Can Atalay’ın Milletvekilliğinin Düşürülmesi Hk. Basın Açıklaması

Mustafa Yeneroğlu’ndan Can Atalay’ın Milletvekilliğinin Haksız Şekilde Düşürülmesine Tepki:

‘İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyeleri suç işliyor. Can Atalay derhal tahliye edilmeli’

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen Can Atalay’ın milletvekilliğinin haksız şekilde düşürülmesi ve Anayasa’ya açıkça aykırı işletilen süreç hakkında basın açıklaması yaptı. Can Atalay’ın milletvekilliği hakkında ilk günden itibaren siyasi baskıların devam ettiğine dikkat çeken Yeneroğlu, “Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu ve Hakimler Savcılar Kurulu harekete geçmelidir. İstanbul 13. Ağır Ceza’nın ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi üyeleri ‘Görevi kötüye kullanma’ ve ‘Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma’ suçlarını işlemektedir.” dedi.

Yeneroğlu açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

‘Can Atalay dosyasında süreç açıkça Anayasa’ya ve yasalara aykırı bir şekilde yürütüldü’

“Can Atalay’ın yargılanmasında ilk derece mahkemesinin vermiş olduğu haksız mahkûmiyet kararı maalesef ki İstinaf ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi tarafından yine hukuksuz bir şekilde onanarak kesinleştirildi. Oysaki milletvekili seçilen ve diğer milletvekilleri gibi yasama dokunulmazlığı kazanan Can Atalay’ın yargılanması sürecinde “durma” kararı verilmesi gerekiyordu. Fakat Yargıtay 3. Ceza Dairesi bu kuralı hiçe sayarak kararı onadı. Hukuksuz bir şekilde kesinleştirilen bu karar Meclis’te de okunarak Can Atalay’ın milletvekilliği de Anayasa’ya aykırı olarak düşürüldü.

Tüm bu süreçlerde Can Atalay hakkını aramak için Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulundu ve Anayasa Mahkemesi Can Atalay hakkında yapmış olduğu iki ayrı başvuruda iki ayrı hak ihlali kararı verdi. Anayasa Mahkemesi ilk ihlal kararında Atalay’ın ‘seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı’ ile ‘kişi hürriyeti ve güvenliği’ hakkının ihlâl edildiğine karar verdi. Mahkeme, ihlâlin giderilmesi için kararın özellikle İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderilmesine hükmetti. Kararında yapılacakları tek tek anlatan Anayasa Mahkemesi, yeniden yargılama işlemlerine başlanmasını, infazın durdurulmasını, Atalay’ın tahliye edilmesini ve yargılamada durma kararı verilmesine hükmetti. Ancak İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, ihlâlin Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin kararından kaynaklandığını ileri sürmek suretiyle, kendisine verilmemiş bir yetkiyi kullanarak, Yargıtay 3. Ceza Dairesini adres gösterdi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi de Anayasa Mahkemesi’nin kararını uygulamadı ve kararı veren Anayasa Mahkemesi üyeleri hakkında Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı’na suç duyurusunda bulundu. Hukuk tarihimizde eşi benzeri olmayan ve yeri bulunmayan bir karar vermiş oldu.”

‘Hukuk tarihimizde eşi benzeri olmayan bir kararla karşı karşıyayız’

“Anayasa Mahkemesi Genel Kurulu, Can Atalay kararının uygulanmaması üzerine ikinci kez hak ihlâli kararı verdi. Bu kararla AYM, ‘seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı’ ile ‘kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı’ yanında başvurucunun ‘bireysel başvuru hakkının’ da ihlal edildiğine karar verdi.  Karar bir kez daha İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’ne gönderildi ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi, kararı bir kez daha, Yargıtay’a gönderdi. Yargıtay 3. Ceza Dairesi, ikinci kez Anayasa Mahkemesi’nin kararına da uymadı. Yargıtay’ın kararı, 30 Ocak’ta TBMM Genel Kurulu’nda Anayasa’ya aykırı bir biçimde okunarak Can Atalay’ın milletvekilliği düşürüldü.

Milletvekilliğinin düşürülmesi nedeniyle yapılan son başvuruda ise Anayasa Mahkemesi, Can Atalay’ın milletvekilliğinin düşürülmesi sürecinin ‘yok hükmünde’ olduğuna karar verdi. 22 Şubat 2024 tarihinde verilen bu kararın 1 Ağustos 2024 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanmasından bu yana Anayasa Mahkemesi’nin bu kararı da icra edilmedi.”

‘İstanbul 13. Ağır Ceza’nın ve Yargıtay 3. Ceza Dairesi’nin üyeleri “Görevi kötüye kullanma” ve “Kişiyi hürriyetinden yoksun bırakma” suçlarını işlemiştir’

“Yukarıda kronolojik olarak da izah edilen sürecin hukuk ile izahı mümkün değildir. Anayasa Mahkemesi ve Yargıtay’ın karşı karşıya gelmesinin temel nedeni siyasetin yargıyı ele geçirmesi ve yargı organlarının da var oluş amaçlarının aksine hukuka değil siyasete hizmet eder hale gelmeleridir.

Bu çerçevede görev yapan hakim ve savcıların da Anayasa’ya ve yasalara uymayarak açıkça suç işlediği görülmektedir. Çünkü Anayasa Mahkemesi kararları Anayasa’nın 153.maddesi gereği herkesi bağlar. İlgili madde metninden açıkça anlaşıldığı gibi “Anayasa Mahkemesi kararları Resmî Gazetede hemen yayımlanır ve yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzelkişileri bağlar.” denmek suretiyle yasa koyucu amacını açıkça ifade etmiştir. Bu Anayasa maddesi karşısında diğer mahkemelerin karşı çıkma yetkileri ve hakları yoktur.

Bu kapsamda Yargıtay 3. Ceza Dairesi ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde görevli olan hakim ve savcılar ilgili yasal mevzuata açıkça aykırı işlemler yapmıştır. İlgili mahkemeler Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararlarına uymak zorundadır. Ancak bunun tam tersini yaparak, Anayasa Mahkemesi kararına direnmek suretiyle karara uymamak onların hukuki ve cezai sorumluluğunu doğurmaktadır.

TCK’nın 257. maddesi gereğince görevinin gereklerine aykırı hareket etmek suretiyle, kişilerin mağduriyetine neden olan kamu görevlisi, altı aydan iki yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır. Görüldüğü gibi, Kanun’a göre görevin geciktirilmesi bile başlı başına suç teşkil etmektedir. Yargı organları AYM kararını tanımayarak görevlerinin gereklerine açıkça aykırı hareket etmiş, yetkisiz davranmışlardır. Dolayısıyla hem Can Atalay hem tüm kamuoyuna zarar veren bu eylemleri yerine getiren Yargıtay 3. Ceza Dairesi ve İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi üyeleri suç işlemişlerdir.

Yine bunun yanında Anayasa Mahkemesi’nin ihlal kararına uymayarak Can Atalay’ın tahliyesini de gerçekleştirmedikleri için ayrıca, TCK’nın 109. maddesi uyarınca “kamu görevinin sağladığı yetkiyi kötüye kullanarak kişiyi özgürlükten yoksun kılma suçu”nu da işlemiş bulunmaktadırlar.

Bu suçların cezasız bırakılması, somut olayın ötesinde hukuk devleti bakımından çok ciddi bir sorundur. Bugün buna müsaade edilirse, başka bir zamanda belki bambaşka konularda tekrarının yaşanmasının önünü açılmış olur . Böylesi bir yargı kaosuna, hiçbir şekilde müsaade edilmemelidir.”

‘Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu ve Hakimler Savcılar Kurulu harekete geçmeli’

“Yargıtay üyeleri açısından Yargıtay Birinci Başkanlık Kurulu, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi açısından da Hakimler ve Savcılar Kurulu gerekli işlemleri acilen yapmalıdır. Hukuk devletinde hiç kimse Anayasa ve yasalardan üstün değildir. Hukuk devleti iddiasını sürdürmek isteyen bir ülkede sorumlular derhal harekete geçmeli ve Anayasa ve yasaya uymayan; adeta anayasal düzene başkaldıran yargı mensupları hakkında idari ve cezai soruşturma başlatılmalıdır.”

‘Can Atalay derhal tahliye edilmeli ve milletvekili olarak TBMM’de yerini almalı’

“TBMM de bu hukuksuzluğa ortak olmaktadır. Hukuka aykırı mahkûmiyet kararının Mecliste okunmasıyla başlayan bu suç ortaklığı şimdi de AYM kararının görmezden gelinmesiyle devam etmektedir. Anayasa Mahkemesi’nin son kararı gereğince Can Atalay halen milletvekilidir. Anayasa Mahkemesi’nin hem son hem de diğer iki kararı gereğince hem kendisine hakları bir an önde iade edilmeli hem de Can Atalay özgürlüğüne derhal kavuşmalıdır.”

Instagram’a Erişimin Engellenmesi Hk. Soru Önergesi

Bakanlığınıza bağlı Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun 2 Temmuz 2024 tarihli kararıyla sosyal medya platformu Instagram erişime engellenmiştir. Bu tarihte yapmış olduğunuz açıklamanızda BTK tarafından Instagram’a getirilen erişim engeli ile ilgili olarak “Katalog suçları kapsamında kendilerini uyardık ancak gerekli karşılığı bulmadığımız için bir erişim engeli getirdik. Net bir şekilde hassasiyetlerimiz belli. Oradaki eksiklikler belli. O eksiklikleri giderdikleri an yani diyelim ki bir saat sonra biz o engeli kaldırmış olacağız. Türkiye bir hukuk ülkesidir, her ülkenin koyduğu kurallar, değerler ve hassasiyetleri bulunur.” ifadeleriniz kamuoyuna da yansımıştır.

5651 sayılı Kanunun 8. maddesinde sınırlı olarak sayılan katalog suçlar arasında; intihara yönlendirme, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu kullanılmasını kolaylaştırma, müstehcenlik, fuhuş, Atatürk’e hakaret gibi 10 farklı suç tipi bulunmaktadır. Ancak kamuoyunda tüm siteye erişim engeli getirilmesinin hangi suç tipine dayandırıldığı bilgisi paylaşılmamıştır.

Öte yandan, Instagram’ın bağlı olduğu META Şirketinin içerik kaldırma taleplerine ilişkin yayınladığı 6 aylık Şeffaflık Raporu 31 Temmuz 2024 tarihinde paylaşılmıştır. Rapora göre; 1 Ocak 2024 ile 30 Haziran 2024 arasında BTK ve adli makamlar tarafından bildirilen 2580 içerikten 2445 tanesine yaptırım uygulanmış (%94), 135 (%6) içerik hakkında ise hangi işlemin yapıldığı belirtilmemiştir.

Diğer taraftan geçmişte YouTube, Twitter ve Wikipedia gibi platformlar da erişime kapatılmış ve kullanıcıların ifade özgürlükleri ile bilgiye erişim hakları ciddi biçimde ihlal edilmiştir. Nitekim bu başvurularda idarenin sahip olduğu yetkiyi keyfi şekilde kullandığını belirten Anayasa Mahkemesi, sadece suç teşkil ettiği iddia edilen içeriklerin engellenmesi gerekirken tüm siteye erişimin engellendiğini belirterek ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir. Bu kararların ardından bu platformlar erişime açılmıştır.

Son olarak, We Are Social’ın 2024 raporuna göre Türkiye’de 57 milyon 100 bin kişinin kullandığı Instagram’ın erişime kapatılmasının e-ticarette neden olacağı kaybın günde 1,9 milyar TL olduğu belirtilmektedir. Bu durum ise alınan kararın bu platformu profesyonel amaçlarla kullanan işletmelerin ve vatandaşlarımızın ekonomik açıdan ciddi biçimde etkileneceklerini göstermektedir.

Bakanlığınıza bağlı Bilgi Teknolojileri ve İletişim Kurumu’nun 2 Temmuz 2024 tarihli kararıyla sosyal medya platformu Instagram erişime engellenmiştir. Bu tarihte yapmış olduğunuz açıklamanızda BTK tarafından Instagram’a getirilen erişim engeli ile ilgili olarak “Katalog suçları kapsamında kendilerini uyardık ancak gerekli karşılığı bulmadığımız için bir erişim engeli getirdik. Net bir şekilde hassasiyetlerimiz belli. Oradaki eksiklikler belli. O eksiklikleri giderdikleri an yani diyelim ki bir saat sonra biz o engeli kaldırmış olacağız. Türkiye bir hukuk ülkesidir, her ülkenin koyduğu kurallar, değerler ve hassasiyetleri bulunur.” ifadeleriniz kamuoyuna da yansımıştır.

5651 sayılı Kanunun 8. maddesinde sınırlı olarak sayılan katalog suçlar arasında; intihara yönlendirme, çocukların cinsel istismarı, uyuşturucu kullanılmasını kolaylaştırma, müstehcenlik, fuhuş, Atatürk’e hakaret gibi 10 farklı suç tipi bulunmaktadır. Ancak kamuoyunda tüm siteye erişim engeli getirilmesinin hangi suç tipine dayandırıldığı bilgisi paylaşılmamıştır.

