olduğuna kim, nasıl emin olacak?

Görüldüğü üzere kanun teklifinin birinci fıkrası, “suçta ve cezada kanunilik ilkesi” ile bağdaşması mümkün olmayan, keyfiyete açık ve aslında keyfiyeti amaçlayan muğlak ifadelerden oluşmakta.

Ancak iktidar bununla yetinmemiş, ikinci fıkrada da sosyal medya kullanıcıları için bir sürpriz hazırlamışlar; Gerçek kimliğini gizlemek suretiyle… yani sosyal medyada anonim bir hesap kullanıcısı iseniz artık her an kendinizi Silivri’de bulabilirsiniz.

Bu teklif yasalaşırsa yarın bir haber sitesinde ya da sosyal medyada gördüğünüz “Açlık sınırı arttı.” “İnsanlar yoksullaşıyor.” ya da “Gerçek enflasyon TÜİK’in açıkladığı gibi değil.” tarzında bir haberi paylaştığınız için kendinizi ceza soruşturması ile karşı karşıya bulabilirsiniz.

Bir kişinin sizi ihbar etmesiyle gece vakti evinize baskın düzenlenip gözaltına alınır ve “gerçeğe” aykırı bir bilgiyi yaydığınız gerekçesiyle hapse atılabilirsiniz. Çünkü bu teklifin yasalaşmasıyla birlikte Türkiye’de gerçeğin ne olduğuna karar verecek olan iktidar aparatı olacak; Başta Cumhurbaşkanı, iktidar ortakları ve kraldan fazla kralcıların talepleri….

Hiç olmadığı kadar kraldan fazla kralcılar çıkacak. İktidarın olası iradesine göre hareket eden savcılar ve hakimlerin sayısı çok daha fazla artacak. Aynı zamanda ihbarlar artacak, sosyal medya yargıları ve linç kampanyaları hiç olmadığı kadar görülecek.

İstenmeyen haberi yapana da ceza verecekler, o haberi beğenip retweet edene, yani yayana da.

Yani sosyal medya paylaşımları da bu yasa ile cezaevi tehdidi ile karşı karşıya kalacaktır.

Sevgili vatandaşlarımız,

Dezenformasyon yasa teklifinin sadece 29. maddesi değil, pek çok diğer maddesi de Anayasa’nın “Temel Hak ve Hürriyetlerin Sınırlanması” başlıklı 13. maddesine açıkça aykırıdır.

Bu yasa meclisten geçtiği an Türkiye’de zaten can çekişen ifade özgürlüğü daha fazla tehditle karşı karşıya kalacaktır.

Bu kanun teklifiyle basın özgürlüğünün, haberleşme özgürlüğünün, toplumun haber alma hakkının, siyasal katılma hakkının, düşünce ve ifadeyi özgürce açıklama hakkının daha fazla yok edilmesi tehlikesi hiç olmadığı kadar gerçekleşmeye yakındır.

Değerli Arkadaşlar,

Teklifin kanunlaşmasıyla birlikte artık kimin gazeteci olup olmadığına Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı karar verecek. Çünkü basın kartları İletişim Başkanlığı bünyesinde kurulacak bir komisyon tarafından verilecek. Yani kimin gazeteci olup kimin olmadığının kararını da Cumhurbaşkanı vermiş olacak.

Hükümetin propaganda bakanı gibi çalışan ve dezenformasyon kavramına çağ atlatan İletişim Başkanlığı beğenmediği gazeteciye basın kartı vermeyecek ve artık o gazeteciyi gözaltına aldıklarında, hapse attıklarında millete dönüp “O zaten gazeteci değildi.” diyecekler.

Diğer yandan bu kanun teklifiyle birlikte internet haber sitelerine de istedikleri gibi müdahale etmenin yollarını aralamış olacaklar. Her zaman olduğu gibi “Kim hangi dilden anlıyorsa, isteyene havuç istemeyene sopa” diyerek internet haberciliğini de A Haber’e benzetecekler.

