İnsan Hakları Günü ve Adalet Bakanlığı’nın 2024 Yılı Bütçe Görüşmeleri Hk. TBMM’de Basın Toplantısı

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Malumunuz, bugün Genel Kurul’da Adalet Bakanlığı’nın 2024 bütçesini görüşeceğiz. 

Diğer taraftan pazar günü, İkinci Dünya Savaşı’nın küllerinden doğan 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nün ilan edilmesinin 75. yıl dönümüydü.

10 Aralık 1948’de, İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan kitlesel katliamların ardından, dünyanın dört bir yanındaki politikacılar ve entelektüeller, tüm insanların devredilemez haklar kataloğuna ihtiyaç duyduğu inancıyla, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul ettiler.

Fakat 75 yıl sonra bugün, tüm dünyada, 1945’ten bu yana görülmemiş düzeyde şiddetli çatışmalar ve katliamlar yaşanıyor.

Herkesin gözü önünde, son yıllarda Yemen’de yüzbinlerce insan katledildi.

Myanmar’da Arakanlı Müslümanlar, Çin’de Uygur Türkleri şiddetli baskı altında asimilasyona tabi. Yüzbinlerce insan toplama kamplarında, en temel insan haklarından mahrum, evlerinden yurtlarından ediliyor, kitleler halinde yok ediliyorlar.

Haftalardır tüm dünyanın gözü önünde İsrail; Gazze’de ve Batı Şeria’da insanlığa karşı suç işliyor, sivilleri öldürüyor ve tüm yaşam şartlarını yok ediyor.

Tüm dünya olan biten bu vahşeti sadece izliyor.

Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği işlevsiz, en fazla kınamakla yetiniyor.

Özellikle ABD’de ve Avrupa’nın birçok ülkesinde Filistin lehine yapılan toplantı ve gösteriler kriminalize ediliyor, gazeteciler ve insan hakları savunucuları susturulmaya çalışılıyor.

Ukrayna-Rusya savaşında Rusya aleyhine uygulanan ambargo ve Birleşmiş Milletler, Avrupa, ABD ve Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından dile getirilen tepkiler ne yazık ki İsrail’in katliamları karşısında yerini sessizliğe bırakmıştır.

Bir yanda engel olamadığımız bu vahşet, diğer yanda çifte standart ve takınılan ayrımcı politikalar bizleri, insan haklarını koruma amacıyla inşa edilen uluslararası kurumları sorgulatır hale getirmiştir.

Ancak her şeye rağmen biliyoruz ki daha adil ve insan onurunu esas alan bir dünya için daha fazla çaba göstermekten başka bir alternatifimiz yok.

Umarım ki dünyanın dört bir yanında Gazze’deki katliamlara karşı sesini yükselten insanların sesleri duyulur ve bu katliamlara bir an evvel son verilir.

Değerli Basın Mensupları,

Ülkemizde de insan hakları açısından tablo son derece kötü.

Bugün sizlerle, küresel insan hakları meselelerinin yanında insan hakları konusunda tarihindeki en kötü dönemlerden birini yaşayan Türkiye’deki 2023 yılındaki İnsan Haklarını değerlendirmek istiyorum.

Ülkemizin geçmişten bu yana insan hakları ile çetin sınavları hep olmuştur. Türkiye hiçbir zaman gerçek anlamda bir hukuk devleti olamamıştır.

Ancak hiçbir zaman böylesine temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran ve hatta askıya alan bir dönem de yaşanmamıştır.

Bugün ülkemizde, Anayasamıza göre bağlayıcı nitelikte olduğu tartışmasız olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasına müsaade edilmiyor, yine bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararları tanınmıyor. Anayasa’nın açık hükümleri yok sayılıyor.

Yargı bağımsızlığı iflas etmiş durumda. Yargının hiç olmadığı kadar iktidarın gölgesi altında kaldığı bir dönemdeyiz.

İktidarın onayı olmadan yargı karar alamıyor. İktidarın hoşuna gitmeyen kararlar alındığında ise karara imza atan hakimlerin ne vatan hainlikleri kalıyor ne de teröristlikleri.

Nitekim, Avrupa Konseyi’ne bağlı Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO), geçtiğimiz günlerde yayınladığı yolsuzlukla mücadele değerlendirme raporunda yargı bağımsızlığı ile ilgili başta HSK’nın bağımsızlığının sağlanması konusunda Türkiye’nin yine sınıfta kaldığını ortaya koymuştur.

Rapora göre Türkiye, hakim ve savcı alımında siyaset tarafından müdahale edilmesi; hakim ve savcıların etik dışı davranışlarının nesnel ve kamuoyuna açık takibi ve hakimlik teminatının güçlendirilmesi gibi konularda somut adımları halen atmamıştır.

Değerli Arkadaşlar,

Adalet binalarında rüşvet iddiaları artık sıradanlaşmıştır.

Bir tarafta uyuşturucu kaçakçılarının rüşvetle serbest bırakıldığı, diğer tarafta hiçbir suça karışmamış insanların sırf fakir ve nüfus sahibi olmadıkları için çoluk çocuk perişan edildiği sayısız örnek var.

Bir tarafta rüşvet düzenine dahil olan birçok kişi korunurken, diğer tarafta bu rezaletleri haberleştiren birçok gazeteci cezalandırılmaktadır.

Hukuk devleti iddiasındaki bir ülkede olması gereken, bu iddiaların doğruluğunun ve rüşvet düzenine dahil olanların tümüyle şeffaf bir inceleme sonucu tespit edilmesi ve cezalandırılması iken bizde ise birkaç basit sözle süreç geçiştirilmeye çalışılmış, müfettiş atamaktan yani işi soğutmaktan ve olayın unutulmasını dilemekten başka hiçbir şey yapılmamıştır.

İşte böyle bir tablo altında bugün, Genel Kurul’da, Adalet Bakanlığı’nın bütçesini görüşeceğiz.

Kıymetli Arkadaşlar,

Size Roma imparatorunun bir sözünü hatırlatmak istiyorum; Marcus Aurelius diyor ki: “Yasalar örümcek ağına benzer, küçük sinekler ağa takılır kalır. Büyük sinekler ağı deler geçer.

30 Kasım’da İstanbul’da yaşanan bir trafik kazası ve sonrasında yaşananlar ülkemizde hukuk sisteminin ne denli çöktüğünün ve vatandaşlarımızın canının ne denli kıymetsiz olduğunun en bariz örneklerinden biridir.

Türkiye’de arkası güçlü olanın, zengin olanın her işten nasıl sıyrıldığını merak edenler bu olaya bakıp içler acısı halimizi görebilirler.

Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu, iki çocuk babası Yunus Emre Göçer isimli bir kurye kardeşimize çarpıyor, öldürüyor ve elini kolunu sallaya sallaya ülkeden çıkıp gidiyor.

Savcı ifadesini bile almaya gerek duymuyor. Ya da savcıya birileri bu yönde talimat veriyor.

Sonra yetkililer milletle alay eder gibi açıklama yapıyorlar; tutanak düzenleyen polisler hakkında soruşturma açılmış.

Bu polisler, Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu hakkında kafalarına göre tutanak düzenleyebilir mi?

Sayın Adalet Bakanı önce bu polislere ve katilin ifadesini bile almadan telefonla serbest bırakan savcıya talimatı kimin verdiğinin üstüne gitsin. Bu milletin canı bu kadar ucuz mu?

Evet, maalesef bugünün Türkiye’sinde vatandaşımızın canı bu kadar ucuz.

Dün gece milyonların gözü önünde Ankaragücü-Rizespor maçında güç sarhoşluğu her haliyle ortaya konuldu. Yaşananlar, Türkiye’de son yıllarda gelinen resmin özetidir. Bu meseleyi sadece bireysel olarak değerlendiremeyiz. Bu yumruk, iktidarın güç sarhoşluğunun yumruğudur. O hakeme inen yumruk, milletimizin tamamına zaten devamlı inmektedir. Türkiye’de nobranlığın, nezaketsizliğin insanlara artık kültür olarak gösterildiği, kaba kuvvetin de ülkemizde artık vatandaşlarımıza tek yol olarak gösterildiği bir ortamda güç sarhoşluğunun bu şiddeti uygulamasından başka yol olamaz.

Dün yaşanan olay, canlı yayında milyonların gözü önünde canlı yayınlanan bir maçta böyle bir durumun tecelli etmesidir. Yoksa bu olay kameralar ardında olsaydı eminim üstü kapatılacaktı ya da mesele birisinin üzerine atılacak ve kapatılacaktı. İktidar böyle açıklamalar yapmayacaktı ve kesinlikle kulüp başkanının tutuklanması da söz konusu olmayacaktı. Önümüzdeki günlerde meseleyi takip etmek zorundayız.

Aziz Milletim,

Yargıdaki bu çürümüşlüğün bir sonucu olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarına göre en çok ihlal edilen hak, adil yargılanma hakkıdır. Şaşırdık mı? Elbette hayır.

Bugün Türkiye’de hiç kimse mahkemelerde adil bir şekilde yargılanacağından emin değildir. Türkiye’de her yerde olduğu gibi adliyelerde de “parası olan”, “adamı olan”, “nüfuzu olan” işini halleder… Olan fakir fukaraya olur.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde şu an Türkiye’den yapılan 30.000’den fazla başvuru var. Türkiye en çok şikayet edilen ülkelerden biri.

Anayasa Mahkemesi’ne göre son 11 yılda, 550 binden fazla vatandaşımız bireysel başvuruda bulunmuş. Benzer nüfusa sahip Almanya’da Anayasa Mahkemesi’ne başvuru sayısı bunun onda biri.

İlk derece, istinaf ve temyiz mahkemeleri Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarını dikkate alsa, bu 550 bin başvurunun büyük bir bölümü olmayacak.

Vatandaş yaygın olarak ‘Adil yargılanmıyorum’ diye feryat etmekte ancak bu hususta gerekli yapısal ve yasal reformlar yapılmamaktadır.  

Anayasa Mahkemesi, Ekim ayında ülkemizde makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılan başvurulara ilişkin artık elinden bir şey gelmediğini açıklamıştır.