Öte yandan, Instagram’ın bağlı olduğu META Şirketinin içerik kaldırma taleplerine ilişkin yayınladığı 6 aylık Şeffaflık Raporu 31 Temmuz 2024 tarihinde paylaşılmıştır. Rapora göre; 1 Ocak 2024 ile 30 Haziran 2024 arasında BTK ve adli makamlar tarafından bildirilen 2580 içerikten 2445 tanesine yaptırım uygulanmış (%94), 135 (%6) içerik hakkında ise hangi işlemin yapıldığı belirtilmemiştir.

Diğer taraftan geçmişte YouTube, Twitter ve Wikipedia gibi platformlar da erişime kapatılmış ve kullanıcıların ifade özgürlükleri ile bilgiye erişim hakları ciddi biçimde ihlal edilmiştir. Nitekim bu başvurularda idarenin sahip olduğu yetkiyi keyfi şekilde kullandığını belirten Anayasa Mahkemesi, sadece suç teşkil ettiği iddia edilen içeriklerin engellenmesi gerekirken tüm siteye erişimin engellendiğini belirterek ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir. Bu kararların ardından bu platformlar erişime açılmıştır.

Son olarak, We Are Social’ın 2024 raporuna göre Türkiye’de 57 milyon 100 bin kişinin kullandığı Instagram’ın erişime kapatılmasının e-ticarette neden olacağı kaybın günde 1,9 milyar TL olduğu belirtilmektedir. Bu durum ise alınan kararın bu platformu profesyonel amaçlarla kullanan işletmelerin ve vatandaşlarımızın ekonomik açıdan ciddi biçimde etkileneceklerini göstermektedir.

Bu bağlamda,

  1. Instagram, 5651 sayılı Kanunda sayılan katalog suçlar kapsamında BTK tarafından istenen içerik kaldırma taleplerinin yerine getirilmemesi nedeniyle mi erişime engellenmiştir?
  2. Erişimin engellenmesi kararı sonrasında Instagram’dan katalog suçlar kapsamındaki içeriklerin kaldırılması/kısıtlanması dışında başka bir talepte bulunulmuş mudur?
  3. BTK tarafından Instagram’dan katalog suçlara ilişkin kaç tane içeriğin kaldırılması istenmiştir? Instagram tarafından kaldırılmayan/kısıtlanmayan içerik sayısı kaçtır?
  4. Katalog suçlar kapsamında Instagram tarafından kaldırılmayan içerikler hangi suç tiplerine ilişkindir ve kaç tanedir?
  5. Neden sadece suç teşkil ettiği iddia edilen ilgili içeriklere değil de tüm siteye erişimin engellenmesi yönünde karar alınmıştır? Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi içtihatlarına rağmen neden tüm siteye erişim engellenmiştir?
  6. Instagram’a erişim engeli kararı alınırken, Anayasa Mahkemesi’nin YouTube ve Twitter’ın erişime engellenmesi hakkında verdiği kararlarda vurguladığı ifade özgürlüğünün önemi, bu platformların günümüzdeki işlevi ve kullanıcıların haklı menfaatlerinin yok sayılmaması gibi hukuk devletinin asgari gerekleri neden dikkate alınmamıştır?

Hayvanları Koruma Kanununda Önerilen Değişiklikler Neden Çözüm Değil? [Serbestiyet]

İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun, 28 Temmuz 2024 tarihli “Serbestiyet” gazetesinde yayımlanan köşe yazısını aşağıda paylaşıyoruz.

Teklifte öngörülen ötenazi şartlarının uygulamada kötüye kullanılmaması ve söz konusu hassas dengenin bozulmaması için etkili bir denetim ve caydırıcı cezaları esas alan bir sistem kurulmuyor. Toplum sağlığı ve güvenliği ile hayvanların yaşamını ilgilendiren böyle hassas bir konuda yetersiz bir kanun teklifinin oldu bittiye getirilerek Meclis’ten geçirilmesini doğru bulmuyorum. Bu sebeple de kanun teklifine ret oyu vereceğim.

4 milyon olduğu iddia edilen sahipsiz sokak hayvanları meselesi oldukça hassas bir konu. Elbette, toplum sağlığı ve güvenliği söz konusu olduğunda, zor kararlar da almak gerekebiliyor. Ancak unutmayalım ki, hayvanlar da bu dünyayı bizimle paylaşıyor ve onlara merhamet, insanlığımızın gereğidir. Bu nedenle, aceleci davranmadan, tüm seçenekleri göz önünde bulundurarak ve sorunlu boyutları ayrı ayrı değerlendirerek, hassasiyetle bir çözüm bulmaya çalışmalıyız. Esasımız insanın güvenliği ve sağlığı, hayvan haklarının da korunması olmalı.

Oysa bugün görüşmeye başlayacağımız kanun teklifi, istişare kültüründen ve nitelikli kanun yapma tekniğinden uzak bir anlayışla Meclis’ten hızlıca geçirilmeye çalışılıyor. Kamu idarelerinin de belediyelerin de sürece ilişkin kısa, orta ve uzun vadede planlama ve hazırlık yapmasına da fırsat verilmiyor. Teklif, yeterli veri analizi yapılmadan, sadece tahminler üzerinden hazırlanmıştır. Türkiye Belediyeler Birliği, Türk Veteriner Hekimleri Birliği ve hayvan hakları konusunda çalışmalar yapan akademisyenler ve sivil toplum kuruluşlarından görüş veya öneri de alınmamıştır.

Teklif ne getiriyor?

Teklif ile; sahipsiz köpeklerin mevcut halde 1403 belediyede bulunan yaklaşık 105 bin hayvan kapasiteli 322 adet barınağa alınması, Tarım ve Orman Bakanlığı’nın veri sistemine kaydedilmesi, kısırlaştırılması ve sahiplendirilene kadar hayvan bakımevlerinde yaşaması öngörülüyor.

Bakımevine alınan köpeklerden insan ve hayvanların hayatı ve sağlığı için tehlike teşkil eden ve olumsuz davranışları kontrol edilemeyen, bulaşıcı veya tedavi edilemeyen hastalığı bulunan ya da sahiplenilmesi yasak olanlarına kanunda belirtilen tedbirlerin yani ötenazi uygulanması, sokak hayvanları için gerekli kaynağı ayırmayan ve sahipsiz hayvanları toplamayan belediye başkanı ve meclis üyelerine ise hapis cezası verilmesi önerilmiştir.

Peki, çözüm bu mu?

Konunun uzmanları ile yaptığım görüşmelerde uzmanlar, mevcut durumda esas sorunun uygulamada ve uygulayıcılarda olduğunu, mevcut kanunun yıllardır uygulanmaması, belediyelerin üzerlerine düşen sorumluluktan kaçması, sorumlu ve yetkili kurumların ise denetim görevini yerine getirmemesi nedeniyle hayvan popülasyonunun bu kadar arttığını belirtmektedir.

Mesela, Düzce’nin AK Partili Belediye Başkanı Sn. Faruk Özlü’nün kamuoyuna yansıyan açıklamaları da bu söylenenleri desteklemektedir. Sn. Özlü, tüm ilçe ve beldelerine hayvan barınağı kuran tek şehrin Düzce olduğunu belirterek, Tarım ve Orman Bakanlığı çalışsaydı, bütün belediyeler kendisinin yaptığını yapsaydı bugün sokak hayvanları sorununun kalmayacağına vurgu yapıyor.

Öte yandan teklifle, belediyelere barınak yapımı için 2028’e kadar süre verilmesine karşın mevcut barınak sayısı göz önünde bulundurulduğunda bu tarihe kadar 3-4 milyon köpeğin nereye konulacağı belirsizdir. En önemlisi de teklifte öngörülen ötenazi şartlarının uygulamada kötüye kullanılmaması ve söz konusu hassas dengenin bozulmaması için etkili bir denetim ve caydırıcı cezaları esas alan bir sistemin kurulmuyor olmasıdır. Uygulamada 3 ya da 4 milyon köpekten tehlikeli olmamasına rağmen toplanan ancak bir barınak bulunamadığı gerekçesiyle bu köpeklerin öldürülmesi nasıl önlenecek, bunun yaptırımı ne olacak maalesef öngörülmemiştir.

Teklifte ayrıca, veteriner hekimlerin istihdamı, yurtdışından getirilen kaçak hayvanların akıbeti, sahipli hayvanlar da dahil olmak üzere kontrolsüz üreme ve denetimsiz ticari satışlar ile merdiven altı üretime denetim getirilmesi ve caydırıcı cezalar uygulanması hususunda önemli eksiklikler bulunmaktadır.

Bence Olması Gereken

Sonuç olarak, toplum sağlığı ve güvenliği ile hayvanların yaşamını ilgilendiren böyle hassas bir konuda yetersiz bir kanun teklifinin oldu bittiye getirilerek Meclis’ten geçirilmesini doğru bulmuyorum. Bu sebeple de kanun teklifine ret oyu vereceğim.

Olması gereken kanun teklifinin geri çekilmesi, sorunun çözümü için başta belediyeler olmak konunun uzmanı kişilerle yaz aylarında yapılacak nitelikli bir çalışma neticesinde kısa, orta ve uzun vadeli çözüm önerileri öngören, toplum sağlığı ve güvenliğinin yanında köpeklerin hakkını da koruyan bir kanun teklifinin hazırlanması ve Ekim ayında Genel Kurulda daha nitelikli bir tartışma sonrası kabul edilmesidir.

Serbestiyet Gazetesi Yazısı: bit.ly/3SqARzG

Mustafa Yeneroğlu Yazdı: TBMM İnsan Hakları Komisyonu’nda Birkaç Saat… [Serbestiyet]

İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu’nun, 26 Temmuz 2024 tarihli “Serbestiyet” gazetesinde yayımlanan köşe yazısını aşağıda paylaşıyoruz.

2,5 saatten fazla bir vakit sonra; sıramı beklediğim, ikaz ettiğim, sonra adım sıralamada okunmasa bile sabırla beklediğim ama nedense şaşırmadığım cümle geldi: “Bundan sonra söz isteyen vekillere 2 dakika vereceğim.” Bu onur kırıcı davranışlara ve insan haklarına kayıtsız hale daha fazla katlanmamak üzere toplantı salonunu terk ettim.

Son bir haftada, milletvekili olarak utanç verici bulduğum manzaralar sadece yumruklaşmalar ve küfürleşmeler değil maalesef. Dün milletvekili arkadaşlarımızın Dışişleri Bakanı’nı dinleyememesi konusunda sözde denetim için seçilmiş diğer vekillerin iştahlı çabaları da mecliste varlığımızı hatta meclisin anlamını sorgulatan örneklerden sadece birisi.

Komisyonların doğru dürüst toplanmaması, toplanınca da iktidar tarafından bir an evvel aşılması gereken lüzumsuz süreçler olarak değerlendirilmesi…

İktidar milletvekillerinin ekseriyetinin komisyonlarda neyi savunduklarını bilmeden konuşmaları, muhalefetin de çoğu zaman nasıl olsa kabul edilmeyecek diye üzerinde çalışılmadan verilen teklifler, nasıl olsa dinleyen yok bari seçmenime çabamı göstereyim tutumu veya 100 yıldır aşamadığımız sorunların tekrar edilen ezberlerle sürdürülen sonsuz duruşmaları, boş kavgalar, rasyonaliteden yoksun olarak değersiz kılınan vakit…

Toplumun en temel sorunlarını ısrarla göz ardı eden yasama aktivizmi…

Denetim görevini yok sayan, yasama kısmında da vekilleri prosedür robotu olarak gören akıl…

Nitelikli yasa yapma tekniğinden yoksun işleyişler, Anayasa’ya açıkça aykırı kanunların tekraren meclise getirilmesindeki anayasal bilinçten yoksun kararlılıklar…

Milletvekillerini zaten yürütmenin uzantısı olarak atama/tayin/terfi/haksız imtiyaz sağlayıcı olarak gören genel inanış…

Bunlar, genel halimiz zaten.

Ancak Meclis’i ve Meclis’teki acınası halimizi sorguladığım bir manzarayı da kısaca anlatmak istiyorum. Çarşamba günü, İçişleri Bakanı’nın “İnsan Haklarının Korunması ve Kolluk Uygulamaları” sunumunu dinlemek üzere TBMM İnsan Hakları İnceleme Komisyonu toplantısına katıldım. Toplantı başlamadan önce komisyon salonuna girmiş, toplantı başlayınca da söz alma düğmesine basmış ilk kişilerden birisiydim.

Sayın Bakan ve ekibi İsviçre’ye yakışır bir sunum yaptılar. Gerçekten kibar bir yaklaşım da sergilediler. Tabii hukukun üstünlüğü, insan haklarına saygı, hesap verilebilirlik, etik değerlere bağlılık, aktif vatandaşlık bilincini destekleyen yaklaşım, işkenceye sıfır tolerans vs. özlem duyduğumuz ama Türkiye gerçekleri ile alakası olmayan, zaten o sebeple devamlı sakız gibi çiğnenen kavramlar da sıralandı…

Sonra komisyon üyelerine söz geldi. Akabinde Komisyon Başkanı’nın yasama kültüründen yoksun bir biçimde komisyon üyesi olmayan vekillere kendi davetine tabilermiş gibi bu dönemde başlayan bir sıfatlandırma ile ‘misafir’ hitabı yine tekrar edildi. Doğrusu ben de fazla işe yaramayacağını bilsem de denetim görevim çerçevesinde önemli hususları teknik boyutları ile birlikte gündeme getirerek nitelikli sorular sormak için toplantıya hazırlanmıştım.