Kanun teklifiyle internet haber sitelerine künye bulundurma zorunluğu gelecek. Böylece kime baskı yapmaları gerektiğini önceden öğrenmiş olacaklar. Laf dinlemeyenlere, ‘gereğini köşesinde yapmayanlara’ da her türlü yafta ve elbette soruşturma reva görülecek.

Basılı medyada bir dava açmak için tanınan ‘yayın tarihinden itibaren 4 aylık süre’ internet yayınlarında yayın tarihinden itibaren değil, ‘şikayet tarihinden itibaren’ başlatılacak.

Böylece, basılı yayından çok daha fazla haber ve yorum paylaşan internet yayınları, bu yasanın ardından, yıllar boyunca sayısız haber ve yorumla ilgili ceza davası tehdidi ile karşı karşıya kalacaklar.

Ayrıca sopadan korkan ya da havucun tadını alan ve iktidar bülteni gibi hareket eden haber siteleri ise basın ilan kurumu gelirleriyle ayakta tutulacak.

Bu kanun teklifi ile yerel gazetelerin resmi ilan gelirlerinin yüzde 75 oranında azalması bekleniyor. Yani onlarca belki yüzlerce yerel gazeteci işsiz kalma tehlikesiyle karşı karşıya.

Değerli vatandaşlarımız,

Türk siyasi hayatı bu kadar yoğun ve kirli bir dezenformasyon sürecine bu iktidardan önce şahit olmamıştı.

Daha dün Mersin’de bir polisimizin şehit olduğu terör saldırısını dahi dezenformasyon yaparak ana muhalefet partisinin sırtına yıkmaya çalışanların bu kanun teklifiyle neyi amaçladığını sizlerin vicdanına bırakıyorum.

Gazetecileri, medya patronlarını, basın emekçilerini bazen sopa bazen de havuç göstererek dezenformasyona zorlayan, sosyal medya trolleriyle halkı manipüle etmeye çalışan,

Eee artık sen de köşenden gereğini yapacaksın” diyerek canlı yayında gazetecilere ayar verenlerin derdinin gerçek bilgi olmadığını milletimiz gayet iyi bilmektedir.

Fakat güneş balçıkla sıvanmaz.

Ne yaparsanız yapın bu millet emanetini sizden geri alacak ve hak edenlere verecek.

 Son olarak,

Bu yasayı oylayacak olan vicdan sahibi AK Partili ve MHP’li milletvekillerine seslenmek istiyorum.

Bu kötülüğü ülkemize, insanımıza yapmayın.

Sizler milletin vekilisiniz. Cumhurbaşkanlığı iletişim ofisindeki propaganda sorumlularının iradenizi tahakküm altına almasına izin vermeyin.

Milletin adeta nefes borusu olan basını susturmaya çalışan, sosyal medyadan suç örgütü çıkartmaya çalışan bu akıl almaz, demokrasi tanımaz ve hukuk dışı teklifin kanunlaşmasına izin vermeyin.

Herkes biliyor ki bu yasa dezenformasyon değil, sansür yasasıdır.

Herkes biliyor ki bu yasanın maksadı iktidarın propaganda aygıtlarının yalanlarını koruma yasasıdır.

İktidarın yürüttüğü dezenformasyonu eleştiriden muaf tutma, eleştiriyi yasaklama ve cezalandırma yasasıdır.

Milletin sesini kesme yasasıdır.

Seçimlere 5 kala böyle bir teklifin yasalaşması, millet iradesini gasbetmekten başka hiçbir işleve sahip olmayacaktır.

Bu yasa aynı zamanda seçim sürecinin de nasıl büyük bir baskı altında yürütüleceğinin işaretidir.

Değerli vatandaşlarımız,

Ülkeyi yöneten irade, sizin sesinizden, düşüncelerinizden, soru sormanızdan, hesap sormanızdan çekiniyor. Ve sizin sesinizi kesmek için her yola başvuruyor.