‘Makul sürede yargılanmaya ilişkin ülkede sistematik bir sorun var’ demiştir. ‘Şimdiye kadar 55 bin dosyada ihlal kararı verdim ancak artık daha fazla bu başvurulara bakamayacağım, TBMM gereken yasal düzenlemeyi yapsın’ demiştir.  

Değerli Basın Mensupları,

Ülkemizde kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ihlalleri vahim boyutlara ulaşmıştır.

Bağlayıcı mahkeme kararlarına rağmen, birçok kişi halen içerde tutulmaya devam edilmektedir.

Diğer taraftan, ceza yargılamaları çok uzun sürmekte, özgürlükten mahrum bırakan kararların gerekçesi kanuna uygun olarak açıklanmamakta, özellikle tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri etkili bir şekilde incelenmeden, şablon ifadelerle reddedilmektedir.

Tutuksuz yargılama esastır ilkesi bir yana hukuken yatarı olmayan suçlarda dahi tutuklama kararları verilmektedir.

Bunun en önemli sonuçlarından biri de ceza infaz kurumlarının aşırı kalabalık olmasıdır.

Avrupa Konseyi’nin 2022 Ceza İstatistikleri Raporu’na göre de Avrupa’da 48 ülke arasında en çok tutuklu ve hükümlü Türkiye’de, cezaevleri devamlı dolup taşıyor.

Hiçbir delil olmaksızın kanaatle terörist ilan edilip hapse atılanlar; tarihi şahsiyetlere hakaret ettin, manevi büyüklere hakaret ettin, devlet büyüklerine hakaret ettin denilerek hapse atılanlar; sosyal medya baskısıyla hapse atılanlar…

Tarihte hiç olmadığı kadar insan, hapishaneleri doldurmuş durumda maalesef. Ama bu insanların birçoğu hapiste olmayı hak ettikleri için değil, tanıdığı veya parası olmadığı için hapisteler.

İktidar son yıllarda, ceza adalet sistemimizdeki sorunları kalıcı olarak çözmek yerine, “bizde de hukuk var” demek ve günü kurtarmak adına sadece yüzeysel reformlar yapmaktadır. Daha doğrusu reform yapıyor pozları vermektedir.

Yapılan infaz değişikliklerine rağmen her geçen yıl ceza infaz kurumlarında doluluk oranları artmaktadır.

2020 yılında pandemi nedeniyle İnfaz Kanunu’nda bir değişiklik yapıldı. Değişikliğin yapıldığı Nisan 2020’de toplam cezaevi nüfusu 310 bindi. Değişiklikle 90 bin kişi tahliye edildi, cezaevi nüfusu 220 bine düşürüldü. Ancak henüz ilk yılın sonunda, yani Nisan 2021’de, bu sayı tekrar 314 bini bulmuştu.

1 Ocak 2023 itibariyle ise Türkiye’de cezaevlerinde 341 bin 497 kişi bulunuyordu. Temmuz ayında yürürlüğe giren infaz değişikliği ile 80 bin kişi tahliye edildi, bugün cezaevinde olan insan sayısı 280 bin.

Değerli Arkadaşlar,

Ceza adalet sistemindeki sorunları kalıcı çözümü ancak zihniyet değişimi ve bunun sonucunda hukuk devleti kriterlerine uygun yapısal dönüşümle mümkün olur.

İktidarın böyle bir gündemi ise yok.

Bunun ötesinde ceza infaz sisteminde acil çözüm bekleyen birkaç meseleye değinmek istiyorum:

Yaşı ve hastalıkları nedeniyle ceza infaz kurumunda kalması mümkün olmayan mahpusların salt atılı suçları dikkate alınarak, insan onuruna aykırı bir şekilde tahliye edilmeleri engellenmektedir.

İnsan Hakları Eylem Planı’nda yer almasına rağmen halen hasta mahpusların tahliyesi için tam teşekküllü devlet hastanesi raporu yeterli kabul edilmemekte ve sayısız ağır hastaya zulmedilmektedir.

Her ne kadar geçtiğimiz günlerde Sn. Adalet Bakanı ceza infaz kurumlarında insan onurunun esas alındığını söylese de maalesef gerçekler böyle değildir.

Acilen hasta ve yaşlı mahpuslar için tam teşekküllü devlet hastanesinin raporu yeterli kabul edilmelidir.

Ayrıca, hükümlü annesinin yanında büyüyen çocuklar cezaevi ortamında ağır psikolojik travmalara maruz kalmaktadırlar.

Bu nedenle kaçma ve delil karartma şüphesi olmayan ve küçük çocuğu olan annelerin tutuklanmaması, ev hapsi gibi adli kontrol yöntemlerinin uygulanması gerekmektedir.

Bunun için ayrı bir yasal düzenlemeye de ihtiyaç yoktur.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bir adli tedbir olarak öngörülen tutukluluğun cezalandırmaya dönüşmemesi için tutuksuz yargılamanın asıl, tutuklu yargılamanın istisna olduğu ilkesinin ve diğer kanuni şartların sıkı bir şekilde uygulanması yeterli olacaktır.

Ceza infazı açısından ise anne ve babanın aynı anda cezaevinde bulunmasının önüne geçilmesi gerekir.

Ayrıca çocuğun üstün yararı ilkesine uygun olarak, “Babası ölmüş veya cezaevinde olan, 18 yaşından küçük çocuğu bulunan anneler” ile “annesi ölmüş 18 yaşından küçük çocuğu bulunan babalar” hakkında verilen toplam 10 yıl veya daha az süreli hapis cezalarının infazının, toplum güvenliği açısından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağının değerlendirilmesi şartıyla, çocuğun 18 yaşını doldurana kadar ertelenebilmesinin sağlanması veya koşullu salıverilme gibi çözümler öngörülmelidir.

Son olarak kişi özgürlüğünü doğrudan etkileyecek nitelikte kararlar veren idare ve gözlem kurullarının yetkilerinin ve değerlendirme ölçütlerinin kanun yerine yönetmelik ile düzenlenmesi doğru değildir.

Temel bir hakka müdahale içeren bu yetkilerin ne şekilde kullanılması gerektiğinin kanunla kesin ve net olarak belirtilmesi gerekmekle birlikte, bu yönde bir yetkinin cezaevleri bünyesinde oluşturulan kurullara verilmesi hukuken sakıncalıdır.

Bu konuda maalesef sayısız keyfi örnekle karşılaşıyoruz.

Fiili infaz süresini tamamlamış olsa da idare ve gözlem kurullarının özellikle adil yargılanma olmaksızın terör suçundan hüküm giyenlere yönelik somut kriterler göz ardı edilerek hükümlünün “iyi halli olmadığına dair” yaptıkları değerlendirmeler sebebiyle mahkumların mahpusluk durumları hukuksuzca devam ettirilmektedir.

Değerli Arkadaşlar,

Ülkemizin kanayan yaralarından bir tanesi de KHK’larla ihraçlardan ve terör mevzuatının keyfi şekilde uygulanması sonucu haksız yargılamalardan kaynaklanan mağduriyetlerdir.

Her iki konu da Türkiye’nin yüzleşmesi ve acilen çözüme kavuşturması gereken ciddi birer sorundur.

Birbirinden ağır, tarifsiz acılar yaşanmaktadır. Bu hukuksuzlukların bir an evvel sonlandırılması hukuk devletini bırakın, insanlığın asgari gereğidir.

Yalçınkaya kararında AİHM, süregelen silahlı terör örgütü yargılamalarındaki kronikleşen sorunlara dikkat çekmiştir. Sorunun sistematik ve yapısal olduğunu özellikle vurgulamıştır. Biz de bu sorunu yıllardır dile getiriyoruz.

Mahkeme, iktidara kararın gereklerinin yerine getirmesi ve somut adımlar atması gerektiği şeklinde karar vermesine rağmen halen bu konuda bir adım atılmamaktadır. Dilerim ki yargı paketinde bu konuda bir düzenlemeye yer verilir.

Hukuka dönüşün sağlanması ve toplumsal huzurun yeniden tesis edilmesi için hızlı bir şekilde bu soruna çözüm bulunmalıdır.

Ayrıca beraat eden, takipsizlik alan, hakkında soruşturma bulunmayan kişiler görevlerine iade edilmelidir.

Yeni yılın başında bu konudaki kanun teklifimi meclise sunacağım.

Kıymetli Arkadaşlar,

Ülkemizde barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşleri bazı valiliklerce kalıcı şekilde engellenmiş durumdadır. Bazı illerde ise şehrin uzak köşelerinde ve ulaşımın kısıtlı olduğu mekanlarda gösteri yapılmasına izin verilmektedir. Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşlerine izin verilmemesi, verilse bile gerçekte hakkın ana amacının yok sayılması ve fiilen kullanılmasının engellenmesi demokratik bir toplumda asla kabul edilemez.

Değerli Arkadaşlar,

Ülkemizde her gün en ağır hukuksuzluklar yaşanırken kanuni görevi “insan haklarını korumak ve geliştirmek, ayrımcılığı önlemek, kişilerin eşit muamele görmesini sağlamak, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmek” olan bir kamu kurumumuz var, adı TİHEK, açılımı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu.

Bu belirttiğim görevini yerine getirmesi için bu kuruma 2024 bütçesinde 179.492.000 (yüz yetmiş dokuz milyon dört yüz doksan iki bin) Türk lirası tahsis edilmiş. Personel sayısı 181!

Peki bu kurum görevini yerine getiriyor mu? Elbette hayır.  Düşünün ki sadece bir tabela kurumu olarak varlığını sürdüren bu yapıya gün geçtikçe daha fazla yoksullaşan vatandaşlarımızın vergileri ile 180 milyon lira ayrılmış.

Bırakın kurumun asli görevini yerine getirmesini, o kadar kayıtsız ki kanuna göre mecburi olmasına rağmen meclise yıllık raporunu bile gönderme gereği duymuyor. 

Değerli Basın Mensupları,

Türkiye insan haklarının ve hukuk devletinin her başlığında sınıfta kalmıştır.

Öte yandan hepimizin günlük hayatta deneyimlediği üzere ülkemiz, derin bir ekonomik kriz ile boğuşuyor. Genç işsizliği, emeklilerin yoksulluğu, fahiş miktarda artan kiralar ve barınma sorunları katlanarak büyüyor.