Nedense beni sıraya almamış komisyon başkanı, almadığı gibi elektronik sistemin de bana alerjisi olsa gerek, o da görmemiş ne hikmetse. Konularım da doğrudan sunum ile ilgili. Bu arada komisyon başkanı da 15.00’te başlayan toplantıyı 17.30’da kapatacağını devamlı tekrarlıyor ama konuşanlar da sınırsız konuşuyor. Yani vekillerin kendi gündemi dışında diğer vekillere adaletli bir tutum içinde olduklarını iddia etmek de güç.

Bu esnada İnsan Hakları İnceleme Komisyonu Başkanı olan kişi, işkence gündeme gelince, ironi yapar bir gülümseme ile ‘artık yok’ demez mi, ya sabır derken artık müdahale etme gereği duydum, her gün çiğnenen insan onurunu yok sayan bu korkunç kayıtsızlığa. Çünkü son iki yılda kayıtlara giren işkence vakaları son yirmi yılın zirvesinde, 15 ayda sadece Anayasa Mahkemesi’nin işkence ve kötü muamele ile ilgili verdiği ihlal sayısı 326!

Yani bu kadar acı gerçeklere inat bir İnsan Hakları İnceleme Komisyonu yönetimi…

Üstüne de İnsan Hakları İnceleme (!) Komisyonu Başkanı’nın mümkün mertebe sorularla yetinme ricası… Elinden gelse muhalefet milletvekillerini konuşmalarını daha fazla kısacak, ‘misafir’ diye ötekileştirdiklerini de zaten hiç almayacak komisyon toplantısına. Bu gidişatla da olur mu olur.

Tabii bu arada söz alıp işkence ve kötü muamelenin 90’lı yıllarda kaldığını ve artık olmadığını iddia eden hukukçu (!) bir iktidar partisi milletvekili,

Akabinde Allah’lı, dinli, ayetli, kararlı cümlelerle korkunç adaletsizliklere gözünü kapatmış ilahiyatçı bir vekil,

İşkence olsaydı biz susar mıydık teranesi,

Muhalefet vekillerinin uzun süre konuşmalarını insan hakları ihlali olarak değerlendiren diğer bir ‘denetimle yükümlü’ üye…

Yani ne soru ne hesap verilebilirlik ne de denetimle alakası olan tutumlar…

Milletin acı gerçekleri karşısında inandıklarını iddia ettikleri değerleri paspas eden, kendini emir kulu olarak konumlandıran, görmeyi ve duymayı kendine yasaklamış dilsiz bir anlayış.

Elbette saygı duyacağız bu muhalefete söz bırakmayalım uğraşlarına!

2,5 saatten fazla bir vakit sonra; sıramı beklediğim, ikaz ettiğim, sonra adım sıralamada okunmasa bile sabırla beklediğim ama nedense şaşırmadığım cümle geldi: “Bundan sonra söz isteyen vekillere 2 dakika vereceğim.”

Bu onur kırıcı davranışlara ve insan haklarına kayıtsız hale daha fazla katlanmamak üzere toplantı salonunu terk ettim.

Soracağım soruların ülkede her gün cereyan eden vahim olaylar olmasını geçtim, iktidarın 2021 yılında büyük bir program ile ilan ettiği, hatta yenisinin de yolda olduğu İnsan Hakları Eylem Planı’ndaki sayısız vaadin akıbetiydi.

İnsanın azmini ve umudunu kıran bu lakayt meclis manzarası karşısında elbette hak ve adalet için daha fazla mücadele etmekten başka çare yok ancak böyle bir ortamda ettiğimiz yemin doğrultusunda milletvekilliği görevini hakkıyla ifa etme olanağımızın var olduğunu iddia etmek de çok zor.

Çünkü bunun için biraz da olsa duyan, gören, makuliyete sahip olan, güç sarhoşluğunu sorgulayan ve kendi hakkını ve haddini bilen bir çoğunluk lazım.

Komisyon toplantısı tutanağı: https://bit.ly/3SosQLx

Serbestiyet Gazetesi Yazısı: bit.ly/3LGwM6A

9. Yargı Paketi Hk. Basın Toplantısı

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa
Yeneroğlu’nun “9. Yargı Paketi (Bazı Kanunlarda Değişiklik
Yapılmasına Dair Kanun Teklifi)” Hakkında Basın Toplantısı
(11.07.2024, TBMM)
Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer
Vatandaşlarımız,
Çok Değerli Basın Mensupları,
Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,
Bugün Adalet Komisyonu’nda görüşülmeye başlanan 9. Yargı Paketi
hakkında görüşlerimi paylaşmak üzere karşınızdayım.Yargı Paketi ile İcra ve İflas Kanunu, Medeni Kanun, Ceza Kanunu,
Ceza Muhakemesi Kanunu dahil olmak üzere 20 farklı kanunda
değişiklik öngörülmektedir.
Teklif ile hakaret suçu, evlenen kadının soyadı, arabuluculuk, hukuk
meslek sınavları, yargıtay ve danıştay üyeleri ile hâkim ve savcıların ek
gösterge oranlarının eşitlenmesi gibi birkaç konuda değişiklik
yapılması önerilmektedir.
Öncelikle yargı paketinin içeriği ile ilgili birkaç hususa değinmek,
akabinde aslında olması gerekenler üzerinde durmak istiyorum.
Elbette gönül isterdi ki, kuvvetler ayrılığının ve denge-denetim
mekanizmalarının kurumsallaşmış olduğu, yargı bağımsızlığının
egemen olduğu, temel hak ve hürriyetlerin de tartışmasız herkes
tarafından kullanılabildiği gerçek bir anayasal devlette olalım ve ileri
demokrasilerde olduğu gibi uzlaşma kültürüne sahip bir mecliste iyi
hazırlanmış önerilerin optimizasyonuna katkıda bulunabilelim.
Maalesef böyle bir ülkede yaşamıyoruz. Çok derin sorunlarımız var.
Bunları çözmeyi bırakın, konuşma kapasitemiz bile çok zayıf.

O sebeple sistemin bizzat kendisinin doğal olarak ürettiği sorunlara
pansuman tedbirlerle durumu idare ediyoruz.
Fiilen bir hukuk devleti değiliz, hatta günümüzde en asgari
gerekliliklerinden dahi yoksunuz. Amma öyle bir sorunumuz yokmuş
gibi yapıyoruz ve 5 yıl içinde hukuk devletini daha fazla iyileştirme
iddiasıyla, 8 yargı paketi ile yüzün üzerinde kanunda meclis olarak
değişiklik yapmışız.
Bugün itibarıyla da Adalet Komisyonundan 9. Yargı Paketini
tartışacağız. Yargı Paketine bakınca öncelikle şunu belirtmek isterim ki iktidar,
ne yazık ki, yıllardır eleştirdiğimiz torba kanun usulünden bir türlü
vazgeçmedi.
Birbiriyle tamamen alakasız, birden fazla konunun ve kanunun bir
çuvala doldurulması “hukuki belirlilik”, “hukuk güvenliği” ve “nitelikli
kanun yapımı” bakımından “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.
Değerli Arkadaşlar,
Yargı Paketlerinde iktidarın diğer bir klasiği; Anayasa Mahkemesi
kararlarına rağmen, kararların arkasından dolaşılarak iptal edilen
maddelerle birebir aynı ya da benzer düzenlemeler yapıp getirmesi.
İktidar, kurdurduğu ikinci barolar lehine ayrımcılık yapmak maksadıyla
daha önce adli yardım ödeneğinin yüzde 40’ının baro üyelerinin
sayısına bakmaksızın çoklu barolarının bulunduğu illerde eşit
paylaşılmasını öngören kanun çıkarttırmıştı.
Anayasa Mahkemesi bu adaletsiz ayrıcalığı ölçüsüzlük sebebiyle
reddetmiştir. Bu karar gereğince iktidarın, ilin nüfusuna göre
hesaplanacak adli yardım ödeneğinin tamamını baro üye sayısı ile
orantılı olarak paylaştıran bir düzenleme yapması gerekirdi.

Ancak iktidar bu kararı sözde uyguluyormuş gibi, bu sefer yüzde 40
yerine yüzde 30’luk bir düzenleme getirdi. Yeni teklif ile ödeneğin
30’unun eşit olarak paylaştırılması düzenlenmek isteniyor. Bu öneriyle
birlikte avukatlara ikinci baroya geçin diye rüşvet teklif etmiş oluyor
aslında.
Tabi ki bu önerinin de Anayasa Mahkemesi kararında vurgulanan
ölçülülük ilkesine aykırılığını gözardı ediyor.
Anayasa Mahkemesi’nin kararının uygulanmadığı diğer bir örnek,
kadının kocasının soyadını almasını düzenleyen Medeni Kanunu’nun 187. maddesindeki yeni düzenleme önerisi.
Anayasa Mahkemesi bu maddeyi, evlenen kadının tek başına kendi
soyadını kullanamamasına rağmen erkeğin kendi soyadını tek başına
kullanabildiği gerekçesiyle kadın-erkek eşitliğine aykırı bularak iptal
etti ve meclis’e yeni bir düzenleme yap diye Ocak 2024’e kadar da süre
verdi.
Sürenin dolmasının üzerinden 6 ay geçti, iktidar ancak bir teklif getirdi
ama getirdiği yeni düzenleme Anayasa Mahkemesi’nin iptal ettiği
düzenlemenin aynısı.
Benzer şekilde, teklifin 17. maddesi ile soybağının reddi davası
açabilmenin şartlarını düzenleyen madde de Anayasa Mahkemesi’nin
iptal ettiği haliyle aynen geri getirilmiş.
Pakette Anayasa Mahkemesi kararlarına uygun hazırlanan öneriler de
yok değil. Bunlar olumlu.
Değerli basın mensupları,
Başka olumlu bir düzenleme, hakaret suçuna maruz kalan kişinin
şikayetini fiilden itibaren en fazla 2 yıl içinde kullanması zorunluluğu.
Bu hukuki güvenilirlik açısından olumlu.

Yine hakaret suçu kapsamında işlenen birçok fiilin adli para cezası
verilmek suretiyle kapatılması. Aslında hakaret suçlarında hapis cezası
yerine para cezası daha da yaygınlaştırılması gerekirdi.
Teklifin diğer olumlu kabul edilecek maddesi de “sadece hukuk
fakültesi mezunlarının uzlaştırmacı olması”nın sağlanmasıdır.
Değerli Arkadaşlar,

9.Yargı Paketi dedikleri, diğer sekiz yargı paketi gibi acil ihtiyacımız
olan düzenlemelerden yoksun. İktidar, her zamanki gibi sorunlarımızın asıl kaynağına inmek
istemiyor. Bunun yerine sistemik sorunlara pansuman tedbirlerle günü
geçiştirmeye çalışıyor. Ülkemizin içinde bulunduğu ve giderek daha da derinleşen demokrasi,
hukuk devleti ve günübirlik yaşadığımız yargı krizlerine tamamıyla kayıtsız bir tutum içindeler.
Peki, yargı paketleri hikayesi nasıl başladı?
2019 yılında açıklanan “Yargı Reformu Strateji Belgesi” kapsamında hazırlanan yargı paketlerinin ilki, 2019 yılında hazırlandı. O dönemde yargıdaki sorunların çözülmesine, bir yenilenmeye ve
normalleşmeye yönelik kamuoyunda “İnsan odaklı hizmet anlayışının geliştirilmesi, yargıya güvenin artırılması, hak ve özgürlüklerin daha etkin korunup geliştirilmesi, makul sürede yargılanma hakkının
gözetilmesi, adalete erişimin kolaylaştırılması, yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığının geliştirilmesi, hukuki güvenliğin güçlendirilmesi.” şeklinde büyük iddialarda bulunulmuştu.
Büyük iddialar derken iktidarın Türkiye’yi getirdiği şartlara göre büyük iddialar, yoksa anayasal devletin asgari gereklilikleri bunlar…
2019’dan bugüne bu paket dahil dokuz yargı paketinde de bu iddialar
tamamen lafta kaldı.

Yargıdaki sorunlara dair hiçbir çözüm geliştirilmediği gibi bu süre zarfında çok daha geriye gittik, yargıya güven daha da azaldı. 2021 yılında şatafatlı bir tanıtımla ilan edilen İnsan Hakları Eylem
Planı’nın üçte ikisi hâlâ uygulanmadı. Temel haklar konusunda üçüncü dünya ülkeleri ile aynı sınıftayız.
Ülkemiz endekslerde “özgür olmayan ülke” klasmanında. Dolayısıyla önümüze getirilen yargı paketleri, ne yazık ki hukuksal çürümüşlüğün üzerini örtme çabasından başka bir şeyi ifade etmiyor.
Kıymetli Arkadaşlar,
Bugün ülkemizde Anayasa yok sayılıyor. Yargının adeta bir sopa olarak
vatandaşlarımızın üstünde kullanıldığı acı örnekleri her gün görüyoruz.
Sayısız insan, masum oldukları halde sadece iktidar istiyor diye
cezaevlerinde tutulmakta.
Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmıyor.
Hukukun bu kadar değersizleşmesi, adaletin bu kadar yok sayılması, zulmün böylesine sıradanlaşması artık Türkiye’nin sıradan gerçeği. Çünkü insan ancak adaletle yaşar ve devlet ancak adaletle ayakta durur.
İktidar ittifakının bir türlü idrak edemediği, adalete ve hukuk devletine verilen zarar toplumsal huzur ve barışımıza da adeta dinamit döşüyor, tamiri zor yaralar açıyor.
Ülkemiz bugün neyin doğru, neyin yanlış, neyin iyi, neyin kötü, kimin vatansever, kimin hain olduğuna iktidarın ve ortaklarının karar verdiği bir anlayışla yönetiliyor.
Farklı sesler, farklı kimlikler; iktidardakiler gibi düşünmeyenler eziliyor, bilinçli olarak itibarsızlaştırılıyor ve kriminalize ediliyorlar.