Ancak umudunuzu yitirmeyin. 8 ay sonra bambaşka bir Türkiye’ye uyanacak, bu hukuk tanımaz dezenformasyon makinasını hep birlikte tarihin çöplüğüne yollayacağız.

Saygılar, sevgiler..

Yasama Yılı Açılışı Hk.

Çok Değerli Basın Mensupları,

Ekranları başında bizleri izleyen Değerli Vatandaşlarımız,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum.

Malumunuz, 1 Ekim’de, 27. yasama döneminin son yasama yılının açılışını yapacağız.

Yeni yasama yılının ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını tüm kalbimle dilemek isterdim fakat bugün tamamen işlevsizleştirilmiş bir meclisin hayırlara vesile olmasını beklememiz, ne yazık ki en hafif tabirle hayalperestliktir.

1 Ekim’de demokratik niteliğini yitirmiş, Cumhurbaşkanının kuvvetler ayrılığını yok sayan anlayışı ve tahakkümü altında olan bir meclisin yasama yılı açılışını yapacağız.

Bugün bırakın anayasal bir devlet olmayı, anayasalı bir devlet olma iddiasının dahi can çekiştiği bir ülkenin Meclisinden sesleniyorum sizlere.

Bu nedenle, kimse kendisini boşuna kandırmasın.

Bugün TBMM, toplumsal sorunların tartışıldığı, en doğru olanın arandığı, uzlaşma kültürünün egemen olduğu bir işlev görmekten çok uzaktır.

Meclis, siyasi denetim, bütçe ve temsil işlevleri bakımından etkinliğini tamamen kaybetmiştir.

İktidar, kuvvetler ayrılığını açıkça reddetmektedir. Cumhurbaşkanı, Anayasa’ya aykırı olarak tüm gücü elinde toplamış, “Devlet Benim” anlayışı ile hem yürütme hem yasama hem de yargı konumundadır.

Bu şartlar altında varlığını devam ettirmeye çalışan bir Meclis’ten ne vatandaşlarımıza ne de ülkemize bir hayır gelmeyeceği ortadadır.

Değerli Arkadaşlar,

Sizlerle, Denge ve Denetleme Ağının “TBMM 27. Dönem 5. Yasama Yılı Performans Değerlendirme Raporu”ndan bazı veriler paylaşmak istiyorum. TBMM’nin geçtiğimiz yılki içler acısı karnesini çok güzel biçimde özetliyor maalesef.

Geçtiğimiz yıl, iktidar ve muhalefet partileri toplamda 789 kanun teklifi vermiş. Ancak AK Parti dışındaki partiler tarafından verilen kanun tekliflerinin hiçbiri tabii ki Genel Kurul’da görüşülmemiştir.

İktidar, birbiriyle alakasız farklı konuları düzenleyen “torba kanun” uygulamasından geçtiğimiz yıl da vazgeçmemiş. Kabul edilen 83 kanundan, 52’si zaten uluslararası anlaşmanın uygun bulunmasına ilişkin. Geriye kalan 31 kanundan 18’i ise torba kanun. Bu torba kanunlarla toplamda en az 199 farklı kanunda değişiklik yapılmış.

Düzenlenen konuların farklılığı ve hızla yürütülen komisyon ve genel kurul görüşmeleri yüzünden tepki göstermeye fırsat bulamadığımız önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir.

Torba kanun çıkarmanın bu şekilde çuval kanun olarak sıradanlaşması; iktidarın, meclisi, Külliye’de kimin hazırladığı belli olmayan ve mecliste kabul edenlerin nerdeyse tamamının muhtevasından haberleri olmadan kanun tekliflerini onaylayan bir noter olarak gördüğünü de ortaya koymaktadır.

Geçtiğimiz yasama yılında, kanunların ortalama kabul süresi sadece 20 gündür. Yani meclise sunulmasından kabulüne kadar geçen süre 1 ay bile değil. Oysa Fransa’da bu sayı; ortalama 305, Birleşik Krallık’ta ise 294 gün.

