Taşımalı Seçmenler Hk. Soru Önergesi – İçişleri Bakanlığı’na.

31.03.2024 tarihinde gerçekleştirilen yerel seçimler esnasında Doğu ve Güneydoğu’da birçok il ve ilçede asker ve polislerden oluşan “taşımalı seçmen” haberleri kamuoyuna yansımıştır. Sosyal medya aracılığı ile kamuoyuna yansıyan kayıtlarda oluşan uzun kuyruklar ve bu kişilere karşı da halkın yoğun tepkisi olduğu da görülmektedir.

Kamuoyundaki iddialar arasında birçok seçim bölgesinde sandık seçmen listesinde kaydı olmayan kolluk güçlerinin, polis ve askerlerin, oy kullanmalarına izin verildiği belirtilmektedir. İddialar arasında; Batı ve İç Anadolu illerinde görev yapan asker ve polislerin oy oranlarının iktidar lehine artırılması amacıyla, Doğu ve Güneydoğu illerine taşındığı da yer almaktadır.

298 Sayılı Seçimlerin Temel Hükümleri ve Seçmen Kütükleri Hakkında Kanun kapsamında seçmen listesine kayıtlı olan ve olmayan vatandaşların oy kullanmalarına ilişkin hükümler de belirlenmiştir. Bu yasa çerçevesinde “Oy verme yetkisi” başlıklı 86. maddesi ile “Sandık seçmen listesinde kayıtlı olmayan seçmenlerin oy kullanması” başlıklı 94. maddesinde ayrıntıları ile izah edilmiştir.

Sosyal medya aracılığı ile kamuoyuna yansıyan görüntülerde “taşımalı olarak” oy kullanan askeri personel ile emniyet personelinin yukarıda ifade edilen yasa maddeleri kapsamında olmadığı, oy kullandırtma maksadıyla görevlendirilmesi usulünün seçme ve seçilme hakkına aykırı olduğu ve sandık seçmen listesinde kaydı olmayan kolluk güçlerinin oy kullandırtma maksadıyla belirli bölgelerde görevlendirilmesi talimatının Anayasa gereğince kanunsuz emir niteliğinde olduğu değerlendirilmektedir.

Bu kapsamda;

  1. “Taşımalı seçmen” olarak adlandırılan ve sosyal medyaya yansıyan görüntülerde göründüğü şekilde usule aykırı oy kullandığı değerlendirilen emniyet personelinin Doğu ve Güneydoğu’da görevlendirildiği iddiaları doğru mudur? Doğru ise bu personel hangi görev kapsamında hangi il ve ilçelere gönderilmiştir? Doğru ise bu talimatı kim vermiştir?
  2. Sandık seçmen listesinde kaydı olmadığı halde resmi olarak görevlendirildiği için gittiği bölgede oy kullanan emniyet mensubu personel sayısı toplam kaçtır?
  3. Söz konusu kişiler seçmen listesinde kayıtlı mıdır? Kayıtlılarsa bu kişilerin kayıtlı olduğu hanelerdeki seçmen sayıları incelenmiş midir?
  4. Bu personel, oy kullanma işlemi dışında gittikleri yerlerde başka hangi görevleri ifa etmişlerdir?

Kamusal Nüfuz Sahibi Kişilere Yönelik Tedbirler Hk. Soru Önergesi

OECD’ye bağlı Uluslararası Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından 2021 yılında, Gri Liste’ye alınan Türkiye, yaklaşık üç yıldır bu listeden çıkmamıştır. Tarafınızdan basına yapılan açıklamalarda, Türkiye’nin kara para aklama ve terörün finansmanı konusundaki kriterleri karşıladığı, Haziran ayında yapılacak yerinde denetimle Gri Liste’den çıkış sürecinin tamamlanacağı ifadeleri yer almıştır.

Mali Suçları Araştırma Kurulu (MASAK), 2022 yılının sonunda, tarafınızın belirttiği kriterler çerçevesinde yer alan, “Kamusal Nüfuz Sahibi Kişiler” hakkında yükümlüler tarafından uygulanması gereken sıkılaştırılmış tedbirlere dair bir tebliğ çıkarmıştır. Bu tebliğde kamusal nüfuz sahibi kişilerle veya bunların eşleri, birinci derecede akrabaları ya da yakınları ile tesis edilen iş ilişkilerinde ve gerçekleştirilen işlemlerde birtakım özel tedbirlerin alınacağı belirtilmiştir.

Bunun yanında, tebliğe göre, kamusal nüfuz sahibi kişilerin görevden ayrılmaları ya da bu nitelikleri kaybetmeleri durumunda söz konusu tedbirlerin en az bir yıl daha devam edeceği ifade edilmiştir.

Aynı zamanda, kamu gücünü elinde bulunduran kişiler ile bunların eşleri, birinci dereceden akrabaları ya da yakınlarının malvarlıkları, para-banka durumlarının izlenmesi de bu düzenlemenin gereklerinden biridir. Bu düzenleme çerçevesinde kamuoyuna yansımış bir soruşturmaya ya da dosyaya rastlanmamıştır.

Son olarak bir açıklamanızda, Türkiye’nin gri listede yer alması nedeniyle sermaye akışının gayrisafi hasılanın belli bir oranı kadar azaldığı ve sendikasyon kredilerinde maliyet artışı gibi bazı olumsuz etkilerin olduğu ifadeleri yer almaktadır.

Bu bağlamda;

  1. MASAK’ın bu tebliğinin yayımından bugüne kadar tebliğ kapsamındaki kuruluşlar tarafından “Kamusal Nüfuz Sahibi Kişiler”, onların ailesi ya da yakınlarına dair gerekli özel/sıkılaştırılmış tedbirler alınmış mıdır?
  2. Alınan bu tedbirler neticesinde herhangi bir şüpheli işlem tespit edilmiş midir?
  3. Bir tespit ya da tespitler söz konusuysa, kamusal nüfuz sahibi kişiler ya da onların yakınları hakkında kaç adet idari veya adli işlem yapılmıştır?
  4. Türkiye’nin gri listeye alınması sonucunda yaşanılan ekonomik zararlar hakkında bir etki analizi yapılmış mıdır? Sermaye akışında gayrisafi hasılanın yüzde kaçı oranında azalma olmuştur? Sendikasyon kredilerinde maliyet artışı ne kadardır?

28 Şubat Hakkında Basın Açıklaması

DEVA Parti’li Yeneroğlu: “Anayasa’yı fiilen yok saymayı 28 Şubat’ın kudretli isimleri hayal bile edemezdi”

DEVA Partisi Hukuk ve Adalet Politikaları Başkanı, İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, 28 Şubat 1997 kararlarının yıldönümüne ilişkin yazılı açıklamasında 28 Şubat’ın toplumda yol açtığı onarılması güç yaralardan ders alınmadığına vurgu yaparak “Bugün 28 Şubat zihniyetinin hayal edemeyeceği bir hukuksuzluk hüküm sürüyor” dedi. Yeneroğlu, açıklamasının devamında şu hususların altını çizdi:

“Bugün, Türkiye’nin siyasi tarihine kara bir leke olarak geçen, 28 Şubat sürecinin yıldönümü.

Siyasi tarihimize demokrasi ve insan hakları açısından bir utanç dönemi olarak geçen 28 Şubat süreci, toplumda onarılması güç yaralar açtı. Vatandaşlarımızın hukuka ve devlete olan güvenini sarsan bu süreçte toplumun mütedeyyin kesimlerinin değerleri yasadışı ilan edildi. Demokrasimizin bu zor zamanlarında on binlerce kamu görevlisi hakkında soruşturmalar yürütüldü, fişlemeler yapıldı, toplumun bir bölümü açıkça dışlandı, hor görüldü, hakarete ve kötü muameleye tabi tutuldu.”

“28 Şubat, dindarların kriminalize edildiği bir süreçtir”

“Milletin iradesiyle seçilmiş bir hükümete ‘rejimin tehdit edildiği’ gerekçesiyle yön tayin etmek isteyen 28 Şubat’ın iktidar sahipleri, dindarları ve dindar bir yaşam tarzını kendilerine tehdit olarak gördüler. Bu zihniyet, kendi çizgisinde görmediği milletin bir kesimine ağır baskılar uygulamaktan çekinmedi. Demokrasiyi, insan haklarını rafa kaldırdı. Milletin iradesiyle seçilmiş iktidara baskı uyguladı.”

