Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlarımıza Verilen Vaatler Hk. Soru Önergesi – Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı

14 Mayıs 2023 Genel Seçimleri kapsamında AK Parti, “Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar
Seçim Beyannamesi 2023” başlıklı bir seçim beyannamesi yayımlayarak, yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımızın yaşamlarını kolaylaştırmak adına birtakım taahhütlerde bulunmuştur. Söz
konusu beyannamede yer alan vaatlerden bir tanesi de aile ataşeliklerinin sayısının artırılmasına
ilişkindir.
Ayrıca, 23 Mayıs 2024’te ‘Uluslararası İki Dillilere Türkçe Öğretimi Çalıştayı’nda yaptığınız
konuşmada Bakanlığınız tarafından halihazırda 6 ülkede, 14 yurt dışı temsilciliğinde rehberlik
hizmeti sağlandığı; önümüzdeki dönemde Aile ve Sosyal Hizmetler Ataşeliklerinin sayılarını
artırmak için çalışmaların sürdürüldüğü ve öncelikli olarak Belçika ve Fransa’da Aile ve Sosyal
Hizmetler Ataşeliği açılmasının hedeflendiği tarafınızca ifade edilmiştir.


Bu bağlamda,

  1. Konuşmanızda bahsi geçen, 6 ülkede bulunduğunu ifade ettiğiniz rehberlik hizmeti
    sağlayan 14 yurt dışı temsilciliği hangi ülkelerde ve şehirlerde hizmet vermektedir? 14
    temsilciliğin her birisinde kaç kadro ile hizmet verilmektedir?
  2. Seçim beyannamesinde vaat edilen aile ataşeliklerinin sayısının artırılması konusunda
    yürütüldüğünü ifade ettiğiniz çalışmaların mevcut durumu nedir? İlgili çalışmalar için
    bir takvim belirlenmiş midir?
  3. Kadro verilen ancak ataması yapılmayan müşavirlik/ataşelik bulunmakta mıdır? Eğer
    bulunuyorsa bunların toplam sayıları kaçtır? Münhal müşavirlik/ataşelikler hangileridir
    ve neden atamaları yapılmamıştır?

Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlarımıza Verilen Vaatler Hk. Soru Önergesi – Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı

14 Mayıs 2023 Genel Seçimleri kapsamında AK Parti, “Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar
Seçim Beyannamesi 2023” başlıklı bir seçim beyannamesi yayımlayarak, yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımızın yaşamlarını kolaylaştırmak adına birtakım taahhütlerde bulunmuştur. Söz
konusu beyannamede yer alan vaatlerden bir tanesi de “Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza
yönelik başta İstanbul, Ankara, Bursa, İzmir olmak üzere farklı illerimizde yeni TOKİ projeleri
başlatacağız” şeklindedir.


TOKİ tarafından yurtdışında süresiz oturum iznine sahip olan ve daimî olarak ikamet eden Türk
vatandaşlarına veya mavi kart sahiplerine yönelik olarak İstanbul Sancaktepe’de 2+1 ve 3+1
nitelikte yapılan 420 konutluk proje için 31 Mayıs 2022 tarihinde kura ile hak sahiplerinin
belirlendiği kamuoyunun malumudur.


Yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza yönelik olarak gerçekleştirilen bu tür projelerin farklı
illeri de kapsayacak şekilde genişletilerek 2023 seçim beyannamesinde yer verildiği
görülmektedir.


Bu bağlamda,

  1. Bahsi geçen vaat hakkında Bakanlığınız tarafından hangi çalışmalar yürütülmektedir?
    Bu çalışmaların ayrıntıları nelerdir?
  2. İlgili çalışmalar için bir takvim belirlenmiş midir? Takvimin ayrıntıları nedir?

Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlarımıza Verilen Vaatler Hk. Soru Önergesi – Dışişleri Bakanlığı

14 Mayıs 2023 Genel Seçimleri kapsamında AK Parti, “Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar Seçim
Beyannamesi 2023” başlıklı bir seçim beyannamesi yayımlayarak, yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımızın yaşamlarını kolaylaştırmak adına birtakım taahhütlerde bulunmuştur.


Söz konusu beyannamede yer alan vaatlerden biri “Türk vatandaşlarının uluslararası kuruluşlarda
daha fazla varlık göstermesi ve daha etkin konumlara gelebilmeleri için Dışişleri Bakanlığı
bünyesinde üniversitelerimizi de içine alacak şekilde ortak bir program hayata geçireceğiz.”
şeklindedir.

Öte yandan, beyannamede yer alan ve Dışişleri Bakanlığı’nın yetki alanına giren bir diğer vaat ise
“Dijital Diplomasi girişimimizle çağı yakalayacak, konsolosluk hizmetlerinden kamu diplomasisine
ve dış politika analizine kadar her alanda yeni teknolojilerden daha fazla istifade edeceğiz. Bu
kapsamda, konsolosluk hizmetlerinin sayısını, hızını ve kalitesini arttırıp diğer devlet
kurumlarımızla entegrasyonunu güçlendireceğiz.” şeklindedir.


Diğer taraftan, ihtiyaca göre dış temsilciliklerin sayısının artırılması, gezici konsolosluk
hizmetlerinin yaygınlaştırılması, konsolosluk işlemleri için çevrimiçi ön başvuru imkânı getirilmesi
ve öğretmen ve din görevlisi açığının giderilmesi amacıyla bu unvanlara yerinden istihdam
sağlanmasına yönelik vaatler de seçim beyannamesinde yer almaktadır.