Milletvekilleri, geçtiğimiz yasama yılında 15 bin 969 yazılı soru önergesi verirken, soru önergelerinin yalnızca 1422’si zamanında cevaplanmış, 4715’i ise süresi geçtikten sonra cevaplanmıştır. Cevaplanmayan 7334 yazılı soru önergesi vardır. Yani soru önergelerinin neredeyse yarısı cevaplandırılmamıştır. Soru önergelerini en fazla yanıtsız bırakan ise Adalet Bakanı’dır.

Anayasanın 98’inci maddesinin açık hükmünü dikkate almayan Adalet Bakanından adaletin kollayıcısı ve savunucusu olmasını bekleyebilir miyiz? Asla…

Bu rakamlar, yasama organının yürütme organını denetlemesine yönelik kâğıt üzerinde en etkili yollardan biri olan soru önergesinin iktidar tarafından tamamen işlevsizleştirildiğini bizlere göstermektedir.

Meclisin iktidarı denetleme yetkisi neredeyse tamamen elinden alınmıştır.

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Bilindiği üzere ülkemiz aylardır bir suç örgütü liderinin ortaya döktüğü korkunç iddialarla çalkalanmaktadır.

Buzdağının görünen yüzü olan bu vahim olaylar bile ülkenin geldiği korkunç durumu gözler önüne sermektedir.

Bu ülkede, suç örgütleri cirit atmaktadır.

İktidar suç örgütlerinden rahatsız değildir, sadece yanında durmayanlardan rahatsızdır.

Türkiye, dünyada kara para aklama üslerinden biri olmuştur.

Bakan seviyesinde uyuşturucu ticaretine göz yumulduğu dahi iddia edilmektedir.

Yargıdan rüşvetle karar çıkarılabildiği iddiaları her gün karşımıza çıkmaktadır.

Kimi zaman kaçak bir gökdelenin yıkılmaması için, kimi zaman da bir suçlunun serbest bırakılması için verilen rüşvetlere dair vahim iddialar mevcut.

Bu vahim iddialara karşı yargı ise sus pus. Yargı düzeni iflas etmiş durumda.

Malumunuz Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre 6 yılda silahlı terör örgütü suçundan 1 milyon 768 bin 530 adet soruşturma başlatılmıştır. Bu yargılamalarda böyle bir suç işleme kastı olmayan insanlar yargılanmış, kimisi mahkum edilmiş kimisi de yıllardır süründürülmektedir.

Bu haksız yargılamalar, yargı organları tarafından insafsızca ve vicdansızca sürdürülmeye devam etmektedir.  Elbette bu kadar illegalitenin, hukuksuzluğun olduğu bir ülkede ‘FETÖ Borsası’nın olmaması imkânsız.

Garibanın ezildiği, varlıklı ve güçlü olanların siyasi bağlantıları veya ekonomik gücü ile işini çözdürdüğü içler acısı bir tablo ortaya çıkmıştır.

Ne yazık ki tüm bu yolsuzluk, rüşvet ve nüfuz ticareti niteliğindeki eylemler TBMM tarafından da soruşturulmamaktadır.

Değerli Arkadaşlar,

Malumunuz geçen yasama yılında iktidar ortakları, seçimlerde kaybedeceklerini anladıkları için seçim yasalarında köklü değişiklikler yaptı.

Bu değişikliklerle, kendi oy beklentilerine göre en çok milletvekilini çıkarabilecekleri simülasyona uygun bir seçim sistemi değişikliği yaptılar.

Bu yasama döneminin hemen başında da Meclis gündeminde Basın Kanunlarında değişiklik yapan ve kamuoyunda dezenformasyon veya sosyal medya yasası olarak bilinen bir kanun teklifi var.

Peki ne var bu kanun teklifinin içinde?