18-24 yaş aralığındaki her 3 gencimizden 1’i hiçbir şey yapmıyor.

18-24 yaş arası gençlerimizin üniversitelerde veya nitelikli meslek eğitiminde olması gerekirken yüzde 67’si eğitim alamıyor.

Gençlerimizin yüzde 33.6’sı çalışıyor, yüzde 33.5’luk kesimi ise ne eğitim alabiliyor ne de çalışıyor. 

14 milyon emeklinin 8 milyonu yoksulluk sınırının altında, bunların 1,5 milyonu açlık sınırının altında yaşıyor.

On yıllarca çalışmış, vergisini ödemiş emeklilerimiz, geçinemediği için tekrar çalışmak zorunda bırakılıyor. “İkramiye” adı altında kendilerine verilen 5 bin liraya, ki asgari ücretin yarısı dahi değil, sevinecek durumda bırakıldılar.

Aslında şimdiye kadar anlattıklarımın özeti olarak şunu ifade etmek istiyorum, böyle bir tabloyla karşı karşıya olan bir millet mutlu olabilir mi?

Dünya Mutluluk Endeksi’nde 137 ülke arasında 106. sıraya kadar düştük. Endekste, Irak, İran’dan da geride yer alıyoruz.

Dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında, bizim kadar mutsuzu yok.

Cumhurbaşkanı diyor ya: “Nereden nereye”.

Aynen öyle: “Nereden nereye”.

İşte ne kadar hukuk, o da kadar ekmek ve refah, o kadar da huzur ve mutluluk.

Tekrar hukuk devleti rotasına dönmediğimiz müddetçe daha da fakirleşecek, daha da mutsuz bir ülke olacağız.

Değerli basın mensupları,

Kıymetli Vatandaşlarımız,

Biz DEVA Partisi olarak, insan haklarının olmadığı yerde huzur ve refahın olamayacağını çok iyi biliyoruz.

Zengin ve huzurlu bir ülkeye giden yol sadece adaletten geçmektedir.

Bu nedenle, insan haklarını milletimiz için lüks gören tüm anlayışları reddediyoruz.

Bu hukuksuz düzeni sona erdirecek, herkes için hukuk ve adalet anlayışını benimseyecek, demokratik ve adil bir düzen için, insan onurunu esas alan ortak bir yaşam için çalışıyoruz.

Adil bir Türkiye ve adil bir dünya için daha fazla çabalamaktan, daha fazla mücadele etmekten başka bir alternatifimiz yok.

Bu nedenle, vakit İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni yeniden canlandırma, kötülüklere karşı daha fazla direnme, daha fazla mücadele etme, insan onurunu ve adaleti yüceltme vaktidir.

Son olarak, bugün Genel Kurul’da Adalet Bakanlığı’nın 2024 bütçesi görüşülüyor. Ümitlenecek bir tablo olmasa da bakanlık bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, aktardığım karneden gerekli derslerin çıkarılmasını ve 2024 yılında ülkemizde adaletin ve yargı bağımsızlığının yeniden tesisi için gerekli adımların atılmasını temenni ederim.

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum.

10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü Hk. Basın Açıklaması

“İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin kabulünü kutlamak için bir neden yok çünkü her yerde insan hakları ayaklar altında eziliyor”

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü nedeniyle yaptığı açıklamada “Adil bir Türkiye ve adil bir dünya için daha fazla çabanın bir alternatifi yok; vakit İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni yeniden canlandırma, kötülüklere karşı daha fazla direnme, daha fazla mücadele etme, insan onurunu ve adaleti yüceltme vaktidir.” ifadelerini kullandı.

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü dolayısıyla yazılı bir basın açıklaması yaptı.

Yeneroğlu açıklamasında şu ifadeleri kullandı:

‘Kitlesel katliamların küllerinden doğan İnsan Hakları Bildirisi bugün de kitlesel katliamların ağır saldırısı altında’

“İkinci Dünya Savaşı’nın küllerinden doğan İnsan Hakları Evrensel Bildirisi bugün, 75 yıl sonra, yine kitlesel katliamların ağır saldırıları altında. İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan kitlesel katliamların ardından, dünyanın dört bir yanındaki politikacılar ve entelektüeller, tüm insanların devredilemez haklar kataloğuna ihtiyaç duyduğu inancıyla 75 yıl önce bugün, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul etti. Sadece birkaç devlet çekimser oy kullandı.

Ancak bugün, kabulünden 75 yıl sonra, kutlama yapmak için bir neden yok. Çünkü dünyanın her yerinde insan hakları ayaklar altında eziliyor, milyonlarca kurbanın verildiği savaşlar sürüyor. Tüm dünyada, 1945’ten bu yana görülmemiş düzeyde şiddetli çatışmalar yaşanıyor. Herkesin gözü önünde son yıllarda Yemen’de yüzbinlerce insan katledildi, haftalardır İsrail Gazze’de ve Batı Şeria’da insanlığa karşı suç işliyor, sivilleri öldürüyor ve tüm yaşam şartlarını yok ediyor. Tüm dünya olan biten vahşeti sadece izliyor; Birleşmiş Milletler ve devletler topluluğu işlevsiz, en fazla kınamakla yetiniyor. Yani kitlesel katliamların küllerinden doğan İnsan Hakları Bildirisi bugün de kitlesel katliamların ağır saldırısı altında.

Bunların ötesinde dünyanın her bölgesinde artan gerilimlerle, sosyo-politik kutuplaşmayla, eşitsizliklerle ve iklim krizinin varoluşsal tehdidi ile karşı karşıyayız.”    

‘Türkiye de maalesef insan haklarının sadece kağıt üzerinde var olduğu bir ülke’

“Türkiye de insan hakları konusunda tarihindeki en kötü dönemlerden birini yaşamaktadır. Adeta her gün, ‘insan hakları’ kavramının siyasi amaçlar doğrultusunda nasıl eğilip büküldüğüne millet olarak şahitlik ediyoruz. Bağlayıcı nitelikte olduğu tartışmasız olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasına müsaade edilmiyor, yine bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararları tanınmıyor. Adeta her gün ülkenin farklı bir yerinden ölen, kaybolan, işkence gören, susturulan, protesto hakkını kullanmak isterken şiddete maruz kalan, barınamayan, yoksulluğa mahkûm edilen insanların haberlerini izliyoruz. Adil yargılanma hakkı olmadığı için cezaevinde suçsuz yere yatan sayısız insanın sesini duyuyoruz.

Yargıda rüşvet iddialarının ortaya saçıldığı bu dönemde, rüşvet düzenine dahil olanlara dokunulmazlık zırhı sağlanmakta, bunu haberleştiren gazeteciler tek tek gözaltına alınarak konunun kamuoyu gündemine taşınması da engellenmek istenmektedir.”

‘DEVA Partisi olarak, insan haklarını milletimiz için lüks gören tüm anlayışları reddediyoruz’

“Biz DEVA Partisi olarak, insan haklarının olmadığı yerde huzur ve refahın da olamayacağını çok iyi biliyoruz. Zengin ve huzurlu bir ülkeye giden yol sadece adaletten geçmektedir. İnsan haklarını milletimiz için lüks gören tüm anlayışları reddediyor ve bu hukuksuz düzeni sona erdirecek, herkes için hukuk ve adalet anlayışını benimseyecek, demokratik ve adil bir düzen içerisinde insan onurunu esas alan ortak bir yaşam kurmak için çalışıyoruz.

Adil bir Türkiye ve adil bir dünya için daha fazla çabanın bir alternatifi yok; vakit İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni yeniden canlandırma, kötülüklere karşı daha fazla direnme, daha fazla mücadele etme, insan onurunu ve adaleti yüceltme vaktidir.”

KYK Yurtlarındaki Asansör Kazaları Hk. Soru Önergesi

Kredi ve Yurtlar Kurumu’na (KYK) bağlı yurtlarda periyodik asansör bakım ve onarımının yapılmadığı iddiaları, bu sebeple birbiri ardına kazaların meydana geldiği ve ne yazık ki Aydın KYK Güzel Hisar Kız Öğrenci Yurdu’nda asansörün düşmesi sonucu hayatını kaybeden Zeren Ertaş’ın vefat haberleri kamuoyuna yansımıştır.

Aydın KYK Güzel Hisar Kız Öğrenci Yurdu’nda yaşanan acı kayıptan sonra da birçok ilimizde yaşanan asansör kazasının haberi gelmeye devam etmektedir. Basına yansıyan haberlere göre; Muş KYK Sultan Alparslan Kız Öğrenci Yurdu’nda asansör iki kat arasında asılı kalmış, Rize Ayder KYK Yurdu’nda asansör bulunduğu kattan zemin kata düşmüş, Giresun KYK Esma Hatun Öğrenci Yurdu’nda sekizinci kattan beşinci kata düşen asansörde öğrenciler mahsur kalmış, Bartın KYK Ağdacı Öğrenci Yurdu’nda asansör üçüncü kattan eksi birinci kata düşmüş, Ordu Kız Öğrenci Yurdu’nda asansör kayarak zemine çakılmış, Nevşehir KYK Ayşe Humasah Sultan Kız öğrenci Yurdu’nda üç öğrencinin içerisinde bulunduğu asansör üç kat aşağıya kaymış ve öğrenciler tarafından daha birçok asansör arızası ihbarı yapılmıştır. Son olarak da 04.12.2023 tarihinde Yozgat’ın Sürmeli ilçesinde bulunan KYK yurdunda asansör düşmesi sonucu iki öğrencimiz yaralanmıştır.

Örneklerden de görüldüğü üzere ailelerin çocuklarını “güvenli” diyerek teslim ettikleri KYK yurtları, son günlerde birçok kazanın yaşanmasına sebep olarak can güvenliğinin sağlanması hususunda kamuoyunda büyük tedirginliğe yol açmıştır. Öte yandan en temel ihtiyaçlardan olan ve gittikçe derinleşen barınma sorunu gençlerimizi oldukça etkilemekte olup KYK yurtlarındaki fiziki eksikliklerin giderilmesi hususu acilen çözüm bekleyen önemli bir sorundur.