Bu bağlamda,

  1. Türk vatandaşlarının uluslararası kuruluşlarda daha fazla varlık göstermesi ve daha
    etkin konumlara gelebilmeleri için Dışişleri Bakanlığı bünyesinde üniversitelerimizi de
    içine alacak şekilde ortak bir program hayata geçirilmesi vaadi hakkında Bakanlığınız
    tarafından yapılan çalışma ve hazırlıklar nelerdir?
  2. Konsolosluk hizmetlerinin sayısını, hızını ve kalitesini arttırma vaadine ilişkin olarak
    Bakanlığınız tarafından hangi çalışmalar yürütülmektedir? Bu çalışmaların ayrıntıları
    nelerdir? İlgili çalışmalar için bir takvim belirlenmiş midir?
  3. Son bir yıl içerisinde gezici konsolosluk hizmetinin sayısı artırılmış mıdır? Bu artış ne
    düzeyde gerçekleşmiştir?
  4. Konsolosluk işlemleri için çevrimiçi ön başvuru/başvuru imkânı sunulması vaadine
    ilişkin olarak Bakanlığınız tarafından hangi çalışmalar yürütülmektedir? Bu vaadin ne
    zaman hayata geçmesi planlanmaktadır? Gerekli teknik altyapı hususunda herhangi bir
    çalışma yapılmış mıdır?
  5. Türkiye’den gönderilen öğretmen ve din görevlisi açığının giderilmesi amacıyla
    yerinden öğretmen ve din görevlisi istihdam edilmesine yönelik olarak Bakanlığınız
    tarafından yapılan çalışma ve hazırlıklar nelerdir? Bu şekilde kaç öğretmen ve din
    görevlisi atanmıştır?
  6. Bakanlıklararası Ortak Kültür Komisyonu Kararı (BAOKK) kapsamında yurt dışında
    istihdam edilmek üzere din görevlisi, öğretmen, öğretim görevlisi, öğretim üyesi ve
    okutman unvanlarında 3500, ayrıca Diyanet İşleri Başkanlığınca yurt dışında sözleşmeli
    din görevlisi istihdamı için de 600 kadro tahsis edilmiş olup ülke ve konsolosluk
    bölgelerine göre bu kadroların dağılımı ile durumu (boş/dolu) nedir?

Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlarımıza Verilen Vaatler Hk. Soru Önergesi – Ticaret Bakanlığına

14 Mayıs 2023 Genel Seçimleri kapsamında AK Parti, “Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar Seçim
Beyannamesi 2023” başlıklı bir seçim beyannamesi yayımlayarak, yurt dışında yaşayan
vatandaşlarımızın yaşamlarını kolaylaştırmak adına birtakım taahhütlerde bulunmuştur. Söz konusu
beyannamede yer alan ve Sayın Cumhurbaşkanımızın da bizzat dile getirdiği vaatlerden bir tanesi
“Geçici ithalat kapsamında Türkiye’ye getirilen araçların 730 günlük kalma süresini
tamamladıktan sonra tekrar Türkiye’ye getirebilmesi için yurt dışında en az 185 gün kalma şartının
30 güne düşürüleceği” şeklindedir.


Verilen vaadin neden gerçekleştirilmediğine ve çalışmaların durumuna ilişkin olarak verdiğim
14.06.2023 tarihli 7/299 esas numaralı ve 13.11.2023 tarihli 7/6296 esas numaralı iki adet soru
önergesine süresi geçtikten sonra, 27.03.2024 tarihinde tarafınızca verilen cevapta konuya ilişkin
değişikliklerin 28.12.2023 tarihli ve 32413 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan 4458 Sayılı Gümrük
Kanunun Bazı Maddelerinin Uygulanması Hakkında 2009/15481 Sayılı Kararda Değişiklik
Yapılmasına Dair 7999 Sayılı Karar ve 31.12.2023 tarihli 32416 sayılı Resmi Gazete’de yayımlanan
Geçici İthal Edilen Kara Taşıtlarına İlişkin Gümrük Genel Tebliği’nde (Seri No:1) Değişiklik
Yapılmasına Dair Tebliğ (Seri No:8) ile gerçekleştirildiği belirtilmiştir. Söz konusu cevapta ayrıca,
bahsi geçen değişiklikler ile Türkiye Gümrük Bölgesi dışında yerleşik yurt dışından emekli
vatandaşlarımız ve ülkemizde oturum izni almış emekli yabancıların taşıtlarına verilen sürelerin
tamamlanmasından önceki 3 ay içinde taşıt sahibince yapılacak başvuru ile yurt dışına çıkış
yapılmasına gerek olmaksızın bu sürelerin yeniden verileceği belirtilmiştir. Bu haktan yararlanarak
taşıtlarını aralıksız 4 yıl Türkiye’de bulunduran yurt dışından emekli vatandaşların taşıtlarıyla
birlikte en az 185 gün yurt dışında bulunmaları halinde ise yeniden 4 yıllık süreyle taşıt
getirebilecekleri ifade edilmektedir.


Oysa yukarıda bahsedildiği üzere 2023 seçim beyannamesinde verilen vaat “Geçici ithalat
kapsamında Türkiye’ye getirilen araçların 730 günlük kalma süresini tamamladıktan sonra tekrar
Türkiye’ye getirebilmesi için, yurt dışında en az 185 gün kalma şartını 30 güne düşüreceğiz.”
şeklindedir. Dolayısıyla araçların Türkiye’de kalış sürelerinin uzatılması hakkında değişiklik
yapılmış olsa da bu değişiklik sadece emeklileri kapsamakta olup geçici ithalat kapsamında araç
getirebilecek diğer vatandaşlarımız için yurt dışında kalma şartının 30 güne düşürülmesi vaadinin
yerine getirilmediği aşikardır.


Konu ile ilgili olarak geçmişte verdiğim soru önergelerinde de verilen vaadin durumu ve
çalışmaların ayrıntısı sorulmasına rağmen Bakanlığınızca verilen yanıtta, vaatteki şekliyle geçici
ithalat kapsamındaki araçların yurt dışında kalma şartının 30 güne düşürülmesi hakkındaki
çalışmalara ilişkin herhangi bir cevap yer almamaktadır.

Bu bağlamda,

  1. Cumhurbaşkanı’nın yurt dışında yerleşik olan vatandaşlarımıza seçim döneminde verdiği
    geçici ithalat kapsamındaki araçların yurt dışında kalma şartının 30 güne düşürülmesi vaadi
    neden yerine getirilmemiştir?
  2. Bahsi geçen vaat ne zaman yerine getirilecektir? Vaadin gerçekleştirilebilmesi için
    Bakanlığınız tarafından herhangi bir çalışma yürütülmekte midir?
  3. İlgili çalışmalar varsa bunun için belirlenmiş takvim kamuoyuyla paylaşılacak mıdır?
  4. Eğer verilen vaat yerine getirilmeyecekse neden yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza
    seçim beyannamesinde bu hususta bir söz verilmiştir?
  5. Anayasamız soru önergelerine 15 gün içinde cevap verilmesini öngörmektedir. Bu kadar
    açık bir konuda 14.06.2023 ve 13.11.2023 tarihli iki soru önergeme üzerinden 6 ay geçtikten
    sonra cevap vermeyi anayasal sorumluluk ile nasıl bağdaştırıyorsunuz?

