Meslekten Çıkarılan Hakim ve Savcılar Hk. Soru Önergesi

15 Temmuz 2016 tarihinde FETÖ/PDY silahlı terör örgütü mensuplarınca gerçekleştirilen menfur darbe teşebbüsü sonrasında, 23 Temmuz 2016 tarihli ve 29779 sayılı Resmi Gazetede yayımlanan 667 sayılı Olağanüstü Hal Kapsamında Alınan Tedbirlere İlişkin Kanun Hükmünde Kararname’nin “Yargı mensupları ile bu meslekten sayılanlara ilişkin tedbirler” başlıklı 3. maddesindeki “ (1) Terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Anayasa Mahkemesi Genel Kurulunun salt çoğunluğunca; Yargıtay daire başkanı ve üyeleri hakkında Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulunca; Danıştay daire başkanı ve üyeleri hakkında Danıştay Başkanlık Kurulunca; hâkim ve savcılar hakkında Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu Genel Kurulunca ve Sayıştay meslek mensupları hakkında Sayıştay Başkanının başkanlığında, başkan yardımcıları ile Sayıştay Başkanı tarafından belirlenecek bir daire başkanı ve bir üyeden oluşan komisyonca meslekte kalmalarının uygun olmadığına ve meslekten çıkarılmalarına karar verilir.” yolundaki hükümler uyarınca, kitlesel ve münferit tasarruflarla çok sayıda hâkim ve savcı ile yüksek yargı mensubu hakkında meslekten çıkarılmalarına dair kararlar verilmiştir.

Avrupa Komisyonu’nun Türkiye hakkında hazırladığı 19 Ekim 2021 tarihli İlerleme Raporuna göre, darbe teşebbüsünden sonra 3.968 hâkim ve savcı, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibatlı ya da iltisaklı olduğu gerekçesiyle meslekten çıkarılmıştır. Yine anılan Rapora göre, raporun hazırlandığı dönem itibariyle, haklarında beraat ya da kovuşturmaya yer olmadığı kararı verildiği halde göreve döndürülen hâkim ya da savcı bulunmamaktadır.

Öte yandan, son zamanlarda, benzer durumdaki 150-200 civarında hâkim ve savcının, açtıkları iptal davaları sonucunda haklarında Danıştay’ın verdiği iptal kararları doğrultusunda görevlerine iade edildiklerine dair bilgiler alınmıştır.

Bu çerçevede;

  1. 15 Temmuz 2016 tarihinden bugüne kadar, FETÖ/PDY silahlı terör örgütü ile irtibatlı ya da iltisaklı oldukları gerekçesiyle, yüksek yargı mensupları da dahil olmak üzere, toplam kaç hâkim ve savcı hakkında meslekten çıkarma kararı verilmiştir?
  2. Haklarında ceza soruşturması ve kovuşturması yürütülen hâkim ve savcı ile yüksek yargı mensupları ile ilgili olarak; bugüne kadar verilen, kovuşturmaya yer olmadığı, beraat (5271 sayılı Ceza Muhakemesi Kanununun 223/2-a,b,c,d,e bentlerindeki hallere göre ayrı ayrı olarak) ceza verilmesine yer olmadığı (5271 sayılı Kanunun 223/4-a,b,c,d bentlerindeki hallere göre ayrı ayrı olarak), mahkûmiyet, durma, düşme, hükmün açıklanmasının geri bırakılması kararlarına ilişkin sayısal ve olgusal (kısaca maddi ve hukuki olarak) veriler nelerdir? Bu kararların kesinleşmesine ve infaz ettirilmelerine ilişkin sayısal veriler nelerdir?
  3. Gerek yargı kararı ile gerekse idari değerlendirme üzerine, bugüne kadar, kaç yargı mensubu göreve iade edilmiştir?
  4. Haklarında verilen kovuşturmaya yer olmadığı ya da beraat kararı kesinleştiği halde göreve iade edilmeyen yargı mensuplarının olduğu bilinmektedir. Bu durumdaki kişilere ilişkin sayısal veriler nelerdir?

Hasta ve Yaşlı Mahpuslar İçin İnfaz Erteleme Hk. Basın Açıklaması

‘Ağır hasta veya ileri derece engelli mahpusların cezaevinde tutulması zulümdür; Çevik Bir de Aysel Tuğluk da aynı zulmün mağduru’

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, ağır hasta ve ileri derecede engelli mahpusların durumunu gündeme taşıdı. Emekli orgeneral Çevik Bir ile siyasetçi Aysel Tuğluk’un aynı zulmün mağduru olduğunu savunan Yeneroğlu Adli Tıp Kurumu üzerindeki siyasi baskılara tepki gösterdi. Yeneroğlu, acilen infaz hukuku reformu yapılmasını istedi.

Sivil toplumun yaptığı araştırmalara göre cezaevlerinde 651’i ağır olmak üzere 1517 hasta tutuklu ya da hükümlünün bulunduğu bilgisini paylaşan Yeneroğlu açıklamasında şu ifadelere yer verdi:

‘Bir buçuk yılda en az 46 kişi hastalıktan hayatını kaybetti’

“Bu kişiler arasında ağır hasta ve engellilik durumu olanlar ile yeme, içme gibi en temel kişisel ihtiyaçlarını dahi tek başlarına gideremeyenlerin olduğu biliniyor. Yalnızca 2021 yılının başından bu yana en az 46 kişi hastalıkları dolayısıyla hayatını kaybetti.”