“Türkiye’de tek tip kimlik olmazsa bölünürüz ve parçalanırız” vehmi on yıllarca zihinlere kazınmış, ne yazık ki kimse bu delilik hali ile yüzleşmek de istemiyor. AK Parti’nin kuruluş felsefesinde tam da bu anlayışla mücadele etmesi
sayesinde ülkemiz önemli kazanımlar elde etmişti, demokrasi kültürümüz hiç görmediğimiz kadar geliştiği gibi temel hak ve özgürlüklerin yaygın kullanımında da imkansız kabul edilen adımlar atılabilmişti.
Fakat son on yılda tek tek tüm bu olumlu adımlar ortadan kaldırıldı ve Ak Parti kuruluş misyonunu inkar ederek aşırı kimlikçi otoriter bir rejimin sahibi oldu.
Kıymetli basın mensupları,
Demokrasi çoğulcu ve çok seslidir. Bu nedenle ancak her türden görüşün, inancın ifade edilebilmesiyle ve her türlü yaşam biçiminin birlikte var olabilmesiyle mümkün olur.
Ancak bugün Türkiye’nin geldiği noktada iktidar, başta mücadele ettiği
tektipçi anlayışa sarıldı. Çözümü herkesi sopa ile kendisine benzetmekte görüyor.
Farklılıklarımızın ezildiği, demokrasinin yok sayıldığı bir iklimde paket paket yapılan sözde yasal ‘iyileştirmelerden’ bir beklentiye elbette girmek abesle iştigal olur.
Öncelikle hukuk devleti ve demokrasiye dönülmesi zorunludur.
Değerli Arkadaşlar,
Derin adalet ve demokrasi krizinin sonuçlarını görmek için son bir haftada yaşanan bazı örneklere bakmamız yeterli.
Geçtiğimiz günlerde, “Kainatın tüm seslerine, renklerine ve titreşimlerine Açık Radyo” şiarı ile yola çıkan Açık Radyo’nun RTÜK tarafından lisansı iptal edildi.

İptal gerekçesi olarak yayın içeriğinde geçirilen ifadeler gösterildi.
Hem ifade özgürlüğü göz ardı edildi hem de basın özgürlüğü yok sayıldı. RTÜK bilmem kaçıncı Anayasa’ya aykırı zorbalığa imza atmış oldu.
Kıymetli Vatandaşlarımız,
Son bir haftada yaşananlara diğer bir örnek.
Kayseri’de başlayan ve birçok şehrimize de yayılan yabancı düşmanlığı ve ırkçı saikle işlenen kitlesel şiddet.
Suriyelilerin evleri ve işyerleri kundaklandı. Sokakta insanlar kan revan içinde bırakıldı. Antalya’nın Serik ilçesinde 17 yaşında bir genç Suriyeli diye katledildi. Ve maalesef kimse oralı olmadı; ne kaymakam, ne vali bir açıklama yaptı.
Yer yerinden oynaması gerekirken ırkçı dalgaya karşı durmaktan çekinen siyaset de oralı olmadı.
Şiddet olaylarına karışan birçok kişi adeta suç makinası olarak dikkat çekti, içinde yağma, hırsızlık, gasp, cinayet gibi birçok suç işleyen kişilerin olduğu tespit edildi ancak açıklanan bilgiye göre, ülke genelinde gözaltına alınan 1065 kişiden sadece 28’i tutuklandı.
Yine geçtiğimiz hafta sığınmacıların toplu olarak kimlik bilgileri ve
diğer kişisel verileri kamuoyuna sızdırıldı.
14 yaşındaki bir çocuğun bilgileri ele geçirdiği söylendi ama arkasında kamu görevlisi dahil kimlerin sorumlu olduğuyla alakalı kamuoyuna bir bilgi verilmedi.
Ülkemizde artan ırkçı dalganın çok daha kanlı olaylara yönelmemesi
için öncelikle siyaset kurumu sarsılması gerekirken ve tüm toplumsal
güçler hep birlikte öldürücü yabancı düşmanlığı ve ırkçılığa karşı
medeni bir duruş sergilememiz gerekirken, özellikle çok bariz olan ve
Avrupa ülkelerinin çok ilerisinde olan kurumsal ırkçılığa karşı kısa, orta ve uzun vadeli bir strateji ortaya konulması gerekirken yapılan tek şey, olan biteni yok saymak.
Suriyeliler işlerine gitmeye, çocuklarını evden çıkarmaya çekiniyorlar.
Yaşananlar karşısında kamuoyunun ve kamu idaresinin kayıtsızlığı ise başlı başına bir trajedi.
Toplumun geniş kesimlerinde ve maalesef iktidarda derin bir sessizlik
ve kabullenme hali var.
Almanya’da bir Türk’e yönelik bizde sıradanlaşan ırkçı bir saldırı
olduğunda haklı olarak yer yerinden oynar. İktidardan da muhalefetten
de aklıselim ve şeffaf açıklamalar yapılır. Kamu idaresi hesap vermek zorunda kalır.
Türkiye’de her gün farklı yerlerde ülkemizde yaşayan yabancılara
yönelik saldırılar düzenleniyor, insanların can güvenliği dahi korunamıyor. İktidar medyası dahil hiçbir yerde gündem dahi olmuyor. İktidarın ülkemizde dramatik bir biçimde artan yabancı düşmanlığı ve
ırkçılıkla mücadele konusunda bir programı yok.
Bu olaylarda sorumlu olan, üzerine düşen sorumluluğu yapmayan kamu görevlileri hakkında bir soruşturma açılmadı.
Açıldıysa bile haberimiz yok.
İktidar tarafında derin bir sessizlik hakim.
İçişleri Bakanı olayları incelemek için gittiği Kayseri’de mağdurları ziyaret edip geçmiş olsun bile demedi.
Oysa mazlum olanla dayanışma ve ırkçı şiddete karşı kararlı duruş insanlığın da hukuk devletinin de asgari gereğidir.
Yaşananlar gerçekten kahredici ama gerçeklikten o kadar kopmuşuz ki farkında değiliz.

Değerli Arkadaşlar,
Değinmek istediğim diğer bir konu, 2445 gündür haksız ve mesnetsiz bir şekilde cezaevinde tutulan Osman Kavala ve gezi tutuklulukları. Geçtiğimiz günlerde Adalet Bakanlığı, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararına ve Avrupa Konseyi’nin kararın uygulanması davetine rağmen Osman Kavala’nın yeniden yargılama başvurusunu
reddetti. Kavala, suç teşkil eden bir eylemi olmamasına rağmen tamamen siyasi olarak cezalandırılmakta.
Osman Kavala, hem yargılama esnasında hem de yargılamadan sonra olağan ve olağanüstü kanun yollarını kullanmış ama maalesef ki gasp edilen özgürlük hakkını bu yasa yollarını kullanmasına rağmen alamamıştır. Sadece bu olay bile apaçık bir zulümdür. Diğer bir örnek, Sinan Ateş davası. Davada geçen hafta gerçekleşen
duruşmalarda utanç verici bir tiyatroya tanıklık ettik.
Sanık sandalyesinde olması gerekirken dosyada adı dahi geçmeyen kişiler var, birçok maddi gerçek yok sayılmıştır.
İddianamede 22 sanık olduğu halde “örgütlü suç” olarak nitelendirilmemesi, sanıkların ve ilişkilerinin siyasi niteliğini örtülmesi, iki aracın plakasını yazmasına rağmen kime ait olduklarının dosyada geçmemesi gibi birçok eksiklik ne yazık ki giderilmedi.
Cinayet işlendikten sonra yargılama aşamasında dahi organize bir şekilde bu suçu gizleme saikiyle hareket eden bir suç örgütü olduğu görmezden gelindi.
Açık delillere rağmen genişletilmeyen soruşturma ile bizlere adeta “bu davadan umudunuzu kesin” deniyor.
Fakat biz katillerin arkasındaki karanlık aydınlatılıncaya dek Ayşe Ateş ve kızlarının yanında olacağımızı buradan bir kez daha tüm kamuoyuna ilan ediyoruz.

Kıymetli Vatandaşlarımız,
İktidarın mahkeme kararlarını tanımadığı diğer bir hukuksuzluk örneği de TÜİK’in enflasyon verileridir.
TÜİK, kesinleşmiş mahkeme kararına rağmen enflasyonu ölçtüğü madde fiyat listesini kamuoyu ile paylaşmıyor. Enflasyon rakamları, hangi fiyat değişimine bakılarak hesaplanıyor, bilmiyoruz.
Sizlerin sofrasından ekmeğini, çocuklarınızın harçlığını çalıyorlar, 85 milyon vatandaşımızın kul hakkına giriyorlar.
Milyonca çalışanı düşük maaşa mahkûm ediyorlar.
Değerli Arkadaşlar,
Ülkemizde derin bir ekonomik kriz yaşanırken vatandaşlarına az maaş vermek için enflasyon rakamları ile oynayan, hukuk devletinden önce bireysel menfaatlerini korumayı ilke edinen, farklı seslere tahammülü
olmayan iktidardan böyle yüzeysel ve makyaj niteliğindeki düzenlemelerle iyileşme beklemek abesle iştigal.
Şu haliyle bu iktidardan hukukun üstünlüğü ilkesine uymasını, kuvvetler ayrımı ilkesine riayet etmesini, yargı bağımsızlığını sağlamasını ve temel hak ve özgürlüklere saygı duyması beklemek için
bir sebebimiz yok gibi görünüyor .
Toplumun kanayan yaralarından KHK dramıyla yüzleşmeleri, hukukun en temel kurallarını yok sayarak gelen geçeni terörist ilan ederek insanların hayatlarını cehenneme çevirmeleri ve bu zulmü büyük bir iştah ile sürdürmeleri gerçeği karşısında şu anda bunlardan bir çözüm beklemek gerçekçi değil gibi gözükse de er ya da geç bu zulüm bitecek.

Benzer şekilde, AİHM kararlarının tamamının gereklerini yerine getirilmesi gerekiyor ama yapmıyorlar. Yalçınkaya kararı devam eden tüm yargılamalarda ve kesinleştirilmiş kararlarda dahi uygulanması gerekiyor ama erteliyorlar maalesef.
Değerli Arkadaşlar,
Israrla ve kararla adaletsizlikleri sürdürdükleri için de cezaevlerinin nüfusunu kontrol edemiyorlar, doldur boşalt yapıyorlar. Avrupa’da 46 ülke arasında en çok tutuklu ve hükümlü Türkiye’de
bulunuyor. Cezaevi nüfusumuz 20 yılda tam 6 kat artmış.
Nisan 2020’de toplam cezaevi nüfusu 310 bindi. İnfaz düzenlemesi ile 90 bin kişi tahliye edildi, cezaevi nüfusu 220 bine düşürüldü. Ancak henüz ilk yılın sonunda, Nisan 2021’de, bu sayı tekrar 314 bini buldu.
Sonra tekrar yeni bir düzenleme yapıldı ancak fazla sürmeden cezaevi nüfusu tekrar arttı. Bu sayı, 1 Ocak 2023 itibariyle 341 bin 497 kişiyi buldu. Temmuz ayında yürürlüğe giren infaz değişikliği ile tekrar 80
bin kişi tahliye edildi, şu anda resmi kapasitesi 295 bin olan cezaevlerinde 342 bin kişi var.
Ne anladık? Devamlı dönüp dolaşıp aynı yere geliyorlar.
Paket paket düzenlemeler yapıyorlar, ama temel sorunların hiçbirisine eğilmedikleri için toplumsal sorunları devamlı büyütüp, kriminaliteyi artırıyorlar, diğer taraftan cezasızlık algısını engelleyemiyorlar, cezalarda caydırıcılık ve ıslah politikası gibi reformları hayata geçiremiyorlar; hukuk devletinden uzaklaştıkları için kalıcı çözümler geliştiremiyorlar.
Değerli Arkadaşlar,
Gördüğünüz gibi bu iktidardan hukuk devletine dönmedikleri sürece ciddi bir beklentim yok maalesef.