Sinan Ateş Yargılaması Hk. Basın Açıklaması

MUSTAFA YENEROĞLU SİNAN ATEŞ SUİKASTININ İLK DURUŞMASI HK. KONUŞTU:

‘Bu Dava, Siyasi Bir Suikastın Üstünün Örtülmesi Davasıdır’

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, bugün başlayacak olan Sinan Ateş’e yönelik suikast dosyasının ilk duruşması hakkında basın açıklaması yaptı. Dosya hakkında ilk günden itibaren siyasi baskıların devam ettiğine dikkat çeken Yeneroğlu, “Bu davanın üzerinin kapatılmasına izin vermek aynı zamanda adaletin katliamıdır. Elbette buna izin vermeyecek, süreci sonuna kadar takip edeceğiz. Bir gün gerçek bir hukuk devleti olduğumuzda bu aşağılık cinayetin tüm yönleriyle aydınlatılacağına inancımız tamdır. Bu cinayeti azmettirenler, iktidar ortakları içinde ve yargı mekanizmasında üstünün kapatılmasına destek olanlar hep utanç içinde yaşayacak, tarih önünde hesap veremeyeceklerdir.”

Yargılamanın gerçeklerden kopuk bir iddianame gölgesinde bir orta oyunundan fazlası olamayacağını belirten Yeneroğlu “İşlenen cinayetin arkasında yer alan gerçek sebepler ortaya çıkarılmalı, bu cinayeti azmettiren failler tespit edilip yargılanmalı ve hukuk devleti iddiasının gereği olarak cezalandırılmalıdır.” dedi.

Yeneroğlu’nun açıklaması şöyle:

‘Adalete hizmet etmeyecek bu dava, gerçeğin üstünü kapatmayı amaçlamaktadır’

“Pek çok delile rağmen savcılık tarafından cinayetin arkasındaki örgütlü organizasyon ve siyasi motivasyon yok sayılarak delillerin birçoğu değerlendirilmeden, ısmarlama bir şekilde, sıradan bir cinayetin dosyasıymış gibi iddianame düzenlenmiştir. Bu siyasi cinayetin sebebinin bile yer bulmadığı, siyasi kimlik ve bağlantıların yok sayıldığı iddianamenin onca eksiğine rağmen ilgili Ağır Ceza Mahkemesince kabul edilmiş ve yargılama tüm bu şaibeler altında başlamıştır.”

‘Soruşturma sürecinde deliller karartılmaya çalışılmış ve görevli savcılar değiştirilmiştir’

İşlenen cinayetin siyasi bağlantılarının ortaya çıkarılmaması için özel bir önem gösterildiğine değinen Yeneroğlu, “Olaya ilişkin delillerin toplandığı esnada iktidar ortağının üst düzey yöneticilerine dokunan kısımların törpülenmesi için her türlü müdahalede bulunulmuştur. İktidar ortağına dokunacak iş ve işlemleri yapan görevli savcılar değiştirilmiş ve soruşturma bu şekliyle yönlendirilmiştir. Haklarında “yurt dışına çıkış yasağı” bulunan ve aralarında Ahmet Yiğit Yıldırım’ın da olduğu 17 kişinin dosyası ayrılmış, diğer 22 kişi hakkında ise iddianamenin yazılması bir buçuk yıldan fazla sürmüş ve iktidarın zarar görmemesi için yerel seçimlerden sonraya bırakılmıştır.” dedi.

‘Deliller eksik yorumlanmış, iddianame olayı ört bas etmek üzere düzenlenmiştir’

“İddianame, cinayeti aydınlatmaktan ziyade üstünü örtmek için yazılmıştır. Dosya içerisindeki deliller tamamıyla araştırılmamış, bilerek ve istenerek bu kısımlar üzerine gidilmemiştir. Örneğin suçta kullanılan aracın kime ait olduğu ve bu kişinin olaydaki sorumluluğu ve bağlantıları üzerine gidilmemiştir.”

‘İddianamede cinayetin sebebinden bile bahsedilmemiştir’

“Dosya kapsamında hazırlanan iddianamede işlenen cinayetin sebebi bile araştırılmamıştır. Suçu işleyen failin beyanına göre neredeyse keyfi işlenmiş bir suç izlenimi verilmiştir. Oysaki bu cinayetin sebebi araştırılsa siyasi bağlantılarla birlikte cinayetin gerçek nedeni ortaya konulabilecekken, bu iddianame ile cinayetin gerçek saiklerinin üstü örtülmüştür.”

‘Suikastın faillerinin tespiti ve kaçırılması önceden planlanmıştır’

“Sinan Ateş cinayeti belli bir plan dâhilinde ve zaman içerisinde tasarlanarak işlenmiş bir siyasi cinayettir. Bu cinayeti işleyen failler de bu plan dâhilinde tespit edilmiş ve suç işlendikten sonra da aynı şekilde kaçırılmış ve korunmuştur. Tüm bu olayların içerisinde siyasi bağlantılar söz konusudur ancak iddianame bu siyasi bağlantıları araştırmamıştır.”

‘Suikast ciddi bir organizasyon içerisinde işlenmesine rağmen bu organizasyon kasten görmezden gelinmiştir’

“Cinayet günlerce yapılan fiziki takipler, telefon görüşmeleri ve otopsi raporunun ortaya çıkardığı şekilde asla şansa bırakılmayacak tarzda planlanmıştır. Sinan Ateş’in eşi Ayşe Ateş’in ifadesi ve diğer tanık ifadeleri ile bilirkişi raporları, telefon yazışmaları ve bazı siyasi kimliklerin azmettiriciler ve tetikçiler ile arasındaki irtibatlar göz önüne alındığında cinayetin organize bir şekilde işlendiği açıkça anlaşılmaktadır. Tüm şüpheliler açısından ortada ciddi bir suç örgütü olmasına rağmen işlenen suikast, suç örgütü dışında iştirak halinde işlenmiş bir suç gibi gösterilmiş ve on yedi sanığın dosyası ayrılarak basit bir cinayet dosyası gibi birtakım şüpheliler hakkında göstermelik bir yargılamaya başlanmıştır.”