‘Cezaevi koşulları hak ihlallerini beraberinde getiriyor’

“Avrupa Konseyi tarafından yayımlanan 2021 Ceza İstatistikleri Raporu’nda en kalabalık cezaevlerinin Türkiye’de olduğu ve aynı zamanda yine Türkiye’nin tutuklu ve hükümlü mahpus sayısı bakımından da 47 ülke arasında ikinci sırada yer aldığı belirtiliyor. Ayrıca cezaevlerinin fiziksel koşulları ve sağlık hizmetlerine erişim konularında ciddi zorlukların yaşanması pek çok hak ihlalini de beraberinde getirmektedir.”

‘Acil reform yapılmalı’

“Ülkemizde acil bir şekilde infaz hukuku alanında reformların yapılması ve cezaevi koşullarının iyileştirilmesi yanında infaz erteleme konusunda insan haklarını temel alan bir yaklaşımın benimsenmesi hukuki ve vicdani bir yükümlülüktür. Her şeyden önce, tutuklu ve hükümlülerin hızlı ve etkili bir şekilde tedavi edilmelerini sağlayacak tedbirler alınmalıdır.”

‘ATK üzerindeki siyasi baskılara son verilmeli’

“Öte yandan ATK’nın yapısında iyileştirilmeye gidilerek hızlı karar alınmasının önü açılmalı ve ATK üzerindeki siyasi baskılara son verilmelidir. Keyfî uygulamaların önüne geçilebilmesi için ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyen mahpuslar açısından ağır ve somut bir tehlike oluşturmama kriterinin kapsamı mevzuatta açık bir şekilde çizilmeli ve siyasi suçluların kapsam dışında tutulmasına son verilmelidir.”

‘Adli Tıp Kurumu, siyasi saiklerle karar veriyor’

“İnfaz Kanununun 16. maddesinde, akıl hastalığı ile diğer hastalıklara maruz kalmış veya cezaevinde kalamayacak derecede ağır hasta ve engelli olan mahpuslar için infazın ertelenmesine ilişkin düzenlemeler yer alıyor. Ancak bu madde kapsamında infaz erteleme kararı verilebilmesi için diğer hastalıklara yakalanmış olan mahpuslar bakımından infazın mahkûmun hayatı için kesin bir tehlike teşkil ettiğine dair Adli Tıp Kurumunca (ATK) hazırlanmış ya da onaylanmış bir rapor alınması gerekiyor. Aynı zamanda akıl hastalığı ile maruz kaldığı ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyecek olup bunun yanında toplum güvenliği bakımından ağır ve somut bir tehlike oluşturmaması gereken mahpuslar için de yine ATK’dan alınacak rapor aranıyor. Uygulamada, bu durumların siyasi saiklerle değerlendirildiği ve keyfi kararlar verildiği görülmektedir.”

‘ATK raporlarıyla ağır hasta mahpuslar mağdur ediliyor’

“Hasta mahpuslar için hastaneler tarafından ‘hapishanede kalamaz’ raporları verilmesine rağmen ATK tarafından verilen aksi yöndeki raporlarla ağır hastalığı olan mahpuslar mağdur ediliyor. Örneğin çeşitli hastanelerde ileri düzey demans teşhisi konulan ve hayatını sürdürmek için başkalarına ihtiyaç duyduğu açıkça ifade edilen hükümlüler Çevik Bir ve Aysel Tuğluk hakkında ATK, bu kişilerin hayatlarını cezaevinde sürdürebileceklerini belirtti. Çevik Bir de Aysel Tuğluk da aynı zulmün mağduru.”

‘İnfaz ertelemesi yapılabilecekken yapılamıyor’

“Benzer şekilde, yine 84 yaşında olan ve cezaevinde birçok kez kalp krizi geçiren hükümlü Mehmet Emin Özkan için hazırlanan hastane raporunda, sürekli hastalık ve demans durumu olduğu belirtilerek cezaevinde kalamayacağı ortaya konuldu. Ancak Özkan, ATK’nın haziran ayında verdiği aksi yöndeki raporu dolayısıyla cezaevinde tutulmaya devam ediyor. Belirtilen bu ve benzer durumda olan mahpusların infaz ertelenmesi yapılabilecekken ATK raporu doğrultusunda infaz ertelemeleri yapılamıyor.”

‘Necdet Erik’in tutuklanması vicdanları yaralamıştır’

“Vicdanları yaralayan güncel başka bir örnek de elektrik çarpması sonucu iki kolu kesilen, vücudunun çeşitli yerlerinde derin yanıklar oluşan ve yatağa bağlı kalan tutuklu Necdet Erik’in cezaevine gönderilmesidir. Hakkında adli kontrol hükümleri uygulanabilecekken tutuklanması vicdanları yaralamıştır.”

‘İnsanların yaşam hakları dahi ellerinden alınıyor’

“Ağır bir hastalık veya engellilik nedeniyle ceza infaz kurumu koşullarında hayatını yalnız idame ettiremeyecek mahpuslarla ilgili olarak ifade edilen ‘toplum güvenliği bakımından ağır ve somut bir tehlike oluşturmama’ kriteri ise özellikle siyasi suçlular bakımından aleyhe yorumlanarak uygulamada keyfi kararlar alınıyor. Böylece, insanlık dışı ve kötü muamele yasağına aykırı şekilde bu kişiler cezaevlerinde tutulmaya devam ediliyor ve kimi hallerde insanların yaşam hakları dahi ellerinden alınıyor.”

