Soliris İlacına Rüşvetle Ruhsat Verilmesi ve Geri Ödeme Listesine Alınması Hk. Soru Önergesi

Amerikan ilaç şirketi Alexion’un SOLIRIS (ECULIZUMAB) isimli ilacı henüz Türkiye’de ruhsat alınmadan beş yıl önce (2009) Sağlık Bakanlığı tarafından, yurtdışından getirilecek ilaçlar listesine dâhil edilerek satılmaya başlanmıştır. Daha sonra Soliris isimli ilaca ruhsat verilmiş ve SGK’nın geri ödeme listesine de alınarak kamu finansmanıyla hastaların bu ilacı kullanması sağlanmıştır. Amerika’nın düzenleyici ve denetleyici kurumlarından birisi olan Securities and Exchange Comission (SEC), ilacı üreten şirket olan Alexion hakkında yaptığı inceleme sonucunda Alexion şirketinin Türkiye’de Sağlık Bakanlığı ile yakın bağlantıları olan bir şahıs üzerinden Sağlık Bakanlığı’ndaki karar mercii olan komisyon yetkililerine ve bürokratlara toplam 1.3 milyon dolar rüşvet verdiğini 89214 sayılı ve 2 Temmuz 2020 tarihli işlemiyle karara bağlamıştır. SEC’in bu kararının gerekçesinde Alexion şirketinin Türkiye Sağlık Bakanlığı’nda dağıtılan 1.3 milyon dolarlık rüşvetin, rüşvet veren şirketin yasal defterlerinde tutulmadığı, şirket içi ayrı bir defterde tutulduğu, ödemelerin kimlere yapıldığı ve bu yapılan ödemelerin bağış, ödül, genel giderler gibi kalemler altında tutulduğuna yer verilmiştir. İlaca ruhsat verilmesi sürecinde komisyon üyelerine kişi başı 100.000 dolar, ilacın SGK geri ödeme listesine alınmasında etkisi olduğu düşünülen bir bürokrata ise 13.000 dolar rüşvet verildiği tespit edilmiştir. Rüşvet verilen Sağlık Bakanlığı yetkililerinin kimler olduğu ise söz konusu kararda yer almamıştır.

SOLIRIS’İN, Türkiye’de güncel perakende satış fiyatı 300 mg flakon için 66.889 TL’dir. Tedavi başlangıcında ortalama yaklaşık 1.250.000 TL’lik ilaç kullanılmakta, daha sonra hastalar genellikle ömür boyu ayda yaklaşık 500.000 TL’lik ilaç kullanacaklardır. Dolayısıyla kamu bütçesinden yüklü bir miktar para bu ilacın geri ödemesi kapsamında ödenmektedir.

Bu bağlamda;

1- SOLIRIS (ECULIZUMAB) isimli ilacın etken maddesini içeren, aynı tedaviyi sağlayan muadil başka hangi ilaçlar vardır, bu ilaçlar Türkiye’de ruhsatlı mıdır, geri ödeme listesinde midir ve bu ilaçların fiyatı nedir?

2- Amerika’daki Securities and Exchange Comission (SEC) kararında bahsi geçen ilaç ruhsatı verilmesi ve ilacın geri ödeme listesine eklenilmesi konularında Sağlık Bakanlığı, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu ve SGK’da karar mercii idari makamlardaki bürokratlar ve komisyonlardaki üyeler kimlerdir? SEC kararı üzerine, yetkili makam ve komisyonlar hakkında idari soruşturma başlattınız mı?

3- Amerika’daki Securities and Exchange Comission (SEC) veya Alexion şirketiyle iletişime geçerek Sağlık Bakanlığı ve SGK’dan rüşvet alan kamu görevlilerinin listesini istediniz mi?

4- Amerikan ilaç şirketi Alexion’un yurt içi ve yurtdışı bilimsel etkinlik ve kongrelerde desteklediği Sağlık Bakanlığı ve SGK yöneticisi, personeli var mıdır? Varsa isimleri nelerdir?

5- Amerika’daki Securities and Exchange Comission (SEC)’ın kararı üzerine Sağlık Bakanlığı, Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu ve SGK’da rüşvet alan kamu görevlilerini tespit ettiniz mi? Bu kişiler hakkında idari soruşturma başlattınız mı?

6- Amerika’daki Securities and Exchange Comission (SEC)’ın kararına konu olan rüşvet, ve yolsuzluk olaylarının yargı eliyle soruşturulması için Sağlık Bakanlığı olarak savcılığa suç duyurusunda bulundunuz mu?

7- Söz konusu ilaç için bugüne kadar kamu bütçesinden ne kadar ödeme yapılmıştır?