‘Suikastın arkasındaki saikler ve kişiler ile cinayetin gerçek sebebi ve sorumluları ortaya konulmalıdır’

“Ne yazık ki gelinen aşamada yargının siyasi regülasyonun nesnesi haline getirilmiş olması, Sinan Ateş dosyasında kendisini apaçık göstermektedir. En başından beri olayları örtbas etmeye yönelik güçlü bir siyasi baskı yargılamanın her aşamasında kendini göstermiştir. Hukukun üstünlüğü yerine mafyaların, çetelerin üstünlüğünü tanıyan bir yargı sistemi ile karşı karşıyayız. Bu nedenle kovuşturma aşamasında da siyasi baskının devam edeceği aşikardır.”

Ayhan Bora Kaplan Soruşturması Kapsamında Hazırlanan MASAK Raporu Hk. Soru Önergesi – Hazine ve Maliye Bakanlığına

Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu’nun sorumluluğu altında olan Halkbank’ın, Ankara’da görülen suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan davası kapsamında 18 Aralık 2023 tarihli Mali Suçları Araştırma Kurulu’ndan (MASAK) alınan bilirkişi raporunda şüpheli işlemlerinin olduğu tespit edilmiştir.

MASAK raporunda, Ayhan Bora Kaplan ile suç örgütünün mal varlığı ve hesap hareketlerinin yanında örgütün kara para aklamak için kullandığı 50 şirket ve bu şirketlerin faaliyetleri detaylı bir şekilde incelenmiştir. Raporda ayrıca Ayhan Bora Kaplan ve yakın akrabalarına ait pek çok şirkete Halkbank tarafından 550 milyon TL’nin üzerinde kredi verildiği belirtilmiştir. Bu kredileri alan Ayhan Bora Kaplan ve yakınlarının bankalardan kredi alarak, şirketlerini büyüttüğü ve yasa dışı kazanımlarını akladığına ilişkin iddialar kamuoyuna da yansımış, söz konusu haberlere ise aynı gün içerisinde erişim engeli getirilmiştir.

Öte yandan Halkbank, MASAK raporu öncesi Ayhan Bora Kaplan veya şirketleri üzerinden kredi verildiği iddiasını gündeme getiren gazetecilerin iddialarına yönelik yaptığı açıklamada, teminatsız kredi kullandırmadığını belirtmiştir. Ancak hazırlanan MASAK raporu, bankanın bu açıklamalarını yalanlamaktadır.

Bu bağlamda;

  1. MASAK Raporu kapsamında Ayhan Bora Kaplan suç örgütü kaç şirket üzerinden kara para aklamıştır? Bu şirketler aracılığıyla aklanan toplam para miktarı ne kadardır? Bu paraların kaynakları konusunda herhangi bir tespit yapılmış mıdır? Yapılmış ise ilgili kişiler hakkında suç duyurusunda bulunulmuş mudur?
  2. MASAK, 2020 yılı itibariyle SGK kayıtlarında “garson” olarak kayıtlı olan ve son 4 yılda anormal para hareketleri olan Ayhan Bora Kaplan ve kara para aklayan şirketleri söz konusu soruşturma öncesinde neden denetlememiştir? Bu konuda denetleme görevini yerine getirmeyen sorumlular hakkında Bakanlığınız tarafından bir inceleme başlatılmış mıdır?
  3. Halkbank tarafından suç örgütü lideri Ayhan Bora Kaplan ve yakınlarına ait şirketlere kredi verilmiş midir? Verildiyse toplamda ne kadar kredi kullandırılmıştır? MASAK Raporunda da belirtildiği üzere teminatsız kredi kullandırılmış mıdır?
  4. MASAK Raporu doğrultusunda Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu Halkbank hakkında herhangi bir inceleme başlatmış mıdır? Başlatmış ise hangi sonuçlara ulaşmıştır?
  5. Bu suç örgütü lideri ve yakınlarına ait şirketlere başka bankalardan kredi verilmiş midir? Verilmişse hangi bankalar tarafından verilmiştir? Bu kredilerin meblağları ne kadardır?
  6. Halkbank veya başka bankalar tarafından verilen kredilerde sorumluluğu olanlar hakkında suç duyurusunda bulunulmuş mudur?

Filistin için 1000 Genç Hareketine Yönelik Tutuklamalar Hk. Basın Açıklaması

Mustafa Yeneroğlu: “Filistin için eylem yapmak suç değil, onurdur. Gençler derhal serbest bırakılmalı.”


DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, ‘Filistin için 1000 Genç Hareketi’nden 5 gencin tutukluluk halinin sürdürülmesine tepki gösterdi. Açıklamasında, üniversite öğrencisi gençlerin hukuksuz şekilde tutulduklarını ve derhal serbest bırakılmaları gerektiğini belirten Yeneroğlu, “Filistin için eylem yapmak suç değil, onurdur. Sayın Erdoğan 20’lı yaşlarında olsaydı muhtemelen o da bu eylemlere katılır, o da benzer sloganlar atar ve o da tutuklanırdı. Dünyanın her yerinde Filistin için eylem yapanları alkışlayan iktidar, sıra Türkiye’ye gelince gençlerin hapiste tutulmasına göz yumuyor. Bu utanca derhal son verilmeli!’’ dedi.


Yeneroğlu’nun açıklaması şöyle:

‘Sayın Erdoğan 20’li yaşlarında olsaydı o da tutuklanırdı’

‘‘Filistin için 1000 Genç Hareketi’nden 19 – 24 yaş arasındaki 5 genç, 4 Mayıs’tan beri tutuklu. Gençler 1 Mayıs eylemlerine katıldıkları gerekçe gösterilerek gözaltına alınmış olsa da Filistin’e destek kapsamında düzenledikleri 30 Mart ve 6 Nisan tarihli eylemleri ve eylemler sırasında attıkları “Katil İsrail, İşbirlikçi Erdoğan” sloganlarından dolayı Cumhurbaşkanı’na hakaret suçundan tutuklandılar. Sayın Erdoğan 20’li yaşlarında olsaydı muhtemelen o da bu eylemlere katılır, o da benzer sloganlar atar ve o da tutuklanırdı.


‘Filistin’de yaşanan soykırıma dikkat çekmek için toplantı ve gösteri yapmak anayasal bir haktır’

‘‘Başarılı birer üniversite öğrencisi olan gençler, tutuklu olmaları nedeniyle eğitimlerinden de mahrum bırakılmıştır. Gençler, Filistin’de yaşanan soykırımına dikkat çekmek için anayasal bir hak olan barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenlemiştir.