 

İşkence ve Kötü Muamele Vakaları Hk. Basın Açıklaması

“İşkence Yaygın: Adalet Bakanı Harikalar Diyarında Yaşıyor”

Adalet Bakanı, Bakanlığın İnsan Hakları Eylem Planı’ndan Bihaber

“Sanırsınız ki Sayın Adalet Bakanı harikalar diyarında! Adalet Bakanı, Türkiye’nin mevcut durumuna ilişkin tozpembe tablolar çizerken biz acaba Adalet Bakanı ile aynı ülkede mi yaşıyoruz diye şüpheye düşüyoruz.

Madem Türkiye’de işkence ve kötü muamele yok, o zaman 2021 yılının Mart ayında Cumhurbaşkanı’nın ilan ettiği İnsan Hakları Eylem Planı’nda neden ‘işkence ve kötü muamele iddialarıyla ilgili soruşturma ve kovuşturmalara ilişkin veri tabanının oluşturulacağı’ ve ‘işkence fiili nedeniyle disiplin suçlarında zamanaşımının kaldırılacağı’ vaat edildi? İktidar işkence ile mücadele kapsamında verdiği bu vaatleri de yerine getirmedi. Demek ki Türkiye’de hem işkence ve kötü muamele var, hem de iktidar bunu bile bile işkence ve kötü muamele ile mücadele iddiasından vazgeçmiştir.”

Adalet Bakanı’nın Açıklamaları Ulusal ve Uluslararası Raporlarla Çelişiyor

“Uluslararası kurum ve kuruluşların raporları ülkemizde yapılan işkence suçlarını açıkça ortaya koymaktadır. Evrensel Periyodik İnceleme Mekanizması, Türkiye’nin üçüncü tur incelemesini de 2020 yılında yapmış, yine Avrupa İşkencenin Önlenmesi Komitesi (CPT) ve Avrupa Parlamentosunun hazırladığı raporlarda da ülkemizde meydana gelen işkencelerin önlenmesine dair önerilere yer vermiştir.

Bunun yanında sivil toplum kuruluşları olan İnsan Hakları Derneği ve Türkiye İnsan Hakları Vakfının verilerine göre hapishaneler ile resmi ya da resmi olmayan gözaltı yerlerinde çok sayıda işkence suçu işlenmektedir.  TİHV Dokümantasyon Merkezi’nin tespitlerine bakıldığında işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalanların sayısı 2021 yılında resmi gözaltı yerlerinde en az 142 kişi, 2022 yılının ilk beş ayında en az 215 kişidir. Bu sayı resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda daha da artmaktadır. Öyle ki 2021 yılında kolluk güçlerinin toplanma ve gösteri özgürlüğü kapsamında yapılan barışçıl eylem ve etkinliklere müdahalesi sonucu 28’i çocuk olmak üzere en az 3701 kişi işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalmış, 55 kişi ise yaralanmıştır. 2022 yılının ilk beş ayında ise kolluk güçlerinin müdahalesi sonucu 98’i çocuk olmak üzere en az 2103 kişi işkence ve diğer kötü muameleye maruz kalmış ve 25 kişi ise yaralanmıştır.

Adalet Bakanı, Adalet Bakanlığı’nın Resmi İstatistiklerini Dahi Bilmiyor

Hapishanelerdeki işkence ve kötü muamele olaylarında ise büyük oranda artış söz konusudur. Hapishanelere girişten itibaren çeşitli nedenlerle (çıplak arama, kelepçeli muayene, ayakta tekmil vererek sayım gibi) uygulanan kaba dayak, her türden keyfi muamele ve keyfi disiplin cezaları, hücre cezaları, sürgün ve sevkler inanılmaz boyutlara ulaşmıştır. İHD Dokümantasyon Birimi’nin tespit edebildiği kadarıyla 2021 yılında hapishanelerde işkence ve kötü muameleye uğradığını iddia eden mahpus sayısı 1414, şüpheli bir şekilde yaşamını yitiren mahpus sayısı ise 38’dir. Tüm bu hususlar hapishanelerde işkencenin varlığına açık delillerdir.

Adalet Bakanlığı istatistiklerine göre sadece 2020 yılı içerisinde işkence suçundan 102 kamu davası açılmış ve 146 kişiye de mahkûmiyet kararı verilmiştir. Tüm bu istatistiki bilgiler ülkemizde işkence gerçeğini gözler önüne sermektedir.

Kötü Muamele Anayasa Mahkemesi’nin En Fazla İhlal Kararları Arasında

Anayasa Mahkemesi’nin güncel kararları Türkiye’de kötü muamele ve işkencenin yaygın olduğunu göstermeye yeterlidir.

Anayasa Mahkemesi’nin 2022 yılı bireysel başvuru istatistiklerinde, 2012-2022 yılları arasında verilen ihlal kararları sıralamasında; adil yargılanma, mülkiyet, ifade özgürlüğü ve özel hayata saygı haklarından sonra en fazla ihlal kararı verilen hakkın kötü muamele yasağı olduğu ortaya koyulmuştur. Bu kararların bir kısmında, çeşitli raporların aldırılmamış olması ya da kamera kayıtlarına ulaşılamaması gibi sebeplerle adli makamların gerekli soruşturma yükümlülüklerini yerine getirmediklerine karar verilirken bir kısmında ise, kamu görevlilerinin kötü muamele ve eziyet gibi eylemleri işledikleri tespit edilmiş olmakla birlikte başvurucular bakımından etkili giderim sağlanamadığı belirtilmektedir. Kötü muamele yasağına ilişkin bazı başvurularda ise AYM, başvurucularda kemik kırılması gibi yaralanmaların meydana geldiğini tespit ederek insan haysiyetiyle bağdaşmayan muamele yasağının maddi boyutunun ihlal edildiğine hükmetmiştir. Bu kararlar, Türkiye’de hem kötü muamelenin varlığını hem de kötü muameleye yönelik bir müsamahanın olduğunu açıkça göstermektedir.