Bu kanun teklifi: Milletin desteğini kaybetmiş iktidarın seçime hazırlığının bir parçası…

Gazetecileri, internet haber sitelerini, sosyal medyayı ve elbette tüm vatandaşlarımızı susturma çabasının cisimleşmiş halidir bu kanun teklifi.

Tüm basın, iktidarın pençesine alınmak isteniyor.

Kanun teklifine göre basın kartını görünüşte özerk, özünde iletişim başkanlığının kontrolündeki bir komisyon verecek. Yani kimin gazeteci olup kimin gazeteci olmadığına, “sözde” özerk bu komisyon karar verecek!

“Sözde” özerk bu komisyon tarafından basın kartı verilmeyen gazetecilere ise toplumsal olaylarda polisler tarafından göz açtırılmayacak ve çekim yaptırılmayacak.

Basın kartı olmayan gazetecilere polisin en ağır fiziki müdahalelerde bulunacağı, gözaltına alacağı şimdiden çok belli. Kimi zaman gazeteciler tutuklanacak, mahkûm edilecek.

İktidar da “bunların basın kartı yok, o yüzden gazeteci değiller” diyecek.

İktidarın tüm çabası, kendileriyle uyumlu bir gazetecilik faaliyetini tek meşru gazetecilik türü haline getirmek. Uysal ve gerekirse tetikçilik yapan gazeteci oluşturmak.

Dün akşam Cumhurbaşkanı sadece tarifini yapmadı, örneğini de gösterdi. Yeterince tetikçilik yapmıyorsun diye de birisini uyardı.

 Değerli Arkadaşlar,

Bu kanun teklifi ile iktidar, internet haber sitelerini de kontrolleri altına almak istemektedir.

İnternet haber sitelerinin sorumlularının her türlü bilgilerinin alınarak kayıt altına alınması öngörülüyor. Bu elbette tek başına bir sorun değil.

Fakat hükümetin alışılmış uygulamasını düşündüğümüzde olacaklar çok açık.

İnternet haber sitelerine müdahale edecekler. Haberleri silme baskısı yapacaklar. Alakalı alakasız soruşturmalarla haber sitelerini yıldıracaklar.

İktidar yanlısı internet haber siteleri ise Basın İlan Kurumu’ndan gelen resmi ilanlar ile ayakta tutulacak ve kamusal kaynaklar bunlara aktarılacak.

Tam bir havuç-sopa stratejisi.

Bu kanun teklifi ile sosyal medyada görüşlerini paylaşan vatandaşlarımızı da susturmak istiyorlar.

Kanun teklifinde ‘Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma Suçu’ diye yeni bir suç ihdas ediyorlar.

TCK’daki cezai düzenleme ile sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimseye 3 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor.

Ancak kişinin endişe, korku ve panik yaratma amacının tespiti oldukça zordur. Bu amacı taşımasa bile kişilerin cezai müeyyide ile karşılaşma tehlikesi kuvvetle muhtemeldir.

Gerçeğe aykırı bilginin özellikleri de yasa metninde çok geniş, soyut ve sınırları belli olmayacak şekilde çizilmiştir.

Suç tamamen muğlak içerikli.

Kime göre neye göre yanıltıcı bilgi olduğu tartışmalı birçok haber ve yorum suç haline getirilmek isteniyor.

Yasa teklifinde öngörülen hapis cezasının üst sınırı 3 yıl olarak belirlendiğinden tutuklama yapılamayacak suçlar kapsamına da girmemektedir.

Buna göre sosyal medyada ifade özgürlüğünü kullanan kişiler, yalan haber yayma gerekçesiyle tutuklanma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardır.

Vatandaşların Twitter’da retweet yapması, görüş paylaşması kolaylıkla suç haline gelebilecek ve insanlar yıldırılacak.

Böyle bir düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğu açıktır.

İktidarın maksadı, önümüzdeki seçimlere kadar bu hükmü gelişigüzel uygulayarak vatandaşlarımızı sindirip susturmaktır.

Gerçek bir hukuk devletinde huzur ve refah içinde yaşamak isteyen herkes bilmektedir ki Anayasa’ya aykırı bu düzenlemeler ancak despot rejimlerde olur.