Mardin’de Ölümcül Bölgeye Polis Kurşunuyla Bir Vatandaşın Öldürülmesi Hk. Soru Önergesi

1 Eylül 2022 tarihinde, Mardin’in Midyat ilçesinde iddiaya göre; dur ihtarına uymadığı gerekçesi ile Adem Kara isimli vatandaş ensesinden vurularak, hayatını kaybetmiştir. Olaydan birkaç gün sonra açıklama yapan Mardin Valiliği, Adem Kara’nın kaçmaya çalışması üzerine önce havaya ikaz atışı yapıldığını, kaçmaya çalışmaya devam etmesi üzerine polis memurlarının takibe başladığını, bu sırada bir polisin ayağının kaldırım taşına takılması sonucu silahının ateş aldığını, Adem Kara’nın bu şekilde yaralandığını beyan etmiştir. Olaya ilişkin görgü tanıkları ise olay yerinde 4 polisin olduğunu, Adem Kara’nın yaralı bir şekilde bırakıldığını iddia etmektedir. Polisin silah kullanma yetkisinin şarta tâbi olup, silah kullanılması halinde de öldürücü noktaya ateş edilmemesi gerektiği herkes tarafından bilinmektedir. Bir vatandaşın vefatı ile sonuçlanan ve yaşam hakkının ihlali olan bu durumun tüm gerçekliği ile kamuoyu önünde ortaya çıkması, silah kullanma yetkisinin sınırları aşılarak yeni ölümlere meydan verilmemesi adına, sorumluların tespiti ve cezalandırılmaları amacıyla söz konusu olaya dair aşağıda yer alan soruları sormak gerekmiştir:

1- Adem Kara kaçma girişiminde bulunurken, dur ihtarında bulunulmuş mudur?

2- Neden ölümcül bir bölge olan ensesine ateş edilmiştir?

3- Adem Kara’nın ense bölgesine kaç metre uzaklıktan ateş edilmiştir?

4- Adem Kara’nın yakalanması sırasında olay yerinde görevli kaç polis memuru vardır?

5- Olay sırasında polisler tarafından kaç el ateş edilmiştir? Maktul vatandaşın vücudunda kaç kurşun izi vardır? Olay yerinden kaç adet boş kovan toplanmıştır?

6- Olayda adı geçen polis veya polisler hakkında idari bir soruşturma başlatılmış mıdır?

7- Adem Kara’nın vurulması sonrasında ilk müdahale polisler tarafından mı yapılmıştır?

8- Polis kurşunuyla ölümcül yara alan Adem Kara’nın yaralı halde bırakıldığı iddiası doğru mudur?

Adli Yıl Açılışı Hk. Basın Açıklaması

“İflas Etmiş Bir Yargı Düzeninde Yeni Bir Adli Yıla Başlıyoruz”

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Adli Yıl Açılışı vesilesiyle açıklama yaptı. Yaptığı basın açıklamasında tüm yargı camiasının adli yılını kutlayan Yeneroğlu, yargının yapısal sorunları nedeniyle gelecek adli yıldan ümitvar olamadığını bildirdi.

Yeneroğlu açıklamasında şunlara değindi;

‘Adli Yıl Açılışında Yargımızın İçler Acısı Hali’

“Ülkemizin demokrasi ve hukuk devleti devleti bakımından çok ciddi bir gerileme ile karşı karşıyadır. Türkiye, 2021 yılı endeksinde hukukun üstünlüğü konusunda Sudan, Rusya, Çin ve Belarus’un dahi gerisinde kalarak 139 ülke arasında 117’inci sırada yer aldı. Çok acıdır ki yine bu endekste Türkiye, temel haklar konusunda sondan 8’inci olarak 133’üncü sırada yer aldı. Nitekim, Türkiye’de yargıya güven 2021 yılında %21’e kadar düşmüştür. Yargı organları, bağımsızlık ve tarafsızlık ilkelerini rafa kaldırmıştır. Tek kişilik yürütme organı olarak Cumhurbaşkanı yıllardır yüksek yargı organlarını şekillendirmektedir. Gelinen noktada, icraatları ile hukuka aykırı birçok soruşturmanın yürütülmesinde görev alan bir başsavcının önce Yargıtay üyesi yapıldığı, Yargıtay’da mesai yapmadan, bir dosya dahi incelemeden Anayasa Mahkemesi’ne üye olarak atandığı görülmüştür. Yargıtay üyelerinin birlikte mesai yapmadıkları, şahsen tanımadıkları bu kişiye blok halinde oy vermeleri endişe ile izlenmiştir.

İdari davalar, haksız tutuklamalar ve genel olarak ceza yargılaması uygulamaları bir bütün olarak güdümlü bir yargının uygulamalarıdır.

Siyasi saikli yargılamalar Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin gündemine de girmiştir. Öyle ki yargı organlarının hukuka değil siyasete tabi olmasının bir sonucu olarak Türkiye, AİHS’i ihlal ettiği gerekçesiyle tarihinde ilk defa yaptırım tehlikesiyle karşı karşıyadır. Uluslararası bir mahkeme nezdinde bile Türkiye’deki yargılamalarda hukukun değil siyasetin etkili olduğu hükme bağlanmış durumdadır.

İstanbul Sözleşmesi’nin feshinin iptali için açılan davada Danıştay’ın vermiş olduğu karar hukuk tarihimize bir ayıp olarak geçmiştir. Danıştay, Cumhurbaşkanlığı Kararı ile uygun bulma kanunuyla uygun bulunmuş ve kanun seviyesindeki bir uluslararası sözleşmenin feshedilebileceği sonucunu doğuran kararı ile özelde hukukçular, genelde ise tüm ülkenin aklıyla alay etmiştir.

“HSK’nin yapısı sorun olmaya devam ediyor”

HSK maalesef ülkemizde yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını sağlama konusunda oldukça kötü bir sınav vermeye devam etmektedir. Kurul tamamen siyasi iktidarın talepleri doğrultusunda yargıyı şekillendirmeye devam etmektedir. İktidarı rahatsız edecek soruşturmalardan itina ile kaçan ama muhalifleri ise anında cezalandıran bir yargı yapısının oluşumun da en önemli unsur HSK yapısıdır.