“Bir hukuk devletinde milletin hiçbir kesimi, hatta hiçbir üyesi yok sayılamaz”

“Dönemin iktidar sahipleri için ‘makbul vatandaş’ kıstasına uymayan başörtülü vatandaşlarımız adeta vebalı muamelesi görüyordu; üniversite okumalarına, kamu kurumlarında çalışmalarına hatta o günkü muktedirlerin baskısıyla özel sektördeki büyük şirketlerde dahi çalışmalarına izin verilmiyordu. Ortalama bir demokraside, hukukun en asgari düzeyde işlediği bir ülkede yaşanmayacak acılar milletin bir kesimine layık görüldü; fişlemeler, hukuksuz yargılamalar, tehditler, baskılar, işten çıkartmalar, hakaretler vs. Bu acıların yanında, dönemin hukuksuzlukları da Türkiye’nin ekonomisine çok acı bir reçete çıkarmıştı.

Oysa bir hukuk devletinde milletin hiçbir kesimi yok sayılamaz. Çünkü hukuk, getirdiği sınırlarla milletin iradesinin ve farklı yaşam tarzlarının güvencesidir. Hukuk, demokrasinin sağlıklı işleyişinin sigortasıdır.”

“Hukuksuzluğun bahanesi dün de bugün de aynı; ‘Devletin bekası’’’

“Bugün, 28 Şubat’ın yıldönümünde hukukun ayak bağı olarak görüldüğü, temel hak ve özgürlüklerin rafa kaldırıldığı benzer bir süreci yaşıyoruz. Dün dindarlara ‘devleti yıkacaklar, rejimi değiştirecekler’ denilerek uygulanan baskı bugün, muhalefete ve iktidarın hukuksuzluklarına itiraz eden, bugünün muktedirlerinin kafasındaki ‘makbul vatandaş’ tanımına uymayan herkese ‘devletin bekası’ sloganıyla uygulanıyor. Muktedirler değişiyor, mağdurlar değişiyor fakat adaletsizlikler baki kalıyor.

Bugünün iktidarı, yani bizzat Sn. Cumhurbaşkanı, 28 Şubat’ın yok saydığı dindar kesimden doğdu. Sadece 28 Şubat’ın kudretli isimleri tarafından yok sayılan dindarların değil, toplumun çoğunluğu için demokrasi ve hukuk devleti özleminin ifadesi oldu. Gelinen noktada ise, Sn. Cumhurbaşkanı kendi getirdiği reformlarla savaşa girdi, anayasayı fiilen ortadan kaldırarak bu savaşı kazandı. Bugün 28 Şubat zihniyetinin hayal edemeyeceği bir hukuksuzluk hüküm sürüyor.”

“Anayasa’yı fiilen yok saymak, 28 Şubat’ın kudretli isimlerinin hayal bile edemeyeceği bir gelişmedir”

“Anayasa’yı fiilen yok saymak, Anayasa Mahkemesi ve Danıştay üyelerini terörle itham etmek, mahkemelerin kararlarını hazmedememek 28 Şubat’ın kudretli isimlerinin hayal bile edemeyeceği türden gelişmeler. Keyfî ve hukuksuz ihraçlar, masumiyet karinesinin ihlali, adil yargılanma hakkının bertaraf edilmesi gibi pek çok uygulama normalleştirildi. Öte yandan, hukuku ayak bağı olarak gören mevcut anlayış, 28 Şubat sürecinin de yol açtığı gibi, Türkiye’nin ekonomisini çökertti.”

“İktidar, bir zamanlar mağduru oldukları zihniyeti, daha ağır biçimde kullanarak milletin farklı kesimlerine adeta nefes aldırmıyor”

“Türkiye’ye, sadece mağdurun adını değiştiren hukuksuzluk reva görülüyor. 28 Şubat’ın acı tecrübesinden hiçbir ders çıkarılmamış. Muhalefeti, milletin kendinden olmayan kesimini yok saymanın yarattığı siyasal, toplumsal ve ekonomik sorunlar göz ardı ediliyor. Popülist ve dayatmacı siyaset anlayışıyla iktidar, bir zamanlar mağduru olduğu zihniyeti, daha ağır biçimde kullanarak milletin farklı kesimlerine adeta nefes aldırmıyor.”

“28 Şubat’ın demokrasiyi ve hukuku hazmedemeyen zihniyeti yenildi, bugün karşı karşıya olduğumuz dayatmacı zihniyet de yenilecektir”

“28 Şubat’ın yıl dönümü vesilesiyle tekrar vurgulamak isterim ki: Nasıl ki 28 Şubat’ın demokrasiyi ve hukuku hazmedemeyen zihniyeti yenildi, bugün karşı karşıya olduğumuz dayatmacı zihniyet de yenilecektir, devlet imkanlarının zorbalık için kullanıldığı bu karanlık dönemden adaletin egemenliğine geçilecektir.

Dün olduğu gibi bugün de demokrasi ve hukuk devleti adına, temel hak ve özgürlükler adına verilen mücadele galip gelecektir. DEVA Partisi olarak, özgürlüklerinden, farklılıklarından korkmayan bir Türkiye için mücadele etmeye devam edeceğiz. Çoğulculuk ve farklılıklara saygı ile birlikte tüm toplumun refahının ve huzurunun tesis edildiği bir Türkiye’yi hep birlikte inşa edeceğiz.”

8. Yargı Paketi Hakkında Basın Toplantısı

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Bugün Genel Kurul’da görüşülmeye başlanacak 8. Yargı Paketine ilişkin DEVA Partisi olarak görüşlerimizi sunmak için karşınızdayım.

Yargı paketinin hayırlara vesile olmasını dilemek isterdim. Ancak sorunların asıl kaynağına inmekten uzak, günü kurtarma amacı taşıyan ve yüzeysel değişiklikler içeren bu paket, mevcut sorunlara pansuman tedbir olabilecek nitelikte bile değildir.

Ülkemizin içinde bulunduğu ve giderek daha da derinleşen demokrasi, hukuk devleti ve yargı krizlerinin gölgesinde önümüze getirilen bu paket de yapısal sorunlarımızın hiçbirini görmemektedir ki çözüm ortaya koyabilsin.

Kendimizi kandırmaya gerek yok.

Türkiye her geçen gün gittikçe hukuk devletinin en asgari şartlarının dahi sağlanmadığı, kuvvetler ayrılığının ve yargı bağımsızlığının görmezden gelindiği zorba bir anlayışla yönetilmektedir.

Temel hakların yok sayıldığı ve anayasanın dahi araçsallaştırıldığı tarif etmekte zorlandığımız despotizmin hakim olduğu bir dönemden geçmekteyiz.

İktidarın yargıyı kontrol altına alarak vatandaşlarımızın üzerinde bir sopa olarak kullandığı acı örnekleri her gün görmekteyiz.

Sayısız masum insan sırf Cumhurbaşkanı böyle istiyor diye hukuka aykırı bir şekilde cezaevlerinde tutulmaktadır.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, Anayasa Mahkemesi kararları uygulanmamaktadır.

Anayasa Mahkemesi üyelerinden sonra Danıştay üyelerinin de açık şekilde Sn. Cumhurbaşkanı ve Devlet Bahçeli tarafından hedef gösterildiği bir ülkede yargı paketi ile iktidar sadece göz boyamaya çalışıyor.

İktidarın işine gelmediği durumlarda var olan kanunlara hatta Anayasa’ya uymamayı yargıya dayattığı bir ortamda, böyle yasal ‘iyileştirmelerden’ bir beklentiye girmek elbette ki abesle iştigaldir.

8 yargı paketi değil, 100 yargı paketi de hazırlasalar hepsi işlevsiz ve yetersiz kalacaktır.

Kuvvetler ayrılığının değil, kuvvetler birliğinin açık olarak uygulandığı, onun bile keyfi bir biçimde uygulandığı; yürütmenin yanında yasama ve yargının da Cumhurbaşkanı’nın talimatlarını beklediği ortadayken önümüze sunulan paketlerin vatandaşlarımıza da ülkemize de hayırlar getirmesi imkansızdır.

Değerli basın mensupları,

Öncelikle belirtmek isterim ki iktidarın yargı paketinde özellikle laf cambazlığı yaptığı bir husus var: O da Anayasa Mahkemesinin iptal kararlarının gereğinin yerine getirilmesi.

Sanki Anayasa Mahkemesi kararlarını tanımayan kendileri değilmiş gibi yargı paketinin gerekçesi Anayasa Mahkemesi kararlarına atıflarla dolu. Atıf yapmayı biliyorlar ama karara uymaya gelince ortada yoklar.