Tüm bu yapılanların artık 9 aydan az bir süre kalmış seçimlere etik dışı bir hazırlık olduğu açıktır.

Değerli arkadaşlar,

TBMM gündeminde olan bir diğer husus, Sayıştay tarafından önerilen adaylar arasında Anayasa Mahkemesi’ne üye seçimi yapmak.

Hatırlayacaksınız, hukuka aykırılığı açık birçok davanın savcısı İrfan Fidan önce Yargıtay üyesi yapılmıştı. Sonra Yargıtay üyeleri de İrfan Fidan’la hiç ortak mesai bile yapmadıkları halde onu seçmişlerdi. Cumhurbaşkanı da aslında kendisinin yazıp yönettiği bu sürecin sonunda Fidan’ı AYM üyesi olarak atamıştı.

Mayıs ayında da medyaya bir haber düştü.

Adalet anlayışı ve Anayasa’ya sadakati bakanlığın son yıllardaki ‘hukuk sonradan gelir’ anlayışı ile malum olan  İçişleri Bakan yardımcısı Muhterem İnce, önce Sayıştay üyesi yapılacak sonra Anayasa Mahkemesi üyesi yapılacak diye…

Gerçekten de İçişleri Bakan Yardımcısı Sayıştay üyeliğine aday oldu ve TBMM tarafından Haziran ayı sonunda seçildi.

19 Eylül’de Sayıştay’ın kendi içinde yaptığı seçim sonucunda Anayasa Mahkemesi üyeliğine 3 kişi önerildi, bunlardan birisi de elbette eski İçişleri Bakan Yardımcısı oldu…

İşte şimdi bu ikinci tiyatronun da son perdesindeyiz.

Nasıl ki İrfan Fidan, Anayasa Mahkemesi’ne planlanarak atandı, eski İçişleri Bakan yardımcısı da TBMM tarafından seçilerek aynı şekilde atanacak.

İktidara bağlılığı ve sadakati sebebiyle Anayasa Mahkemesi üyesi olarak atanan ve atanacak kişilerden bağımsızlık, tarafsızlık ve adalet beklemek elbette abesle iştigaldir.

Aziz Milletim,

Tablo ne yazık ki karanlık.

Ancak inanıyorum ki iktidarın tüm çabaları boşa çıkacak.

Türkiye’nin durumu artık gizlenebilir gibi değil.

Hayat pahalılığı, adaletsizlikler, yolsuzluklar, yasaklar artık herkesin malumu…

Hükümet televizyon ve radyoları RTÜK ile kontrol altına aldığı gibi interneti ve sosyal medyayı da kontrol altına almak istiyor.

Anayasa Mahkemesi’ni güdümlü yüksek iktidar mahkemesi yapmak istiyor.

Belki geçici olarak kısmen başarılı da olabilir.

Ama iktidar ne yaparsa yapsın bizler DEVA Partisi olarak aydınlık günlerin ümidiyle tüm gücümüzle çalışıyoruz.

Sizler için, gençlerimiz ve çocuklarımız için haysiyet mücadelesi veriyoruz. Hiç şüphem yok ki ilk seçimlerde artık bu koyu karanlıktan ülkemizi kurtaracağız. Tek gündemimiz ve derdimiz milletimiz için mutlu yarınları inşa etmektir.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

Adalet Bakanlığı’nın 2021 Adalet İstatistikleri’ne Yansıyan Silahlı Terör Örgütü Üyeliği Yargılamaları Verileri Hk. Basın Açıklaması

6 Yılda Silahlı Terör Örgütü Suçundan 1 Milyon 768 Bin 530 Adet Soruşturma Başlatılması Akıl Tutulmasıdır!

Adalet Bakanlığı Adalet İstatistikleri 2021 verilerini kamuoyu ile paylaşmıştır. İstatistiklere göre, 2021 yılı içerisinde TCK’nın 314. maddesi kapsamındaki silahlı terör örgütü suçundan başlatılan soruşturma sayısı 191.964’tür. Yani sadece son bir yılda 200 bine yakın terör örgütü üyeliği soruşturması başlatılmıştır. Bu son sayılar da eklendiğinde, 2016 ile 2021 yılları arasında başlatılan terör örgütü üyeliği soruşturmaları 1.768.530 adete ulaşmıştır.