Zorla Kaybedilen İnsanların Ahı Adalet Bakanının Boynundadır

“Bu ülkede zorla kaybedilen ve sonra çeşitli emniyet müdürlüklerinde ortaya çıkan vatandaşlarımız vardır. Zorla kaybedilen ve hiçbir şekilde kayıt altına alınmadan tutulan kişilere işkence ve kötü muamelelerde bulunulduğu açıktır. Bu husus daha önce de AİHM kararlarına konu olmuş ve kayıt altına almadan vatandaşı alıkoymanın işkence ve kötü muameleyi fazlasıyla kolaylaştırdığı hükme bağlanmıştır. Yusuf Bilge Tunç isimli vatandaşımız ise yaklaşık 3 yıldır kayıptır ve hâlen durumu meçhuldür. Milletvekili olarak Yusuf Bilge Tunç’un durumunu ve neden etkin bir soruşturma yapılmadığını 6 Aralık 2021 tarihinde önceki Adalet Bakanı’na sordum. O tarihten beri soru önergesi cevaplanmadı. Madem işkence ve kötü muamele yok, Sayın Adalet Bakanı, zorla kaybedilen Yusuf Bilge Tunç ile ilgili soru önergemizi cevaplasın.”

İktidar, İşkenceye Sıfır Tolerans’tan Yüksek Tolerans Noktasına Gelmiştir

“Türkiye’de işkence ve kötü muameleye sıfır tolerans döneminden yüksek tolerans dönemine geçilmiştir. İnsan hakları alanında faaliyet gösteren ulusal ve uluslararası kuruluşların raporlarına ve verilerine göz atmak bile ihlallerin korkunç boyutları hakkında fikir vermektedir. Adalet Bakanı ve kolluk güçlerinin amiri konumundaki İçişleri Bakanı’nın üzerine düşen, bu iddiaları kestirip atmak değil, aksine hukuk devletine yakışır bir şekilde etkin soruşturma ve cezalandırma politikasını tesis etmektir.

İşkence suçu insanlığa karşı bir suçtur ve bu suçu işleyenler korunmamalıdır. Ülkemizde işkence yapan kişiler, ‘basit yaralama’, ‘zor kullanma sınırının aşılması’ ya da ‘görevi kötüye kullanma’ gibi suçlardan soruşturulmakta ve çoğunlukla da takipsizlik ile soruşturmalar sonuçlanmaktadır. Buda cezasızlık kültürünün ülkemizde egemen olmasına neden olmaktadır. Bu politikaya son verilmelidir. İşkencenin belgelenmesi ve raporlandırılması bir BM belgesi olan ‘İstanbul Protokolü’ ilkelerine göre yapılmalı, iddialar hızlı, etkin, tarafsız bir şekilde soruşturulmalı, bağımsız heyetlerce araştırılmalı, adli yargılama süreçlerinin her aşamasında uluslararası etik ve hukuk kurallarına uygun davranılmalıdır.”

İçişleri Bakanlığının İdari Yargı Kararlarını Uygulamaması Hk. Soru Önergesi

OHAL KHK’ları ve OHAL sona erdikten sonra 375 Sayılı Kanun Hükmünde Kararnamenin geçici 35. maddesi uyarınca; “(…) terör örgütlerine veya Milli Güvenlik Kurulunca Devletin milli
güvenliğine karşı faaliyette bulunduğuna karar verilen yapı, oluşum veya gruplara üyeliği, mensubiyeti veya iltisakı yahut bunlarla irtibatı olduğu değerlendirilen (…)” kamu görevlileri
kamu görevinden ihraç edilmişlerdir.

Kamu görevinden çıkarılanlar, bu kararlar aleyhine idari yargıya başvurmaktadır. Bu müracaatları neticesinde yargı organlarınca haklı bulunarak göreve iadesine karar verilenlerden özellikle İçişleri Bakanlığı personeli olanlarının, İçişleri Bakanlığı’nca yargı kararlarının hilafına görevlerine iade edilmedikleri iddia edilmekte ve bu yöndeki şikâyetler tarafımıza da ulaşmaktadır.

İdari Yargılama Usulü Kanunu’nun 28/1 maddesi; “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre
idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.” hükmünü âmirdir. Ayrıca
Anayasamızın 9. maddesi uyarınca mahkemeler Türk Milleti adına karar verir.

Bu bağlamda;

1- Bakanlığınızca gerek 375 sayılı KHK kapsamında gerekse OHAL KHK’ları ile kamu görevinden çıkarma kararları hakkında idari yargı tarafından verilen iptal veya yürütmenin durdurulması
kararlarından 30 günlük yasal süre içerisinde uygulanmayan kararlar mevcut mudur? Mevcut ise yasal süre içerisinde uygulanmamış kaç adet idari yargı kararı vardır?

2- Yasal süresi içerisinde uygulanmayan idari yargı kararları mevcut ise Türk Milleti adına karar veren mahkemelerin kararlarını uygulamamaya dair oluşturulan kurum teamülü nasıl oluşmuştur?