Avrupa Konseyi Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO), Türkiye’ye yapılan ‘yolsuzlukla mücadele’ tavsiyelerini yerine getirip getirmediğini değerlendirerek raporda (HSK) yapısının “Bağımsız ve özerk yargıya ilişkin Avrupa standartlarıyla çeliştiği”ni açıkça ifade etmiştir. Yolsuzluklar başta olmak üzere pek çok konuda HSK sorunları çözmekte olan bir kurumdan ziyade sorunları derinleştiren bir işleve sahiptir.

‘Operasyonel Tutuklamalar ve Kovuşturmalar Cezalandırma ve Yıldırma Amacı Taşıyor’

“İktidar muhaliflere yönelik operasyonel faaliyetlerini savcılar ve sulh ceza hakimlikleri aracılığı ile yürütmektedir. İktidarın hoşuna gitmemesi yönü ile kamuoyunun gündemine taşınan olaylarda hızla gözaltı ve tutuklama kararları verilmektedir. Bu kimi zaman Cumhurbaşkanına Hakaret suçlamasıyla, kimi zaman da toplumsal kutuplaştırmayı körüklemek amacıyla Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçlamasıyla gerçekleşmektedir. Kimi zaman da Ünsal Ban olayında olduğu gibi iktidarı zora sokacak ifşaatların engellenmesi için hızla harekete geçilerek gerçekleştirilmektedir. İktidarın gözünde ceza yargısı iktidarın bir sopasıdır ve iktidar da bunu gönlünce kullanmaktadır. Adli İstatistikler de bunu ortaya koymaktadır. İfade özgürlüğünün haksız soruşturmalarla kısıtlandığı, terör örgütü üyeliği suçunun alelade bir suçmuş gibi kapsamı genişletilerek herkese isnat edilebilir bir hâlde geldiği bir baskı ortamı içerisindeyiz. Bazı hakim ve savcılar iktidarın istediğini yerine getirme karşılığında üst makamlara görevlendirilebilmektedir.”

‘İktidarı İlgilendiren Uyuşmazlıklarda Hak Arama Yolları Kapatılıyor’

“İktidar partisi veya iktidar ortağı partiyi ilgilendiren uyuşmazlıklarda kamuoyunun ve mağdur olan vatandaşların hak arama hürriyeti engelleniyor. Adalete erişim mümkün olmuyor. Şüpheli ölümlerde, iktidara yakın isimler hakkında iddialar olduğu halde bu şüpheli ölümler aydınlatılmamıştır. Şenyaşar ailesine katliam yapan ve kim oldukları da belli olan AK Partililer hakkında adalet tesis edilmiyor. Aradan geçen dört yıla rağmen failler halen yargı organları tarafından kollanıyor. DEVA Partisi Karaman il başkanımıza MHP’nin il başkanlığından belirli bir grubunun saldırdığına dair görgü şahitleri de olmasına rağmen etkin bir soruşturma yürütülmüyor, azmettirenler ve failler hâlen serbestler. İktidarı ilgilendiren rüşvet ve yolsuzluk vakalarında ise hakkında iddialar bulunan kişilerin kişilik hakkı gerekçesiyle çok kısa sürede yargı organlarından haberlere erişim engeli kararları çıkıyor. Hakkında rüşvet ve yolsuzluk iddiaları olan kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulduğu takdirde de bu adli soruşturmalar, savcılık dolaplarında tozlu raflar arasında unutulmaya terkediliyor.”

‘Başta Makul Sürede Yargılanma Hakkı Olmak Üzere Adil Yargılanma Hakkı Sıklıkla İhlal Ediliyor’

“Anayasa Mahkemesi’nin 10 yıllık bireysel başvuru istatistiklerine göre; makul sürede yargılanma hakkının ihlali kararları da dahil edildiğinde esastan incelenen bireysel başvuru kararlarının %97’sinde en az bir hakkın ihlal edildiği kararı verilmiştir. İhlal kararlarının %60.6’sı makul sürede yargılanma hakkı, %10’u ise adil yargılanma hakkının ihlali tespitini içermektedir. Anayasa Mahkemesi’nin bu istatistikleri genel olarak yargı düzenimizde makul sürede yargılanma hakkı ve adil yargılanma hakkı ile ilgili yapısal sorunları açıkça ortaya koymaktadır. Avukatların mesleki görev ve yetkilerinin kısıtlanması, sunulan dilekçelerin ve delillerin gereği gibi değerlendirilmemesi, duruşmaların yargılamanın doğru sonuçlanmasını sağlayacak nitelikte yapılmaması bu sonuçların uygulamadan gelen sebepleridir. Ülkenin demokrasi ve hukuk devleti seviyesinin düşmesi sebebiyle yersiz ve haksız işlerin bile yargı önüne gelmesi, yargıdaki personel yetersizliği nedeniyle mahkemelerin iş yükü aşırı artmıştır. Bu durum da mahkemelerin dosyaları gereği gibi incelemeden sonuçlandırmasına yol açmaktadır. Öte yandan, kimi vakalarda rüşvet ve yolsuzluk çarklarının kurulduğu ve ne yazık ki hakim ve savcıların dosya sahipleriyle kişisel ilişki kurdukları, rüşvet karşılığı belirli bir yönde karar aldıkları veya başka mahkemenin görevinde de olsa bu yönde karar alınmasını sağladıkları görülmektedir.”