Bu bağlamda,

  1. KYK’ya bağlı kaç yurtta, 2022 ile 2023 yılları arasında asansör kazası yaşanmıştır? 2022 ile 2023 yılları arasında asansör kazasından veya asansörlerin arızalanmasından kaç öğrenci etkilenmiştir? Bu kazalara ilişkin kaç kişi hakkında adli ve idari soruşturma başlatılmıştır?
  2. KYK’ya bağlı yurtlarda asansörlerin ödenek yetersizliği nedeniyle bakım ve onarımlarının yapılamadığı iddiaları doğru mudur? Asansör kazalarının yaşandığı yurtlarda asansörlerin aylık ve yıllık bakımları yapılmış mıdır? Yapılmışsa bakım raporları var mıdır?
  3. KYK’ya bağlı yurtların asansörlerinin bakım ve onarımlarının yapılması ve bu süreçlerin şeffaf olarak denetlenmesi hususunda Bakanlığınızca bir çalışma yapılmakta mıdır? Yapılmakta ise ayrıntıları nelerdir?
  4. KYK yurtlarının öğrenciler için yaşanabilir kılınması açısından; yemekhane, oda iç düzeni ve kalan kişi sayısı ile güvenlik gibi hususlarda hangi çalışmalar yapılmaktadır?                          

Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın Başörtüsü Kararı Hk. Basın Açıklaması

MUSTAFA YENEROĞLU’NDAN ADALET DİVANI’NIN BAŞÖRTÜSÜ KARARINA TEPKİ:

“Adalet Divanı’nın başörtüsü kararı, çoğulcu demokratik toplum değerlerine aykırıdır.”

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın, kamu idarelerinin çalışanlarının başörtüsü takmasını yasaklamasının önünü açan kararı üzerine bir basın açıklaması yaptı.

Adalet Divanı’nın her üye devletin kamu hizmetinin tarafsızlığını tasarlama konusunda bir takdir yetkisine sahip olduğunu vurguladığına değinen Yeneroğlu, kararı şu şekilde özetledi: “Tamamen tarafsız bir idari ortam oluşturmak adına kamu idaresi, işyerinde felsefi veya dini inançları açığa vuran herhangi bir işaretin görünür şekilde takılmasını yasaklayabileceği gibi bu işaretlere izin veren bir politikayı da tercih edebilir. Adalet Divanı’na göre böyle bir kural, idarenin tüm personeline genel ve ayrım gözetmeksizin uygulandığında ve katı bir biçimde gerekli olanla sınırlı tutulduğunda ayrımcı olmayacaktır.”

‘Çoğulcu demokraside “başörtülü veya başörtüsüz olma” bir norm olamaz’

“Ancak davaya konu olan olayda, başörtülü çalışanlara karşı inanca dayalı doğrudan ayrımcılığın yapıldığı gayet açıktır. Çünkü sadece kıyafetinden dolayı bir insanın taraf veya tarafsız olarak değerlendirilmesi, örneğin başörtüsü olayında başörtülü veya başörtüsüz halin tek başına bir norm olarak esas alınması, başlı başına tarafsızlık ilkesine aykırıdır ve ciddi ayrımcılıklara yol açar. Nasıl İran’ın başörtülü olmayı bir norm olarak kabul edip tüm kadınlara dayatması insan haklarının özüne dokunup ihlal ediyorsa, başörtüsüz olmanın da norm kabul edilip herkese dayatılması aynı şekilde insan hakları ihlalidir.”

‘Bu tutum devletin bir dünya görüşünü benimseyip dayatması anlamına gelir’

“Böyle bir tutum kamusal alanda doğal olan çoğulculuğun reddi ve devletin zımnen de olsa bir dünya görüşünü benimseyip dayatması anlamına gelir ki bu tarafsızlık değil, açık taraflılıktır. Çoğulcu demokrasilerde devletin sorumluluklarından birisi de farklı inanç sahibi insanların ahenk içinde kamusal hayatta yer bulması, başkalarının temel hak ve özgürlüklerine müdahale olmadığı sürece farklılıklarını yaşama hakkına sahip olmalarıdır. Bu sebepledir ki çoğulcu demokrasilerde herhangi bir kıyafet veya giyim tarzı norm olarak belirlenemez, yasaklanamaz veya dayatılamaz.”

‘Karar, Müslüman kadınların kamusal hayattan daha fazla dışlanmasına yol açacaktır’

“Ayrıca söz konusu yasağın ‘tarafsız idari ortam oluşturma amacıyla’ meşru gösterilmeye çalışılması, tuhaf bir izahattır. Zaten kurumlar ‘katı bir biçimde gerekli olanla sınırlı kalmayacak’ ve bu karar başörtülü kadınlara yönelik psikolojik baskılara ve istismara yol açacaktır. Avrupa ülkelerinde bunun örnekleri fazlasıyla vardır. Avrupa’da yaşayan gruplar arasında en çok ayrımcılığa uğrayan kesimlerin başında Müslüman kadınlar gelmektedir. Avrupa’da yükselen aşırı sağ ve kimlikçi politikalarla birlikte başörtülü kadınlar çalışma hayatında artan engeller ve dışlamalarla karşılaşmaktadır. Bu kararın, Avrupa Birliği’ne üye ülkelerdeki Müslüman kadınlara doğrudan etkisi olacak, kararla beraber başörtüsü yasakları artacak, etkileri özel sektöre de yansıyacaktır.”

‘Karar, farklılıklarla bir arada yaşama ilkesine zarar verecektir’

“Din ve inanç özgürlüğü ile ayrımcılık yasağı, tüm uluslararası insan hakları sözleşmelerinde ve belgelerinde yer alan özgürlüklerin en önemlilerinden ikisidir. Her fırsatta insan hakları, çoğulcu toplum ve kadın-erkek eşitliğini sağlama gayesini ön planda tutan Avrupa Birliği; bu ilkeleri yok sayan uygulamaların ortaya çıkması ve bunların yüksek yargı kararlarıyla da desteklenmesi, farklılıklarla bir arada yaşama ilkesine ciddi manada zarar verecek ve özellikle Müslüman kadınların iş ve toplumsal hayattan daha fazla dışlanmasına yol açacaktır.” ifadelerini kullanan Yeneroğlu, Avrupa Birliği Adalet Divanı’nın kararının çoğulcu demokratik toplum değerlerine aykırı olduğunu belirtti.

Yabancı Uyruklu Suç Örgütü Liderlerine Vatandaşlık Verilmesi Hk. Soru Önergesi

                                                                                                  

12.09.2023 tarihinde vermiş olduğum soru önergesi ile şahsınıza, yabancı uyruklu olup vatandaşlık alan ve yurt dışında yasadışı işlere karıştıkları bilinen, suç işledikleri ulusal ve uluslararası basında haberleştirilen kişilere vatandaşlık verilmesine ilişkin birtakım sorular yöneltmiştim. Şahsınızın imzası ile bakanlığınız tarafından verilen 30.10.2023 tarihli cevapta ise; “Türk vatandaşlığının kazanılmasına ilişkin iş ve işlemler, 5901 sayılı Türk Vatandaşlığı Kanunu ile Türk Vatandaşlığı Kanunun Uygulanmasına ilişkin Yönetmeliğe göre yapıldığı” belirtilmiştir. Takdir edersiniz ki bu cevap içerikten yoksun olduğu gibi milletvekilinin anayasal denetim sorumluluğunu da göz ardı etmektedir.

Türk Vatandaşlığı Kanunu ve buna bağlı Yönetmelik çerçevesinde belirtilen şartlar kapsamında yabancıların vatandaşlık alabileceği mümkün olmakla birlikte bu şartları karşılamadığı halde bazı suç örgütü yöneticileri, üyeleri, uyuşturucu ticareti suçu kapsamında aranan şahısların Türk vatandaşı olduğuna dair haberler halen gündemdedir. Buna son örnek Hırvatistan’da suç işlemiş bir suç örgütünün yöneticisi olan bir kişinin vatandaşlık kazanmış olduğu iddiasıdır.

Öte yandan, Türkiye’deki vatandaşlık işlerinde çete ya da çetelerin bulunduğu, suç örgütü yöneticileri ve üyelerine ‘İstisnai olarak Türk vatandaşlığı’ kazanmaları için kolaylık sağlandığı ve bu çetelerde kamu görevlilerinin yanında yüksek yetkili kişilerin de bulunduğu iddia edilmektedir. Hatta bu doğrultuda vatandaşlık kazanmak için suç örgütlerinin devreye girdiği, bu kişilerin kendi aralarındaki suç örgütü çatışmalarını ülkemize taşıdıkları, aralarındaki hesaplaşmalarda öldürüldükleri belirtilmektedir.

Bu bağlamda;

  1. Avrupa’nın önemli uyuşturucu baronlarından Hırvatistan uyruklu Nenad Petrak Türk vatandaşı mıdır? Türk vatandaşı ise hangi tarihte vatandaşlığa alınmıştır? Vatandaşlığa alındığı tarihte istisnai olarak Türk vatandaşlığı almak için gereken sabıka ya da suç kaydının, hakkında arama kararının olmaması şartları kendisi için de aranmış mıdır?
  2. Şayet bu şartları taşımadığı halde Avrupa’nın önemli uyuşturucu kaçakçılarından birine vatandaşlık verilmişse sorumlular hakkında Bakanlığınızca inceleme/soruşturma ve adli süreç başlatılmış mıdır?
  3. Türk Vatandaşlığı Yasası ve buna bağlı Yönetmelik kapsamında belirtilen şartları karşılamadığı halde vatandaşlık verilen yabancı uyruklu kaç kişi bulunmaktadır?
  4. Bu kişilere verilen vatandaşlık “istisnai vatandaşlık” kapsamında mıdır? Bu vatandaşlık ile ilgili olarak emniyet ve istihbarat birimleri tarafından yabancılar hakkında nasıl bir rapor düzenlenmiştir? Bu birimlerin vatandaşlığa başvuran kişiler hakkında yaptıkları incelemede yurt dışında haklarında soruşturma veya kovuşturma olup olmadığı ile INTERPOL tarafından haklarında kırmızı bültenle aranıp aranmadıklarına ilişkin bir inceleme ya da araştırma yapılmakta mıdır?
  5. İlgili yasalar çerçevesinde inceleme ve araştırma yapma zorunluluğu olan Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğü bu kişilerin istisnai vatandaşlık şartlarını taşımadığını nasıl tespit edememiştir?
  6. Türk vatandaşı yapılan yabancılardan kaçı hakkında ülkemizde adli soruşturma yapılmaktadır? Eğer haklarında adli soruşturma varsa hangi suçlardan bu soruşturmalar yürütülmektedir?
  7. Özellikle “uyuşturucu ticareti yapma” ve “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçları kapsamında hakkında adli soruşturma yürütülen ve Türk Vatandaşlığını sonradan kazanan kişiler söz konusu mudur?
  8. Vatandaşlık kazanan yabancı uyruklu kişiler hakkında, kendi ülkelerinde veya başka ülkelerde işledikleri suçlarla ilgili olarak “iade” talebi olan var mıdır?
  9. Yabancı uyruklu kişilerin Türk vatandaşlığını kazanması konusunda yardımcı olan ve şartları oluşmadığı halde vatandaşlık kazanmalarını sağlayan, içinde kamu görevlilerinin yanında yüksek yetkili kişilerin de yer aldığı çetelerin bulunduğu iddiaları hakkında bir inceleme ve soruşturma başlatılmış mıdır? Başlatılmışsa ayrıntıları nelerdir?