Gençler hakkında hukuksuz bir şekilde, oluşmayan suçtan işlem yapıldığı gibi bununla birlikte tutuklama gerekçelerinden biri olarak gösterilen ‘Katil Erdoğan’ sloganı da bu eylemler sırasında atılmış değildir. Sorgu sırasında dahi yer verilmeyen slogana tutuklama gerekçesinde yer vermek hukuki olmadığı gibi vicdani de değildir. Zira, atılan sloganlar hakaret olmamakla birlikte sırf tutuklama kararını hukuka uygun göstermek için öne sürülmüştür. Ayrıca gençlerin suçlandığı ‘İşbirlikçi Erdoğan’ ifadesi de hakaret değildir. Bu nedenle verilen tutuklama kararı hukuka aykırıdır.’’


‘Bu gençler, toplumun vicdanı oldu ve iktidarı İsrail’le ticareti kesmeye zorladı’

“Bu pırıl pırıl gençlerin yaptığı eylemler Türkiye’nin yüz akıdır. İktidarın slogan atmaktan öteye gidemediği, herkesin korkudan sustuğu, iktidar destekli bazı STK’lar birkaç cılız eylemi hariç kimsenin sokağa çıkmaya cesaret edemediği bir dönemde Filistin’de yaşanan büyük insanlık dramına, korkunç katliamlara ve Türkiye’nin İsrail’le yürüttüğü ticarete daha fazla sessiz kalamayan gençler seslerini yükselterek toplumun vicdanı oldu ve iktidarın İsrail’le ticarete son vermesine vesile oldular.

Sözde Cumhurbaşkanı’na hakaretten dolayı bu kararı veren yargıçlar, kraldan fazla kralcı kesilmektedir. İktidar bir taraftan Filistin için dünyanın her yerinde yapılan eylemleri alkışlarken, Türkiye’de yapılan eylemleri şiddetle bastırdığı gibi gençleri cezaevinde tutması, büyük bir utançtır.

Türkiye’nin bir demokrasi olduğunu, iktidardan izin almadan da Anayasal bir hak olan gösteri ve yürüyüş hakkını kullanabileceğimizi, mazlumlar kan ağlarken, tarihin gördüğü en vahşi katliamlardan biri gözlerimizin önünde gerçekleşirken her ne olursa olsun susmayacaklarını haykıran ve iktidara vicdanın gereğini haykıran bu gençler derhal serbest bırakılmalı ve bu utanca son verilmelidir.”

Cumartesi Anneleri Direnişinin 1000. Haftası Hk. Basın Açıklaması

YENEROĞLU, CUMARTESİ ANNELERİNİN DİRENİŞİNİN BİNİNCİ HAFTASINDA ADALET ÇAĞRISI YAPTI

Mustafa Yeneroğlu: ‘Cumartesi Anneleri 1000 haftadır adalet diye haykırıyor’

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Cumartesi Anneleri’nin direnişinin 1000. haftasına ilişkin açıklamada bulundu. Yeneroğlu, ‘‘Faili meçhul bırakılan cinayetlerin ısrarla açığa kavuşturulmaması ve bunun karşısında binbir hukuksuz engellemeye rağmen adalet ve hak arayışlarına kayıtsız kalınması bir hukuk devleti için içler acısıdır.’’ dedi.

Yeneroğlu’nun açıklaması şöyle:

‘Cumartesi Anneleri, yılmadan ve yorulmadan adalet talep ediyor’
‘‘Türkiye’nin vicdanında derin izler bırakan bir hikâyeye 1000 haftadır hep birlikte şahitlik ediyoruz. 1995’ten beri Galatasaray Meydanı’nda kayıpları için toplanan Cumartesi Anneleri, 1980 ve 1990’yı yıllarda gözaltında kaybedilen, öldürülen, işkence gören evlatları, babaları, kardeşleri için adalet talep ediyor. Hafıza Merkezi’nin paylaştığı verilere göre 12 Eylül 1980 darbesinden sonra kaybedilen kişi sayısı en az 1352. Faili meçhul bırakılan cinayetlerin ısrarla açığa kavuşturulmaması ve bunun karşısında binbir hukuksuz engellemeye rağmen adalet arayışlarına kayıtsız kalınması bir hukuk devleti için içler acısıdır.’’

‘Cumartesi Anneleri’ne uygulananlar tamamıyla keyfi’
‘‘1000. haftada Galatasaray Meydanı’nda toplanmaları için izin verilse de Cumartesi Anneleri’nin her hafta yaptığı toplanmalar zaten demokratik bir toplumlarda engellenmemesi gereken temel bir haktır. Anayasa Mahkemesi’nin kararlarına rağmen Cumartesi Anneleri’ne uygulanan yasaklar tamamıyla keyfi.’’

‘Sorumlular açığa çıkarılarak cezalandırılmalı’
‘‘Geçmişte yaşanan zorla kaybetme vakalarının tekrarlanmaması için sorumlular açığa çıkarılarak cezalandırılmalıdır. İktidar, cezasızlık politikasından vazgeçmeli, caniler cezaladırılmalı ve toplum olarak hepimiz yaşanılan acılarla yüzleşmeliyiz. Cumartesi Anneleri’nin adalet taleplerine karşılık verilmesi için bu adımlar öncelikli olarak atılmalıdır. ’’

9. Yargı Paketi Kapsamında ‘Etki Ajanlığı Düzenlemesi’ Hk. Basın Toplantısı

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu’nun “9. Yargı
Paketi Kapsamında Yapılmak İstenen ‘Etki Ajanlığı’ Düzenlemesi” Hakkında Basın
Toplantısı

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,
Çok Değerli Basın Mensupları,
Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Bugün sizlere önümüzdeki günlerde Meclise sunulması beklenen 9. Yargı Paketi kapsamında
Türk Ceza Kanunu’na eklenmek istenen “Etki Ajanlığı” düzenlemesi hakkında görüşlerimi
paylaşmak istiyorum.
Türkiye’yi yeni bir otoriterleşme evresine sürükleyecek bu teklife neden tüm muhalefet olarak,
hatta iktidar milletvekilleri dahil hepimizin karşı çıkması ve daha ilerisi İktidarın kanun teklifini
meclise dahi neden getirmemesi gerektiğini izah edeceğim.
Basına yansıyan bilgiye göre iktidar, Türk Ceza Kanunu’na ‘Devlet güvenliği ile ilgili belgeleri
elinde bulundurma’ başlıklı 339. maddesinden sonra 339/A olacak şekilde yeni bir suç tipi
eklemeyi planlanmaktadır.
Madde metni hazır olarak ortalıkta dolaşıyor. Vekillerin hazırlamadığı kesin. Düzenlemeden
Ak Partili vekillerin de haberi yok. Bir yerlerde hazırlatılıp ‘at imza, çıkan savun’ denilen
metinlerden birisi. Tek tip robot millet anlayışını savunan İktidarın öncelikle kendi
milletvekillerini de nasıl robotlaştırdığına dair bir örnek bu uygulama.
Hani sözde yeni sistem var ya, yeni sistemde sadece vekiller kanun teklifi hazırlayıp verecek
lafları var ya, işte nasıl milletle alay ettiklerini milletimiz görsün.


