Çok Değerli Basın Mensupları,
Ekranları başında bizleri izleyen Değerli Vatandaşlarımız,
Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum.
Malumunuz, 1 Ekim’de, 27. yasama döneminin son yasama yılının açılışını yapacağız.
Yeni yasama yılının ülkemiz ve milletimiz için hayırlara vesile olmasını tüm kalbimle dilemek isterdim fakat bugün tamamen işlevsizleştirilmiş bir meclisin hayırlara vesile olmasını beklememiz, ne yazık ki en hafif tabirle hayalperestliktir.
1 Ekim’de demokratik niteliğini yitirmiş, Cumhurbaşkanının kuvvetler ayrılığını yok sayan anlayışı ve tahakkümü altında olan bir meclisin yasama yılı açılışını yapacağız.
Bugün bırakın anayasal bir devlet olmayı, anayasalı bir devlet olma iddiasının dahi can çekiştiği bir ülkenin Meclisinden sesleniyorum sizlere.
Bu nedenle, kimse kendisini boşuna kandırmasın.
Bugün TBMM, toplumsal sorunların tartışıldığı, en doğru olanın arandığı, uzlaşma kültürünün egemen olduğu bir işlev görmekten çok uzaktır.
Meclis, siyasi denetim, bütçe ve temsil işlevleri bakımından etkinliğini tamamen kaybetmiştir.
İktidar, kuvvetler ayrılığını açıkça reddetmektedir. Cumhurbaşkanı, Anayasa’ya aykırı olarak tüm gücü elinde toplamış, “Devlet Benim” anlayışı ile hem yürütme hem yasama hem de yargı konumundadır.
Bu şartlar altında varlığını devam ettirmeye çalışan bir Meclis’ten ne vatandaşlarımıza ne de ülkemize bir hayır gelmeyeceği ortadadır.
Değerli Arkadaşlar,
Sizlerle, Denge ve Denetleme Ağının “TBMM 27. Dönem 5. Yasama Yılı Performans Değerlendirme Raporu”ndan bazı veriler paylaşmak istiyorum. TBMM’nin geçtiğimiz yılki içler acısı karnesini çok güzel biçimde özetliyor maalesef.
Geçtiğimiz yıl, iktidar ve muhalefet partileri toplamda 789 kanun teklifi vermiş. Ancak AK Parti dışındaki partiler tarafından verilen kanun tekliflerinin hiçbiri tabii ki Genel Kurul’da görüşülmemiştir.
İktidar, birbiriyle alakasız farklı konuları düzenleyen “torba kanun” uygulamasından geçtiğimiz yıl da vazgeçmemiş. Kabul edilen 83 kanundan, 52’si zaten uluslararası anlaşmanın uygun bulunmasına ilişkin. Geriye kalan 31 kanundan 18’i ise torba kanun. Bu torba kanunlarla toplamda en az 199 farklı kanunda değişiklik yapılmış.
Düzenlenen konuların farklılığı ve hızla yürütülen komisyon ve genel kurul görüşmeleri yüzünden tepki göstermeye fırsat bulamadığımız önemli değişiklikler gerçekleştirilmiştir.
Torba kanun çıkarmanın bu şekilde çuval kanun olarak sıradanlaşması; iktidarın, meclisi, Külliye’de kimin hazırladığı belli olmayan ve mecliste kabul edenlerin nerdeyse tamamının muhtevasından haberleri olmadan kanun tekliflerini onaylayan bir noter olarak gördüğünü de ortaya koymaktadır.
Geçtiğimiz yasama yılında, kanunların ortalama kabul süresi sadece 20 gündür. Yani meclise sunulmasından kabulüne kadar geçen süre 1 ay bile değil. Oysa Fransa’da bu sayı; ortalama 305, Birleşik Krallık’ta ise 294 gün.
Milletvekilleri, geçtiğimiz yasama yılında 15 bin 969 yazılı soru önergesi verirken, soru önergelerinin yalnızca 1422’si zamanında cevaplanmış, 4715’i ise süresi geçtikten sonra cevaplanmıştır. Cevaplanmayan 7334 yazılı soru önergesi vardır. Yani soru önergelerinin neredeyse yarısı cevaplandırılmamıştır. Soru önergelerini en fazla yanıtsız bırakan ise Adalet Bakanı’dır.
Anayasanın 98’inci maddesinin açık hükmünü dikkate almayan Adalet Bakanından adaletin kollayıcısı ve savunucusu olmasını bekleyebilir miyiz? Asla…
Bu rakamlar, yasama organının yürütme organını denetlemesine yönelik kâğıt üzerinde en etkili yollardan biri olan soru önergesinin iktidar tarafından tamamen işlevsizleştirildiğini bizlere göstermektedir.
Meclisin iktidarı denetleme yetkisi neredeyse tamamen elinden alınmıştır.
Saygıdeğer Basın Mensupları,
Bilindiği üzere ülkemiz aylardır bir suç örgütü liderinin ortaya döktüğü korkunç iddialarla çalkalanmaktadır.