Dış Politika’da Durum Değerlendirmesi Hk. TBMM’de Basın Toplantısı

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Bugün Plan ve Bütçe Komisyonunda Dışişleri Bakanlığı’nın bütçesi görüşülüyor. Ben de bu çerçevede DEVA Partisi adına görüşlerimizi kamuoyu ile paylaşacağım. Ülkemize hayırlı olmasını dilerim.

Malumunuz, ülkemiz her alanda olduğu gibi dış politikada da oldukça hassas bir dönemden geçiyor.

Bir yanda gündemde çok yer almasa da tüm şiddetiyle devam eden Rusya-Ukrayna savaşı; diğer yanda İsrail’in dünyanın gözleri önünde Filistin’de uyguladığı büyük bir mezalim; Azerbaycan ve Ermenistan arasındaki çatışmalar sebebiyle bölgede sürekli devam eden gerilim; Irak ve Suriye gibi komşularımızda bir türlü tesis edilemeyen istikrar, gün geçtikçe daha fazla uzaklaştığımız AB kriterleri ve adeta ateş çemberinin ortasında hem siyasi hem de ekonomik istikrarını sürdürmekte zorlanan ülkemiz.

Değerli vatandaşlarımız,

Doğru bir dış politika o ülkenin hem yakın komşularına hem de kendi vatandaşlarına barış ve huzur olarak geri dönecektir.

Maalesef bugün Türkiye bölgesinde güçlü, saygın, sözü dinlenen ve krizlerin arabulucusu olabilecek kadar güven veren bir ülke konumunda değildir.

Bunun en güçlü örneği Gazze’de yaşanan büyük insanlık trajedisi karşısında etkisiz halimizdir

Dünyada eşi benzeri görülmemiş bir mezalim yanı başımızda yaşanırken; İsrail tanklarla, uçaklarla, en ölümcül silahlarla, kullanılması yasak olan kimyasal silahlarla topyekün Filistin halkına saldırmışken elbette susacak değiliz.

Daha önce sayın Genel Başkanımızın da ifade ettiği gibi biz hakkın, vicdanın ve adaletin yanındayız. Biz elbette Filistin Halkı’nın haklı davasını destekliyoruz.

Değerli basın mensupları,

Bugün iktidara şu soruyu sormak zorundayız; “Yanındayız” demekle, lanet etmekle, söz söylemekle Filistin halkı için bir şey yapmış oluyor muyuz? Filistin’deki katliamları, yaşanan büyük dramları durdurabiliyor muyuz?

Sıradan insanlardan, vatandaşlarımızdan bahsetmiyorum elbette. Türkiye’de ve dünyanın dört bir yanında insanlar sokaklarda İsrail’in katliamlarını protesto ediyorlar ve özellikle kendi hükümetlerinin tutumunu eleştiriyorlar. Bu takdire şayan bir tutumdur.

Ancak bir ülkenin hükümetini oluşturan partisi “Büyük Filistin Mitingi” düzenleyerek Filistin için bir şey yapmış olur mu?

Hayır. Maalesef. Açıkça görüyoruz ki elimizden hiçbir şey gelmiyor.

Bu pervasızca katliam karşısında Türkiye’nin bu katliamı durdurabilecek maalesef hiçbir ağırlığı yok. 

Elbette insani yardım husussunda hükümet elinden geleni yapmaya çalışıyor.

Değerli basın mensupları,

Gazze’de yaşanan katliamlara son vermek amacıyla Kahire, Riyad ve İstanbul’da düzenlenen 3 büyük uluslararası toplantı gerçekleştirildi. Bu toplantılarda maalesef hiçbir ciddi yaptırım kararı alınamadı. Riyad’da 57 ülkenin katıldığı Arap Birliği ile İslam İşbirliği Teşkilatı ortak zirvesine sunulan bölgedeki ABD üslerinin kullanılmaması, İsrail’e silah ve askeri malzeme sevkiyatının durdurulması, ambargo uygulanması, diplomatik ilişkilerin kesilmesi gibi öneriler neden kabul edilmedi?

Türkiye’nin bu konulardaki tutumu nedir?

Meseleyi haçlı – hilal meselesi olarak niteleyenler bu büyük çelişkiyi nasıl izah edecekler?

İslam dünyasının hali ortadayken ve istisnasız tüm Avrupa ülkelerinde ve Birleşik Devletlerde ve Latin Amerika’da yüzbinlerce Hristiyan sokaklara dökülmüşken, İsrail’in insanlığa karşı işlediği suçları Haçlı-Hilal meselesi gibi dar ve sığ bir alana sıkıştırmayı çok tehlikeli buluyorum.

Cumhurbaşkanı’nın bu dilden vazgeçmesini talep ediyorum.

Sayın Cumhurbaşkanını şu sorulara cevap vermeye çağırıyorum;

  • 7 Ekim’den bu yana Türk limanlarından İsrail limanlarına 300’e yakın yük gemisinin —jet yakıtı dahil— akaryakıt, çimento, gıda, demir çelik taşımasını; ayrıca her gün düzenli hava kargo seferleri yapılmasını nasıl izah ediyorsunuz? 
  • Türkiye’nin İsrail’in – kuvvetle muhtemel askeri sanayisi için de – kullandığı demir çeliğin yüzde 65’ini tedarik etmesinin bir açıklaması var mı?

Değerli vatandaşlarımız,

Hakkı dile getiren her söz bizim için kıymetlidir. Hakkı söyleyen kim olursa olsun biz hakkın yanında oluruz; söyleyenin kim olduğuna bakmayız.

Ancak bir ülkenin ağırlığı liderinin söylediği güzel sözlerden değil, yaptırım gücü ve uluslararası saygınlığından gelir.

Bugün Türkiye maalesef derin ekonomik sıkıntılar, korkunç adaletsizlikler ve anayasal krizlerle boğuşan zor durumda bir ülke konumundadır.

Bir ülkenin saygınlığı, o ülkenin demokrasi kültüründeki gelişmişliğine bağlıdır.

Demokrasi ve hukukun üstünlüğü listesinde dünyada en son sıralarda yer aldığını dünya alem bilirken dünyaya adalet dersleri vermeyi kim ciddiye alabilir?

Kendi halini düzelt derler ve maalesef bazıları sesli bazıları da sesli olarak diyorlar.

Dünya beşten büyüktür derken, Türkiye’nin de birden büyük olduğunu kabul etmeyen bir anlayışla Türkiye yönetilmeye çalışılmıyor mu?

Bu adaletsiz, hak ve hukuk tanımaz anlayışla mı dünyayı adalete çağırıyorsunuz?

Sadece yürütmenin başı değil, yargıyı ve yasamayı kendisine bağlamış olan, yetmedi bir de ‘Milli Yargı’ safsatalarıyla tüm kurumları emir-komuta sistemine tabi kılan, açıkça kuvveler birliğini savunan, çoğulcu demokratik kültürü yok eden, hukuk devletini her gün yeni skandallarla sarsan, kanun devleti iddiasını bile telaffuz edemeyecek hale getiren bir tutumu sürdürerek mi dünyada saygınlık bekliyorsunuz?

Sesiniz gür çıkınca, sözünüzün değerinin de mi gür olduğunu zannediyorsunuz?  Maalesef imkansız.

Ve bu sebeplerle ne yazık ki Türkiye’nin sözlerinin uluslararası düzeyde ağırlığı yoktur.

Keşke Türkiye’nin muhataplarının üzerinde etki edebilecek bir gücü olsaydı da Filistin’de yaşanan katliamları durdurabilseydik, barış için etkili bir siyaset geliştirebilseydik.

Değerli Basın Mensupları,

Bu çerçevede yine hatırlatılması gereken konu Uygur Türkleri’nin yıllardır yaşadıkları büyük dram. Maalesef Çin’de devlet eliyle büyük suçlar işleniyor ancak bu hükümetin gündeminde değil.

Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nde çok ciddi boyutlarda insan hakları ihlalleri yaşanırken, dünyanın dört bir yanından Uygurlar için sesler yükselirken, Hükümet Uygurlar için bırakın adım atmayı, tek bir kelime dahi etmiyor!

Bu sessizliğinizin ve duyarsızlığınızın sebebi nedir?

İktidarın bu sorulara cevap vermesi gerekir.

Değerli Basın Mensupları,

Türkiye dış politikası denince akla ilk gelen konuların başında elbette milli davamız Kıbrıs ve bunun da bağlantılı Ege ve Akdeniz politikamız gelmektedir.

DEVA Partisi olarak Türkiye’nin Ege ve Akdeniz’de meşru egemenlik haklarının korunduğundan emin olmak istiyoruz.

Akdeniz’deki yetki alanlarımız da meşru haklarımız da bizim için vazgeçilemezdir. Fakat ne yazık ki Akdeniz’de doğalgaz arama çalışmalarımız durduruldu. Ve bunun nedeni kamuoyu ile paylaşılmadı. Her vatandaş gibi biz de “Acaba 7 Ekim öncesi İsrail ile yakınlaşma politikasının bir sonucu olarak mı Akdeniz’de doğalgaz arama çalışmalarımızdan vazgeçildi?” sorusunu sormadan edemiyoruz.