Peki düzenleme ne içeriyor?
Bu düzenlemeye göre, ‘devletin güvenliği’ ile ‘iç ve dış siyasal yararları’ aleyhine yabancı bir
devlet veya organizasyonun stratejik çıkarları ya da talimatları doğrultusunda Türk vatandaşları
ve Türk kurumları ya da Türkiye’de bulunan yabancılar hakkında araştırma yapan veya yaptıran
kişiler hapis cezası ile cezalandırılacak.
Ne sorun var bu metinde, değil mi? Casusluk elbette cezaya tabi olmalı.
Bu tartışmasız, tabi konu bundan ibaret olsa…
Gerekçeyi incelediğimiz zaman kanunda, “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk”
suçlarının zaten düzenlendiği ifade edilmektedir.
Ancak iktidar mevcut düzenlemeyi, ”belge ve bilgi temini veya açıklanması dışında devletin
güvenliği ile iç veya dış siyasal yararları aleyhine olacak şekilde gerçekleştirilen diğer
faaliyetler bakımından herhangi bir yaptırım öngörülmemiştir” diyerek yetersiz olduğunu
belirtiyor.

Yeni getirilecek maddeyle bu boşluk kapatılarak, madde başlığında da ifade edildiği gibi “diğer
faaliyetler” de kapsama alınmış olacakmış.
Neymiş korunmak istenen?
Devletin iç ve dış siyasal yararları…
Bu kanun çıktı diyelim…
Artık;
-Ekonomi kötü denebilir mi? Türk Lirasının değeri yerlerde sürünüyor denebilir mi?
-Adalet arayışı için AİHM’e gitmek, Türkiye’nin itibarı ile oynamak mı kabul edilecek?
-Ülke kötü yönetiliyor dendiğinde etki ajanlığı mı yapılmış olacak?
-İsrail ile ticareti eleştirmek, iktidarı eleştirmek mi yoksa Türkiye’yi kötülemek mi olacak?
-Falanca toplum kesimine ayrımcılık yapıldığını söylemek örtülü casusluk mu sayılacak?
Bu soruları bugün değerli Ahmet Taşgetiren Karar Gazetesindeki köşesinde sormuş…
Ne kadar haklı sorular…
Devletin iç ve dış siyasal yararları kavramı kim tarafından ve hangi objektif kriterlere göre
belirlenecek?
Ve kim hangi bakış açısıyla farklı düşeni yargılayacak?
İnanın bu iktidarın akıl yürütmesine akıl erdirmek imkansız. Yaptıklarının üç gün sonrasını
görmekten acizler.
Sadece bir boyutuna değineyim. Kanun Yurtdışı Türkler… Maarif, Yunus Emre, Seta… **
Öncelikle belirtmek isterim ki, gerçekten bir hukuk devleti olsak, bu düzenlemeyi teknik
düzeyde ele alıp eksikliklerin giderilmesine odaklanabilirdik.
Ancak iktidar, hukuk devleti iddiasından o kadar uzaklaştı ki, bu düzenleme ile neler
yapabileceğini – dezenformasyon kanununda olduğu gibi- az çok tahmin etmemek mümkün
değil.
Üstelik biz Türkiye olarak, bağımsız bir yargıya da sahip değiliz. İktidar istediği kararları
yargıdan çıkartabiliyor. Yargı da zaten ne Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ne de Anayasa
Mahkemesi içtihatlarını dikkate alıyor.
Değerli Arkadaşlar,
Peki böyle bir düzenleme, iktidarın aklına nereden geldi? Çok da uzağa gitmemize gerek yok,
dikta rejimi olan Rusya’dan tabii ki.

Rusya Federasyonu’nda geçtiğimiz yıllarda yürürlüğe giren ve Rusya vatandaşlarının da
kapsama alındığı “yabancı ajan düzenlemesi” ile iktidarın “etki ajanlığı” düzenlemesi temel
mantık olarak hemen hemen aynıdır.
Rusya Federasyonu, dikta rejimine muhalif fikirleri yayan kişi ve kuruluşlara karşı adeta savaş
açmış durumdadır. Kanun, yurt dışından fon alan ve siyasi faaliyetlerde bulunan sivil toplumun
Adalet Bakanlığı’na ‘yabancı ajan’ olarak kaydolmasını gerektirmektedir. Yabancı ajan adı
üzerinde, ‘casusluk’ ve ‘vatana ihanet’ ile benzer anlam taşıyor. Kanuna göre, ‘yabancı ajanlar’
kapsamlı denetimler, baskı ve kontrol rejimine tabiler.
Üstelik kanunun ilk kabul edildiği 2012 yılında, kanun sadece kar amacı gütmeyen sivil
topluma ve medya kuruluşları için geçerliydi. Ancak bugün Rusya’da ‘yabancı ajan’ damgası
yapılan değişikliklerle sosyal medyada hükümeti eleştiren herkese hatta yurt dışından bağış
veya ödeme aldığı iddia edilen kişilere kadar uzandı.
İşte iktidar bu değişiklikle, Rusya’da 2012 yılında atılan o adımı atma hazırlığında.
Yani Putin Rusya’sını örnek almış bizim iktidar.
Rusya’nın yanında Çin, İran ve Gürcistan da benzer yasalarla sivil toplum ve kamuoyu
mücadele ediyor.
Tabii ileri demokrasileri örnek alması beklenemezdi diye düşünebilirsiniz. Ancak bu kanun
meclisten geçirildiği taktirde yapılabilecekleri şöyle göz önüne getirip ürkmemek mümkün
değil.
Öncelikle kanun teklifinde ‘devletin güvenliği’ kavramı, belirsiz bir biçimde genişletilip
‘devletin iç ve dış siyasal yararları’ kavramı ile olabildiğince sınırsızlaştırılıyor ve ‘Devletin
Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk’ kapsamına alınıyor.
Belirttiğim gibi ‘devletin iç ve dış siyasal yararları’nın ne olduğuna kim karar verecek?
Tüm otoriter rejimlerde olduğu gibi elbette iktidarın kendisi.
Yani bağımsız yargı değil. Kaldı ki bağımsız yargı olsaydı bile bu kanun kabul edilemezdi.
Olabildiğince keyfi hareket edebilmek için de hukuk devleti ilkelerinden, ceza kanunu yapım
tekniğinden tamamen uzak, muğlak ifadelerle; ucu açık, herkesi kapsamına alacak kadar
belirsiz ve sınırsız bir suç ihdas ediliyor.
Elbette bu muğlak kavramlar, bilinçli bir tercihin sonucudur.
Kanun teklifini hazırlayanlar bu belirsizliğin basında, sivil toplum camiasında ve toplumda
yaratacağı endişenin farkındadırlar.
Zaten istedikleri şey de tam olarak budur.
Bakın Rusya’daki düzenleme için Venedik Komisyonu diyor ki, ‘yabancı ajan’ olarak
etiketlenen bir kişi ya da kuruluş, damgalanmakta ve itibarları zedelenmektedir. Bu kişiler,
çalışmalarını zorlaştıran bir güvencesizlik, korku ve düşmanlık atmosferiyle karşılaşacaktır. Bu
durum ise devlete yönelik eleştiri yapan herkesin üzerinde caydırıcı bir etki yaratacaktır.