Yahu bu Anayasa Mahkemesi kararları atıf yapmak için değil uyulsun diye var, adalet yerini bulsun diye var, madem atıf yapacak kadar değerli görüyorsunuz, kararlara uysanıza…

Ancak değerlendirmeme öncelikle teklifte pansuman tedbirler düzeyinde düzenlemeler ile başlamak istiyorum.

Teklif ile istinaf ve temyiz süreleri gerekçeli kararın tebliğinden itibaren başlamakta, istinaf süresi ise iki haftaya çıkarılmaktadır.

Ev hapsine karşı tazminat talep edilebilmesi düzenleme altına alınmakta, haksız tedbirlerden dolayı istenen tazminatların bir kısmı için Tazminat Komisyonuna başvurulabilmesinin önü açılmaktadır.

Ayrıca kaçak sanık hakkında “ceza verilmesine yer olmadığı kararı” verilememesi düzenleme altına alınmaktadır.

Son olarak ise emeklilerin bayram ikramiyesinin 2.000 TL’den 3.000TL’ye çıkartılması öngörülmektedir.

Özellikle yargı ile hiçbir ilgisi olmayan emeklilere ilişkin bu düzenleme, kanunun belki de en çok gündem olan ama bir taraftan da içler acısı halimizi ortaya koyan bir düzenlemesidir.

Ülkemizde bugün emekli aylığı alanlar ölüm aylığı ve sürekli iş göremezlik maaşı alanlarla birlikte 16 milyonun üstünde. Ayrıca Türkiye, gün geçtikçe yaşlı nüfusu artan bir ülke.

2007-2016 yılları arasında ortalama bir emekli maaşı, asgari ücretin yüzde 20 üzerindeydi. Bugün ise ortalama bir emekli maaşı asgari ücretin yüzde 25 altına düşmüş durumda.

Yılların emeğini tarlada, fabrikada, kamuda, üniversitelerde vermiş olan emeklilerimiz “Yıllarca emek verdim, çalıştım, primimi ödedim, rahat döneme erdim” diyemiyor. Birçok insan saat 5’te Et ve Süt Kurumu önünde ucuz et alabilmek için sırada bekliyor.

Emeklilerimiz bugün markete gittiğinde canının istediğini değil sadece en asgari ihtiyaçlarını  seçerek alabiliyor, faturalar çok gelmesin diye doğalgazı kısıyor, ilaçları bitince eczaneye rica minnet borç yazdırıyor.

Ne yazık ki dünya ekonomisindeki payımız yıllar içerisinde eridi, şahlanma dönemi naraları sonucu hepimizin payına da gün geçtikçe artan yoksulluk düştü.

Türkiye’nin tek kazananı en zengin yüzde 5’lik kesim… Tek mutlu olanlar da sanırım sadece onlar.

İşte böyle bir dönemde, yargı paketinin içerisine emeklilerimize fazladan 1.000 TL vermelerine şükretmemizi bekliyorlar.

Aziz Milletim,

Diğer bir husus, paket ile icra ve iflas hukukundan ceza muhakemesi kanununa, Tazminat Komisyonundan HAGB sistemine ve özel verilerin işlenmesine kadar birçok konuda, 17 kanunda değişiklik yapılmaktadır.

İktidar ne yazık ki yıllardır eleştirdiğimiz torba kanun usulünden bir türlü vazgeçmemektedir.

Birbirinden tamamen alakasız, birden fazla konunun ve kanunun bir torbaya dahil edilmesi; demokratik kanun yapım tekniği ile bağdaşmadığı gibi “hukuki belirlilik”, “hukuk güvenliği” ve “nitelikli kanun yapımı” bakımından “hukuk devleti” ilkesine aykırıdır.

Teklifte Anayasa Mahkemesinin vermiş olduğu bazı kararlara rağmen, kararların arkasından dolanarak iptal edilen maddelerle aynı ya da çok benzer düzenlemeler yapılmaktadır.

Bu durum, Anayasanın 153. maddesine yani Anayasa Mahkemesi kararlarının bağlayıcılığı ilkesine aykırılık teşkil etmektedir.

Örnek vermemiz gerekirse, örgüt üyesi olmamakla birlikte örgüt adına suç işleme düzenlemesini Anayasa Mahkemesi “kuralın kamu otoritelerinin keyfî uygulamalarını önleyecek şekilde belirli ve öngörülebilir nitelikte olmadığı ve bu yönüyle kanunilik şartını taşımadığı sonucuna ulaşılmıştır” diyerek suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırı olduğu gerekçesiyle iptal edilmiştir.

Ancak yapılmak istenen düzenleme neredeyse mevcut düzenlemenin aynısıdır. “Örgüt adına işlenen suç” kavramının içi mahkemeler tarafından doldurulacaktır. Dolayısıyla bu durum, hukuki belirlilik ilkesine ve Anayasa’nın 38. maddesine aykırı olacaktır.

Anayasa Mahkemesi’nin iptal gerekçesi karşılanmadan, kanunilik ilkesi ve öngörülebilirlik, belirlilik ve bilinirlik şartlarını taşımadan her somut olaya göre kapsamının yorumlanabileceği şeklinde değerlendirilmektedir.

Venedik Komisyonu’nun ilgili maddeye ilişkin değerlendirmesi de dikkate alındığında bu suçun müstakil bir suç olarak düzenlenmesi yerine ağırlaştırıcı neden olarak düzenlenmesi yahut Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarındaki değerlendirmeler esas alınarak, tıpkı örgüt üyeliği kriterleri gibi örgüt adına işlenen suçlar için de bazı kriterlerin belirlenmesi gerekmektedir.

Hangi suçların, hangi durumlarda bu kapsama alınacağı açıkça yazılmalıdır. Aksi halde yapılan değişiklik, Anayasa Mahkemesi kararının gereğini taşımayacağı gibi uygulamada yeni mağduriyetler yaratmaya devam edecektir.

Benzer durum, HAGB için de geçerlidir. Düzenleme birbiriyle çelişkili uygulamalar ortaya çıkartacak itiraz ve istinaf yollarını içermektedir. Bu bakımdan, Anayasa Mahkemesi kararında belirtilen Anayasa’ya aykırılık devam etmektedir.

Değerli Arkadaşlar,

Teklifte vurgulamak istediğim diğer bir husus, paket paket düzenlemeler yapılsa da bırakın Anayasa Mahkemesi kararlarının gereklerinin yapılmasını teknik konularda bile özensizliğin göze çarpıyor olmasıdır.

Örneğin 33. madde.

Maddedeki istihdam kavramı o kadar belirsiz ki güvence verdiği iddiasının ardında açık seçik bir güvensizliği dayatıyor.

Eklenmek istenen üçüncü fıkranın (f) bendinde yer alan “istihdam” ifadesi, iş görüşmelerinde elde edilen özel nitelikli verilerin açık rıza olmadan işlenebilmesine imkân tanımakta…

Yeni mezun bir genç arkadaşımız, iş sahibi olma umuduyla özel şirketlerin hükmündeki bir uygulamaya kişisel bilgilerini verecek. Adresini, mezun olduğu okulu, sağlık bilgilerini onların bilgisine sunacak.

Fakat bu bilgiler, iş başvurusunun olumlu ya da olumsuz sonuçlanmasını ya da işten ayrılma durumunda silinip silinmeyeceğini göz önünde bulundurmayan bir belirsizlikle her türlü kötü maksatlı kullanıma açık olacak.

Dolayısıyla istihdam kavramıyla ne kastedildiğinin açık ve net şekilde belirtilmesi ya da bu kavramın çıkarılması gerektiğinin altını çizmek istiyorum.

Benzer şekilde, kanun teklifinin 5. maddesi ile Türk Medeni Kanunu’nda hapis cezası alan hükümlünün kısıtlanması öngörülmektedir. Ancak Medeni Kanun sisteminde, böyle durumlarda yasal temsilci olarak kayyım değil, vasi atanması gerekir. Dolayısıyla Genel Kurul görüşmelerinde bu ifadenin vasi olarak düzeltilmesi gerekmektedir.

Değerli Basın Mensupları,

Değinmek istediğim diğer bir husus ise Kişisel Verilerin Korunması Kanununda yapılmak istenen değişikliklere ilişkin.

Teklifle özel kişisel verilerin rızaya gerek olmadan işlenmesi ve yurt dışına aktarılması konusunda açık rıza kuralına önemli istisnalar getirilmektedir.