Ayrıca, Yunanistan’ın Ege ve Akdeniz’de dengeleri bozacak şekilde giderek güçlenmesini görmezden gelmememiz gerektiğini hatırlatmak istiyorum.

İki komşu olarak, tarihi ve kültürel ortaklıklarımızın yanında ekonomik alanda da yeni iş birliklerinin önünü açacak politikalar ortaya koymalı ve on yıllara sari gerginlikleri geride bırakacak yeni bir sayfa açmalıyız.

Öte yandan, Kıbrıs’taki çözüm süreci de çıkmazda. Kıbrıs Türklerinin meşru haklarının sürekli göz ardı ediliyor olması kaygı vermektedir. KKTC’nin dünyadan izole edilmiş durumu maalesef devam ediyor.

3 Kasım’da Astana’da Türk Devletleri Teşkilatı zirve toplantısı yapıldı. Bu toplantıya gözlemci üye yapıldığı duyurulan KKTC her nedense ev sahibi Kazakistan tarafından toplantıya davet edilmedi. 2020’de duyurulan KKTC’nin de davet edileceği bir Doğu Akdeniz Bölgesel Konferansı da maalesef rafa kalkmış durumda.

Bu hususlarda hükümetten ikna edici açıklamalar bekliyoruz.

Değerli Basın Mensupları,

Suriye Politikamız tüm ezberleri bir kenara bırakarak tekrar masaya yatırılması gerekir.

Bir yandan Türkiye’deki milyonlarca Suriyeli sığınmacı ciddi bir toplumsal mesele haline gelmişken ve geri dönüş perspektifi adına bir yol haritası yokken, diğer yandan Suriye’de giderek güçlenen terör örgütünün varlığı ortadayken Suriye politikasının anlık manevralarla, bireysel hırslarla, iç siyasete mesaj verme kaygılarıyla değil, ciddi bir analiz ve gerçekçi bir vizyon ile Suriye’de kalıcı bir çözüm hedefiyle ele alınması gerekmektedir.

Suriye’de kalıcı çözüm tüm etnik ve dini grupların Suriye yönetiminde temsilinden geçmektedir. Bunun için çatışmaları değil Anayasa sürecini, siyasi ve diplomatik yöntemleri önceliyoruz. Suriye’de her türlü terör tehdidinin ortadan kaldırılması ve Suriyeli sığınmacıların ülkelerine dönebilmeleri buna bağlıdır. 

Değerli Basın Mensupları,

Geçen hafta yayınlanan AB Komisyonu’nun 25. Türkiye Raporu’yla Türkiye’nin AB’nden giderek uzaklaştığı maalesef tekraren ortaya koyulmuştur.

Derinleşen bir ekonomik krizin ve yüzlerce milyar dolarlık borcun ortasındayken, Merkez Bankası rezervlerinin durumu meydandayken, acilen ihtiyaç duyduğumuz gümrük birliği güncellenmesi ihtiyacı açıkken, vize serbestisi konusu tıkanmışken, AB’yle ilişkilerimizi çıkmaza sokmanın yine içerde oy toplamaya yönelik bir kolaycılık olduğu açıktır.

Görünen o ki Hükümetimiz AB’yle gümrük birliğinin güncellenmesini ve vize serbestisinin sağlanmasını gelecekte de mümkün görmüyor.

Türkiye-AB ilişkilerinin artık yeni bir döneme geçerek, “iş birliği” yerine “mecburi angajman” ve restleşme dönemine girdiğini ve bunun Türkiye’ye yarar sağlamayacağını açıkça ifade etmek istiyorum.

Komisyon raporunda Türkiye’ye ayrılan bölümdeki olumsuz tespitler, iddialar ve görüşler gayet açıktır. Türkiye’nin AB’nin demokrasi ve hukuk devleti kriterlerine meydan okuması ilişkilerin geleceği için karamsar bir tablo yaratmaktadır.

Hem siyasi hem hukuki hem de ekonomik anlamda daha müreffeh bir Türkiye için, insanımızın adaletten eğitime, tarımdan ticarete her alanda daha yüksek standartlara ulaşabilmesi için Avrupa Birliği yolu Türkiye’nin asla yok sayamayacağı ve kesip atamayacağı bir yoldur.

Her seferinde AB rapor ve açıklamalarını tepkisel bir tutum ile “hükümsüz” saydıktan sonra uzun uzadıya reddiye yazmak yerine daha yapıcı bir yaklaşım ortaya konulması Türkiye’nin menfaatlerinin gereğidir.

Değerli Vatandaşlarımız,

ABD ile ilişkilerimizin önemi izahtan varestedir. Ancak, bu ilişkiler son yıllarda adeta çürümeye terkedilmiştir. Türkiye, ABD tarafından ciddiye alınmak isteyen, mütemadiyen tekrarlanan “ulusal çıkar ve beka” söylemiyle öfke nöbetleri geçiren bir ortak ve müttefik görünümü vermektedir.

Suriye meselesinin başladığı 2011 yılından bu yana ABD’yle ilişkilerimiz istikrarlı şekilde bozuluyor; bu sürece Trump yönetimi de dahildir.

Uzun bir sorunlar listemiz var: Halkbank davasından F-35’lere ve F-16’lara, Kuzey Suriye’den S-400’lere, İsveç’in NATO üyeliğine ve uygun şartlarla kredi aramaya uzanıyor bu liste.

ABD ile ilişkilerimizin tekrar düzelmesi ulusal menfaatlerimizin gereğidir.

ABD’nin özellikle milli güvenliğimiz ile ilgili birçok yanlış tutumu karşısında etkisiz olduğumuz da bir gerçektir.

Bu bağlamda hükümetin şu sorulara cevap vermesini bekliyoruz:

ABD’yle devlet başkanı düzeyinde hangi nedenle ikili ziyaret yapılmasına ara verilmiştir?

1980’li yıllarda Türkiye’de montaj üretimi yapılan F-16 muharip uçaklarını artık satın almakta bile neden bu kadar zorlanıyoruz?

ABD’yle ilişkilerimizin doğru yönde ilerlediğine inanıyor musunuz? Öncelediğimiz ikili ticaretin artmasının siyasi, askeri, stratejik, teknolojik, ekonomik ilişkilere hangi somut katkısı olmuştur?

Aziz Milletim,

Türkiye, uzun zamandır hem Batı’yla hem Rusya’yla dengeli bir ilişki kuramıyor.

Kısa vadede al-ver ilişkisine dayalı kazanımlar, orta ve uzun vadede, ortak değerlere ve ilkelere dayanmadığı için sürdürülemez.

Bu garip halin sonuçlarını Kuzey Suriye’de 36 askerimizi şehit vererek yaşadık. Türkiye elbette Rusya’yla dengeli ve karşılıklı çıkara dayalı ilişkiler kurmalıdır. Fakat, bugünkü görüntü bu yaklaşımdan çok uzaktır.

Bu durumun Türkiye’nin yüksek çıkarlarıyla uyumlu olmadığını hatırlatmak isteriz.

Rusya’dan 2,5 milyar dolar bedelle satın aldığımız, ancak yıllardır depoda bekletilen S-400 sisteminin “bir çamaşır makinesinden fazlası olduğunu” Sayın Milli Savunma Bakanı bütçe görüşmeleri sırasında ifade etti.

O halde şu soruların hükümet tarafından cevaplanması gerekir;

S-400 sistemini büyük meblağ karşılığı almanın Türkiye’ye sağladığı somut kazanım nedir?

Hangi somut tehditler bu sistemin alınmasıyla bertaraf edilmiştir?

S-400 sistemi alındıktan sonra Türkiye’ye teknoloji transferi yapıldı mı?

Değerli Basın Mensupları,

NATO’nun yeni üyelere kapı açması önemli gündem maddelerimizden birisidir.

DEVA Partisi olarak biz prensip olarak NATO’nun açık kapı politikasını desteklemekteyiz.

NATO’nun sağlamış olduğu caydırıcılığın Türkiye’nin ulusal güvenliği açısından kritik önemde olduğunu düşünüyoruz. Dolayısıyla bu ittifakın, önümüzdeki dönemde de güçlenerek yoluna devam etmesi Türkiye’nin dış politikadaki hedeflerinden biridir.

Ancak, özellikle son haftalarda Gazze’de yaşanan katliamlar ve savaş suçları karşısında ABD başta olmak üzere neredeyse tüm NATO üyeleri kabul edilemez bir tavır ortaya koymuştur.

NATO, Ukrayna-Rusya savaşında ortaya koyduğu tavrın tam tersi hareket ederek kurumsal düzeyde de tam bir çifte standart sergilemiştir.

Yine bazı NATO üyeleri Türkiye’nin terörle mücadelesine yeterince destek vermemekte, savunma sanayi işbirliği konusunda da Türkiye’nin hassasiyetleri yeterince dikkate alınmamaktadır.

İsveç’in NATO üyeliği onayı bağlamında da bu parametreler konusunda Dışişleri Bakanlığı ve İstihbarat Birimlerimizin de değerlendirmelerini dikkate alarak, Türkiye’nin çıkarlarını önceleyen bir anlayışla DEVA Partisi olarak mecliste bir tutum ortaya koyacağız.

Değerli Basın Mensupları,

Kıymetli Vatandaşlarımız,

Türkiye’de devlet ve kurumlar büyük bir hızla aşınıyor.

Kurumsallaşma ortadan kayboldu.

Devlette ilkeler, kurumsal kültür, şeffaflık ortadan kalktı.

Bu durum her alanda büyük bir yozlaşma yaratıyor.

Serinkanlı ve ülke menfaatini önceleyen; ilkeliliği, tutarlılığı ve sürekliliği gözeten düşünce yapısı yerini partizanlığa terk etti.

Siyasi atamalar bürokratik refleksleri felç etmiş durumda.

Dışişleri Bakanlığı da bu aşınmadan maalesef payını almış durumda.

Bu gidişata mutlaka dur denilmeli.