Kıymetli Arkadaşlar,
Peki, gerçek anlamda casusluk faaliyetleri şimdiye kadar suç değil miydi de bugün iktidarın
aklına böyle bir düzenleme geldi?
Tahmin edebileceğiniz gibi Türk Ceza Kanunu’nda casusluk ile ilgili düzenlemeler zaten var.
Casusluk suçunu oluşturan fiiller de madde metninde somut olarak tanımlanmış bulunmakta.
Yeni getirilecek düzenlemede ise suçun unsurları ve kapsamı tamamen soyut ve öngörülemez
şekilde tanımlanmış. Zaten “Diğer faaliyetler” madde başlığı bile sınırsız hedefi ve keyfiliği
gösteriyor.
Böylece iktidara hukuki belirlilik ve masumiyet karinesini göz ardı edebilmesi için bilinçli bir
hukuk boşluk bırakılmakta ve keyfi olarak insanlarını suçlayabileceği yeni bir alan
açılmaktadır.
Peki bu kanun yürürlüğe girerse ne olacak?
Kısaca belirteyim.
İktidarın talepleri doğrultusunda birçok akademik araştırma ve insan hakları raporu rahatlıkla
casusluk faaliyeti olarak değerlendirilebilecektir. Gazeteciler, sivil toplum temsilcileri, insan
hakları aktivistleri ve araştırmacılar kolaylıkla etki ajanı olarak cezaevine gönderilebilecektir.
İktidarın İsrail ile ticaretini kesmesini talep etmek etki ajanlığı olacaktır. Yani temel
haklarından istifade edenler yeni modern diye cezaevine girecektir.
Bu teklifin kabul edilmesi durumunda, ülkede bulunan insan hakları kuruluşları yanında
yabancı gazetecilerin veya vakıfların faaliyetlerini sürdürmesi de imkânsız olacaktır.
Neden?
İktidar diyecek ki, “Bu insan hakları raporu devletin siyasal yararları aleyhine” ve “Şu devletin
veya organizasyonun çıkarlarına hizmet ediyor.”
İstediğiniz insan hakları raporunu bu kapsama alabilirsiniz. İstediğiniz sosyolojik analizi bu
şekilde değerlendirebilirsiniz.
Mesela “şu ekonomik yorum devletin şu yararına zarar veriyor.” Şu cinayetin aydınlığa
kavuşturulması ile ilgili talep devletin siyasal yararları aleyhine denecek ve cezalandırılacak.
Örneğin, uluslararası bir kuruluş olan Dünya Adalet Projesinin 2023 yılı Hukukun Üstünlüğü
Endeksinde 142 ülke içinde Türkiye 117. sırada yer alıyor.
Adalet Bakanlığı da geçmişte endeksteki yerimizi beğenmemiş, Angola’nın altında olmamızı
kendisine yedirememişti. Elbette düşünmek gerekiyor, “Sorun endekste mi yoksa bizde mi?”
diye. Ama işte bu endeks üzerinden araştırma yapan akademisyenler bile devletin ‘iç ve dış
siyasal yararları’nın aksine faaliyet gösterdiği iddia edilerek cezalandırılabilecektir.

İnanın, bu düzenleme ile yapamayacakları kötülük yok. Dezenformasyon Yasasından da çok
daha tehlikeli bir düzenleme.


Değerli Arkadaşlar,
Son olarak dün açıklanan ‘Kamuda Tasarruf Paketi’ hakkında partimizin tespit ve önerilerini
de sizlerle paylaşmak istiyorum. Açıklanan paket bu haliyle çok yetersiz. Sorunlarımızın
çözümü olamayacağı açık.
DEVA Partisi olarak kamuda tasarrufa gidilmesini önemli ancak çok yetersiz buluyoruz.
Açıklanan pakette;

  • Esas kara delik olan Kamu Özel İşbirliği projeleriyle ilgili bir adım yok.
  • İsraf ve yolsuzluğun esas kaynağı olan kamu ihale yasasıyla ilgili adım yok.
  • Siyasi etik yasasına ilişkin bir plan yok.
  • Varlık Fonu gibi paralel Hazine uygulamalarına son vermekle ilgili bir adım yok.
  • Anayasa’ya ve Meclis’in bütçe hakkına aykırı olan Cumhurbaşkanı’na çok yüksek tutarda
    ödenek ekleme yetkisinin iptaline ilişkin bir adım yok
  • Sayıştay denetiminden kaçınma, ihale yasasından muafiyet gibi kötü alışkanlıklara derhal ve
    net biçimde son vermeyle ilgili bir adım yok.
  • Özel hesap, özel ödenek, fon gibi denetimsiz ya da şeffaf olmayan yollarla harcama yapma
    uygulamasına son vermeyle ilgili bir adım yok.
  • Hazine dışındaki kurumların KÖİ kapsamında devlet adına garanti vermesini engellemeye
    ilişkin bir adım yok.
  • Kamu borçlanmasında ve kamu garantilerinde kur, faiz, likidite, re-finansman ve kredi
    risklerinin basiretli biçimde yönetimi için daha bağlayıcı ilke ve kurallara ilişkin bir adım yok.
  • Mali Kural uygulamasını hayata geçirmeye ilişkin bir adım yok.
  • Cumhurbaşkanlığındaki uçak saltanatına son vermeyle ilgili adım yok.
  • Saray, köşk saltanatına son vermeyle ilgili adım yok.
  • Elde edilecek tasarruf tutarına ilişkin bir hesaplama yok.
    Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