Buzdağının görünen yüzü olan bu vahim olaylar bile ülkenin geldiği korkunç durumu gözler önüne sermektedir.
Bu ülkede, suç örgütleri cirit atmaktadır.
İktidar suç örgütlerinden rahatsız değildir, sadece yanında durmayanlardan rahatsızdır.
Türkiye, dünyada kara para aklama üslerinden biri olmuştur.
Bakan seviyesinde uyuşturucu ticaretine göz yumulduğu dahi iddia edilmektedir.
Yargıdan rüşvetle karar çıkarılabildiği iddiaları her gün karşımıza çıkmaktadır.
Kimi zaman kaçak bir gökdelenin yıkılmaması için, kimi zaman da bir suçlunun serbest bırakılması için verilen rüşvetlere dair vahim iddialar mevcut.
Bu vahim iddialara karşı yargı ise sus pus. Yargı düzeni iflas etmiş durumda.
Malumunuz Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre 6 yılda silahlı terör örgütü suçundan 1 milyon 768 bin 530 adet soruşturma başlatılmıştır. Bu yargılamalarda böyle bir suç işleme kastı olmayan insanlar yargılanmış, kimisi mahkum edilmiş kimisi de yıllardır süründürülmektedir.
Bu haksız yargılamalar, yargı organları tarafından insafsızca ve vicdansızca sürdürülmeye devam etmektedir. Elbette bu kadar illegalitenin, hukuksuzluğun olduğu bir ülkede ‘FETÖ Borsası’nın olmaması imkânsız.
Garibanın ezildiği, varlıklı ve güçlü olanların siyasi bağlantıları veya ekonomik gücü ile işini çözdürdüğü içler acısı bir tablo ortaya çıkmıştır.
Ne yazık ki tüm bu yolsuzluk, rüşvet ve nüfuz ticareti niteliğindeki eylemler TBMM tarafından da soruşturulmamaktadır.
Değerli Arkadaşlar,
Malumunuz geçen yasama yılında iktidar ortakları, seçimlerde kaybedeceklerini anladıkları için seçim yasalarında köklü değişiklikler yaptı.
Bu değişikliklerle, kendi oy beklentilerine göre en çok milletvekilini çıkarabilecekleri simülasyona uygun bir seçim sistemi değişikliği yaptılar.
Bu yasama döneminin hemen başında da Meclis gündeminde Basın Kanunlarında değişiklik yapan ve kamuoyunda dezenformasyon veya sosyal medya yasası olarak bilinen bir kanun teklifi var.
Peki ne var bu kanun teklifinin içinde?
Bu kanun teklifi: Milletin desteğini kaybetmiş iktidarın seçime hazırlığının bir parçası…
Gazetecileri, internet haber sitelerini, sosyal medyayı ve elbette tüm vatandaşlarımızı susturma çabasının cisimleşmiş halidir bu kanun teklifi.
Tüm basın, iktidarın pençesine alınmak isteniyor.
Kanun teklifine göre basın kartını görünüşte özerk, özünde iletişim başkanlığının kontrolündeki bir komisyon verecek. Yani kimin gazeteci olup kimin gazeteci olmadığına, “sözde” özerk bu komisyon karar verecek!
“Sözde” özerk bu komisyon tarafından basın kartı verilmeyen gazetecilere ise toplumsal olaylarda polisler tarafından göz açtırılmayacak ve çekim yaptırılmayacak.
Basın kartı olmayan gazetecilere polisin en ağır fiziki müdahalelerde bulunacağı, gözaltına alacağı şimdiden çok belli. Kimi zaman gazeteciler tutuklanacak, mahkûm edilecek.
İktidar da “bunların basın kartı yok, o yüzden gazeteci değiller” diyecek.
İktidarın tüm çabası, kendileriyle uyumlu bir gazetecilik faaliyetini tek meşru gazetecilik türü haline getirmek. Uysal ve gerekirse tetikçilik yapan gazeteci oluşturmak.
Dün akşam Cumhurbaşkanı sadece tarifini yapmadı, örneğini de gösterdi. Yeterince tetikçilik yapmıyorsun diye de birisini uyardı.
Değerli Arkadaşlar,
Bu kanun teklifi ile iktidar, internet haber sitelerini de kontrolleri altına almak istemektedir.
İnternet haber sitelerinin sorumlularının her türlü bilgilerinin alınarak kayıt altına alınması öngörülüyor. Bu elbette tek başına bir sorun değil.
Fakat hükümetin alışılmış uygulamasını düşündüğümüzde olacaklar çok açık.
İnternet haber sitelerine müdahale edecekler. Haberleri silme baskısı yapacaklar. Alakalı alakasız soruşturmalarla haber sitelerini yıldıracaklar.
İktidar yanlısı internet haber siteleri ise Basın İlan Kurumu’ndan gelen resmi ilanlar ile ayakta tutulacak ve kamusal kaynaklar bunlara aktarılacak.
Tam bir havuç-sopa stratejisi.
Bu kanun teklifi ile sosyal medyada görüşlerini paylaşan vatandaşlarımızı da susturmak istiyorlar.