DEVA Partisi olarak bizler içeride adil, demokratik ve müreffeh; dışarıda ise güvenilir, itibarı yüksek ve sözü dinlenen güçlü Türkiye özlemi ile çalışıyoruz.

Hepinizi saygıyla selamlıyorum.

AK Parti’nin Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlarımıza İlişkin Seçim Vaatlerinin Karnesi Hk. Basın Toplantısı

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Değerli Arkadaşlar,

Malumunuz, Sayın Cumhurbaşkanı 17 Kasım Cuma günü Berlin’i ziyaret edecek ve ziyareti kapsamında önce Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier ile ardından Almanya Şansölyesi Olaf Scholz ile görüşme gerçekleştirecek.

Bildiğiniz üzere, Türkiye ile Almanya ilişkileri köklü bir tarihe dayanıyor, iki ülke için de olağanüstü öneme haiz konumu var.

Almanya 52 milyar Avro’yu aşan dış ticaret hacmi ile, ihracatta birinci, ithalatta üçüncü olarak Türkiye’nin en önemli ekonomik ortaklarındandır. Bunun ötesinde Almanya en fazla yurt dışında yerleşik olan vatandaşlarımızın bulunduğu ülkedir. Almanya’da yaşayan 3,5 milyonu aşan Türkiye kökenli vatandaşımız iki ülke arasında çok güçlü bir köprü konumundadır.

Türk diasporası, Almanya’da eğitimden iş hayatına, siyasetten sivil topluma kadar farklı alanlarda toplumsal hayatın içerisinde yer alıyorlar.

Dünya genelinde ise, 5 milyonu Avrupa’da olmak üzere, Amerika’dan Avustralya’ya uzanan geniş bir coğrafyada yaklaşık 6,5 milyon vatandaşımız yaşıyor.

Bugün sizlere, yurt dışı vatandaşlarımıza ilişkin olarak iktidarın kimisini birkaç seçim dönemi boyunca tekrarladığı ancak gerçekleştirmediği, kimisini gündeminden dahi kaldırdığı sözlerin üzerinde durup, hükümete vatandaşlarımızın haklı beklentilerini hatırlatacağım ve iktidarın Yurtdışı vatandaşlarımıza yönelik politikalarının -bir diğer adıyla diaspora politikaları- karnesini ortaya koyacağım.   

17 Kasım’da Berlin’e gidecek Sayın Cumhurbaşkanı da yurt dışındaki vatandaşlarımıza verdiği vaatleri belki bu sayede hatırlar ve hatta yola çıkmadan önce bir imza ile yerine getirilebilecek bazı sözleri yerine getirir.

Nitekim, 28 Mayıs 2023 seçimleri sonrasında kurulan hükümet 6’ıncı ayına girdi.

AK Parti tarafından yayımlanan “Türkiye Yüzyılı için Doğru Adımlar Seçim Beyannamesi 2023” isimli metinde, “Yurt Dışında Yaşayan Vatandaşlarımızı Sahiplenme” alt başlığında yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza yönelik birçok vaat sıralanmıştı.

Ancak taahhüt edilen vaatlerin hiçbiri maalesef henüz gerçekleştirilmedi.

Kıymetli Basın Mensupları,

Ben de 1975 yılında Bayburt’ta doğmuş, 1976 yılında aile birliği çerçevesinde Almanya’ya göç etmiş; hayatının büyük bir bölümünü Almanya’da geçirmiş biriyim.

2015 yılında bir milletvekili adayı olarak Türkiye’ye gelirken aklımda, anavatandan bakıldığında sorunları doğru şekilde tespit edilip çözüm üretilemeyen ve gün geçtikçe sayısı artan yurt dışında yerleşik vatandaşlarımızın, yani diasporamızın meselelerini, onlardan biri olarak gündeme taşımak ve Türkiye için rasyonel bir diaspora politikası inşa etmek vardı.

Milletvekilliğim döneminde bunları gerçekleştirmek için yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarını sürekli gündeme taşıdım. Bu sorunların giderilmesine ilişkin pek çok ilki gerçekleştirdim.

Mesela ilk defa kapsamlı bir diaspora politikası ortaya konulmasını sağladım. Mesela ilk defa hükümet programlarına kuşatıcı bir diaspora politikası perspektifi aldırdım.

Ancak maalesef tam bu işlere başlarken Türkiye, demokrasi ve hukuk devleti rotasından uzaklaştı ve her gün temellerin duruşmasının yaşandığı bir yer haline dönüştürüldü ve yurtdışındaki vatandaşlarımıza yüzünü dönecek hali kalmadı.

Türkiye’deki olumsuz gidişat yurt dışındaki vatandaşlarımıza da büyük ölçüde sirayet etti ve yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunları ikinci hatta üçüncü plana atıldı.

Bunlarla beraber ciddi bir diaspora politikası yapılamaz hale geldi.

Neden mi? Çünkü başarılı bir diaspora politikasının temel şartı kendi toplumsal sorunlarını çözmüş, işleyen bir demokrasi, refah seviyesini artıran güçlü bir ekonomi ve bunların üzerine bina edilen saygın bir dış politikadır. Bunlar olmazsa yurt dışında yaşayan vatandaşlarınıza fayda sağlamak bir yana onlara yük olursunuz.

Şu anda Türkiye’nin durumu da maalesef bu.   

Türkiye maalesef yurt dışındaki insan kaynaklarını yeterince ortak değer ve zenginlik olarak göremedi. Bunu inşa edecek pozitif bir ajandaya sahip kuşatıcı bir diaspora politikasını oluşturamadı.

Bu durumda diasporamız da haliyle yalnızca seçim dönemlerinde hatırlandı. Böyle bir gerçeklikte, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarının çözümü şöyle dursun, yalnızca her seçim dönemi tekrar edilen ancak bir türlü gerçekleştirilemeyen vaatlerle kotarılmaya çalışılan bir politikasızlık halini aldı.

Türkiye maalesef yurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza yönelik kuşatıcı bir politika oluşturamadı.

Yurt dışındaki vatandaşlarımızın sorunlarının çözümü şöyle dursun, yalnızca her seçim dönemi tekrar edilen

AK Parti 2023 seçim beyannamesinde yurt dışındaki vatandaşlarımıza verdiği vaatlerin hiçbirini yerine getirmedi.

Yurt dışındaki vatandaşlarımızı sadece seçimden seçime hatırlayan iktidar, iş verdiği vaatleri gerçekleştirmeye gelince adeta saklambaç oynamaya başladı.

Çünkü maalesef iktidara göre yurt dışındaki vatandaşlarımız iradesini sadece sandıkta bildirmesi beklenen sessiz yığınlardan ibaret.

AK Parti’nin seçim beyannamelerinde yer alan vaatlerin gerçekleşip gerçekleşmediğini incelediğimizde tam olarak böyle bir durumun oluştuğunu gözlemliyoruz.

Ne yazık ki seçim beyannameleri ile 2015 ve sonrası hükümet programlarında verilen sözlerin büyük bölümü tutulmadı. Atılan bazı adımlar da sonradan tekrar iptal edildi. 2018 seçim beyannamesinde verilen sözlerin bir kısmı ya gerçekleştirilmedi ve tamamen gündemden kaldırıldı ya da zamanında yerine getirilmediği için kopyala-yapıştır 2023 seçim beyannamesine alındı.

İktidarın yurt dışı vatandaşların meselelerini etraflıca ele alıp çözüm önerilerini sunduğu tek yer seçim beyannameleri, tek zaman ise seçimden önceki son 1-2 ay ile sınırlı kaldı.

Bir seçim döneminden diğerine hatırladıkları yurt dışındaki vatandaşlarımızı ve sorunlarını sadece üzerinde çalışmaya değer gördükleri dönemlerde ele alan iktidar, iş buna ilişkin vaatleri gerçekleştirmeye gelince adeta saklambaç oynamaya başladı. 

Seçimden önce “Önceki iktidar sahipleri yıllarca sizleri görmezden geldi, sadece döviz ihtiyacı olduğunda sizi hatırladı. Biz ise her sıkıntınızda yanınızda olduk, pek çok sorununuzu çözdük, haklarınızı teslim ettik. Ülkemizin dünyadaki temsilcisi olarak gördüğümüz siz kıymetli vatandaşlarımıza sahip çıkmaya devam edeceğiz.” ifadelerini kullanan Sayın Cumhurbaşkanı, bu defteri bir sonraki seçime kadar kapatıp rafa kaldırdı.

Değerli vatandaşlarımız,

AK Parti’nin 2018 ve 2023 seçim beyannamelerinde yer alan yurt dışındaki vatandaşlarımıza yönelik vaatleri ve buna yönelik çalışmaların mevcut durumunu incelediğimizde iktidarın seçimlere odaklı çıkarcı yaklaşımını somut bir şekilde gözlemlemek mümkündür.

AK Parti’nin 2018 seçim beyannamesinde yer alan en önemli vaatler nelerdi?

“Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ‘Yurt Dışı Türkler Komisyonu’ adıyla daimî bir ihtisas komisyonu kurulmasını sağlayacağız.”

Bu vaadin üzerinden tam 5 sene geçti.

Dönemin Başbakanı Sayın Binali Yıldırım’ın, bir ihtisas komisyonu kurulmasıyla ilgili bizzat verdiği söz maalesef seçim döneminden sonra unutuldu.

Bu kapsamda Türkiye’de göç ve diaspora konusunun yasama organı bünyesinde ele alınacağı bir daimi ihtisas komisyonunun TBMM’de “Göç ve Diaspora Komisyonu” ismiyle kurulması için hazırlamış olduğum kanun teklifine destek verilmedi.

2023 seçim beyannamesinde bu vaat kaldırıldı ve sadece “Yurt dışındaki vatandaşlarımıza ait konu ve taleplerin TBMM’de daha güçlü şekilde temsil edilmesine yönelik çalışma ve düzenlemeler yapacağız” ve “Yurt dışındaki vatandaşlarımızın TBMM’de temsilini güçlendireceğiz.” ifadeleri ile yetinildi.

Geçen dönem ihtisas komisyonu sözüne rağmen sadece Dışişleri Komisyonu altında Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Alt Komisyonu kuruldu, bu dönem o da yok.