Yargılamalar Toplum Üzerinde Tehdit Olarak Kullanılıyor

Bu istatistikler, 15 Temmuz darbe teşebbüsünden sonra silahlı terör örgütü yargılamalarının çok büyük bir ekseriyetinin ne kadar hukuksuz olduğunun ve bu yargılamaların toplum üzerinde ceza tehdidi olarak nasıl kullanıldığının en bariz göstergesidir. Nitekim gerçekte TCK anlamında suç oluşturmayan eylemler nedeniyle yani suç işleme kastı olmayan ve suç olarak değerlendirilebilecek herhangi bir eylemi olmayan sayısız insanın yargılanması dolayısıyla söz konusu soruşturma sayıları 2 milyona yaklaşmıştır. 2022 sayıları ile birlikte bu tablo daha da vahim hale gelecektir.

Yüksek Yargı Da Hukuksuzluklara Dur Diyemiyor

Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi de maalesef bu hukuksuzluklara “Dur!” diyememektedir. Bu nedenlerle yargı mercileri de hukuksuz uygulamaları sürdürmeye devam etmektedir. Son yıllarda çıkan AİHM kararları da ülkemizde yapılan yargılamaların hukuktan ne kadar uzak olduğunu göstermektedir.

Hukuk Devletine En Büyük Zararı Düşman Hukuku Vermekte

Siyasi nefretle yargı üzerinde oluşturulan baskı nedeniyle hukuk devletine verilen en ciddi zararlardan biri de ne yazık ki ceza yargılamalarında yaşanmaktadır. Oysa suç örgütleri ile mücadele ancak hukuk zemininde kalarak, adaleti sağlayarak ve insanları hakkaniyetli mücadele esaslarına ve yöntemlerine ikna ederek olur.

İki Büyükşehir Nüfusundan Çok Daha Fazla Terörist Suçlaması Nasıl Olur? 

İki milyona yakın insanın, yani Kocaeli, Gaziantep veya Şanlıurfa nüfusuna yakın sayıda olan bu mesnetsiz soruşturmalara son verilmeli. Hukuka dönülmesi ve haksız şekilde yargılanan kişiler hakkında çözüm yolları geliştirilmesi hukuki ve vicdani bir zorunluluk teşkil etmektedir. Milyonlarca insanın hayatını cehenneme çeviren, inat ve ısrarla sürdürülen bu akıl tutulmasını, bu deliliği bir hukuk devleti kaldıramaz.

15 Eylül Uluslararası Demokrasi Günü Hk. Açıklama

‘Demokrasimizin şanını kurtaracağız’

DEVA Partili Mustafa Yeneroğlu: “Demokrasi, seçim değildir. Demokrasi; temel hak ve özgürlükleri korumaktır. Yolsuzlukların ve usulsüzlüklerin en az olduğu bir düzendir. Demokrasimizin şanını kurtaracağız. Halktan kopan otokratların hevesini kursaklarında bırakacağız. Tam demokratik bir Türkiye kuracağız.”

Dünya Demokrasi Günü vesilesiyle kameranın karşısına geçen DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Türkiye’nin demokrasiyi kaybettiğini savundu. Yeneroğlu şu açıklamalarda bulundu:

‘Tam demokratik bir Türkiye kuracağız’

“Adaletsizliğin, yoksulluğun, yolsuzluğun, yasakların prim yaptığı bir ülkede demokrasinin can çekiştiğini biliyoruz. Çoğulcu ve özgürlükçü bir demokrasiyi tam manasıyla sağlayacağız. Demokrasimizin şanını kurtaracağız. Adaleti hâkim kılacağız. Halktan kopan bu demokrasi ve özgürlük karşıtı otokratların hevesini kursaklarında bırakacağız. Güç sarhoşluğuna son vereceğiz. DEVA iktidarında tam demokratik bir Türkiye kuracağız.”