‘Yargının Asli Unsuru Olan Avukatların Mesleki ve Ekonomik Hakları Her Geçen Sene Kötüye Gitmektedir’

“Avukatlık yargının üç sacayağından birisi olduğu halde avukatların yargılamalardaki etkisi her geçen sene azaltılmaktadır. İktidarın müdahil olduğu ceza ve idari davalarda karşı tarafın hukuki gerekçelendirmesi ne olursa olsun etkisiz kalmaktadır. Siyasi içeriği olmayan davalarda da adil yargılanma hakkı ve makul sürede yargılanma hakkına dair yapısal sorunlar nedeniyle bir avukatın müvekkiline istediği nitelikte hizmet vermesi mümkün olmamaktadır. İlk derece mahkemesinde en az bir yıl süreceği, dosya kesinleşene kadar da iyimser tahminlerle en az 3-4 sene geçeceği bilinen bir yargılama sürecine müvekkiller girmek istememektedir. Öte yandan, avukatlar gittikçe yaygınlaşan şekilde mesleklerini yapmaları dolayısıyla şiddete maruz kalmaktadır. Ne var ki bu şiddet sarmalından çıkılabilmesi için gerekli hiç bir adım atılmamaktadır. Yargıya inancın olmadığı, adaletin yerine gelmeyeceği düşünülen bir yerde serbest meslek olarak hukuk hizmeti sunan avukatların ekonomik olarak tutunması mümkün değildir.

İktidarın yasa zoruyla baroları dizayn etme çabası istenilen sonucu vermemiştir. Avukatların tüm baskılara rağmen iktidarın yanında saf tutmaması ülkemizin hukuk devleti olması yolunda inancımızı pekiştirmiştir.”

‘Hakimlik Savcılık Mesleğine Kabulde Liyakatten Ziyade Sadakate Önem Veriliyor’

“Yargıçların mesleğe kabullerinde sonucu belirleyen sözlü sınavları Adalet Bakanlığı yetkilileri tarafından yapılmakta, her Adalet Bakanı kendi siyasi ve ideolojik görüşü doğrultusundaki kişileri mesleğe alma temayülünü göstermektedirler. Hatta tuz o kadar kokmuştur ki 25-26 Aralık 2021 tarihinde yapılan Avukatlar için Adli Yargı Hâkim ve Savcı Adaylığı Yazılı Sınavından 94,85 puan alarak Türkiye İkincisi dahi mülakatta “Başarısız” bulunmuştur.“

‘Yargının Kökleşmiş Sorunlarını Çözmek İçin DEVA Partisi Olarak Hazırız’

“Yargının sorunları ne kadar kökleşmiş olursa olsun kader değildir. Bu çürümüş yapıyı değiştirmek elimizde. Hukuk devleti yolunda adil bir yargı için en önemli değişiklik iktidar değişikliği olacak. En önemli değişim ülkeyi yöneten zihniyetin yani bu iktidarın topyekûn değişmesi olacak. İktidar değiştiği anda, bizler iktidara geldiğimiz anda yargının üzerindeki baskı bir anda sona erecek. DEVA Partisi olarak açıkladığımız Adil Yargı Eylem Planımızda belirttiğimiz üzere; HSK kapatılmalı ve iki ayrı kurul olarak yapılandırılmalı. Ceza yargılamalarında avukat ile savcı eşitlenmeli, denk bir ilişki olmalı. AYM’nin ve AİHM’in kararları herkes ve bütün yargı organları tarafından istisnasız uygulanmalı. Hakimlik ve savcılığa girişte mülakat kaldırılıp yerine iki aşamalı yazılı sınav getirilmeli. İlkokul müfredatına hukuk ve demokrasi dersleri konulmalı. Kriterlere uymayan hukuk fakülteleri kapatılmalı, hukuk eğitiminde nitelik artırılmalı. Yüksek yargıda farklı kaynaklardan gelen üyeler atanmalı ve çoğulculuk sağlanmalı. Yüksek yargıda cinsiyet kotası uygulanmalı.”

İçişleri Bakanı’nın Yaptığı Suç Duyurusu Hk. Soru Önergesi

Sedat Peker tarafından İçişleri Bakanı Süleyman Soylu hakkında 2021 yılı mayıs ayında bazı açıklamalarda bulunulmuştur. Bu açıklamalarda suç örgütü lideri olarak hakkında soruşturma yürütülen Sedat Peker, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun tehlikeli bir durum olduğunda kendisine haber vereceğini yine bu kapsamda kendisine koruma tahsis ettiğini, DYP kongrelerinde Sedat Peker’in adamlarıyla birlikte yer aldığı, FETÖ mensuplarını bir takım görevlere getirdiği, dolandırıcılık suçu işleyenlerle birlikte hareket ettiği, 15 Temmuz 2016 tarihinden sonra silah dağıttığı, SBK Holding’in sahibi Sezgin Baran Korkmaz’ın yurt dışına kaçışında etkili olduğu, Aleyna Çakır cinayetinde fail Ümit Can Uygun’un cezadan kurtulabilmesi için Adli Tıp raporunun Süleyman Soylu’nun talebi doğrultusunda hazırlandığı, yine Süleyman Soylu’nun oğlu Engin Soylu’nun da Nevzat Kaya’yı Bataklık Dosyası’ndan çıkarmak için 5 milyon dolar istediği, bununla birlikte uyuşturucu ticaretinin de önünü açtığı şeklinde iddialarda bulunmuştur. Bu iddialara karşı, İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, yukarıdaki iddiaları reddetmiş öte yandan Sedat Peker’den ayda 10.000 ABD Doları alan bir milletvekili olduğu ve bu kişi ile Sedat Peker’in ilişkili olması nedeniyle bu milletvekilinin adını da Cumhuriyet Başsavcılığına açıklayacağını ifade etmiştir.