Bu istisnaların gerçekleşip gerçekleşmediğine nasıl karar verileceği, hangi verilerin nasıl işleneceği, hangi verilerin ne şekilde yurt dışına aktarılacağı ve bu durumda vatandaşlarımızın verilerinin korunması için gerekli güvencelere kanun teklifinde yer verilmemiştir.

Dolayısıyla, bu güvenceler sağlanmadan yapılan tüm düzenlemeler, vatandaşlarımızın kişisel verileri için açık bir tehdittir; umarım genel kurulda bu düzenlemeler teklif metninden çekilir ve bütüncül olarak tekrar gözden geçirilerek gündeme alınır.

Son olarak ise teklifin 22. maddesi ile TMSF’nin kayyum olarak atandığı şirketlerdeki yöneticilerin her türlü hukuki, idari, mali ve cezai sorumluluktan muaf tutulması öngörülmektedir. Yani bu yöneticilere sorumsuzluk zırhı verilmek istenmektedir.

Bir hukuk devletinde yerine getirdikleri görev her ne olursa olsun kimseye hukuka aykırı fiillerinden dolayı sorumsuzluk tanınamaz. Bu durum başta hukuk devleti ilkesi olmak üzere Anayasa’ya aykırıdır.

TMSF tarafından el konulan şirketlere kayyum olarak atanan kişilere böylesine bir sorumsuzluk zırhı verilmesi, bu şirketlerin bu kişiler tarafından arpalığa çevrilmesine ve her türlü suistimalin yapılabilmesine; birilerinin hukuksuzca zenginleşmesine, milletin malının birilerinin cebine girmesine sebep olacaktır.

Herkes üstlendiği görevin sorumluluğunu da üstlenmelidir. Konulan kurallar da suçu örtmeye ya da teşvik etmeye değil, adaleti sağlamaya yönelik olmalıdır.

TMSF bir şirkete el koyacak, başına bir kayyum atayacak ama o kayyum her türlü yetkiyle şirketi yönetecek fakat hiçbir şeyden sorumlu tutulamayacak.

Değerli Basın Mensupları,

Aziz Milletim,

Malumunuz 2019 yılında, “Yargı Reformu Strateji Belgesi” kapsamında belli hedefler kapsamında ilk yargı paketi hazırlandı.

O dönemde de yargıya güven zayıftı ve yargıdaki devasa sorunların çözülmesine, bir yenilenmeye ve normalleşmeye yönelik kamuoyunda büyük iddialarda bulunuldu.

Ancak o dönemde bugünle mukayese ettiğimizde önemli bir fark vardı. O da o dönemde Cumhurbaşkanı hukuk devletinin altını oymaya başlamış olsa bile, açıktan reddetmiyordu. Bugün iktidar ortağı ile birlikte kuvvetler ayrılığını yok sayıyor, yargı bağımsızlığı ise fiilen yürürlükten kaldırılmış durumda.

2019’dan bugüne, sekizincisi getirilen yargı paketleri, yargıdaki gerçek sorunlara kör ve sağır. O sebeple yasalaşmaları kimsenin dikkatini dahi çekmedi.

2021’in Nisan ayında şatafatlı bir tanıtımla ilan edilen İnsan Hakları Eylem Planı’nın üçte ikisi hâlâ uygulanmış değil.

Dolayısıyla önümüze getirilen yargı paketleri, ne yazık ki hukuksal çürümüşlüğün üzerini örtmekten, günü kurtarma çabasından başka bir şeyi ifade etmiyor.

Oysa hukuksuzluğun geldiği noktada günü kurtarmak bile imkânsız artık…

Bu nedenle buradan iktidara seslenmek istiyorum.

Madem bu paketleri hazırlıyorsunuz siz de bizim kadar farkındasınız ki yargıda sorunlar artık dramatik düzeyde.

Gelin burada ülkemizin öncelikli olarak çözüme kavuşturulması için gereken en azından şu sorunlarını çözüme kavuşturalım.

  1. Hukukun üstünlüğü ilkesine dönün, kuvvetler ayrımı ilkesine riayet edin, yargı bağımsızlığını sağlayın, hak ve özgürlüklere saygı duyun.
  2. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarının tamamının gereklerini yerine getirin.
  3. Avukatlık mesleğine ve avukatların ekonomik koşullarına dair ısrarla görmezden gelinen sorunları çözün. Bu sorunların başında avukat ya da yargı mensuplarını nitelikli bir şekilde yetiştirmesi gereken hukuk fakültelerinin durumu geliyor. Her yere, onlara bir kapasite sağlanıp sağlanmayacağını düşünmeden hukuk fakültesi açıldı. Tabir-i caizse merdiven altı fakülteler bile hukuk eğitimi verdiği iddiasında. Bu bağlamda hukuk eğitiminde niteliği sağlayın. Bugün istinaf mahkemelerinde ve artık Yargıtay ve Danıştay’da yayınlanan gerekçeli kararın birçoğu dahi lisans eğitiminde verilmesi gereken en asgari hukuk formasyonundan uzaktır.

Öte yandan CMK ödemelerinde KDV’ni kaldırın ya da %1’e düşürün.  CMK ücretleri için enflasyon verileri dikkate alınarak ara artışlar yapın. Kamu hizmeti unsuru dikkate alınarak adli yardım kapsamında verilen avukatlık hizmetlerinde KDV’ni kaldırın veya %1’e düşürün, avukatların ekonomik sorunlarının giderilmesi içim önlemleri acil olarak hayata geçirin.KHK dramına son verin. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin Yalçınkaya kararında ortaya konulan tespitler ve kararın diğer yargılamaları da ilgilendiren etkisi dikkate alınarak devam eden yargılamaları bu esaslar çerçevesinde karara bağlanmasını sağlayın. Sonuçlanan dosyalarda da yeniden yargılamanın önünü acilen açın. Bu mağduriyetleri en azından sonlandırın.

4. Yargı paketine ağır hasta çocuğu olan anneler için sağlanan infaz erteleme hakkının babalar için de uygulanmasına dair düzenlemeyi alın.

5. Anne-babanın aynı anda tutuklu ya da hükümlü olması durumlarında çocuğun etkilenmemesi için ebeveynlerden bir tanesinin küçük çocuğun yanında olması için gerekli düzenlemeleri yapın.

6. Tamamıyla insani bir diğer hüküm, hasta mahpuslar bakımından tam teşekkülü devlet hastaneleri tarafından verilen cezaevinde kalamaz raporları sonrası kişiyi derhal tahliye edin. İnsanlığımızın asgari gereğini yerine getirmek adına bu hükmü de derhal gündeme getirilmesi elzemdir.

7. Bunun yanında, ülkemizdeki hukuksuzluğun normalleştirilmesinden ayrı düşünülmeyecek bir sorunu daha gündeme getirmek istiyorum. İdare ve gözlem kurulları …

Bu kurullar kimi zaman kendilerini yargı konumuna koyacak bir keyfilikle hareket eder durumda. Neredeyse kendi başlarına hareket ediyorlar.

Bu keyfiliği engellemek için idare ve gözlem kurul raporlarının somut değerlendirmelerle yapılması adına gerekli yasal düzenlemelerin yapılması aciliyet arz ediyor.

Değerli basın mensupları,

Aziz vatandaşlarımız,

Mevcut iktidar koalisyonu artık Türkiye’nin taşıyamayacağı bir yük haline gelmiştir.

Adaletsizliği ilke edinmiş, memlekete kavga ve kaostan başka bir şey getirmeyen; kabadayılıkla, mafyavari hareketlerle, ağza alınmayacak sözlerle, korkutmayla, tehditle iş yapmayı devlet adamlığı zanneden ve suç örgütlerinin yuvası haline gelmiş bir zihniyet son yıllarda maalesef tüm devlet kurumlarının adeta çürümesine ve kamu düzeninin sarsılmasına sebep olmuştur.

Bireysel menfaatini milletin menfaatinin önünde tutan; ne adaletten ne demokrasiden, ne de ekonomiden anlayan iktidar ortakları göz göre göre milletin refahına ve huzuruna kasteder bir hale gelmiş durumdadır.

Türkiye’yi hukukla, adaletle, sevgiyle, hoş görüyle; bilimle, akılla; yatırımla, istihdamla; bollukla, bereketle yönetecek kadrolar maalesef uzun yıllardır ülke yönetiminde söz sahibi değildir.

Önümüzdeki yerel seçimler iktidar ortaklarına bir ders vermenin; sayın Genel Başkanımızın ifadesiyle iktidara bir sarı kart göstermenin en etkili yolu olacaktır.