3- İçişleri Bakanı olarak, idari yargı kararlarının uygulanmamasına yönelik yazılı veya şifahi bir talimat veya izin verdiniz mi? Verdiyseniz bunun yasal dayanağı nedir?

10 Temmuz Dünya Hukuk Günü Basın Açıklaması

Hukuksuzluğun Pençesindeki Ülkemizde Dünya Hukuk Günü –  Günü Var Kendi Yok !                             

Türkiye son yıllarda maalesef hukuk devleti iddiasından tamamen uzaklaşmış durumdadır. Yargı tamamen yürütmenin kontrolü altındadır. Mahkemeler bağımsız ve tarafsızlığını yitirmiştir. Yöneticiler hakka, hakkaniyete ve adalete riayet etmemekte, toplum hukuksuzluğun   sıradanlaştığı mevcut yönetim anlayışı altında ezilmektedir.

Dünya’da hukuksuzluğun en fazla yaşandığı ülkelerden birisi Türkiye                                                             

The World Justice Project tarafından her yıl hazırlanan Hukukun Üstünlüğü Endeksinde 139 ülke arasında 2020 yılında 107. Sırada bulunan Türkiye 2021 yılında 117. Sıraya gerilemiştir. Herkesin hukuk karşısında hesap verebilir olması, yasaların açık ve anlaşılır olması, temel hakların uygulanması ve adaletin etkin, bağımsız ve tarafsız yargı tarafından uygulanması gibi hukukun en temel prensiplerinin baz alındığı raporda Türkiye’nin her geçen yıl aşağı sıralara düşmesi hukuk devleti ilkesi açısından ne durumda olduğumuzu açıkça gözler önüne sermektedir.

Yargı bağımlı, temel haklar yok sayılıyor                                                                                                               

Yine insan hakları ihlallerini izleyen Human Rights Watch 2021 yılında yayınladığı raporda Türkiye’de yürütmenin yargıya müdahalesinin yerleşik bir sorun olduğuna dikkat çekerek sosyal medyada yaptıkları paylaşımlar sebebiyle insanların Cumhurbaşkanına hakaret ve terör propagandası gibi suçlardan gözaltına alındığı, kadın hakları aktivistleri, sağlık çalışanları ve çeşitli sivil toplum örgütlerinin yapmak istedikleri gösterilerin çeşitli bahanelerle engellendiğini ifade etmiştir.

AİHM Kararlarına uymayan; Anayasa Mahkemesi kararlarına direnen mahkemeler, soruşturma açmak için işaret bekleyen savcılar, insan kaçırma olayları, işkenceler, bacağını kırın, hukuk arkadan gelsin diyen bakanlar, sümen altı edilen yolsuzluk dosyaları, hukuku bir sopa gibi muhalefeti hizaya getirmek için kullanan siyasi iktidar ve nihayetinde hayatın her alanında hukuksuzluğun her türlüsüyle yaşamak zorunda kalan milyonlarca insan, koca bir ülke…

Türkiye bu karanlık tabloyu hak etmiyor                                                                                                                     

Türkiye elbette bu karanlık tabloyu hak etmiyor. Hukuk önünde herkesin eşit olduğu, mahkemelerin bağımsız ve tarafsız bir şekilde sadece hukukun gereğini yerine getirdiği, özgür bir basın ve güçlü bir sivil toplumun var olduğu özgür ve müreffeh bir Türkiye ülkesini seven herkesin ortak idealidir.

Hedefimiz huzur içinde yaşanabilecek bir ülke                                                                                                       

Deva Partisi olarak en büyük hedefimiz çocuklarımıza tüm farklılıklarımızla birlikte, huzur içinde yaşayabilecekleri gerçek bir demokrasiyi ve hukuk devletini miras bırakmaktır. Bu hedef doğrultusunda atacağımız her adımı planlıyor ve halkımızla paylaşıyoruz.

Bir sonraki Dünya Hukuk Günü’nde sıradanlaşan hukuksuzlukların altında ezilen milyonlarca insanın acılarını değil, daha güçlü bir hukuk devletini ilk adımlarını atacak olmanın azmi ve um

Van’da Aracın Durdurulmasına Rağmen Düzensiz Göçmenlere Ateş Açılması Hk. Soru Önergesi

03 Temmuz 2022 tarihinde saat 16.00 sularında İran sınırına 29 kilometre uzaklıkta bulunan Van ili Saray ilçesi Karahisar Köyü’nde jandarma tarafından yapılan denetim sırasında düzensiz göçmen taşıyan bir aracın durdurulmak istendiği ancak araç şoförünün durmayarak kaçmaya çalıştığı, kaçarken de Karahisar Köyü’nde çıkmaz sokağa girdiği ve burada minibüs şoförü ile göçmen kaçakçılığı organizatörünün araçtan inerek kaçtığı, araçta ise düzensiz göçmen olarak adlandırılan kişilerin bulunduğu, dolayısıyla düzensiz göçmenlerin kaçma imkânı kalmadığı hâlde kolluk görevi ifa eden korucu ve jandarma tarafından araca ve göçmenlere 40-50 el ateş edildiği, açılan ateş sonucunda bir kadın ile beş yaşındaki bir kız çocuğunun öldürüldüğü ve on yedi göçmenden bir kısmının ağır bir kısmının da hafif bir şekilde yaralandığı olaya ilişkin fotoğraflar ile olay tanıklarının ifadeleri ile anlaşılmıştır.