Akabinde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu 2021 yılı Mayıs ayı içerisinde Ankara Cumhuriyet Başsavcılığına başvurarak suç duyurusunda bulunduğunu ve ayrıca kendisi ile ilgili olan bu iddiaların da araştırılmasını istediğini belirtmiştir.

Bu bağlamda,

1- İçişleri Bakanı’nın yaptığını iddia ettiği suç duyurusu üzerinden 16 ay gibi bir süre geçmekle başvuru hakkında herhangi bir adli işlem yapılmış mıdır?

2- Adli işlem yapıldıysa soruşturma hangi aşamadadır?

3- Eğer yapılmadıysa bu kadar uzun bir süre geçmesine karşın bu çok ciddi iddialar neden soruşturulmamaktadır? Savcılık tarafından, İçişleri Bakanı’nın suç duyurusunun gereği yerine getirilmiyorsa görevini ihmal eden savcılar hakkında HSK harekete geçecek midir?

4- İçişleri Bakanı Süleyman Soylu, suç örgütü lideri Sedat Peker’den aylık 10.000 ABD Doları alan milletvekilinin kim olduğu konusunda Cumhuriyet Savcılığına gerçekten herhangi bir bilgi vermiş midir?

Kütüphaneci Alımı Mülakatlarında Usulsüzlük İddiaları Hk. Soru Önergesi

Kültür ve Turizm Bakanlığının 2022 yılında alım ilanına çıktığı 465 Sözleşmeli Kütüphane Memuru alımında her il için ayrı ayrı kontenjanlar belirlenmiş olup, her ilin kontenjan sayısının 3 katı kadar aday, 30 Mayıs 2022–10 Haziran 2022 tarihleri arasında Ankara’da bulunan Milli Kütüphane’de sözlü mülakata davet edilmiştir. Pek çok ilde kadronun 3 katı kadar aday kontenjanına yeterli sayıda başvuru gelmemiştir. Neredeyse her ilde KPSS puanıyla beraber bakanlığın açıkladığı mülakat listesinde ilk sıralarda bulunan 81-75 puan aralığındaki adaylar elenirken; yine pek çok ilde özellikle 72-70 puan aralığında bulunan ve il sıralamasında son sıralarda yer alan adayların asil olarak kazandıkları görülmüştür. Yine aynı şekilde elenen yüksek KPSS puanlı adaylara sistematik bir şekilde 60 ve 65 sözlü puanı verilerek elendiği görülmüştür. Ayrıca bakanlığın kadro alımının her aşamasında liste yayınlamasına rağmen sonuç açıklama aşamasında liste yayınlamaması da adaylar arasında torpil ve referans şüphelerini kuvvetlendirmektedir.

Bu bağlamda;

1- İlk mülakat listeleri açıklandığında, Bilgi ve Belge Yönetimi bölümü dışı 2 kişi, adaylar ve Türk Kütüphaneciler Derneği (TKD) tarafından tespit edilmiş ve bu kişilerin bakanlığa bildirilmesi üzerine bu iki isim güncel listeden çıkarılmıştır. Atanan kişilerin listelerinin açıklanmaması diğer adaylarda, bu konuda bir ihmal olabileceğini düşündürmektedir. Bölüm dışı atanan isimler mevcut mudur?

2- Kültür Memur-Sen’de görevli üst düzey kişilerin ve çeşitli müdür/genel müdür unvanlı yöneticilerin, il bazındaki sıralamalarda son sıralarda bulunan adayların atanmasına referans olduğu iddiası doğru mudur? Bu alımlarda 100 bin TL karşılığında atanan adaylar olmuş mudur? Bu konuyla ilgili herhangi bir soruşturma başlatılmış mıdır?

3- İl için ayrılan kontenjan kadar bile adayın başvurmadığı illerde elenen yüksek puanlı adaylar mevcuttur. Bu illerde boş kalan yaklaşık 100 kadroya, alımlar haricinde yasal usuller işletilmeden personel yerleştirileceği iddiaları doğru mudur?

4- Mülakatı iyi geçmesine rağmen elenen yüksek puanlı adayların bakanlığa gönderdiği itiraz dilekçelerine, TKD Genel Başkanı’nın bu alımda torpil yaşandığı iddiasına ve basında çıkan haberlere karşılık bakanlık içerisinde bir soruşturma başlatıp; elenen yüksek adaylar hakkında bir inceleme gerçekleştirecek misiniz?

Rusya’dan S-400 Alınması Sürecinin İşletilmesinin Dış Politikamıza Etkisi Hk. Soru Önergesi

Rusya Askeri İşbirliği Kurumu Başkanı Dmitry Shugayev, 16.08.2022 tarihinde yaptığı açıklama ile 2. Parti S-400’lerin Türkiye’ye satılacağını ileri sürmüştür. Cumhurbaşkanlığı Savunma Sanayii Başkanlığı’ndan (SSB) yapılan açıklamada ise Rusya’dan S-400 hava savunma sistemi tedarik sürecinde yeni bir gelişmenin söz konusu olmadığı, mevcut sözleşmenin teknik sürecinin yürütüldüğü bildirilmiştir.