Belki insanlık namına bazı dramatik sorunlara çözüm getirmek
isterlerse en azından ağır hasta çocuğu olan anneler için sağlanan infaz
erteleme hakkının babalar için de uygulanmasını sağlamaları,

  • Anne-babanın aynı anda tutuklu ya da hükümlü olması
    durumlarında çocuğun etkilenmemesi için ebeveynlerden bir
    tanesinin küçük çocuğun yanında olması için gerekli düzenlemeyi
    yapmalarını,
  • Hasta mahpuslar bakımından tam teşekkülü devlet hastaneleri
    tarafından verilen cezaevinde kalamaz raporları sonrası kişinin
    derhal tahliye edilmesinin sağlamaları
  • Cezaevi gözlem kurullarının, kimi zaman kendilerini yargı
    konumuna koyacak bir keyfilikle hareket etmelerini engellemek
    için ceza gözlem kurulları raporlarının somut değerlendirmeyle
    yapılması adına gerekli düzenlemeleri yapmaları…
    Bu saydığım maddeler yürütülen adaletsiz sistemin doğal sonuçları,
    belki insafa gelip en azından bunları çözüme kavuştururlar.
    Bunları bile yapmaları hayal iken daha öte bir beklenti şu an için
    safdillik olur.
    Kötülüğü sıradanlaştıran ve toplumu da çaresiz kılan bu anlayışla
    devam etmeleri durumunda iktidarlarının sonu yakın; anılacakları da
    sayısız utanç. 22 yıldır iktidar olup da hukuk devleti inşa edememenin ve nöbetleşe
    zorbalığı büyük bir iştahla sahiplenmenin utancı onlara yeter.
    Dindarlıkla övünüp de dindarlığın en temel ölçütü olan adaleti öldürmeleri, haddi aşıp hiç olmadığı kadar haksızlık yapmaları, milletin emanetini ehline vermemeleri, adam kayırmaları, güçlü olanın yanında
    olup zayıf olanı ezmeleri ve bu yaptıklarına da alay eder gibi Türkiye Yüzyılı, Adaletin Yüzyılı deyip son on yılların en adaletsiz dönemini millete yaşatmaları utancı onlara yeter.

    Dindar genç yetiştireceğim diye yola çıkıp da aklı, birey özgürlüğünü, adaleti şeffaflığı, çoğulculuğu hakkaniyeti, ehliyeti, temel insan haklarını esas alan din anlayışı yerine adalete, akla ve bilime itibar etmeyen, insanları afyonlaştıran, hurafeci, sadece grup menfaatini esas alan yapıları teşvik eden, eli kılıçla minberde, ağzında nefret dili ile siyaset kürsüsünde en kutuplaştırıcı, en nefret ettirici anlayışı temsil ettiği için gençlere söz söyleyememenin utancı onlara yeter.
    Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum

Ak Parti İktidarının Yurtdışı Vatandaşlar Politikasının1 Yıllık Karnesi Hk. Basın Toplantısı

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa
Yeneroğlu’nun “AK Parti İktidarının Yurt Dışı Vatandaşlar
Politikasının 1 Yıllık Karnesi” Hakkında Basın Toplantısı

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer
Vatandaşlarımız,
Çok Değerli Basın Mensupları,
Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,
Değerli Arkadaşlar,
28 Mayıs 2023 seçimleri sonrasında kurulan hükümet birinci yılını
tamamladı.
Bugün itibarıyla 13 ayı aşkın bir süredir görevde.
Ülkemizin demokratik hukuk devleti idealleri dışında bir yolu
olmadığına inanan bir vatandaş ve milletimizin temsilcisi olarak sizlere
zaman zaman, iktidarın ‘Adalet, Demokrasi, İnsan Hak ve Hürriyetleri’
hakkındaki söylem ve eylemleri arasındaki büyük çelişkileri ortaya
koyan karnelerini açıklıyorum.
Bugün ise iktidarın sadece seçim öncesinde hatırlayıp seçim sonrasında
ise hemen unuttuğu bir konuda konuşacağım.
Yurt dışında yaşayan iki milyondan fazla vatandaşımızın yollara
düşerek anavatan ziyaretlerine başladığı bugünlerde, ben de iktidar
partisinin 1 yıllık Yurt Dışı Vatandaşlar Politikasının karnesini
açıklayacağım. Bu çerçevede iktidarın, Yurt Dışı Türklere dair seçim
öncesi verdiği sözleri de hatırlatacağım. Verilen sözlerin ne olduğunu
size aktarırken iktidarı da ahde vefa göstererek yurt dışındaki
vatandaşlarımıza verdikleri sözleri yerine getirmeye davet edeceğim.

AK Parti 2023 genel seçimleri öncesi yayımladığı seçim
beyannamesinde, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza yönelik birçok
vaatte bulunmuştu.
Ben de hükümetin 6. ayına girdiği 15 Kasım 2023 tarihinde iktidarın
yurt dışındaki vatandaşlarımıza yönelik politikalarının karnesini ortaya
koyduğum bir basın toplantısı düzenlemiştim.
Bugün ise birinci yılını doldurmuş olan hükümetin; seçim döneminde
yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza verdiği vaatlerin ne kadarını
gerçekleştirdiğini ne kadarını bir önceki seçim beyannamesinde olduğu
gibi hala gündemine almadığını ve ne kadarını gerçekleştirmiş gibi
yaptığını ele alacağım.
Böylece iktidarın yurt dışı vatandaşlarımıza yönelik politikalarının 1
yıllık karnesini ortaya koyarak hükümete vatandaşlarımızın
beklentilerini bir kez daha hatırlatacağım.
Kıymetli Basın Mensupları,
Sayın Cumhurbaşkanı 2 Mayıs 2024 tarihinde yurt dışında yerleşik
vatandaşlarımıza yönelik yaptığı bir konuşmada 2023 seçimlerinde
verilen sözlerin hepsinin arkasında olduğunu söyleyerek “Bu sözleri de
daha öncekiler gibi aşama aşama hayata geçireceğiz.” dedi.
Peki daha öncekilerini yerine getirmiş miydi?
Peki şimdiye kadar ne yaptı?
Hükümet kurulalı 13 ay oldu ama maalesef verilen sözlerin neredeyse
hiç birisi yerine getirilmedi, yerine getirilmediği gibi verilen vaatlere
ilişkin bir yol haritası da paylaşılmadı.
Yurt Dışı Türklerle ilgili hikâye hep aynı.
Önce vaat veriliyor, sonra vaatlerin çok büyük bir kısmı bir sonraki
seçime kadar rafa kaldırılıyor ve yeniden bir sonraki seçim öncesi yeni
seçim beyannamesine konuluyor. Bu durumu defaatle yaşadık.

Merak eden önceki seçim beyannamelerine bakabilir.
Bu kısır döngü içerisinde neredeyse aynı vaatler tekrar tekrar sunuluyor.
Bir kısmı ise gerçekleştirilmediği halde sessizce gündemden tamamen
kaldırılıyor.
Ne yazık ki seçim beyannameleri ile 2015 ve sonrası hükümet
programlarında verilen sözlerin büyük bölümü de tutulmadı. Atılan
bazı adımlar da sonradan tekrar iptal edildi.
2018 seçim beyannamesinde verilen sözlerin bir kısmı ya
gerçekleştirilmedi ve tamamen gündemden kaldırıldı ya da zamanında
yerine getirilmediği için 2023 seçim beyannamesine alındı.
2023 seçimlerinin ardından geçen 1 yıllık süreçte de maalesef bu tutum
olduğu gibi devam etti.
Hükümetin ilk 6 ayında yurt dışı vatandaşlarımıza verdiği vaatlerin
durumunu değerlendirdiğim basın toplantısının ardından atılan bazı
adımlar oldu ancak söz verip yerine getirmeme anlayışı iktidarda öyle
bir yerleşmiş ki birçok konuda yine bu tutum sürdürülmeye devam etti.
Değerli Vatandaşlarımız,
AK Parti’nin 2023 Seçim Beyannamesi’nde yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımıza verdiği en önemli vaatlerin birkaçını ele almak ve
mevcut durumu değerlendirmek istiyorum.
Öncelikle bazı temel esaslar üzerinde durmak istiyorum. Her alanda
olduğu gibi iktidar Yurt Dışı Türkler Politikasında da son 10 yılda
ileriye değil, çok geriye gitti; uyguladığı politikalarla Yurt Dışı Türkleri
adeta ‘gölge etmeyin, başka ihsan istemeyiz’ noktasına getirmiştir.
2015 tarihi itibarıyla 62, 63, 64 ve 65. hükümet programına
koydurduğumuz vizyona ve hedeflere bakıp bugün her şeyden önce
anlayış olarak ne kadar geri gittiğimizi görebilirsiniz.

Başarılı bir yurt dışı vatandaşlar politikası için temel şartlar; içerde
kendi toplumsal sorunlarını çözmüş işleyen bir ileri demokrasi, refah
seviyesini yaygın olarak artıran güçlü bir ekonomi ve bunların üzerine
bina edilen saygın bir dış politikadır. Bunlar olmazsa yurt dışında
yaşayan vatandaşlarınıza fayda sağlayamayacağınız gibi ancak yük
olursunuz.
Şu anda Türkiye’nin durumu da maalesef budur.
Türkiye bugün demokrasisini ve ekonomik refahını güçlendiren
güzergahta devam etmiş olsaydı, ülkemiz yurt dışında da çok saygın bir
durumda olacak ve yurt dışında yaşayan vatandaşları da her açıdan bu
saygınlıktan pay alacaklardı.
Doğal olarak Yurt Dışı Türkler ile ilgili karşı karşıya kaldığımız yapısal
sorunların önemli bir bölümü de kendiliğinden çözülmüş olacaktı.
Örneğin Türkiye, yurt dışı vatandaşlarına yönelik angajmanı ile
içerdeki sorunları dışarıya taşıyan ve dolayısıyla sorun ithal eden ülke
konumunda olmayacaktı. Vatandaşlarımızın yaşadığı ülkelerde kültür
ve eğitim işbirliği anlaşmalarındaki eksiklikleri giderebilecek,
vatandaşlarımızla ilişkilerimiz daha güçlü olabilecek, güçlü ekonomisi
ve diplomasisi ile Türkiye diasporaya güç verecekti. Maalesef bunlar
hayal kaldı.
Yapısal meseleler derken popülizmden ve hamasetten uzak, bütüncül ve
aklı selim politikalar üretebilecek mekanizmaların oluşturulmasından
bahsediyorum. Mesela bir ayağı yasama.
AK Parti seçim beyannamesinde “Yurt dışındaki vatandaşlarımıza ait
konu ve taleplerin TBMM’de daha güçlü şekilde temsil edilmesine
yönelik çalışma ve düzenlemeler yapacağız” ve “Yurt dışındaki
vatandaşlarımızın TBMM’de temsilini güçlendireceğiz.” vaatlerine yer
vermişti.
Burada bile ne kadar büyük bir gerileme olduğunu görmek için biraz
geçmişe gitmek yeterli.

Bu vaat 2018’deki seçim beyannamesinde açık bir ifade ile “Türkiye
Büyük Millet Meclisi’nde ‘Yurt Dışı Türkler Komisyonu’ adıyla daimî
bir ihtisas komisyonu kurulmasını sağlayacağız.” şeklinde yer
bulmuştu.
Bu vaatteki ihtisas komisyonu sözüne rağmen 27. dönemde Dışişleri
Komisyonu altında geçici Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Alt
Komisyonu kurularak yine -mış gibi yapılmaya çalışılmıştı.
Bir işe yaramadığını da herhalde izah etmeme gerek yok.
O dönemde TBMM’de “Göç ve Diaspora Komisyonu” kurulması için
bizzat hazırlamış olduğum kanun teklifine destek verilmediği gibi
2018’de verilen bu vaat 2023’te seçim beyannamesinde sulandırılmış
biçimde muğlak ifadelerle yer aldı. Herhalde bir sonraki beyannamede
hiç bulamayacaksınız.
Zaten 28. dönemde de yine Yurt Dışı Türkler ve Akraba Topluluklar Alt
Komisyonu kurularak adeta “Yurt dışındaki vatandaşlar için bu kadarı
yeter ve fazla” dendi.
Peki bu komisyonun esamesi okunuyor mu? Elbette varlığı ile yokluğu
arasında bir fark yok.
Oysa hep söylediğim gibi 6 milyonu aşan diasporamızın gündemi
kanun ile kurulmuş daimi bir ihtisas komisyonu ile TBMM’nin
kurumsal bir parçası olmalı. Ancak bu şekilde etkili ve şeffaf politikalar
geliştirilebilir, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın meseleleri ciddi
gündem edilebilir.
Ama niyet sorun çözmek, politika üretmek olmayınca bir komisyon
kararıyla basit bir alt komisyon kurup asıl olması gerekeni gündemden
düşürür ve her şey tamammış gibi lanse edersiniz, kafi.