Bu bağlamda;  

1- Bir kadın ve beş yaşlarındaki bir kız çocuğunun öldürüldüğü ve on yedi göçmenin yaralandığının olaya ilişkin fotoğraflar ile belli olmasına rağmen ilgili valilikçe yapılan açıklamada neden yalnızca bir ölü ve on iki yaralıdan söz edilmiştir?

2- Kaçarken çıkmaz sokağa giren minibüsün şoförünün kaçmış olmasına ve göçmenlerin kaçma imkânı kalmamasına rağmen iki korucu ve bir uzman çavuş yaylım ateşinde bulunmaya devam etmiş midir? Yaklaşık 40-50 el ateş edilmiş midir?

3- Silah kullanma yetkisinin sınırlarını aşarak, gerekmediği hâlde ateş açan ve bir kadın ile bir çocuğu öldüren iki korucu ve bir uzman çavuş hakkında idari soruşturma açılmış mıdır?

EGM’nin Basın Açıklaması ile Milletvekilini Hedef Göstermesi Hk. Soru Önergesi

19 Haziran 2022 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü (EGM)’nün sosyal medya hesaplarında bir basın açıklaması yayınlanmıştır. Açıklamanın ilk cümlesinde; “Uzun zamandır sistematik bir şekilde Türk Polis Teşkilatına yapılan saldırıları milletimiz görüyor ve yakından takip ediyor.” denilmiş ve devamında farklı siyasi partilerdeki milletvekilleriyle ilgili örnekler verildikten sonra şahsım hakkında da “teşkilatımıza yönelik düşmanlığı herkesçe bilinen milletvekili” iftirası atılmıştır.

Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, somut bir olay ile alakalı olarak vatandaşlarımızı tarafsız bir şekilde bilgilendirmek yerine; birbiriyle bağlantısız olayları tek bir metinde harmanlaması ve sanki polis teşkilatına yönelik organize bir komplo ve saldırı faaliyeti varmışçasına bir anlatı oluşturması görev ve yetkileri dışındadır. Ayrıca bu basın açıklamasında, bir milletvekili olarak şahsımın da ‘teşkilat düşmanı’ olarak tanımlanması ve teşkilat nezdinde hedef gösterilmem Emniyet Genel Müdürlüğü’nün, vatandaşların can ve mal emniyetini güvence altına alma ve kamu düzeninin bir unsuru olan huzur sağlama vazifesine bir tezat teşkil etmiştir.

Bu bağlamda;  

1- EGM’nin taraf tutarak siyasi bir anlatı niteliğinde basın açıklaması yapma ve bir milletvekilini hedef gösterme yetkisi var mıdır?

2- EGM’nin milletvekilleri hakkında basın açıklaması yapmasının yasal dayanağı var mıdır? Varsa basın açıklamasında memurların siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda bulunma yasağına neden uyulmamıştır?

3- Devlet Memurları Kanunu’nun tarafsızlık ve devlete bağlılık başlıklı 7. maddesi uyarınca; “Devlet memurları siyasi partiye üye olamazlar, herhangi bir siyasi parti, kişi veya zümrenin yararını veya zararını hedef tutan bir davranışta bulunamazlar; görevlerini yerine getirirlerken dil, ırk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din ve mezhep gibi ayırım yapamazlar; hiçbir şekilde siyasi ve ideolojik amaçlı beyanda ve eylemde bulunamazlar ve bu eylemlere katılamazlar.”; Emniyet Teşkilatı Disiplin Tüzüğü’nün 8. maddesi uyarınca da “Yetkisini veya nüfuzunu kendisine veya başkalarına çıkar sağlamak amacıyla veya kin veya dostluk nedeniyle kötüye kullanmak” meslekten çıkarılmayı gerektirecek bir disiplin suçudur. Bu kapsamda, bir milletvekilini hedef gösteren Emniyet Genel Müdürü hakkında disiplin soruşturması başlatılmış mıdır?

Şehir Üniversitesi’nin Kapatılmasının Yıl Dönümü Hk. Basın Açıklaması

“Şehir Üniversitesi’nin Haksız Yere Kapatılmasından Doğan Mağduriyetler Devam Ediyor.”

Şehir Üniversitesi’nin haksız yere kapatılmasının üzerinden tam 2 yıl geçmiştir. Şehir Üniversitesi’nin Cumhurbaşkanı kararı ile kapatılması ve kapatılmasından sonraki süreç, kamu yararıyla değil siyasi saik ve kinle hareket edildiğini ortaya koymaktadır. Üniversitenin faaliyetlerine son verildikten sonra yurtdışından gelen öğrencilerin birçoğunun Türkiye’de öğrenimini devam ettirememesi, Türk vatandaşı öğrencilerin ise nakledildikleri üniversitede uyum sorunları yaşamaları, üniversitenin çalışanlarına ise aradan geçen 2 yıla rağmen yasal alacaklarının ödenmemesi ülkemizin nasıl bir birikiminin heba edildiğini ve ilgililerinin mağduriyetlerinin devam ettiğini göstermektedir.