‘Demokrasi, bir iktidarın seçimle gelmesinden çok daha fazlasıdır’

“Ülkemizin bugüne kadarki en acı kaybı demokrasi oldu. Türkiye, demokrasisini, demokratik değerlerini kaybetti. Demokrasi seçim midir? Hayır, değildir. Demokrasi, bir iktidarın seçimle gelmesinden çok daha fazlasıdır. Mesela demokrasi, seçim sonuçlarını tanımaktır. Yani işinize gelmeyen seçim sonuçlarını görünce oraya kayyum atamak değildir demokrasi.”

‘İktidar televizyonlara kimin çıkacağını belirliyorsa demokrasi yoktur’

“Demokrasi, temel hak ve özgürlükleri korumaktır. 85 milyonun hakkını, hukukunu güven altına almaktır. Mesela bir ülkede iktidar, televizyonlara kimin çıkıp çıkmayacağını belirliyorsa, orada demokrasi yoktur. Hangi vatandaşın ne yazıp çizeceğine müdahale ediyorsa, orada demokrasi yoktur. Sosyal medya ne kadar özgürse, bir ülkede o kadar demokrasi vardır. Yani demokrasi demek, basın özgürlüğü demektir. Demokrasi, ifade özgürlüğü demektir. Demokrasi demek ötekinin hakkını korumaktır. Demokrasi herkesin eşit olduğu düzendir. Farklılıkların korunmasıdır demokrasi.”

‘Halkın sırtından geçinenleri 100 metreden tanımak mümkün’

“Demokrasi, aynı zamanda halkın sırtına binip haksız kazanç elde etmemektir. Yani demokrasi, yolsuzluklar ve usulsüzlükler en kararlı şekilde mücadele edilen bir düzendir. Çünkü halktan daha güçlü zümre yoktur. Çünkü demokrasi, hesap sorabilen vatandaşların düzenidir.  Otokrasiler ve despot rejimler ise dünyanın her yerinde halkın sırtından geçinir. Halkın sırtından geçinenleri her yerde 100 metreden tanımak mümkündür. Lafa gelince ‘Çok milliyetçiyim, vatanı en çok ben seviyorum’ derler. Ama soygun, talan ve yolsuzluk da yine onlardadır.”

‘Demokrasi güçlü Meclis’tir’

“Demokrasi, hepimizi ilgilendiren karar süreçlerine hepimizin temsilcilerinin katılmasıdır. Yani demokrasi, güçlü Meclis’tir, güçlü parlamentodur. Halkın sözünün güçlenmesidir.”

‘Demokrasi yargı bağımsızlığıdır, tahammül rejimidir’

“Demokrasi dediğimiz sistem; yargının kayıtsız ve şartsız olarak bağımsız ve tarafsız çalışmasıdır. Öyle birtakım talimatlarla yargının karar aldığı sisteme demokrasi denmez.  Demokrasi bir tahammül rejimidir. Sizin gibi düşünmeyeni yok sayacaksınız, görmezden geleceksiniz, ona baskı uygulayacaksınız… Ondan sonra da çıkıp ‘Ülkemizde demokrasi var’ diyeceksiniz, öyle mi? Olmaz.”

‘Demokrasi mi yoksa otokrasi mi olduğumuz belli değil’

“Bir Demokrasi Endeksi hazırlıyorlar; ne acı ki ülkemiz bu endekste, 167 ülke arasında 103’üncü sırada. Demokrasi mi, yoksa otokrasi mi olduğu belli olmayan bir durumda. Biz bu utancı Türkiye’mize yakıştıramıyoruz.”

Video linki: https://bit.ly/3S2O13d