Kıymetli Arkadaşlar, Yurt dışındaki değerli vatandaşlarımız,
Yurt dışı vatandaşlarımıza ilişkin vaatleri hem bir milletvekili olarak
hem de hayatının büyük bir bölümünü yurt dışında geçirmiş bir
vatandaş olarak hep gündemde tutmaya, verilen sözleri hatırlatmaya
çalıştım.
Hükümetin ilk 6 ayında yaptığım basın açıklamalarıyla, basın
toplantılarıyla ve verdiğim soru önergeleriyle iktidarın verdiği sözleri
hatırlaması ve yerine getirmesi için talepte bulundum.
Israrlı takibimize rağmen iktidarın tek yaptığı ‘çalışıyoruz’ demekle
yetinmek ve ertelemek.
Yurtdışı Türklerle ilgili söz verip tek yaptıklarını hemen bir cümle ile
belirteyim. Örneğin, seçim beyannamesinde yurt dışından getirilen
telefonların kullanım süresinin 120 günden 180 güne çıkartılması sözü
verilmişti.
Bu söz yönetmelikte yapılan değişiklik ile yerine getirilerek kayıt süresi
180 güne çıkartıldı.
İktidarın sözünü verip tam olarak yaptığı bu kadar.
Bunun dışında karne berbat.
Örneğin yurt dışından getirilen araçlar meselesi.
2023 seçim beyannamesinde verilen vaat “Geçici ithalat kapsamında
Türkiye’ye getirilen araçların 730 günlük kalma süresini
tamamladıktan sonra tekrar Türkiye’ye getirebilmesi için, yurt dışında
en az 185 gün kalma şartını 30 güne düşüreceğiz” şeklindeydi.
Peki ne oldu bu vaat? Maalesef, yapılmış gibi bir düzenleme ile aslında
vaat ettiklerini yerine getirmediler.
Vaadin akıbeti hakkında Ticaret Bakanlığı’na verdiğim soru önergesine
6 ay sonra gelen cevapta; 28.12.2023 tarihli ve 31.12.2023 tarihli Resmi
Gazete’de yayımlanan düzenlemelerle birlikte Türkiye Gümrük Bölgesi

dışında yerleşik yurt dışından emekli vatandaşlarımız ile ülkemizde
oturum izni almış emekli yabancıların taşıtlarına verilen sürelerin
tamamlanmasından önceki 3 ay içinde taşıt sahibince yapılacak başvuru
ile yurt dışına çıkış yapılmasına gerek olmaksızın bu sürelerin yeniden
verileceği belirtildi.
Ek olarak bu haktan yararlanarak taşıtlarını aralıksız 4 yıl Türkiye’de
bulunduran yurt dışından emekli vatandaşların taşıtlarıyla birlikte en az
185 gün yurt dışında bulunmaları halinde yeniden 4 yıllık süreyle taşıt
getirebilecekleri ifade edildi.
Özetle araçların Türkiye’de kalış sürelerinin uzatılması hakkında
değişiklik yapıldı ama seçim beyannamesinde verilen söz havada kaldı,
yurt dışı vatandaşlarımızın büyük bir kısmının faydalanabileceği bir
düzenleme yapılmadı.
Yapılan değişiklik verilen vaatle uyumlu olmadığı gibi sanki vaat
gerçekleştirilmiş gibi bir hava yaratılmaya çalışılıyor ve verilen söz
adeta inkâr ediliyor.
Yapılan düzenleme emekli vatandaşlarımız açısından sevindirici elbette
ancak seçim beyannamesinde genele verilen söz ile alakası yok.
Bu konuda yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın önemli bir talebi ve
beklentisi karşılanmamıştır.
Peki;

  • Bahsi geçen vaat ne zaman yerine getirilecek?
  • İlgili çalışmalar varsa bunun için belirlenmiş bir takvim var
    mı?
  • Eğer verilen vaat yerine getirilmeyecekse neden yurt dışında
    yaşayan vatandaşlarımıza seçim beyannamesinde söz verildi?
    Her ne kadar 6 aydan önce cevap gelmese de anayasal sorumluluğunu
    hatırlaması ümidiyle Ticaret Bakanı Sayın Ömer Bolat’a geçen hafta
    yeniden verdiğim soru önergesinde kendisine bu soruları tekrar
    yönelttim.
    Umarım ki bu kez sorunun esasına yönelik ve süresi içerisinde ciddi bir
    cevap alabiliriz. Elbette verilen her vaadin olduğu gibi bu söz de yerine
    getirilene kadar takipçisi olacağım.
    Aziz Vatandaşlarımız,
    Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızı ilgilendiren bir diğer önemli
    mesele borçlanma yolu ile emekli olanlara yurt dışında tam zamanlı
    çalışma hakkı tanınmasıdır.
    Yurt dışı borçlanması yoluyla emeklilik şartlarının, vatandaşlarımızın
    ihtiyaçları ve sosyal güvenlik kapasitemiz çerçevesinde yeniden
    düzenlenmesi ve uygulamadaki bu ayrımcılığın giderilmesi hususu
    acilen çözüm bekleyen önemli bir sorundur.
    Son derece önemli olan bu konu hakkında Çalışma ve Sosyal Güvenlik
    Bakanlığı tarafından hangi çalışmaların yürütüldüğü, çalışmalar için bir
    takvim belirlenip belirlenmediği, verilen sözlerin ne zaman yerine
    getirileceğine dair hiçbir bilgilendirme yapılmamaktadır.
    Bahsi geçen konuya ilişkin olarak 1 yıl önce verdiğim soru önergesi
    hem süresi içinde cevaplanmamış hem de verilen cevapta
    “Bakanlığımız tarafından yürütülen çalışmalar devam etmektedir”
    şeklinde ciddiyetten uzak, tek cümlelik bir ifade kullanılmıştır.
    Çalışmaların takvimini ve diğer ayrıntıları öğrenebilmek için Çalışma
    ve Sosyal Güvenlik Bakanı Vedat Işıkhan’a 13 Kasım 2023’te yeniden
    verdiğim soru önergesi ise Anayasa’nın 98. Maddesine aykırı olarak
    yaklaşık 8 aydır halen cevaplanmamıştır.
    Bahsi geçen konuda geçen hafta verdiğim yeni bir soru önergesinde
    Sayın Bakan’a verdikleri vaadi yeniden hatırlatarak vaadin güncel
    durumunu ve önergelerin neden yanıtlanmadığını sordum.

    Oysaki Sayın Bakan 3 Mayıs 2024’te yaptığı bir konuşmada Türk
    diasporasını koruma sorumluluğunda belki de en önemli alanlarından
    biri olan ‘çalışma ve sosyal güvenlik’ boyutuyla doğrudan muhatap
    olduklarını belirtmiş, bir yandan yurt dışında bulunan vatandaşlarımızın
    çalışma ve sosyal güvenlik alanlarındaki hak ve menfaatlerini korurken,
    diğer taraftan yurt dışındaki Türk işgücünün istihdamına yönelik
    işlemleri yürüttüklerini ifade etmişti.
    Yurt dışındaki müşavirlikler/ataşelikler aracılığıyla ulaşılan ve hizmet
    verilen kişi sayısı bakımından somut verilerin paylaşıldığı; yurt
    dışındaki vatandaşlarımızın çalışma ve sosyal güvenliğe ilişkin tüm
    işlem ve başvurularının dijital ortamdan yürütülebilmesi için
    çalışmalara başlandığının duyurulduğu bu konuşmada maalesef
    borçlanma yoluyla emekli olan vatandaşlarımızın yurt dışında tam
    zamanlı çalışmalarına ilişkin vaat hakkında hiçbir ifadeye yer
    verilmedi. Herhangi bir yol haritası paylaşılmadı.
    Sayın Bakan’ın soru önergesine verdiği cevapta olduğu gibi “yürütülen
    çalışmalar devam etmektedir” şeklinde genel geçer bir ifade dahi
    kullanılmadı.
    Bu nedenle yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın en öncelikli
    gündemlerinden biri olan bu meseleye ilişkin takibe devam edecek ve
    ısrarlı hatırlatmalarımızı sürdüreceğiz.
    2023 seçim beyannamesinde yer alan önemli vaatlerden bir diğeri
    “Vatandaşlarımızın çifte vatandaşlık hakkını destekleyecek hem
    Türkiye’de hem bulundukları ülkelerde vatandaşlık haklarından
    yararlanmaları için gerekli yasal ve diplomatik adımları atmaya devam
    edeceğiz” şeklinde ifade edilmiştir.
    Bir taraftan devamlı olarak bu sözler verilmekte ancak verilen söz tam
    olarak idrak edilemediği için devamlı tersi yapılmaktadır.
    Mesela çifte vatandaşlığı destekleyeceğiz diyorlar ama yurt dışında
    yerleşik olan gençlerimiz için askerlik bedelini 1000 Avro’dan 5000
    Avro’nun üzerine çıkararak on binlerce gencimizin sadece bu sebeple
    Türk vatandaşlığından çıkmasına sebep oluyorlar.
    Halihazırda da askerlikte ödenen döviz miktarının yüksek olması bu
    vaatle taban tabana zıt bir uygulamadır.
    Çifte vatandaşlık hakkını destekleyecek herhangi bir adım atılmadığı
    gibi buna ket vuran uygulamalar benimsenmektedir.
    Böylece tüm ikazlarımıza rağmen bilinçsiz politikalar sebebiyle Türk
    vatandaşlığından çıkışlar yüksek olmaktadır.
    Tüm ikazlarımıza rağmen henüz bunun önüne geçecek herhangi bir
    adım da atılmamıştır.
    Bir diğer önemli konu: Otomatik Bilgi Paylaşımı meselesidir.
    2018 Seçim Beyannamesi’nde bu konuyla ilişkili olarak “Kişisel veriler
    ulusal ve uluslararası hukuka uygun olarak korunacak,
    vatandaşlarımızın menfaatleri esas alınacaktır” vaadine yer verilmiştir.
    Ancak bu vaadin ardından tüm ısrarlarımıza rağmen hazırlık süreci
    işletmeden ve bilgilendirme yapılmadan oldu bittiye getirilen
    ‘Otomatik Bilgi Paylaşımı’ gündeme gelmiştir ve yurt dışındaki sayısız
    vatandaşımız mağdur edilmiştir.
    Şeffaflık ilkesine aykırı olarak yurt dışındaki vatandaşlarımızı sürece
    hazırlamadan cezai müeyyidelerle karşı karşıya bırakan bu durum, aynı
    zamanda yurt dışındaki vatandaşlarımızın Türkiye’deki hesaplarından
    yüksek miktarda döviz birikimlerini çekmelerine ve hesaplarını
    kapatmalarına sebep olmuştur.
    Değerli Basın Mensupları,

    Seçim beyannamesi başı-sonu belli olmayan, planı-programı
    yapılmamış vaatlerle dolu.
    Örneğin; “Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza yönelik başta
    İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir olmak üzere farklı illerimizde yeni TOKİ
    projeleri başlatacağız” vaadi.
    Aslında TOKİ Başkanı Ömer Bulut, 10 Mart 2022’de yaptığı
    açıklamada yurtdışında yaşayan vatandaşlarımıza yönelik olarak
    İstanbul Sancaktepe’de 2+1 ve 3+1 nitelikteki 420 konutluk proje için
    başvuru alınacağını duyurmuştu ve 31 Mayıs 2022’de yapılan kurada
    420 dairenin hak sahipleri açıklanmıştı.
    Henüz bu konu hakkında yeni bir girişim olmadığına göre durumdan
    anlaşılıyor ki 2021 yılında hali hazırda yapılmış projeyi 2023’te seçim
    vaadi olarak öne sürdüler.
    Diğer taraftan iktidar, içerisinde bu vaadin de yer aldığı seçim
    beyannamesini 11 Nisan 2023’te açıkladığında 6 Şubat depremlerinin
    üzerinden yalnızca 2 ay geçmişti.
    Deprem bölgesinin yeniden imarı bugün de devam ederken ve söz
    verilen deprem konutlarının onda biri bile yapılmamışken, ayrıca ülke
    derin bir mali krizdeyken TOKİ yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza
    yönelik özel konutları ne şartlarda, nasıl inşa edecek?
    Bu konuda şu ana kadar herhangi bir çalışma yapıldı mı? Yoksa
    2018’deki beyannameye bunu koymamıştık, 2022’de denk geldi yaptık
    bari 2023’e vaat olarak yazalım mı dendi?
    Bilmiyoruz!
    Bana göre tamamıyla boş, popülist bir söz.
    3 Temmuz 2024 tarihinde Çevre ve Şehircilik Bakanı Sayın Murat
    Kurum’a bu soruları içeren bir soru önergesi verdim.
    Bir diğer örnek; “İslam düşmanlığı, ayrımcılık ve hak ihlallerinin
    takibini genişleterek sürdüreceğiz” vaadi.

    İslam düşmanlığı gerçekten gün geçtikçe artan büyük bir sorun. Aynı
    zamanda Batı Avrupa’nın temel idealleri açısından onlar için de büyük
    bir sınav.
    Aşırı sağ yükselişte, Fransa seçimlerinde yüzde 30 oy aldılar. Doğu
    Almanya’da yüzde 30 aldılar. Avusturya ve İtalya’da birinci partiler.
    Hollanda’da hükümetin taşıyıcısı durumundalar.
    Sadece Almanya’da geçen yıl İslam düşmanlığı ile ilgili her gün
    ortalama 5 olay tespit edildi. Aşırı sağcı gruplar Almanya başta olmak
    üzere yurtdışındaki vatandaşlarımıza yönelik çok ciddi bir şiddet
    potansiyelini barındırıyorlar.
    Sayın Cumhurbaşkanı 9 Mayıs’ta, Avrupa Türk toplumuna yönelik
    ayrımcılık ve nefret suçlarının günden güne olağan hale geldiğini ifade
    etti. Fakat ne yazık ki Avrupa’daki ırkçılık, iktidar partisinin kimlik
    siyasetinin bir aracı olarak kullanılmakta, vatandaşlarımızın karşılaştığı
    ırkçı ayrımcılık ve ırkçı şiddet karşısında etkili ve sürdürülebilir adımlar
    atılmamaktadır.
    Evet, Avrupa’da İslam karşıtlığı endişe verici düzeyde artmakta ama
    Türkiye’nin buna karşı bir mücadele etme kapasitesi yok.
    Önerileri dahi yok çünkü olası önerilerle ilgili “aynaya bak” demezler
    mi? Tüm topluma tek kimlikçi otoriter bir dayatmada bulunan iktidar
    yurt dışında çoğulcu toplumun faziletlerini anlatabilecek değil
    herhalde.
    Yani kendi ülkesinde farklı düşünen vatandaşlarının temel haklarını
    ihlal eden, her türlü ayrımcılığı yapan ve devamlı nefret dili ile
    toplumun farklı gruplarını birbirine tahrik eden iktidar ve ortakları yurt
    dışındaki aşırı sağ hareketlere karşı nasıl bir örnek olabilir ki?
    Bizim ülkemizde Le Pen’in, Wilders’in hayal edebileceğinden daha
    ağır ötekileştirme ve ayrımcılık yapan bir hükümet ittifakı var. Bu
    tutumları ile Batı Avrupa’daki aşırı sağ hareketlerin vaatlerinin dahi çok
    ötesine geçen uygulamalar var. Tüm ülkeye yayılmış korkunç bir sokak
    çeteleri şiddeti var.