Şehir Üniversitesi başarılı bir şekilde faaliyet yürüttüğü hâlde, siyasi iktidarın hızla otoriterleştiği bir dönemde, kurucu vakfı olan Bilim ve Sanat Vakfı’nın eski Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu ile hâlen devam ettiği varsayılan ilişkisi nedeniyle iktidarın radarına girmiş durumdaydı. Üniversite, ücretli öğrenci oranını artırmış ve Halkbank’a olan kredi borçlarını ödeyebilecek durumdayken, Halkbank daha önce kabul ettiği teminatları artık kabul etmemiş ve kredi borçlarının yapılandırılması taleplerini de reddetmiştir. Hâlbuki iktidarın kendine yakın iş adamlarının kamu bankalarına olan borçları karşısında ise nasıl farklı bir tavır sergilediği hepimizin malumudur. Üniversitenin kredi borcu nedeniyle temerrüde düşürülmesi üzerine Halkbank’ın talebiyle üniversitenin hesaplarına haciz tatbik edilmiştir. Kısa bir süre sonra 20 Aralık 2019’da YÖK kararı ile üniversiteye kayyum atanmış, 17 Nisan 2020 tarihinde ise Yükseköğretim Kanunu’nda yapılan değişiklik ile Şehir Üniversitesi’nin kapatılmasının altyapısını kurmak üzere, kanun yapım tekniğine ve kamu yararına aykırı olarak kanun değişiklikleri yapılmıştır. Son olarak 30 Haziran 2020 tarihinde gece yarısı Cumhurbaşkanı kararı ile Şehir Üniversitesi’nin faaliyetlerine kesin olarak son verilmiştir.

Kamu yararı ile değil siyasi husumet ile hareket ederek bir üniversiteyi baskıyla adım adım kapatmaya götürmek hem TBMM’nin hem de Cumhurbaşkanı’nın işlemlerini sakatlamıştır. Öte yandan kredi borçlarının yapılandırılmasını kabul etseydi alacağını tahsil edecek olan Halkbank, okulun kapatılması ve okul arazilerinin bir başka üniversiteye devredilmesi ile birlikte büyük ölçüde alacağından olmuştur. Bunu öngörebilecek olan Halkbank’ın basiretli bir tüccar gibi değil siyasi iktidarın uzantısı olarak hareket ettiği açıktır. Ortaya çıkan kamu zararı mutlaka soruşturma konusu yapılmalıdır ve yapılacaktır.

Tüm bu süreçte ise diğer üniversiteye nakledilen öğrenciler uyum sorunları yaşamış, bu üniversitenin kimi hocaları tarafından ayrımcılığa uğramış, yabancı öğrencilerin bir kısmı Türkiye’den ayrılmak durumunda kalmış ve Şehir Üniversitesi çalışanları ise aradan geçen 2 yıla rağmen yasal haklarını alamamışlardır. Mağduriyetler devam etmektedir.

Milli Şair Mehmet Akif Ersoy’un şu sözü Şehir Üniversitesi için de ne kadar anlamlıdır:

“Hadi gel yıkalım şu Süleymaniye’yi desen,

İki kazma kürek, iki de ırgat gerek.

Ancak, hadi gel yapalım şunu geri desen,

Bir Sinan, bir de Süleyman gerek.”  

Erzincan İliç’te Madencilik Faaliyetleri Sırasında Gerçekleşen Siyanür Sızıntısı Hk. Soru Önergesi

Erzincan ili İliç ilçesinde Anagold Madencilik Sanayi ve Ticaret A.Ş. tarafından işletilen maden işletmesi kompleksinde, siyanür içerikli solüsyon taşıyan boru hatlarında meydana gelen arıza nedeniyle borunun patladığı, bu nedenle de borularda bulunan solüsyonun tesis sınırlarının dışına taştığı ve eğimli arazide akarak alıcı ortamı etkilediği bilinmektedir. Söz konusu bu tür kirleticiler, doğada uzun süre kalabildiği için hem insan sağlığında hem de ekosistemlerde yıllarca süren olumsuz etkilere yol açabilmektedir. Bilinen en tehlikeli zehirlerden biri olan siyanür, insan sağlığı için ciddi ölüm riskleri içermekle birlikte doğaya da geri dönüşü mümkün olmayacak zararlar verebilir. Siyanürlü madencilik faaliyetlerinin çeşitli aşamaları doğa ve insan sağlığı için farklı tehditler oluşturabilmektedir.

Bu çerçevede;

    1. Boru hattındaki solüsyon ile kirlenen alanlara gerekli kimyasallar ile zamanında müdahale edilmiş midir?
    2. Kaç metreküp solüsyon alıcı ortama akmış ve ne kadarlık bir alan solüsyonla kontamine olmuştur?
    3. Kontamine olmuş toprak yüzeyden sıyırılarak güvenli alana taşınmış mıdır?
    4. Söz konusu tesislere en yakın yerleşim alanı ne kadar uzaklıktadır?
    5. Tesis alanına yakın olan Fırat Nehri’ne herhangi bir sızıntı olmuş mudur? Şayet olmuş ise su ekosistemine olan zararları tespit edilmiş midir?
    6. Tesis alanına yakın herhangi bir dere yatağı mevcut mudur? Dere yatağı mevcut ise buraya herhangi bir zarar vermiş midir?
    7. Atık havuzları için gerekli önlemler alınmış mıdır? Söz konusu tesis alanındaki atık havuzlarında güvenli limit değerlerinin üzerinde siyanür bulunuyor mu?
    8. Liçleme serim alanlarının ihata duvarlarının mukavemetine karşı heyelan riskleri açısından gerekli önlemler alınmış mıdır?
    9. Söz konusu işletme, ÇED Raporunda belirtilen hususlara ilişkin gerekli önlemleri almış mıdır? Zamanında gerekli denetimler yapılmış mıdır?
    10. Maden sahası kaç hektarlık bir alanı kapsamaktadır ve işletme süresi kaç yıldır?
    11. Şirket sahasında kaç adet buharlaştırıcı (evaportörler) inşa edilmiştir? Atık havuzlarında bulunan ve evaportörlerle atmosfere salınan zehirli kimyasallar havayı ve tarım alanlarını etkiliyor mu? Bu hususta gerekli ölçümler düzenli yapılıyor mu?
    12. Bölgede yaşayan insanlar için herhangi bir sağlık taraması yapılmış mıdır?
    13. Tesisin yer altı ve yüzeysel sulara olan etkisi ile yöredeki flora ve faunaya etkileri araştırılmış mıdır?
    14. Tesis çevresinde yeterince numune alınmış mıdır? Alınmış ise kaç yerde numune alınmıştır ve hangi akredite edilmiş laboratuvarda analizler yapılmıştır?
    15. Bu felaketin insan ve doğa üzerine yaratacağı zararlı etkilerin diğer illere de sirayet etmesi ihtimali değerlendiriliyor mu?
    16. Olası bir deprem durumunda daha fazla siyanürün doğaya karışmasını önlemek için gerekli tedbirler alındı mı?