Yerel seçimler inşallah milletimizin adalete, demokrasiye, huzura ve refaha dair talebinin; yeniden üreten bir Türkiye’ye, yeniden çalışan bir Türkiye’ye, yeniden demokrasi ve hukuk devleti yolunda ilerleyen bir Türkiye’ye dair özlemini dile getirdiği bir seçim olacaktır.

Yerel seçimler, inşallah tüm Türkiye’nin dertlerine DEVA bulma yolunda atacağı ilk adım olacaktır.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

İsveç’in NATO Üyeliğine Kabulü Hk. TBMM Genel Kurul Konuşması

Sayın Başkan,

Saygıdeğer Milletvekilleri,

Aziz Milletimiz,

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

İsveç’in NATO üyeliğine kabulü hakkında DEVA Partisi adına söz almış bulunuyorum.

Ülkemiz her alanda olduğu gibi dış politikada da oldukça hassas bir dönemden geçiyor.

Bir yanda gündemde çok yer almasa da tüm şiddetiyle devam eden Rusya-Ukrayna savaşı; diğer yanda İsrail’in dünyanın gözleri önünde Filistin’de uyguladığı insanlık suçu.

Irak ve Suriye gibi komşularımızda bir türlü tesis edilemeyen istikrar ve gün geçtikçe daha fazla uzaklaştığımız demokrasi ve hukuk devleti kriterleri. Bu gidişatın neticesi olarak hem siyasi hem de ekonomik istikrarını sürdürmekte zorlanan, gün geçtikçe daha fazla fakirleşen millet ve ülke.

Hepimiz biliyoruz ki ancak işleyen bir demokrasi ve istikrarlı bir hukuk devletinin üstüne inşa edilen doğru bir dış politika, o ülkenin hem yakın komşularına hem de kendi vatandaşlarına barış ve huzur olarak geri dönecektir.

Maalesef bugün Türkiye bölgesinde güçlü, saygın, sözü dinlenen ve krizlerin arabulucusu olabilecek kadar güven veren bir ülke konumunda değildir.

Bunun en güçlü örneği Gazze’de yaşanan büyük insanlık trajedisi karşısında etkisiz halimizdir.

İsrail topyekün Filistin halkına yönelik kitlesel katliam yaparken iktidara sormak istiyorum: Neden İsrail’in insanlığa karşı suçları karşısında Uluslararası Adalet Divanına başvuran ülke biz olmadık, madem başvuruda bulunmadık bu davaya neden müdahil dahi olmadık?

Kayıtlara geçmesi adına yineliyorum: UAD Statüsü gereği bugün dahi Güney Afrika’nın açmış olduğu davaya müdahil olabiliriz.

İktidarı söylemlerinin gereğini yapmaya ve bu davaya müdahil olmaya davet ediyorum.

Değerli Arkadaşlar,

Ülkemiz uzun zamandır hem Avrupa Birliği ile hem de Amerika ile dengeli bir ilişki kuramıyor.

Kısa vadede al-ver ilişkisine dayalı kazanımlar, orta ve uzun vadede, ortak değerlere ve ilkelere dayanmadığı sürece sürdürülemez, sürdürülemiyor da.

İsveç konusunda da bunu görüyoruz. 16 Kasım’da komisyona sunulan ardından geri çekilen, geçen bu süreçte yaşanan kamuoyu önünde yaşanan pazarlıklarla, art arda sıralanan ve bugün iktidarın hatırlamak istemediği çok daha büyük laflarla bugün gelinen noktada İsveç’in NATO üyeliğini görüşüyoruz.

Öncelikle belirtmek isterim ki, DEVA Partisi olarak, NATO’nun açık kapı politikasını desteklemekteyiz. NATO’nun sağlamış olduğu caydırıcılığın kritik önemde olduğunu biliyoruz. Dolayısıyla bu ittifakın, önümüzdeki dönemde de güçlenerek yoluna devam etmesinin Türkiye’nin dış politikadaki hedeflerinden biri olmasını önemsiyoruz.

Ancak, yaşanan bu süreçte Türkiye’nin terörle mücadelesine verilen somut desteklerin ve güvenlik kaygılarımızın giderilmesine yönelik somut adımların atılması konusunda da süreci yakından takip ediyoruz.

Görünen o ki Avrupa Birliği ile gümrük birliğinin güncellenmesini ve vize serbestisinin sağlanması konusunda hala bir taahhüt alınmış değildir.

Türkiye-AB ilişkilerinin artık “mecburi angajman” ve restleşme döneminden çıkarak tekrar “iş birliği” sürecine girmesinin Türkiye için acil bir gereklilik olduğunu vurguluyoruz.

Diğer yandan ABD ile ilişkilerimizin önemi tartışmasızdır. Ancak, bu ilişkiler son yıllarda hep kötüye gitmiştir.

ABD ile ilişkilerimizin tekrar düzelmesi ulusal menfaatlerimizin bir gereğidir. ABD’nin özellikle milli güvenliğimiz ile ilgili birçok yanlış tutumu karşısında çok etkisiz olduğumuz da bir gerçektir.

Değerli Arkadaşlar,

DEVA Partisi olarak, İsveç’in NATO üyeliğini destekliyoruz.

NATO’nun birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için maddesi gereğince topyekûn bir güvenlik sisteminin içerisinde yer almış oluyoruz böylece. İsveç’le ilgili olası risklerin Türkiye muhatabı haline de gelmiş oluyor. Ama bunun tersi de geçerli.

Yani Türkiye ile ilgili bir risk oluştuğunda da İsveç de bunun tarafı haline geliyor.

Bu kapsamda İsveç’le ilgili prensibimiz; İsveç üzerine düşeni yaptı mı, yapmadı mı?

Terörle mücadelede İsveç hükûmetinden somut adımların atılmasını istiyoruz.

Ayrıca bizim kutsallarımıza hakaret ve saldırılar konusunda daha ciddi bir tutum ortaya koymasını bekliyoruz.

Son olarak İsveç’in, Avrupa’nın ve NATO İttifakının güvenliği kuşkusuz önemlidir. Ancak, bu dönemde hiçbir ülkenin ve ittifakın güvenliği Gazze’nin ve Filistin halkının güvenliğinden daha üstün olamaz.

Bu çerçevede, biz İsveç’in üyeliğine olumlu yaklaşırken, Avrupa ülkelerinin ve NATO üyelerinin Gazze’deki mezalim karşısında insan haklarından ve uluslararası hukuktan yana daha net ve kararlı bir tutum ortaya koymalarını bekliyoruz.

Hepinizi DEVA Partisi adına saygı ile selamlıyorum.

6 Şubat Depremleri Sonrasında Çocukların Kaybolmasına İlişkin İddialar Hk. Soru Önergesi

Geçtiğimiz günlerde katılmış olduğunuz Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Koordinasyon Kurulu Toplantısı’nda depremlerde kaybolan çocuklar iddiasına ilişkin açıklamalarda bulunarak “6 Şubat depremlerinde 1912 çocuğumuzdan bir tanesi bile kayıp değil” şeklinde bir açıklama yaptığınız kamuoyuna yansımıştır.

Yapılan bu açıklamanıza karşı Deprem Mağdurları ve Kayıp Yakınlarıyla Dayanışma Derneği depremden sonra (DEMAK) kendilerine 142 kayıp çocuk başvurusu yapıldığını, bu 142 başvurunun depremden etkilenen Kahramanmaraş, Hatay, Gaziantep, Adıyaman ve Malatya illerinden geldiğini ve en fazla başvurunun ise Hatay ilinden yapıldığını belirtmiştir.

Yine aynı konuda çocuklarını kaybeden pek çok ailenin bulunduğu, bu acılı ailelerin de çocuklarının bulunması için hükümete çağrıda bulunduğu sosyal medyadan ve haberlerden bilinmektedir.