    Kayseri’de günlerdir Suriyeliler evlerinden çıkmaya, işe gitmeye
    korkuyor, çocuklarını sokağa ve okula göndermeye korkuyorlar. Ve
    maalesef bu korku haklı bir korku. Bizim açımızdan da utanç verici.
    Bu olaylar olurken İçişleri Bakanı Kayseri’yi ziyaret ediyor da,
    güvenliğini sağlayamadığı ve saldırıları engelleyemediği insanlara
    geçmiş olsun ziyaretinde bulunmayı aklından geçirmiyor.
    Böyle bir anlayışı Batı Avrupa’da kim ciddiye alır!
    Peki bu konuda verilen vaade ilişkin ne yapılmış?
    Kimsenin ciddiye almadığı bir iki rapor, bol bol tweet ve fazlaca turistik
    yurt dışı seyahatleri.
    Geçmişte faydalı eğitimler yapılırdı ama bunlar da tek kimlikçi
    popülizme kurban edildi.
    Bu konudaki ciddiyetsizlik, akıl almaz bir seviyededir. “Yurt dışındaki
    vatandaşlarımıza sahip çıkma” şeklindeki büyük iddia, anayasal bir
    sorumluluğun ifadesi olarak gerçekleşmemekte, tam tersine yüksek
    ücretlerle yurt dışında düzenlenen programlarla “dostlar alışverişte
    görsün” tarzında içi boş bir şekilde yinelenip durmaktadır.
    Irkçı saldırıların kurbanları doğdukları yerde unutulmasın,
    memleketlerinde bir sokağa isimleri verilsin dedim, ilgili belediye
    başkanlarına tekraren mektup yazdım ama kimse oralı olmadı….
    Yurt dışındaki vatandaşlarımız lafı büyük ama bu konuda çalışan ne bir
    enstitü var ne de ciddiye alınabilecek akademik çalışmalar.
    İslam düşmanlığından bahsedilir ama bu hususta da vatandaşlarımızı
    araçsallaştırma maksadının ötesinde ciddi bir çalışma yoktur.
    Maalesef her şey hamasete ve içi boş popülizme kurban edildi.

    Kıymetli Vatandaşlarımız,
    Son olarak Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı
    hakkında birkaç hususa değinmek istiyorum.
    İktidar, üst politika belgelerinde Yurtdışı Türkler ve Akraba
    Topluluklar Başkanlığı’nın sorumluluğunda gerçekleştirilecek bazı
    politika ve tedbirlere yer vermiştir.
    Örneğin 12. Kalkınma Planında;
    Yurt dışında Türk dili ve kültürünün öğrenimi ve tanıtımı faaliyetleri,
    değişim programları ile yurt dışında yaşayan Türklerin hareketliliğinin
    etkin, yaygın ve sürekli hale getirilmesi,
    Yurt dışında yaşayan Türklerin kültür-sanat kapasitesinin geliştirilmesi,
    ailelere bireysel ve toplumsal haklarını korumalarının desteklenmesi ve
    bulundukları ülkelerin sosyal hizmetlerinden kolayca ve ayrımcılığa
    uğramadan faydalanabilmeleri için danışmanlık hizmeti sunulması,
    Nefret saldırılarının tespiti, raporlanması ve saldırılara karşı önleyici
    tedbirlerin alınması,
    Yurt dışındaki vatandaşlarımıza eğitim, staj ve burs destekleri
    sağlanması ve kamu kurumları tarafından yurt dışında yaşayan Türklere
    yönelik sunulan hizmetlerin etkinliğini sağlamak üzere bir
    koordinasyon kurulu oluşturulması gibi birtakım tedbir ve politikalar
    hedef olarak belirlenmişti.
    Bunlardan özellikle “Koordinasyon Kurulu” kurulmasına ilişkin vaat
    2023 seçim beyannamesinde de doğrudan yer alan önemli vaatlerden
    biridir.
    YTB’nin 2024-2028 Stratejik Planı’nda; görev alanıyla ilgili
    hukuki çalışmalarda diğer kurumlarla koordinasyon, izleme ve
    değerlendirme ihtiyacı ve Başkanlığın koordinasyon yetkisine

    yönelik diğer kurum ve kuruluşların farkındalığının istenilen
    düzeyde olmaması, Başkanlığın çalışma alanının, pek çok kurum
    ve kuruluşun görev ve faaliyetleriyle kesişmesi, kurum-kuruluş ve
    diğer paydaşlar arasındaki bilgi paylaşımı ve koordinasyon
    eksikliği şeklinde ifade edilen zayıf yönler ve tehditler göz önünde
    bulundurulduğunda Yurt Dışı Vatandaşlar Koordinasyon Kurulu
    öncelikli olarak gündeme alınması gereken bir konudur.
    Konuya ilişkin olarak mevzuat değişikliği beklentisi YTB
    tarafından da ifade edilmektedir.
    Zaten Yurt Dışı Vatandaşlar Koordinasyon Kurulu’nun kurulması ve
    Yurt Dışı Vatandaşlar Danışma Meclislerinin oluşturulması vaatleri
    2018 seçimlerinde de verilmiştir.
    Ancak 2023’te bu vaat yalnızca Yurt Dışı Vatandaşlar Koordinasyon
    Kurulu’nun kurulması olarak daraltılmış ve önceki dönemde
    gerçekleştirilemeyen vaat yeni beyannameye kopyalanmıştır.
    2023’te Danışma meclislerini rafa kaldıran iktidar, Kalkınma Planı’nda
    da yer verdiği Koordinasyon Kurulu kurma konusunda bir çalışma
    gerçekleştirecek mi takip ediyor olacağız.
    Şimdiye kadar bir adım dahi atmadılar.
    Diyelim ki harekete geçtiler, sadece toplantı yapmış olmakla
    kalacaklar; çünkü şartlar ortada.
    Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın bir araya geleceği ve
    kendilerini ilgilendiren konuların istişare edileceği yıllık diaspora
    buluşmalarının gerçekleştirilmesi 2018’deki vaatlerden bir diğeri.
    Bu vaat de gerçekleştirilemediği gibi “iki yılda bir Yurt Dışı Türkler
    Buluşması programları düzenlenmesi” şeklinde 2023 beyannamesine
    alınmıştır.
    Ancak bir yıl geçmesine rağmen bu konuda da bir planlama olup
    olmadığı ya da programların ne zaman düzenleneceği hususunda
    herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

    2024 Yılı Cumhurbaşkanlığı Yıllık Programında ise yurt dışında
    yaşayan ve mühendislik alanında eğitim alan gençlerin TEKNOFEST
    programına dâhil edilmeleri, yurt dışında yaşayan Türklerin kültür-
    sanat kapasitesinin gelişmesi, ayrımcılık ve hak ihlali konularının ele
    alındığı eğitim ve bilgilendirme toplantılarının yapılması, Yurt Dışı
    Vatandaşlar Burs Programı gibi projelerle yurt dışındaki
    vatandaşlarımıza burs, çeşitli eğitim programları, gençlik okulları, staj
    programlarıyla destek sağlanması hedefleri yer almaktadır.
    Hem 2018 seçim beyannamesinden hem de 11. Kalkınma Planı’nda da
    yer alan hedeflerden biliyoruz ki somut bir plan olmadan, planlama için
    yeterli ön çalışma gerçekleştirilmeden anlamlı bir sonuç alınması
    mümkün değildir.
    Üst politika belgelerinde yer verilen hedeflerle sorumlulukları artan
    YTB 2024-2028 Stratejik Raporu’nda “Başkanlığa verilen görev ve
    sorumlulukların, amaç ve hedeflerle bağı güçlendirilmelidir” ifadesiyle
    aslında tam da bahsettiğimiz belirsizlik konusunu gözler önüne
    sermektedir.
    Kıymetli vatandaşlar, Yurtdışında beni dinleyen değerli Dostlar,
    Tekrar altını çizmek istiyorum ki iktidar, ilk 6 ayında seçim
    beyannamesinde yurt dışındaki vatandaşlarımıza yönelik vaatlerinin
    hiçbirini yerine getirmedi.
    Bugün üzerinden 1 yıl geçti. Yine görüyoruz ki, vaatlerin çok büyük bir
    kısmı hakkında herhangi bir adım atılmadığı gibi atılan adımlarda da –
    mış gibi yapma alışkanlığı devam ediyor.
    Hükümet maalesef yurt dışındaki insan kaynaklarını yeterince ortak
    değer ve zenginlik olarak göremedi. Bunu inşa edecek pozitif bir
    ajandaya sahip kuşatıcı bir diaspora politikasını oluşturamadı.
    Şimdiye kadar tek yaptığı ucuz popülizm ile ortalığı karıştırmak ve Batı
    Avrupa’da Türk imajını hiç olmadığı kadar bozmak.

    Tek aklına gelen aktivite de aşırı sağ bir siyasi hareket ile özdeşleşmiş
    bozkurt işaretini milletimizin ortak işaretiymiş gibi yurt dışına ihraç
    ederek içerde tam da bu anlayışla büyüttüğü sorunları Yurtdışı
    Türklerin de sırtına yüklemek.
    Çünkü hep söylediğim gibi başarılı bir diaspora politikasının temel şartı
    kendi toplumsal sorunlarını çözmüş işleyen bir demokrasi, hukuk
    devleti, refah seviyesini artıran güçlü bir ekonomi ve bunların üzerine
    bina edilen saygın bir dış politikadır. Bunlar olmazsa yurt dışında
    yaşayan vatandaşlarınıza fayda sağlamak bir yana onlara yük
    olursunuz.
    Yurt dışındaki vatandaşlarımız seçimden seçime hatırlanıp
    uygulanmayacağı baştan belli vaatlerle adeta kandırıldıkça, yani niyet
    hiçbir zaman sorun çözmek olmadıkça gelişme beklemek imkânsız.
    İktidarın 4 yıl sonra, seçim döneminde ortaya çıkıp gerçekleştirmediği
    tüm vaatleri yeni seçim beyannamesine alması ve sonraki seçimlere
    kadar vatandaşlarımızı tekrar unutması kuvvetle muhtemel.
    Yani seçim beyannamesinde vaatlerini “yurt dışındaki vatandaşları
    sahiplenme” başlığında sıralayan iktidar, yine yurt dışındaki
    vatandaşlarımızı kullanışlı malzeme olarak görmeye devam edecek.
    Sayın Cumhurbaşkanı’nın ‘Güçlü Türkiye, Güçlü Diaspora’ şiarı
    demokrasi ve hukuk devleti ile ilgili sloganların akıbeti neyse o olacak.
    Değerli Vatandaşlarımız,
    Günlük siyasi çekişmelerden uzak, yurt dışında yaşayan insanlarımızın
    kazanımlarını muhafaza eden, onları çekiştiren değil, yaşadıkları
    ülkelerle Türkiye arasındaki ilişkilerin en temel köprüsü olarak gören
    ve geliştiren, insanlarımızı günlük siyasete alet etmeyen bir diaspora
    politikamızın olması gerektiğine inanıyoruz.
    Bu tabi ancak yurtdışı vatandaşlarımızın da güçlü sivil talebi ile
    mümkün olacaktır. Aksi takdirde iktidarın araçsallaştıran gündeminin
    rehinesi olmaya devam edecekler.

    Bu sebeple 19 Nisan 2023’te yayımladığımız Yurt Dışı Vatandaşlar
    Eylem Planımızı yapısal dönüşümü önceleyerek yoğun bir çalışma ile
    hazırlamış ve kapsamlı diaspora politikasının nasıl olması gerektiğini
    ortaya koymuştuk.
    Yapılması gerekenler belli.
    Ön şart: ülkemizin tekrar demokrasi ve hukuk devletine dönmesi.
    Sonrasında bu alanla ilgili iktidar eğer nasıl yapacağını bilemiyorsa yurt
    dışı vatandaşlarımıza yönelik geliştirilecek politikalarda bir rehber
    niteliğinde olan hazırladığımız kapsamlı çalışmadan faydalanabilir.
    Her türlü desteği de veririz.
    Bu çerçevede biz de hükümetin yurt dışı vatandaşlar politikalarını da
    yakından takip etmeye ve karnesini ortaya koymaya devam edeceğiz.
    Söz verilip de yapılanı takdir ederken ertelenen ve yapılmayan tüm
    sözlerin de takipçisi olup kamuoyunu bilgilendireceğiz.
    Bu vesileyle bu günlerde Anavatana ulaşmak için yollara çıkan tüm
    vatandaşlarımıza hayırlı yolculuklar diliyorum. Sağ salim memlekete
    ulaşmalarını, huzur dolu bir izin geçirmelerini diliyorum.
    Bu yıl gelen vatandaşlarımız hukuk devleti, aklı selim demokratik
    yönetim olmayınca ülkemizin maalesef ne hale gelebileceğine bizzat
    tanıklık edecekler. Geldikleri ülkelerde tanık olmadıkları hayat
    pahalılığı, Avrupa’nın birçok ülkesinden daha pahalı gıda ürünleri,
    restoranlar ve tatil beldeleri ve huzursuzluk görecekler.
    Bu sorunları aşmanın yolu belli. Sadece geldikleri ülkelerin büyük
    çoğunluğu nasıl yönetiliyor, ayrımcılığa ve eksikliklere rağmen hukuk
    devleti nasıl işliyor, bizde durum ne; bunların üzerinde durup
    düşünmeleri yeterli olacaktır.
    Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum.