S-400’lerin sevkiyatı yapılan ilk parti hazır sistemlerinin Türkiye’ye gelmesiyle ABD’nin CAATSA yaptırımlarını uygulamaya başladığı ve bu çerçevede parasını ödediğimiz halde F-35 Ana Programı’ndan da çıkartıldığımız malumdur. Hatta daha düşük model savaş uçağı olan F-16 alımlarımız bile şarta bağlanmaya çalışılmaktadır. Hal böyle iken S-400 alım sürecinin halen işletilmesi Türkiye için yeni sıkıntılar doğurabilecektir.

Bu bağlamda,

1- Rusya ile 2. parti S-400 alımı konusunda yeni bir sözleşme yapılmış mıdır?

2- S-400 alımına dair yeni bir sözleşme imzalanmamış olsa bile sözleşme kapsamında S-400’lerin teknik sistemlerinin kurulumuna dair tedarik sürecinin ilerletilmesinin yeni tepkilere ve yaptırımlara yol açabileceği hesaplanmış mıdır?

3- Rusya ile S-400 sistemlerinin kullanıma hazır hâle getirilmesi sürecinin işletilmesi durumu F-16 ve diğer Amerikan modernizasyon kitleri alımımızı etkiler mi?

4- Geçtiğimiz birkaç yılda Rusya’nın askeri konvoyumuzu vurduğu ve onlarca askerimizi şehit ettiği, Kırım’ı ilhak ettiği, hâlihazırda Ukrayna’yı işgal ettiği ve bu ülkeyle savaş hâlinde olduğu göz önüne alındığında; NATO füze ve hava araçlarını etkisiz hâle getirme özelliğine sahip Rus hava savunma sistemlerinin Türkiye’de konuşlanmasının üyesi olduğumuz NATO ve dost ülkeler tarafından nasıl algılanacağı düşünülmüş müdür?

Karaman’daki Kaçak Yapılaşma Hk. Soru Önergesi

Karaman ili Kazımkarabekir ilçesi Subaşı Mahallesi’nde İmar Kanunu’nun 18. maddesi kapsamında parselasyon planları tamamlanmadığı ve dolayısıyla bölgedeki taşınmaz maliklerine yapılaşmaya uygun parsel tapusu verilmediği halde Kazımkarabekir Belediyesi Meclis Üyesi Mehmet Kalaycı 942 Ada, 44 Parsel üzerinde kaçak yapı yapmıştır. Oldukça büyük bir depo niteliğindeki kaçak yapının inşaatı sırasında Kazımkarabekir Belediyesi işçilerinin çalıştırıldığı, belediyenin imkan ve araçlarının kullanıldığı da video ile kayda alınmış ve Karaman’daki bir yerel medya organı olan www.imaret.com’da yayınlanmıştır.

Kaçak yapının belediyeye ihbarı üzerine belediye başkanı şifahen, yapıyı yıktırmayacağını söylemiştir. 11, 12 Ağustos gecesi ise konuyu takip eden DEVA Partisi Karaman il başkanımız ve haberi yapan gazeteci kalabalık bir grubun sopalı saldırısına maruz kalmıştır.

İmar Kanunu m. 18 uygulamasının olduğu yerde düzenleme ortaklık payı kesileceği ve planlama yapılacağı için hiçbir malikin kendisine verilecek arsanın tam olarak koordinatlarını bilmesi mümkün değildir. Buna rağmen belediye meclis üyesi, kaçak depo yaptığı yerin kendisine bırakılacağına emin davranmaktadır. Kaçak yapı inşaatında belediye işçisi ve araçlarının kullanılması ve belediye başkanının kaçak yapıyı yıkmayacağına dair söylemi söz konusu kaçak yapı hakkında Kazımkarabekir Belediyesi’nin ihmal göstererek gerekli işlem ve eylemleri yerine getirmeyeceğini açıkça göstermektedir.

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak; Planlı Alanlar İmar Yönetmeliği m. 67/1. fıkrası uyarınca yerinde denetim yapma ve İmar Kanunu’nun 32. maddesi uyarınca işlem tesis edilmesi için belediyeye bildirimde bulunma yetkiniz vardır. Ayrıca İmar Kanunu m. 32/5. fıkrası Ek Cümle uyarınca belediyenin gerekli işlemleri tesis etmemesi üzerine belediyenin yetkilerini ikame ederek kaçak yapıyı yıkma yetkiniz bulunmaktadır.

Bu bağlamda;

1- Karaman ili Kazımkarabekir ilçesi Subaşı Mahallesi 942 Ada, 44 Parsel üzerinde yapılan kaçak yapıya ilişkin Kazımkarabekir Kaymakamlığı 04.08.2022 tarihinde yapılan şikayet ile ilgili inceleme başlatıp, denetimde bulunmuş mudur? Bu olay dışında buna benzer kaç şikayet yapılmıştır?

2- Kazımkarabekir İlçesinde tespit edilen kaç tane kaçak yapı vardır ve tespit edilen kaçak yapılardan kaçı hakkında yapı tatil tutanağı tutulmuştur?

3- Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı olarak, Kazımkarabekir Belediyesi tarafından göz yumulan kaçak yapılaşmayı engellemek üzere bu ilçede yaygın denetim başlatacak ve gerekli yaptırımları uygulayacak mısınız?