Bu kapsamda;

  1. 6 Şubat 2023 tarihinde gerçekleşen depremler sonrasında Bakanlığınıza kaç çocuk hakkında kayıp başvurusunda bulunulmuştur?
  2. Depremler sonrasında kayıp çocuklarla ilgili Bakanlığınızca hangi çalışmalar yapılmıştır?
  3. Eğer bir çalışma ve rapor söz konusu ise bu hususlar kamuoyu ile paylaşılmış mıdır? Paylaşılmamış ise çalışmaların veya raporların sonuçları nelerdir?
  4. Bakanlığınız haricinde bu konuda ayrıca çalışma yapan başka Bakanlıklar söz konusu mudur?
  5. Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele Koordinasyon Kurulu Toplantısı’nda depremlerde kaybolan çocuklar iddiasına ilişkin yaptığınız açıklamayı hangi çalışma sonucuna göre yaptınız?
  6. Bakanlığınızca, kayıp çocuğu olduğunu iddia eden aileler ile bir araya gelme planınız var mıdır?
  7. Bakanlığınızca kayıp olmadığı iddia edilen çocukların kimlik tespitleri yapıldıktan sonra aileleri ile bu durum paylaşılarak ailelere çocuklarının bulunduğu bildirilmiş midir? Bildirildi ise neden aileler çocuklarının kayıp olduğunu halen iddia etmektedirler?

Meclis Başkanı’nın Meclis’in Olağanüstü Toplanması Talebimizi Reddetmesi Hk. TBMM’de Basın Toplantısı

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Bugün sizlere, Parti Sözcümüz ve Genel Başkan Yardımcımız İdris Bey ile beraber Meclis Başkanının 9 Ocak’ta Meclis’in olağanüstü toplanması talebimizi reddetmesiyle birlikte Anayasa’yı ve meclis İç tüzüğünü yok sayması hakkında DEVA Partisi adına değerlendirmelerde bulunacağız.

Öncelikle belirtmek isterim ki ülkemiz derin sorunların içinde boğulurken Yargıtay’ın ikinci kez Anayasa Mahkemesi’nin kararını reddetmesi ve Hatay Milletvekili Can Atalay’ı tahliye etmemesi bir hukuksuzluğun çok ötesinde adeta hukuk devletine karşı bir kalkışma niteliğindedir.

Öyle ki, bu sorun çözüme kavuşmadığı müddetçe ülkemizde Anayasa’nın ve hukuk devletinin varlığından hele de Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin itibarından söz etmemiz mümkün değildir.  

Anayasa’nın ve Anayasa Mahkemesi kararlarının esas alınmadığı bir ülkede keyfilik hakim olur ki bu durumda demokrasi ve hukuk devleti anlamını yitirir, hiç kimse de hukuki olarak güvende olamaz.

Orwell’in meşhur sözünü hatırlatıyorum: “Aslında hiçbir şey yasa dışı değildi, çünkü artık yasa diye bir şey yoktu.

Türkiye maalesef tam da bu durumu yaşıyor.

Cumhurbaşkanı Anayasa’yı tanımıyor, Meclis Başkanı Anayasa’yı tanımıyor, Yargıtay Anayasa’yı tanımıyor.

Bu tam bir keyfilik düzenidir. Bunun kimseye ama kimseye, meşruiyetini Anayasa’dan alan bu makamlara da faydası olmayacaktır.

Bu gidişat Türkiye’yi yeni belirsizliklere savuracaktır.  

Bu nedenle tüm milletvekilleri olarak bir araya gelerek bu soruna derhal bir çözüm bulmamız gerekiyor.

Bildiğiniz üzere bu sorumlulukla, Meclis’te temsil edilen 8 siyasi parti olarak, Anayasa’nın 93. ve İçtüzüğün 7. maddeleri gereğince 9 Ocak’ta Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni olağanüstü toplantıya çağırdık.

Ancak bu talebimiz, TBMM Başkanlığı tarafından “Meclis’in ara verme ve tatilde olduğu yönünde alınmış bir karar olmadığı ve bu süreçte meclisin hukuken çalışmalarını sürdürdüğü” gibi anlamsız ve kabul edilemez gerekçelerle reddedilmiştir.

Meclis Başkanı Sayın Numan Kurtulmuş’un vermiş olduğu bu kararı kabul edilemez buluyoruz. Meclis Başkanı’nın böyle bir yetkisi yoktur.

Bu karar açıkça Anayasa ve İçtüzük’e aykırıdır.

Meclis’in; adı ne olursa olsun çalışmalarına ara verdiği bir dönemde ülke gündemi ne olursa olsun toplanamayacağı, ülke gündemine yön veremeyeceği gibi bir yorum yapmakta, yasama yetkisinin sürekliliği ilkesini göz ardı etmektedir. 

Sayın Kurtulmuş, bu kararı ile 230 milletvekilinin iradesini ve muhalefetin haklarını da görmezden gelmektedir. Temel hakları ihlal edilen bir milletvekilini ilgilendiren bir durumda dahi Meclis’in itibarını ve hukukunu savunmayı da reddetmektedir.

Meclis bir araya gelerek kendi meselesi olan bu durumu görüşemeyecekse; ne kendi hukukuna ne yasamanın hukukuna ne bir milletvekilinin hukukuna ama hepsinin ötesinde milletin hukukuna sahip çıkamıyor demektir.

Değerli Arkadaşlar,

Meclis’in olağan ve olağanüstü toplantılarının usul ve esasları Anayasa’nın 93. maddesi ile İçtüzük’ün 5, 6, 7 ve 54. maddelerinde ayrıntılı olarak düzenlenmiştir.

İçtüzüğün 5. maddesinde ‘tatil’ şu şekilde tanımlanmış: “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin çalışmalarının belli bir süre ertelenmesidir.

Yine, 6. maddede ‘ara verme’ ise “Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin on beş günü geçmemek üzere çalışmalarını ertelemesidir.” olarak tanımlanmış.

Yani her iki maddeye göre Meclis, toplantıda olmadığı günlerde çalışmalarını ertelemektedir.

Öte yandan Meclis’in çalışmalarını ertelediği bu dönemlerde doğacak olağanüstü gereksinimlere ve ihtiyaçlara göre, Anayasa’da ve İçtüzük’te belirtilen belirli şartlarda olağanüstü toplantı yapması mümkün kılınmıştır.

Anayasa’da ve İçtüzük’te belirtilen şartlar ise; Cumhurbaşkanı’nın, Meclis Başkanı’nın ve Parlamento’nun 120 milletvekilinin talebi olarak belirlenmiştir. Yani meclis başkanı ve yürütmenin başı olan cumhurbaşkanının yanında bu yetki muhalefet partilerine de verilmiş, muhalefetin ülke gündemine göre olağanüstü durumlarda mecliste toplantıya çağırma hakkı Anayasa’da ve İçtüzük’te koruma altına almıştır.

Ayrıca bu toplantı çağrısında bulunulması halinde Meclis Başkanı’na bir takdir yetkisi de tanınmamış; Başkan, toplantıyı en geç yedi gün içerisinde yerine getirmekle mükellef tutulmuştur.

Yani Meclis Başkanı bu yasal durumu beğenmeyebilir ama yok sayamaz.

Bilindiği üzere, Türkiye Büyük Millet Meclisi çalışmalarına 27 Aralık 2023 tarihinden 16 Ocak 2024 tarihine kadar ara vermiştir.

Meclis Başkanı, bu durumu istediği kadar “Meclisin toplantı yapmama kararı” aldığı şeklinde yorumlasa da sonuç değişmemektedir.

Çünkü Meclis’in ara verme veya Genel Kurul’un belli günlerde toplanmamasına dair verdiği kararlar, birer Parlamento kararıdır ve bunlar, farklı kelimelerle ifade edilmiş olsa da doğurduğu hukuki sonuç itibarıyla aynı nitelikte yasama işlemleridir.

Her iki kararda da Genel Kurul’un çalışmalarını ertelemesi yani toplanmaması kararlaştırılmaktadır. Bu nedenle de her iki durumda da olağanüstü toplantının şartlarını ve şeklini düzenleyen Anayasa’nın 93’üncü maddesi ve İçtüzük’ün 7. maddesi geçerlidir.

Bu nedenle Sayın Kurtulmuş’un vermiş olduğu bu karar, hukuki dayanaktan yoksundur.

Kıymetli Basın Mensupları,

Diğer taraftan bu karar, meclis teamüllerine de aykırıdır. Bunun birçok örneği vardır. Mesela benzer bir durum yakın geçmişte, 2 Ocak 2020 tarihinde yaşanmıştır.

Dönemin Meclis Başkanı Sn. Şentop, meclisin toplanmama kararı aldığı bir dönemde Anayasa’nın 93’üncü maddesi ve İçtüzüğün 7. maddesine dayanarak Genel Kurulu toplantıya çağırmış, alınan kararla Meclis çalışmalarını yürüterek Libya tezkeresini kabul etmiştir.