Kanun teklifinde ‘Halkı Yanıltıcı Bilgiyi Alenen Yayma Suçu’ diye yeni bir suç ihdas ediyorlar.
TCK’daki cezai düzenleme ile sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak amacıyla, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimseye 3 yıla kadar hapis cezası öngörülüyor.
Ancak kişinin endişe, korku ve panik yaratma amacının tespiti oldukça zordur. Bu amacı taşımasa bile kişilerin cezai müeyyide ile karşılaşma tehlikesi kuvvetle muhtemeldir.
Gerçeğe aykırı bilginin özellikleri de yasa metninde çok geniş, soyut ve sınırları belli olmayacak şekilde çizilmiştir.
Suç tamamen muğlak içerikli.
Kime göre neye göre yanıltıcı bilgi olduğu tartışmalı birçok haber ve yorum suç haline getirilmek isteniyor.
Yasa teklifinde öngörülen hapis cezasının üst sınırı 3 yıl olarak belirlendiğinden tutuklama yapılamayacak suçlar kapsamına da girmemektedir.
Buna göre sosyal medyada ifade özgürlüğünü kullanan kişiler, yalan haber yayma gerekçesiyle tutuklanma tehlikesi ile karşı karşıya kalacaklardır.
Vatandaşların Twitter’da retweet yapması, görüş paylaşması kolaylıkla suç haline gelebilecek ve insanlar yıldırılacak.
Böyle bir düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olduğu açıktır.
İktidarın maksadı, önümüzdeki seçimlere kadar bu hükmü gelişigüzel uygulayarak vatandaşlarımızı sindirip susturmaktır.
Gerçek bir hukuk devletinde huzur ve refah içinde yaşamak isteyen herkes bilmektedir ki Anayasa’ya aykırı bu düzenlemeler ancak despot rejimlerde olur.
Tüm bu yapılanların artık 9 aydan az bir süre kalmış seçimlere etik dışı bir hazırlık olduğu açıktır.
Değerli arkadaşlar,
TBMM gündeminde olan bir diğer husus, Sayıştay tarafından önerilen adaylar arasında Anayasa Mahkemesi’ne üye seçimi yapmak.
Hatırlayacaksınız, hukuka aykırılığı açık birçok davanın savcısı İrfan Fidan önce Yargıtay üyesi yapılmıştı. Sonra Yargıtay üyeleri de İrfan Fidan’la hiç ortak mesai bile yapmadıkları halde onu seçmişlerdi. Cumhurbaşkanı da aslında kendisinin yazıp yönettiği bu sürecin sonunda Fidan’ı AYM üyesi olarak atamıştı.
Mayıs ayında da medyaya bir haber düştü.
Adalet anlayışı ve Anayasa’ya sadakati bakanlığın son yıllardaki ‘hukuk sonradan gelir’ anlayışı ile malum olan İçişleri Bakan yardımcısı Muhterem İnce, önce Sayıştay üyesi yapılacak sonra Anayasa Mahkemesi üyesi yapılacak diye…
Gerçekten de İçişleri Bakan Yardımcısı Sayıştay üyeliğine aday oldu ve TBMM tarafından Haziran ayı sonunda seçildi.
19 Eylül’de Sayıştay’ın kendi içinde yaptığı seçim sonucunda Anayasa Mahkemesi üyeliğine 3 kişi önerildi, bunlardan birisi de elbette eski İçişleri Bakan Yardımcısı oldu…
İşte şimdi bu ikinci tiyatronun da son perdesindeyiz.
Nasıl ki İrfan Fidan, Anayasa Mahkemesi’ne planlanarak atandı, eski İçişleri Bakan yardımcısı da TBMM tarafından seçilerek aynı şekilde atanacak.
İktidara bağlılığı ve sadakati sebebiyle Anayasa Mahkemesi üyesi olarak atanan ve atanacak kişilerden bağımsızlık, tarafsızlık ve adalet beklemek elbette abesle iştigaldir.
Aziz Milletim,
Tablo ne yazık ki karanlık.
Ancak inanıyorum ki iktidarın tüm çabaları boşa çıkacak.
Türkiye’nin durumu artık gizlenebilir gibi değil.
Hayat pahalılığı, adaletsizlikler, yolsuzluklar, yasaklar artık herkesin malumu…
Hükümet televizyon ve radyoları RTÜK ile kontrol altına aldığı gibi interneti ve sosyal medyayı da kontrol altına almak istiyor.
Anayasa Mahkemesi’ni güdümlü yüksek iktidar mahkemesi yapmak istiyor.
Belki geçici olarak kısmen başarılı da olabilir.
Ama iktidar ne yaparsa yapsın bizler DEVA Partisi olarak aydınlık günlerin ümidiyle tüm gücümüzle çalışıyoruz.
Sizler için, gençlerimiz ve çocuklarımız için haysiyet mücadelesi veriyoruz. Hiç şüphem yok ki ilk seçimlerde artık bu koyu karanlıktan ülkemizi kurtaracağız. Tek gündemimiz ve derdimiz milletimiz için mutlu yarınları inşa etmektir.
Hepinizi saygıyla selamlıyorum.