9. Yargı Paketi Kapsamında Yapılacak “Etki Ajanlığı” Düzenlemesi Hk. Basın Açıklaması

YENEROĞLU’NDAN ‘ETKİ AJANLIĞI’ DÜZENLEMESİNE TEPKİ:

“Etki ajanlığı düzenlemesinde Putin Rusya’sı örnek alınmış.”

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı Mustafa Yeneroğlu, 9. Yargı Paketi kapsamında Türk Ceza Kanunu’nda yapılmak istenen “etki ajanlığı” düzenlemesiyle ilgili yaptığı açıklamada, düzenleme ile hukuk devletine yeni bir darbe vurulmak istendiğini belirtti. Yeneroğlu, “Demokratik hukuk devletinin altını daha fazla boşaltma amacıyla hazırlandığı apaçık olan ve geçmişte de denenen bu kanun teklifi, meclise dahi getirilmemelidir.” ifadesini kullandı.

Yeneroğlu’nun açıklaması şöyle:

‘İktidar, yargı paketlerini hukuk devletine dönüş için değil daha fazla uzaklaşmak için yapıyor’

“İktidar, yaptığı yargı paketleri ile hukuk devletine dönmek yerine Anayasa’ya rağmen temel hakları fiilen teker teker yok etmektedir. Geçen seneki pakette, dezenformasyon olarak bilinen “Halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma” suçunu TCK’ya eklemesi sonucunda birçok gazeteci ve vatandaşımız Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarına aykırı olarak gözaltına alınmış ya da tutuklanmıştır.

Önümüzdeki günlerde Meclis’e sunulacağı ifade edilen 9. Yargı Paketi kapsamında yapılmak istenen “Etki Ajanlığı” düzenlemesi ile casusluk suçu kapsamında yeni bir suç ihdas ediliyor. Bu suç, geçen sene düzenlenen ve yukarıda bahsettiğimiz dezenformasyon maddesinden daha tehlikelidir.”

‘Düzenlemenin sınırları belli değil, her türlü keyfiliğe açık’

“Kanun teklifinde ‘devletin güvenliği’ kavramı, ‘devletin iç ve dış siyasal yararları’ kavramı ile olabildiğince sınırsızlaştırılıyor. Hukuk devleti ilkelerinden, ceza kanunu yapım tekniğinden tamamen uzak, muğlak ifadelerle, ucu açık, herkesi kapsamına alacak kadar belirsiz ve sınırsız bir suç ihdas ediliyor.”

Yeneroğlu, açıklamasında Türk Ceza Kanunu’nda halihazırda casusluk ile ilgili düzenlemeler bulunduğuna ve bu suçu oluşturan fiillerin de madde metninde somut olarak tanımlanmış olduğuna değinerek “Buna rağmen iktidarın bu kuralları nasıl esnetip vatandaşlarımızın aleyhine kullandığını geçmiş yıllarda acı örnekleriyle yaşadık. Yeni düzenlemede ise suçun unsurları ve kapsamı tamamen soyut ve öngörülemez şekilde tanımlanmıştır. Madde başlığı olan “Diğer faaliyetler” ifadesi bile sınırsız hedefi ve keyfiliği göstermektedir.” dedi.

‘İnsan hakları kuruluşlarının ve yabancı gazetecilerin faaliyetlerini sürdürmesi imkânsız hale gelecek’

“Bu kanun yürürlüğe girerse iktidarın talepleri doğrultusunda birçok akademik araştırma ve insan hakları raporu rahatlıkla casusluk faaliyeti olarak değerlendirilebilecektir. Gazeteciler, sivil toplum temsilcileri, insan hakları aktivistleri ve araştırmacılar kolaylıkla etki ajanı olarak cezaevine gönderilebilecektir. Bu teklifin kabul edilmesi durumunda ülkede bulunan insan hakları kuruluşları yanında yabancı gazetecilerin veya vakıfların faaliyetlerini sürdürmesi de imkânsız olacaktır.”

‘Rusya ve Gürcistan’da yapılan “yabancı ajan” düzenlemesi ile aynı düzenleme yapılmak isteniyor’

Her geçen gün hukuk devleti anlayışından daha fazla uzaklaşıldığını belirten Yeneroğlu sözlerine, “Yapılmak istenen düzenleme Rusya Federasyonu’nda geçtiğimiz yıllarda yürürlüğe giren “yabancı ajan düzenlemesi” ile hemen hemen aynıdır. Yani Putin Rusya’sı örnek alınmış. Ülkemiz demokratik hukuk devletlerini örnek alacağına hukuk anlayışından tamamen uzak, geçmişte insan hakları ihlalleri ile AİHM’de en fazla dosyası bulunan ve AİHM’in yargı yetkisinden de yakın geçmişte çıkan bir dikta rejimini örnek almaktadır. Bu durum, kabul edilemez. Benzer bir düzenleme Gürcistan’da da mevcuttur. Ülkemizi yöneten zihniyetin nasıl bir ülke tasavvur ettiği, aldığı örneklerden bellidir.” şeklinde devam etti.

‘Düzenleme yargı paketinden çıkarılmalı’

İktidarın hukuk alanında sözde yumuşama derken, yapmış olduğu yargı paketleri ile baskıyı ve otoriteyi daha da artıracak düzenlemeleri yürürlüğe koyduğunu belirten Yeneroğlu, “Bu düzenleme, geri dönüşü mümkün olmayacak yeni bir otoriterleşme evresini beraberinde getirecektir. Dolayısıyla meclise dahi getirilmemeli ve dokuzuncu yargı paketinden çıkarmalıdır.” dedi.