Sayın Şentop’un meclis tutanaklarında geçen ifadesi şu şekildedir: “Anayasa ve İçtüzük, tatilde ve ara vermede Meclis Başkanı’na bu yetkiyi veriyor. Genel Kurul’un toplanmama kararı ise tatil ve ara vermeye göre daha basit ve onun içinde bir parça olan bir karar. Tatil veya ara vermede Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni toplantıya çağırma yetkisini veren Anayasa’nın 93 ve İçtüzük’ün 7’nci maddeleri, Genel Kurul’un toplanmama kararı üzerine onu toplantıya çağırma yetkisini de Meclis Başkanı’na vermektedir.”

Evet, aynen böyle. Anayasa’nın 93. ve İçtüzük’ün 7. maddeleri, Sn. Şentop’un da doğru olarak belirttiği gibi, ister adı ara verme olsun isterse de toplanmama kararı olsun meclisi toplantıya çağırma yetkisini Meclis Başkanı’na da vermektedir.

Bu maddeler Meclis Başkanı’na bu yetkiyi nasıl veriyorsa aynı şekilde yeter sayıda milletvekiline, yani bizlere de bu yetkiyi tartışmasız şekilde vermektedir.

Bu yetki üzerinde Meclis Başkanı’nın bir takdir yetkisi bulunmamaktadır. Meclis Başkanı bu çağrıya uymak, 7 gün içinde toplantıyı yapmak zorundadır.

TBMM kayıtlarına bakıldığında 1983 yılından bu yana iktidar ya da muhalefet çağrıları olmuş, 46 olağanüstü toplantı gerçekleşmiştir.

Ancak ne yazık ki bu sefer gerçekleşemedi.

Meclis çatısı altında zaten iktidarın belirlediği gündemin dışına çıkamadığımız bir dönemde muhalefetin olağanüstü toplantıya çağırma hakkının da elinden alınması millet iradesine saygısızlıktır.

Muhalefetin bu yetkisini, 8 siyasi partinin, 230 milletvekilinin iradesini, çağrısını göz ardı etmek muhalefetsiz bir meclis anlayışını ortaya çıkarır. Buna kimsenin hakkı ve yetkisi yoktur.

Meclis Başkanı meclisin ülke gündemini ilgilendiren olağanüstü durumlarda toplanmasını ve olaylara müdahale gücünü engelleyemez.

Tüm bu nedenlerle, İçtüzüğün 7. maddesinin bir gereği olarak bu olağanüstü toplantı bir an evvel gerçekleşmelidir.

Değerli vatandaşlarımız,

Aziz Milletim, 

Can Atalay seçilmiş bir milletvekilidir. Oysa Anayasa Mahkemesi’nin ikinci ihlal kararına rağmen cezaevinde bulunmaktadır.

Ancak mesele sadece Can Atalay değildir. Olanlar bunun çok ötesine geçmiştir, bu mesele yeri Parlamento olan Can Atalay’ı çoktan aşmıştır.

Mesele Anayasa’nın geçerliliği, mesele kanunların geçerliliğidir; eğer kanunların geçerliliği daha fazla sulandırılıp yok sayılırsa o zaman Yasama’nın da anlamı kalmaz.

Bugün Anayasa’nın 153. maddesini açıkça tanımayıp fiilen kendi paralel yargı düzenini oluşturanlara karşı durmazsak, belki de yarın buna fırsatımız olmayacaktır.

İşte bu nedenle Meclis Başkanı Sayın Kurtulmuş’u ve AK Partili milletvekillerini hukuka uymaya, millet iradesine saygılı olmaya ve Anayasa’yı tanımayan, Yasama’ya parmak sallayanlara karşı Meclis’i bir an evvel toplantıya çağırmaya davet ediyoruz.

8 siyasi parti olarak, talep ettiğimiz olağanüstü toplantı bir an evvel yapılmalıdır.

Can Atalay’ın derhal tahliye edilmesi için Meclis Başkanı üzerine düşen sorumluluğu yerine getirmelidir.

Türkiye’yi savrulduğumuz bu dipsiz hukuksuzluklardan çıkarmalıyız.

DEVA Partisi adına hepinizi saygı ile selamlıyorum.

10 Ocak Gazeteciler Günü Sebebiyle Gazetecilerin Maruz Kaldığı Baskılar Hk. Soru Önergesi

18 Ekim 2022 tarihinde Resmî Gazete’de yayımlanan 7418 sayılı Basın Kanunu İle Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un; yasaklar ve sınırlamalar getiren maddeleri 18 Ekim 2022 tarihi itibarıyla, Basın İlan Kurumu ve ilanlarla ilgili düzenlemeleri ise 1 Nisan 2023 tarihinde yürürlüğe girmiştir. Kamuoyunda Dezenformasyon Yasası olarak bilinen yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren gazetecilere yönelik gözaltılar, tutuklama ve idari para cezaları artmıştır. Bunun yanında son zamanlarda iktidarın rahatsız olduğu haberlere yönelik olarak Sulh Ceza Mahkemeleri tarafından doğrudan erişim engelleri getirilerek vatandaşlarımızın haber alma özgürlüğü engellenmektedir.

Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) verilerine göre; bu düzenleme kapsamında son bir yıl içerisinde en az 33 gazeteci hakkında sansür yasası kapsamında soruşturma açılmış, 6 gazeteci gözaltına alınmış, 4 gazeteci tutuklanmıştır. Bu verilere ek olarak; Medya ve Hukuk Çalışmaları Derneği’nin 2023 Dava İzleme Raporu’na göre 314 gazeteci toplam 154 davada sanık olarak yargılanmış ve bu davaların 133’ünü gazetecilik faaliyeti nedeniyle açılan davalar oluşturmuştur. Sonuç olarak Türkiye, Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü (RSF) tarafından hazırlanan 2023 Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi’nde 180 ülke arasında 165’inci sıraya kadar gerilemiştir.

Merdan Yanardağ, Barış Pehlivan, Tolga Şardan gibi gazeteciler haksız yere cezaevinde kalmış ve yargılanmıştır. Güncel bir örnek olarak ise geçtiğimiz günlerde kamuoyuna yansıyan bilgilerde, “Sarallar” olarak bilinen suç örgütü üyelerinin yargılandığı davayı haberleştiren Gerçek Gündem editörü Furkan Karabay, “terörle mücadelede görev almış kişiyi hedef gösterme” ve “iftira” suçunu işlediği iddiasıyla tutuklanmış, dün ise serbest bırakılmıştır.

Bu bağlamda;

  1. Basın Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’un yürürlüğe girmiş olduğu tarihten günümüze kadar kaç gazeteci gözaltına alınmış, tutuklanmış veya hakkında idari para cezası uygulanmıştır?
  2. TCK’nın 217/A maddesi kapsamında 2022 ve 2023 yılları arasında kaç kişi hakkında soruşturma açılmış, bu soruşturmaların kaçı kamu davasına dönüşmüş ve dava sonuçlarına göre kaç dava mahkûmiyetle sonuçlanmıştır?
  3. Gazetecilik faaliyetini icra ederken kaç gazeteci kolluk kuvvetleri tarafından darba maruz kalmıştır?
  4. 2020, 2021, 2022 ve 2023 yılları arasında kaç tane habere erişim engeli getirilmiştir?
  5. Bakanlığınızca 2021 yılında hazırlanan İnsan Hakları Eylem Planı kapsamında ‘İfade ve Basın Özgürlüğüne İlişkin Standartların Yükseltilmesi’ başlığı altında vaat edilen “İfade özgürlüğünün en geniş şekilde teminat altına alınması amacıyla ilgili mevzuat uluslararası insan hakları standartları doğrultusunda gözden geçirilecektir.” maddesi kapsamında hangi çalışmalar yapılmıştır?

Irak’ın Kuzeyinde ve Pençe-Kilit Harekatı Bölgesinde Bulunan Üsler Hk. Soru Önergesi

Irak’ın kuzeyinde 22.12.2023 tarihinde bölücü terör örgütü mensupları tarafından ve yine Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde 23.12.2023 tarihinde geçici üs bölgesine sızmaya çalışan bölücü terör örgütü mensupları tarafından gerçekleştirilen saldırı neticesinde toplamda 12 askerimiz şehit olmuştur. Basına yansıyan haberlerde; söz konusu saldırı ve sızma olaylarının gerçekleşmesinde ülkemize ait üs bölgelerinin çadırlarının kara battığı ve tipi sebebiyle görüş mesafesinin çok düşük olduğu iddia edilmektedir. Öte yandan PKK’nın saldırı için yoğun yağışı, sisli ve puslu havayı beklediği ve sızma için hareket halinde olduğu görüntülerin de bulunduğu belirtilmektedir.