Sincan Cezaevinde Yaşanan Sorunlar Hk. Adalet Bakanlığı’na Soru Önergesi

Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsüne ziyaret gerçekleştiren avukat ve hükümlü/tutuklu yakınları tarafıma;

– Kurum tarafından verilen yemeklerin porsiyon ve içerik olarak yetersiz olduğu,

– Kurum kantinlerinden ücreti karşılığında gıda malzemesi talep edildiği halde bunlardan çok azının verildiği,

– Kurum yetkilileri tarafından, yemek ve kantin hizmetlerinde çalıştırılan adli hükümlü sayısının azalması nedeniyle anılan olumsuzlukların yaşandığının ifade edildiği,

– Yüksek öğrenim kurumlarına kaydolan bazı tutuklu/hükümlülerin örgün ve yaygın öğretim imkanlarından yararlandırılmadıkları,

– Ailelerin getirdiği kitapların verilmediği

şikâyetleri iletilmiştir.

Hâlbuki Anayasamızın 42. maddesine göre, kimse, eğitim ve öğrenim hakkından yoksun bırakılamaz. 5275 sayılı Ceza ve Güvenlik Tedbirlerinin İnfazı Hakkında Kanun’un 76. maddesi uyarınca, açık ceza infaz kurumları ile çocuk eğitim evlerinde bulunan hükümlülerin örgün ve yaygın, kapalı ceza infaz kurumunda bulunan hükümlülerin ise yaygın öğretimden yararlanmaları sağlanır. Öte yandan, aynı Kanunun 72 ve 116. maddeleri gereğince hükümlü ve tutuklulara; Adalet ve Sağlık Bakanlıklarınca belirlenecek kalori esasına göre, kişilerin sağlıklı ve güçlü kalması için nitelik ve nicelik olarak besleyici, sağlık koşullarına uygun, makul çeşitlilikte, yaş, sağlık, çalıştığı işin özelliği, dinî ve kültürel gerekleri göz önünde tutularak besin verilir ve içme suyu sağlanır. Hükümlü ve tutuklu, kendisine verilen günlük besin ve ihtiyaç maddeleri dışındaki ihtiyaçlarını kurum kantininden sağlayabilir. Kantini bulunmayan kurumlarda, bu maddeler, idarenin izin ve kontrolü altında dışarıdan sağlanabilir.

Yine Kanunun 2. ve 3. maddelerinde açıklandığı üzere; ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazına ilişkin kurallar, hükümlülerin ırk, dil, din, mezhep, milliyet, renk, cinsiyet, doğum, felsefî inanç, millî veya sosyal köken ve siyasî veya diğer fikir yahut düşünceleri ile ekonomik güçleri ve diğer toplumsal konumları yönünden ayırım yapılmaksızın ve hiçbir kimseye ayrıcalık tanınmaksızın uygulanır. Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infazı ile ulaşılmak istenilen temel amaç doğrultusunda, hükümlü ve tutukluların yeniden sosyalleşmesini teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak devletin ödevidir.

Bu bağlamda;

1- Sincan Ceza İnfaz Kurumları Kampüsünde bulunan hükümlü ve tutukluların, insani ihtiyaçlarının ve mevzuatın gerektirdiği ölçüde beslenmelerinin sağlanması konusunda, sözü edilen şikâyetlerin karşılanmasına yönelik olarak, Bakanlığınızca herhangi bir inceleme ve çalışma yapılmakta mıdır? Yemek ve kantin hizmetlerinde görevli kişilerin sayıları yeterli değilse bu eksikliğin giderilmesi için herhangi bir çalışma mevcut mudur?

2- Örgün ve yaygın yükseköğretim imkanlarından yararlandırılmama şikayetleri ile ilgili olarak, Bakanlığınızca herhangi bir inceleme ve çalışma yapılmakta mıdır?

3- Sosyalleşmeyi teşvik etmek, üretken ve kanunlara, nizamlara ve toplumsal kurallara saygılı, sorumluluk taşıyan bir yaşam biçimine uyumunu kolaylaştırmak bağlamında önem taşıyan öğretim hakkının eksiksiz kullandırılması için, varsa idari ve yasal eksikliklerin giderilmesi amacıyla yürütülen çalışmalar nelerdir?

4- Türkiye genelinde, ceza ve tevkifevlerinde bulunan hükümlü ve tutuklulardan kaçı örgün ve yaygın yükseköğretim kurumuna devam etmektedir? Bu kişiler arasında, yaygın ve örgün yükseköğretim kurumuna kaydolmaya hak kazandığı halde öğretim imkânından yararlandırılmayan/yararlanamayan kimseler bulunmakta mıdır? Varsa, bu hakkın kullanımına engel teşkil eden bireysel ya da fiili durumlar nelerdir?

KPSS Skandalı Hk. Basın Açıklaması

KPSS sorularıyla birlikte gençlerimizin hayalleri de çalındı

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, KPSS sorularının bir kısmının daha önceden bir yayınevinin kitapçıklarında yer almış olmasına dair açıklama yaptı. Yaptığı basın açıklamasında gençlerin; çalınan KPSS soruları ile hayallerinin de çalındığını vurgulayan Yeneroğlu, KPSS skandalının sorumluları hakkında DEVA Partisi olarak suç duyurusunda bulunduklarını bildirdi.