Sığınmacıların Kişisel Verilerinin Sızdırılması Hk. Soru Önergesi – Adalet Bakanlığı

Son günlerde ülkemizde Suriyeli sığınmacılara ve yabancı zannedilen insanlara yönelik pek çok
ırkçı şiddet olayı yaşanmaktadır. Ülke çapında çok sayıda saldırı gerçekleşmiş olup bu saldırılar
toplumun huzurunu da ciddi bir şekilde etkilemiştir.
Yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın dramatik düzeyde arttığı ve şiddete yöneldiği bir dönemde,
sadece İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün elinde bulunan ve yaklaşık 3
milyondan fazla Suriyeli sığınmacıya ait pasaport ve kimlik bilgilerinin hukuka aykırı olarak ele
geçirildiği veya sızdırıldığı ve “ayaklanist” gibi bazı sosyal medya sayfaları ile Telegramda açık
döküm olacak şekilde yayınlandığı anlaşılmıştır. Yayımlanan bu bilgiler ile sığınmacıların hayati
tehlike altında oldukları, saldırıya uğrama ve bunun gibi istenmeyecek pek çok kötülüğe maruz
kalma tehlikeleri bulunmaktadır.
Kişisel Verileri Koruma Kurulu’nun Adalet Bakanlığı’nın ilişkili kurumu olması hasebiyle, ilgili
soruları tarafınıza yöneltmek gerekmiştir.
Bu bağlamda;

  1. Sığınmacıların toplu olarak kimlik bilgileri ve diğer kişisel verileri kimler tarafından ele
    geçirilmiş veya sızdırılmıştır? Bu durumun tespiti için herhangi bir çalışma yapılmış
    mıdır?
  2. Ele geçirildiği iddia edilen bilgiler güncel veriler midir? Hangi bilgiler ele geçirilmiş veya
    sızdırılmıştır?
  3. Sığınmacıların kişisel verilerinin yayınlandığı site sayısı kaçtır? Bu veriler ne zamandan
    beri internet ortamında yayındadır?
  4. Ele geçirilen veya sızdırılan verilerin yaygınlaşmasını engellemek için hangi önlemler
    alınmıştır?
  5. Söz konusu olaya ilişkin kişisel verileri koruma yükümlülüğünü yerine getirmeyen tüm
    sorumlular tespit edilerek, haklarında inceleme başlatılmış mıdır?
  6. Kurul tarafından ele geçirildiği veya sızdırıldığı iddia edilen kişisel verilerin
    engellenmesi konusunda bir çalışma söz konusu mudur?
  7. Geçmişte de vatandaşlarımızın kişisel verilerinin ele geçirildiği veya sızdırıldığı iddiaları
    göz önüne alındığında, kişisel verilerin korunması ve ele geçirilen veya sızdırılan kişisel
    verilerin engellenmesi ile ilgili olarak bugüne kadar kurumunuz tarafından hangi
    çalışmalar yapılmıştır? Kişisel verileri koruma yükümlülüğünü yerine getirmeyen tüm
    sorumlular tespit edilmiş midir ve haklarında hangi işlemler yapılmıştır?

Sığınmacıların Kişisel Verilerinin Sızdırılması Hk. Soru Önergesi – İçişleri Bakanlığı

Son günlerde ülkemizde Suriyeli sığınmacılara ve yabancı zannedilen insanlara yönelik pek çok ırkçı
şiddet olayı yaşanmaktadır. Ülke çapında çok sayıda saldırı gerçekleşmiş olup bu saldırılar toplumun
huzurunu da ciddi bir şekilde etkilemiştir.
Yabancı düşmanlığı ve ırkçılığın dramatik düzeyde arttığı ve şiddete yöneldiği bir dönemde, sadece
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğünün elinde bulunan ve yaklaşık 3 milyondan fazla
Suriyeli sığınmacıya ait pasaport ve kimlik bilgilerinin hukuka aykırı olarak ele geçirildiği veya
sızdırıldığı ve “ayaklanist” gibi bazı sosyal medya sayfaları ile Telegramda açık döküm olacak
şekilde yayınlandığı anlaşılmıştır. Yayımlanan bu bilgiler ile sığınmacıların hayati tehlike altında
oldukları, saldırıya uğrama ve bunun gibi istenmeyecek pek çok kötülüğe maruz kalma tehlikeleri
bulunmaktadır.
Bu bağlamda;

  1. Sığınmacıların toplu olarak kimlik bilgileri ve diğer kişisel verileri kimler tarafından ele
    geçirilmiş veya sızdırılmıştır? Bu durumun tespiti için nasıl bir çalışma yapılmaktadır?
  2. Verileri paylaşan sosyal medya hesabının yöneticisi 14 yaşındaki E.P.’ye yardım eden ve bu
    verilerin ele geçirilmesini veya sızdırılmasını sağlayan kişiler veya kamu görevlileri hakkında
    adli ve idari soruşturma başlatılmış mıdır?
  3. Ele geçirilen veya sızdırılan verilerin yaygınlaşmasını engellemek için hangi önlemler
    alınmıştır?
  4. Ele geçirildiği iddia edilen bilgiler güncel veriler midir? Hangi bilgiler ele geçirilmiş veya
    sızdırılmıştır?
  5. Sığınmacıların kişisel verilerinin yayınlandığı site sayısı kaçtır? Bu veriler ne zamandan beri
    internet ortamında yayındadır?
  6. Söz konusu olaya ilişkin kişisel verileri koruma yükümlülüğünü yerine getirmeyen tüm
    sorumlular tespit edilerek, haklarında inceleme başlatılmış mıdır? Bugüne kadar kaç memur
    hakkında disiplin soruşturması yapılmıştır?
  7. Bakanlığınız tarafından verilerin sızdırılmasını sağlayan kamu görevlileri hakkında suç
    duyurusunda bulunulmuş mudur?
  8. Geçmişte de vatandaşlarımızın kişisel verilerinin ele geçirildiği veya sızdırıldığı iddiaları göz
    önüne alındığında, kişisel verilerin korunması ve ele geçirilen veya sızdırılan kişisel verilerin
    engellenmesi ile ilgili olarak bugüne kadar Bakanlığınız tarafından hangi çalışmalar
    yapılmıştır? Kişisel verileri koruma yükümlülüğünü yerine getirmeyen tüm sorumlular tespit
    edilmiş midir ve haklarında hangi işlemler yapılmıştır?
  9. Kişisel verileri açık olarak kamuoyunda paylaşılan sığınmacıların maruz kaldıkları
    tehlikelere karşı korunması için bir çalışma başlatılmış mıdır?
  10. Ülkemizde dramatik bir biçimde artan yabancı düşmanlığı ve ırkçılıkla mücadele
    programınız var mıdır? Bu konuda şimdiye kadar neler yapılmıştır?

Ahmet Handan El Naif’in Öldürülmesi Hk. Soru Önergesi – İçişleri Bakanlığı

30.06.2024 tarihinde Kayseri ilinden başlayarak ülkemiz genelinde sığınmacılara yönelik pek çok ırkçı saldırı girişimi yaşanmış, evleri ve işyerlerine saldırılar düzenlenmiştir. Bu olaylardan bir tanesi de 02.07.2024 tarihinde Antalya ili Serik ilçesinde meydana gelmiştir.

Sosyal medyaya ve haberlere yansıdığı kadarıyla Antalya’nın Serik ilçesinde on yedi yaşındaki Ahmet Handan El Naif isimli Suriyeli işçi genç, evine yapılan baskından kaçarken önünü kesen bir motosikletten inen üç kişi tarafından bıçaklanarak öldürülmüştür.

Bu bağlamda;

  1. Yabancı düşmanlığı ve nefret saikiyle işlendiği iddia edilen cinayete ilişkin kamuoyunu bilgilendirmek amacıyla Antalya Valiliği veya Serik Kaymakamlığı tarafından neden bir açıklama yapılmamıştır?
  2. Cinayeti işleyen tüm failler tespit edilmiş midir?
  3. Bahse konu olay dışında ülkemizde Haziran ve Temmuz aylarında genelde yabancı ülke vatandaşlarına ve özelde sığınmacılara yönelik hangi il ve ilçelerde şiddet olayları yaşanmıştır? Bu olaylarda kaç yabancı ülke vatandaşı ve sığınmacı hayatını kaybetmiş veya yaralanmıştır? Bu olaylar sonucunda mağdurların maddi zararı ne kadardır? Bu olaylar sonucunda kaç kişi hakkında adli işlem yapılmıştır?
  4. Benzer biçimde organize şiddet olaylarının yaşanmaması için Bakanlığınız tarafından hangi önlemler alınmaktadır?
  5. Artan yabancı düşmanlığı, ırkçılık ve nefret suçları ile mücadele amacıyla Bakanlığınız tarafından alınan önleyici önlemler nelerdir? Bu konuda bir eylem planınız var mıdır?
  6. İnsan Hakları Eylem Planı kapsamındaki “Yabancı düşmanlığı, göçmen karşıtlığı ve ırkçılık gibi ayrımcılık ve nefret söylemi/suçu teşkil eden ulusal düzeydeki gelişmeleri takip etme ve periyodik raporlar hazırlama” yükümlülüğünüz doğrultusunda hangi eylemler yapılmıştır? Bu kapsamda kaç adet rapor hazırlanmıştır?
  7. İnsan Hakları Eylem Planı kapsamındaki “Ayrımcılık ve nefret suçları ile kabahatlere ilişkin veri tabanı oluşturulması ve istatistiklerin sağlıklı bir şekilde toplanmasını sağlama ve bu amaçla kolluk personeline eğitim verme.” yükümlülüğünüz doğrultusunda ayrımcılık ve nefret suçlarına yönelik veri tabanı oluşturulmuş mudur? Şayet oluşturulmuşsa son 3 yıl içinde nefret suçu istatistikleri nedir, bu suçlar kapsamında kaç kişi hakkında işlem yapılmıştır? Bu yükümlülük kapsamında kaç kolluk personeline eğitim verilmiştir?

Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlarımıza Verilen Vaatler Hk. Soru Önergesi – Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı

14 Mayıs 2023 Genel Seçimleri kapsamında AK Parti, “Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar
Seçim Beyannamesi 2023” başlıklı bir seçim beyannamesi yayımlayarak, yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımızın yaşamlarını kolaylaştırmak adına birtakım taahhütlerde bulunmuştur. Söz
konusu beyannamede yer alan vaatlerden bir tanesi de yurt dışı borçlanması yoluyla emekli
olanlara yurt dışında tam zamanlı çalışma hakkı tanınacağı şeklindedir.
Verilen vaadin akıbetine yönelik 14.06.2023 tarihinde vermiş olduğum 7/264 Esas Numaralı
soru önergesi 10.10.2023 tarihinde tarafınızca yanıtlanmış, bahsi geçen yanıtta “Yurt dışında
yaşayan ve yurt dışı borçlanma ile emekli olan kişilere yurt dışında tam zamanlı çalışma hakkı
tanınmasına ilişkin Bakanlığımız tarafından yürütülen çalışmalar devam etmektedir.”
ifadelerine yer verilmiştir. Nihai durumda soru önergesi, Anayasa’nın 98. maddesine aykırı bir
şekilde 15 günlük cevap süresi içerisinde yanıtlanmamış, verilen cevapta ise çalışmaların
mevcut durumuna ilişkin ayrıntılı bir bilgiye yer verilmemiştir.
Verilen yetersiz cevaba istinaden 13.11.2023 tarihinde vermiş olduğum 7/6241 esas numaralı
soru önergesine ise üzerinden yaklaşık 8 ay geçmesine rağmen halen cevap verilmemiştir.


Bu bağlamda,

  1. Hükümetin kurulmasının üzerinden geçen 1 yıllık süre zarfında yurt dışında yaşayan ve
    borçlanma yolu ile emekli olan vatandaşlarımıza yurt dışında tam zamanlı çalışma hakkı
    tanınması ile ilgili olarak vaat edilen düzenleme kapsamında Bakanlığınız tarafından
    hangi çalışmalar yürütülmüştür?
  2. 10 Ekim 2023 tarihinde soru önergeme verilen tek cümlelik cevapta belirtildiği üzere
    “konu hakkında yürütülmeye devam edilen çalışmaların” mevcut durumu nedir? Bu
    çalışmaların ayrıntıları nelerdir?
  3. Eğer verilen vaat yerine getirilmeyecekse neden yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza
    seçim beyannamesinde bu hususta bir söz verilmiştir?
  4. Anayasamız soru önergelerine 15 gün içinde cevap verilmesini öngörmektedir. Bu
    kadar açık bir konuda 13.11.2023 tarihli 7/6241 esas numaralı soru önergeme üzerinden
    yaklaşık 7 ay geçmesine rağmen halen cevap vermemiş olmayı anayasal sorumluluk ile
    nasıl bağdaştırıyorsunuz