Bu bağlamda,

  1. Irak’ın kuzeyinde ve Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde bulunan üslerimizde yoğun kar yağışı, sisli ve puslu havaya karşı hangi önlemler alınmıştır?
  2. Şehitlerimizin verildiği Şehit Piyade Uzman Çavuş Alpay Aras-3 Operasyonu kapsamında Sur Tepe Geçici Üs Bölgesi’nde harekât icra eden 1/Dağ ve Komando Tugayı’mızın yoğun karın altında yetersiz koşullardaki çadırlarda kaldıkları, üs bölgesinin ise güvenlik ve lojistik olarak sorunlu bir bölgede yer aldığı iddiaları doğru mudur? Doğru ise bu konuda bir inceleme başlatılmış mıdır?
  3. Irak’ın kuzeyinde ve Pençe-Kilit Harekâtı bölgesinde bulunan diğer üslerimizde lojistik anlamda sorunlu ve yoğun karın altında yetersiz koşullardaki çadırlarda görev yapmakta olan askerlerimiz var mıdır? Diğer üsler için gerekli önlemler alınmış mıdır?

2024 Yılı Bütçe Görüşmeleri Hk. Genel Kurul Konuşması

Sayın Başkan,

Saygıdeğer Milletvekilleri,

Aziz Milletimiz,

Hepinizi DEVA Partisi adına saygıyla selamlıyorum.

Öncelikle aziz şehitlerimize Allah’tan rahmet, ailelerine sabır niyaz ediyor, teröre ve terör örgütü PKK’ya lanet olsun diyorum.

Değerli Arkadaşlar,

Hükümetin nasıl bir bütçeye sahip olduğunu ve öngörülerinin ne derecede güvenilir olduğunu görmek için kendi hedefleri ile ulaştığı neticeleri mukayese etmek yeterlidir.

Ak Parti; Cumhuriyetin 100. Yılı için milli gelirde 2 trilyon dolar, kişi başına gelirde ise 25 bin dolar hedeflemişti, ulaştığı ise bunların yarısı.

2024 bütçesi de temelde adalete dayanmadığı için güven vermekten, istikrara katkıda bulunmaktan çok uzaktır.

Başka bir netice beklemek de beyhudedir çünkü hükümet rasyonel zemine dönmenin dışında bir seçenek olmadığını bilmesine rağmen, rasyonel olanın gerekliliklerini yapmayı ısrarla reddediyor.

Peki neden milletimiz böyle bir bütçeye mahkûm edildi?

Sn Cumhurbaşkanı özeleştiri kültürünü ve yanlışlarla yüzleşmeyi zaaf olarak kabul ettiği ve nasıl olsa hamasi propaganda ve otoriter baskılarla hazin manzarayı bastırmayı başardığı için öncelikle sorulması gereken bu soruyu kendine sorma gereği duymuyor.

Türkiye’nin çok gerisinde olan Bulgaristan ve Romanya’nın dahi refah düzeyinin son yıllarda bizi neden geçtiği gerçeği ile yüzleşmek istemiyor.

Cumhurbaşkanı geçen gün asrın doğa felaketi olan son yaşadığımız depremlerin 104 milyar dolar tutarında bir maliyet ortaya çıkardığını belirtti.

Ama bizzat kendi el emeği göz nuru olan asrın ekonomik felaketini belirtmeyi unuttu. Sadece kur korumalı mevduat ile milletin sırtına 140 milyar dolara varan bir enkaz bıraktı. Son altı ayda ise daha önce yaptıklarının tam tersini yaparak faizleri 5 katına çıkartarak bu enkazı azaltmaya çalıştı ama halen enkazın mali büyüklüğü deprem felaketi kadar.

Şimdi ise bu yanlışların bedelini milyonlarca fakir, fukaraya, çiftçiye, memura ve emekliye ödetiyor. Orta sınıfı çökertti.

Yıllarımız kaybolup gitti.

Değerli Milletvekilleri,

Maalesef bu gidişat düzelmez; neden mi?

Çünkü Cumhurbaşkanı ülkeyi fiilen Anayasasız yönetmeye çalışıyor. 

Çünkü Cumhurbaşkanı biliyor ki güçlü olduğu sürece ne dese ve ne yapsa yeterince alkış alacak.

2021’de meclis grubunda dönemin Bakanı Sn. Lütfi Elvan’ı haksız yere azarlarken de alkışlanıyordu, şimdi tam Lütfi Elvan Bey’in yaptığını yapan Sn. Mehmet Şimşek’i desteklerken de alkışlanıyor.

Yarın görevden aldım dese yine alkışlanacak.

Demek ki sorumluluk neymiş?

Kurumsal olarak hukuk devletine dönmek, denge denetim mekanizmalarını tekrar tesis etmek. Bireysel olarak da yanlışa yanlış demek ve hakkın hatırını Cumhurbaşkanı’nın bilime ve adalete aykırı talimatlarından üstün tutmak!

Aziz Milletim,

Demokratik hukuk devleti kendi kendini koruyamaz, onu koruyan ve savunan bireylere ve kurumlara ihtiyaç duyar.

Demokratı az olan bir demokrasi yaşayamaz!

Değerli Arkadaşlar,

AK Parti’li arkadaşlar mutlu ve müreffeh bir Türkiye hedefine giden yolu bilmiyorlar mı?

Elbette biliyorlar.

Unutanlara hatırlatayım.

Ak Parti’nin 2002 yılındaki Kalkınma ve Demokratikleşme programını okuyun lütfen.

Programda ne diyor,

Herkes özgür olmadıkça kimse özgür değildir.” Sayfa 7.

 “…hukukun hakim olmadığı bir toplumda demokratik rejimden bahsedilemez.” Sayfa 20.

Kanunları hukuka, hukuku evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayandırmadıkça, Türkiye gerçek bir hukuk devleti olamaz ve uluslararası camiada saygın bir yer edinemez.”

“Bir toplumdaki en önemli güven unsuru, toplum içinde yaşayan bireylerin kendi hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğuna olan inançlarıdır. Bu inanç tüm sosyal ve iktisadi dinamikleri harekete geçiren güçtür.” Sayfa 13

Şeffaf ve yolsuzluklardan arınmış bir düzen ancak adaletin işlemesiyle mümkündür.” Sayfa 21.

“Anayasal Devlet anlayışı, devlet yönetiminde egemen olmalıdır.” Sayfa 59.

Değerli Milletvekilleri, lütfen elinizi vicdanınıza koyun ve düşünün!

Bugün ülkemizde hukuk hakim mi?

İnsanlar kendi hak ve özgürlüklerine saygı duyulduğuna güven duyabiliyorlar mı?

Bugün kanunlar hukuka, hukuk evrensel adalet ve insan hakları esaslarına dayanıyor mu?

Şeffaf ve yolsuzluklardan arınmış bir düzenimiz var mı?

Bırakın Anayasal devleti, bugün kanun devletinden bahsedebilir miyiz?

Aziz Milletim,

Bir ülkede Anayasa Mahkemesi başkanı terör örgütlerine hizmet etmekle suçlanıyorsa,

Anayasa iktidarın talimatı ile yargı tarafından yok sayılıyorsa,

Parlamento kendi hukukuna ve vekiline dahi sahip çıkamıyorsa,

Masum insanlar, düşman hukukuyla yargılanıp hapislerde çürüyorsa,

Dünyada ne kadar mafya, çete ve uyuşturucu kaçakçısı ülkemize dolmuşsa,

Askerlerimizin hangi şartlarda ve hangi olası tedbirsizlikler sebebiyle şehit olduklarını yeterince sorgulayamıyorsak,

Güven de gelmez, ekonomi de düzelmez.

Türkiye’yi hukukta, adalette, demokraside, özgürlüklerde dünya sıralamasında en dibe düşüren bir iktidarın, ülkemize ekonomide “şampiyonlar ligine” çıkarması mümkün değildir.

Şampiyonlar ligi için ülke önce hak ettiği gibi yönetilmeli.

Yapılması gerekenler belli! Hukuktan eğitime, sosyal politikalardan yüksek teknolojiye ülkemizin DEVA’sı ortada

Buyurun, hodri meydan!

Hukukun üstünlüğü ilkesine dönün.

Kuvvetler ayrımı ilkesine riayet edin.

Hak ve özgürlüklere saygı duyun.

Ehliyeti ve liyakatı esas alın, emaneti ehline verin.

Aklın ve bilimin gereğini yapın.

Bunları yapın, biz de doğrularınızı alkışlayalım.