Yeneroğlu açıklamasında şunlara değindi;

KPSS skandalı sistemik bir sorun

“Cumhurbaşkanı ve kabinesi Türkiye tarihindeki en başarısız hükümet dönemlerinden birini ortaya koyuyor. Üniversite mezunu gençlerde işsizlik oranı yüzde 35,1. Gençler üniversiteyi bitirdiklerinde asgari ücretle çalışma, alanları dışında çalışma ve asgari ücretle çalışma arasında seçim yapmaya zorlanıyorlar. İktidar gençlere istihdam ve yaşam standartı yaratamadığı için gençlerimiz umutlarını, hayallerini kamu görevlisi olmaya bağlıyorlar. 2022 KPSS’ye de 1,5 milyon gencimizin girdiği tahmin ediliyor. Bu yüzden KPSS sadece bir sınav değil. İktidarın kötü yönetimi sonucunda KPSS, daha iyi maaş ve güvenceli bir iş için neredeyse tek yol hâline gelmiştir. KPSS soruları skandalıyla birlikte gençlerimizin hayalleri de çalınıyor. Bu sistemik bir sorundur.”

‘KPSS sorularının çalıntı olması veya çaldırılması büyük bir skandaldır’

“İktidarın yine kendi döneminde geçmiş yıllarda meydana gelen benzer mahiyetteki olaylardan hiç ders almadığı anlaşılmaktadır. Bürokrasiden ehil insanların tasfiye edilmesi sebebiyle benzer sonuçların devamı kaçınılmazdır. KPSS sorularının bir kısmının, KPSS dershaneciliği yapan bir yayınevinin deneme kitapçıklarında yer alması büyük bir skandaldır. Eğer ÖSYM, soru hazırlama konusunda yetersiz olduğu için bu yayınevinin sorularını çalmışsa, mevcut iktidarın liyakatsiz kamu görevlisi atama ısrarının sonucunun nerelere kadar geldiğini gösteren ibretlik bir durum söz konusudur. Eğer bir suç örgütü, bu soruların sorulacağını bilerek KPSS’ye yerleştirmiş ve soruları daha önceden bazı adaylara satmışsa bu durumda da çok büyük bir ihmal ve güvenlik zafiyeti vardır. İki durumda da iflas etmiş bir iktidarla karşı karşıyayız.”

‘KPSS skandalının sorumluları hakkında suç duyurusunda bulunduk’

“KPSS sınav sorularının önceden ele geçirilmesi veya çalınması hususu ilgili kamu görevlilerinin açık sorumluluğunu gerektirmektedir. Bu husus gerek ÖSYM ile ilgili yasa olan 6114 sayılı yasa gerekse de 5237 sayılı Türk Ceza Yasası kapsamında cezai sorumluluğu gerektirmektedir. Bu nedenlerle ilgili kamu görevlilerinin ve aynı zamanda bu kişilerle birlikte hareket eden diğer şüphelilerin tespit edilmesi ve cezalandırılmaları gerekmektedir.

DEVA Partisi olarak kamuoyunu ilgilendiren bu olayda gençlerimizin yanındayız. KPSS sınav sorularının çalınması, daha önceden ele geçirilmesi konusunda sorumluluğu ve ihmali olan başta kamu görevlileri olmak üzere tüm şüphelilerin tespiti ile cezai sorumluluklarına gidilmesi için suç duyurusunda bulunduk. Süreci tüm boyutlarıyla sonuna kadar takip edeceğimizin bilinmesini isteriz.”

375 Sayılı KHK Geçici 35. Madde İhraçları Hk. Soru Önergesi

15 Temmuz 2016 tarihindeki darbe teşebbüsünden sonra ilan edilen OHAL’in 18 Temmuz 2018’de sona ermesine rağmen 375 sayılı KHK’nın Geçici 35. maddesi uyarınca “terör örgütlerine veya Millî Güvenlik Kurulunca Devletin millî güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen” kişilerin kamu görevinden ihracına devam edilmiştir. Olağan dönemde, kamu görevlilerinin meslekten çıkarılabilmesi için kamu görevlisinin meslekten çıkarılmayı gerektirecek bir disiplin suçu işlemesi ve ilgili kişiye Devlet Memurları Kanunu’ndaki usulü haklar kullandırılarak disiplin soruşturması süreçleri yürütülmesi gerekmektedir. Ancak bu hukuki güvenceler göz ardı edilerek ve çoğu zaman sözlü bir savunma dahi alınmadan, ilgili kişinin meslekten çıkarılmasını gerektiren belirli bir fiili söz konusu olmasa bile kişi hakkında 3. kişilerin soyut iddiaları veya değerlendirmeleri neticesinde kamu görevinden ihraçlar gerçekleştirilmiştir.

375 sayılı KHK’nın Geçici 35. maddesinin yürürlüğünün sona erdiği 31 Temmuz 2022 tarihine yaklaşıldığı dönemde ise çok fazla sayıda ihracın bir anda gerçekleştirildiği iddia edilmektedir.

Bu bağlamda;

1- OHAL yetkisi niteliğindeki kolaylaştırılmış ihraç yetkisinin sona ereceği son ay olan 2022 yılının Temmuz ayında toplamda kaç kamu görevlisi 375 sayılı KHK’nın Geçici 35. maddesine dayanılarak ihraç edilmiştir?

2- 375 sayılı KHK’nın Geçici 35. maddesine dayanılarak, bu maddenin yürürlükte olduğu 4 yıllık süreçte toplam kaç kamu görevlisi ihraç edilmiştir?

3- Bütün kamu kurum ve kuruluşlarından gerçekleşen ihraçlara dair istatistiki bilgiler nelerdir?