 

Yargıtay’ın Askeri Öğrenciler Hakkında Vermiş Olduğu Bozma Kararları Hk. Basın Açıklaması

KEYFİ KARARLARLA, GENÇLERİN HAYATLARI MAHVEDİLDİ!

15 Temmuz 2016 tarihinde meydana gelen darbe teşebbüsü sonrasında yapılan yargılamalarda, darbe girişimine katıldıkları gerekçesiyle toplam 355 askeri öğrenci hakkında müebbet hapis cezasına hükmedilmiştir. Beş farklı dosyada görülen bu davalarda, ceza hukukunun temel prensiplerinin dikkate alınmaması sonucunda çok ağır hak ihlalleri yaşanmıştır. Birçoğu henüz çocuk denilebilecek yaşlarındayken ve darbe teşebbüsünden bihaberken tutuklanan askeri öğrencilerin yaşadıkları süreçte adalet ancak altı yılın sonunda Yargıtay’ın bozma ve tahliye kararlarıyla tecelli edebilmiştir.

Yargıtay 3. Ceza Dairesi, 26.05.2022 tarihinde kamuoyunda ‘Fatih Sultan Mehmet Köprüsü Dosyası’ olarak da bilinen davada 68 hava harp okulu öğrencisi hakkında verdiği bozma kararında, bu öğrencilerin Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu kapsamında beraat etmeleri gerektiğini ifade etmiştir. Yine Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarihinde ise kamuoyunda ‘Sultanbeyli Dosyası’ olarak bilinen davada da 101 askeri öğrencinin Anayasal düzeni ortadan kaldırmaya teşebbüs etme suçu bakımından beraat etmeleri gerektiğine hükmetmiştir. Yüksek Mahkeme, beraat kararlarına ilişkin gerekçelerinde, askeri öğrencilerin kalkışma öncesinde rutin bir eğitim kampında olduklarını ve kamp sırasında üstleri tarafından acil şekilde çağrılarak otobüse bindirildikleri, bu süre zarfında telefonları ellerinden alındığı gibi yanlarında başkaca bir iletişim aracının da bulunmadığını belirtmiştir. Yüksek Mahkeme, askeri öğrencilerin askeri hiyerarşinin en altında bulunduklarının altını çizmiş; kalkışmanın hazırlık aşamalarından haberleri olmayan askeri öğrencilerin, ne için otobüse bindirildiklerini de sonradan öğrendiklerini ve sonraki süreçte de kalkışmaya yönelik bir eylemlerinin bulunmadığını ortaya koymuştur. Bu kararlar neticesinde, bazı öğrenciler tahliye edilirken, bazılarının farklı suçlardan yargılanmalarına devam edilmektedir.

Gelinen noktada askeri öğrencilerin özgürlüklerine ve ailelerine kavuşmaları, cezaevinde geleceklerine dair umutlarını yitirme noktasına gelen öğrenciler ve dışarıda gözleri yaşlı küçük umutlara tutunmaya çalışan aileler için büyük bir mutluluktur. Ancak, henüz çok genç yaşlarında en ağır suçlarla suçlanan, özgürlükleri ellerinden alınan ve iyi bir gelecek kurma hakları sekteye uğratılan askeri öğrencilerin ve ailelerin yaşadıkları acıların tarifi olmadığı gibi telafisi de yoktur.

Askeri öğrencilerin maruz kaldığı bu büyük haksızlıklar, bir hata değildir. Ülkemizde hakim kılınmaya çalışılan hukuksuzluk halinin bir yansıması olan bu yargılamalarda, askeri öğrencilerin olay yerlerine darbeden haberleri olmaksızın üstleri tarafından getirildikleri ve olay yerinde de darbeyi destekleyici bir faaliyette bulunmadıkları açık olmasına rağmen bu gerçekler görmezden gelinmiş ve askeri öğrenciler darbeden sorumlu tutulmuştur.

Ülkemizde her geçen gün yeni bir türü ile karşı karşıya kaldığımız hukuksuzluklar gibi askeri öğrencilerin yaşadığı bu haksızlıklar da ne yazık ki ülkemizin hukuk devleti olma iddiasından uzaklaşmasından kaynaklanmaktadır. Yargı bağımsızlığının, ceza hukukunun temel prensiplerinin, insan haklarının yok sayıldığı ülkemizde keyfi kararlarla insanların hayatları böyle kolayca alt üst edilebilmektedir. Bizler, DEVA Partisi olarak tam da bu nedenle; keyfiliğin değil hukukun üstünlüğünün hâkim olduğu bir Türkiye için çalışıyoruz.