Yani söz verdiklerini yapmadıkları gibi yaptıkları azı da kaldırdılar.

Oysa 6 milyonu aşan diasporamızın gündemi, TBMM’nin bir ihtisas komisyonunda kurumsallaştırılabilir, hatta Göç ile ele alınarak Göç ve Diaspora Komisyonu kurulabilir. Bunun yolu, TBMM bünyesinde kalıcı bir ihtisas komisyonu kurmaktır.

Bu husus, tam da iktidarın yurt dışı vatandaşlara yaklaşımının somut bir göstergesi.

Çünkü iktidara göre yurt dışındaki vatandaşlarımız iradesini sadece sandıkta bildirmesi beklenen sessiz yığınlardan ibaret.

Kıymetli arkadaşlar,

2015 ve daha sonrası 2018’de söz verilen diğer bir konu ise yurt dışında yaşayan gençlerimizin ülkemizdeki staj imkanlarını arttırılması hakkında.

Aynı vaade 2023 seçim beyannamesinde de yer verilmiştir ancak gerçekleştirilebilmesi için gereken sistematik bir çalışma hiç yapılmamıştır.

Somut bir planın olmadığı, planlama için yeterli ön çalışmanın gerçekleştirilmediği bir durumda muhtelif, düzenliliği olmayan uygulamalarla anlamlı bir sonuç alınması elbette mümkün değildir.

Yurtdışında yaşayan vatandaşlarımızın bir araya geleceği ve kendilerini ilgilendiren konuların istişare edileceği yıllık diaspora buluşmalarının gerçekleştirilmesi 2018’deki vaatlerden bir diğeri.

Bu vaat de gerçekleştirilmemiş, bu sefer yıllık değil, “iki yılda bir Yurt Dışı Türkler Buluşması programları düzenlenmesi” şeklinde 2023 beyannamesine alınmıştır. Ancak yine bu konuda da bir planlama olup olmadığı ya da programların ne zaman düzenleneceği hususunda herhangi bir bilgi bulunmamaktadır.

2018 Seçim Beyannamesi’ndeki bir diğer önemli konu “Kişisel veriler ulusal ve uluslararası hukuka uygun olarak korunacak, vatandaşlarımızın menfaatleri esas alınacaktır.” şeklinde ifade edilmiştir.

Ancak bu vaadin ardından tüm ısrarlarımıza rağmen hazırlık süreci işletmeden ve bilgilendirme yapılmadan oldu bittiye getirilen ‘Otomatik Bilgi Paylaşımı’ gündeme gelmiştir ve yurt dışındaki sayısız vatandaşımız mağdur edilmiştir.

Şeffaflık ilkesine aykırı olarak yurt dışındaki işçileri ve emekçileri cezai müeyyidelerle karşı karşıya bırakan bu durum aynı zamanda yurt dışındaki vatandaşlarımızın Türkiye’deki hesaplarından yüksek miktarda döviz birikimlerini çekmelerine ve hesaplarını kapatmalarına sebep olmuştur. O yıllarda çok ikaz etmemize rağmen herhangi bir çalışma yapılmamıştır.

2023 yılında seçim beyannamelerinde bulunan  “Yurt dışında yaşayan 10.000 gencimizi her yıl eğitim, kariyer gelişimi ve kültürel programlar kapsamında ülkemize getireceğiz.” vaadi 2018 seçim beyannamesinde 100.000 genç ile gerçekleştirilmesi planlanan bir çalışmaydı.

İktidar, ülkeyi soktuğu ekonomik çıkmazın faturasını adeta yurt dışında yaşayan gençlerimize keserek hedef küçültmüş 100.000 gencimize sunmayı planladığı fırsatları hayata geçirmediği gibi bir de bir sonraki seçim döneminde bu sayıyı on katı azaltmıştır. Diğer vaatlerde olduğu gibi bu vaadin hayata geçip geçmeyeceği ise yine belirsizdir. Bir hazırlığın olmadığı ortadadır.

Yurt Dışı Vatandaşlar Koordinasyon Kurulu’nun kurulması ve Yurt Dışı Vatandaşlar Danışma Meclislerinin oluşturulması konularına ise 2018’de bir arada yer verilirken, 2023’te yalnızca Yurt Dışı Vatandaşlar Koordinasyon Kurulu’nun kurulması vaadi bulunmaktadır, yani kurulmayan danışma meclisleri tamamıyla rafa kaldırılmıştır. Koordinasyon Kurulu konusunda bir çalışmanın var olup olmadığını bilmiyoruz, elbette yakından takip edeceğiz.

Ayrıca göç müzelerinin kurulması, 2010’dan itibaren gündeme gelen bir konu olarak üniversitelerimizin yurt dışında bölüm açmalarının teşvik edilmesi, yurt dışında yetişen gençlerin kamu kurumlarında istihdamı için KPSS’de yeni modüller açılması, üniversitelerimizde diaspora gençlerimize ayrılan kontenjanın iki katına çıkartılması ve Türkiye’ye kesin dönüş yapanlar için kamu hizmetlerinin önündeki engellerin kaldırılması konuları yine 2018 seçim beyannamesinde yer almış ancak herhangi bir çalışma yapılmamıştır.

Bu önemli konular hakkında yıllardır hiçbir adım atmayan iktidar partisi tüm bu vaatlerini gerçekleştirmemiş olmasının yanı sıra 2023 seçim beyannamesinde bu konulara yer vermemiş, yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın sorunlarını tozlu raflara kaldırmıştır.

Aynı şekilde seçim beyannamelerinde “Sosyal, eğitim ve kültürel iş birliği anlaşmalarının güncellenmesini sağlayacağız.” olarak belirlenmiş maddenin hayata geçirilmesi için son yıllarda hiçbir çalışma yapılmamıştır. Halbuki bu konu bile başlı başına devasa bir projedir. Örneğin daha Avusturya ve Danimarka gibi ülkelerde eğitim ve kültür iş birliği anlaşmamız yoktur.

Aziz Vatandaşlarımız, 

Son genel seçim öncesi yayımlanan seçim beyannamesinde Ak Partiyurt dışında yaşayan vatandaşlarımıza yönelik vaatlere yer vermiştir.

Ancak vaatlerin bir kısmının uzun süreçler gerekmeksizin gerçekleştirilme imkânı olmasına rağmen, taahhüt edilen vaatlerin hiçbiri maalesef henüz gerçekleştirilmemiştir.

Örneğin yurt dışından getirilen mobil telefonların kullanım süresinin 120 günden 180 güne çıkartılması sözü verilmiştir.

Bu vaat kanuni bir düzenleme gerekmeksizin, Elektronik Kimlik Bilgisini Haiz Cihazların Kayıt Altına Alınmasına Dair Yönetmelik’te yapılacak basit bir değişiklikle anında hayata geçirilebilecek olmasına rağmen halen bu konuda bir adım atılmamıştır.

Yine geçici ithalat kapsamında olan araçların Türkiye’ye getirilme süresi ile ilgili olarak araçların Türkiye’de belli bir süre kaldıktan sonra yurt dışında kalma süresinin kısaltılması vaadi de kanuni düzenleme gerekmeksizin Geçici İthal Edilen Kara Taşıtlarına İlişkin Gümrük Genel Tebliği’nde hemen yapılacak bir değişiklikle hayata geçirilebilir.

Bu iki konuyla birlikte yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın yine çok yakından takip ettiği diğer bir mesele olan borçlanma yolu ile emekli olan vatandaşlarımıza yurt dışında tam zamanlı çalışma hakkı tanınmasıdır.

Bu üç önemli konu hakkında ilgili bakanlıklar tarafından hangi çalışmalar yürütüldüğü, çalışmalar için bir takvim belirlenip belirlenmediği, verilen sözlerin ne zaman yerine getirileceğine dair hiçbir bilgilendirme yapılmamaktadır.

Milletvekili sıfatıyla bahsi geçen konulara ilişkin olarak Ticaret Bakanı’na, Ulaştırma ve Altyapı Bakanı’na ve Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı’na yönelttiğim sorular ise Anayasa’nın 98. Maddesine aykırı olarak süresi içinde cevaplanmamış, cevap verildiğinde ise tek cümlelik, oldukça yetersiz ifadeler kullanılmıştır.

Çalışmaların mevcut durumunu öğrenmek ve ilgili vaatleri hatırlatmak adına tekraren 3 ayrı soru önergesi verdim ancak maalesef yönelttiğim soruları yanıt alabileceğime dair bir ümidim yok.

Bir diğer mesele çifte vatandaşlık.

Demişler ki; “Vatandaşlarımızın çifte vatandaşlık hakkını desteleyecek hem Türkiye’de hem bulundukları ülkelerde vatandaşlık haklarından yararlanmaları için gerekli yasal ve diplomatik adımları atmaya devam edeceğiz.”

İyi güzel ama çifte vatandaşlığı desteklemek, askerlikte ödenen döviz miktarını artırmak mıdır?

Biz, dövizle askerliği büyük uğraşlarımız sonucunda 2016 yılında 1000 avroya kadar düşürmüştük. Madem çifte vatandaşlığı destekliyordunuz, niçin bunu önce 2000 avroya, 2019 yılında da 5 bin 260 avroya çıkardınız? Bunun gençlerin vatandaşlıktan çıkmasına neden olduğunu bilmiyor musunuz?

Madem çifte vatandaşlığı destekliyordunuz, soruyorum, gençlerin Türk vatandaşlığından çıkışını tüm ikazlarımıza rağmen niçin hızlandırdınız?

2023 seçim beyannamesinde yurt dışı vatandaşlarla ilgili öyle vaatler var ki…

Başı-sonu belli değil, planı-programı çizilmemiş, kimler tarafından ne zaman yapılacak belirtilmemiş, büyük oranda da soyut hedefler.

Örneğin; “Yurt dışında Türkçe yayın yapan yazılı ve görsel basını desteklemeye devam edeceğiz.”

Bu zamana kadar Türkçe yayın yapan yazılı ve görsel basına nasıl bir destek sundunuz, bundan sonrası için çalışmalarınız ne olacak, takviminiz, planınız, programınız var mı?

Hiçbir şey belli değil!

Tüm bunların yanı sıra beyannamede ciddiyetsiz ve yanlış tutumlar da göze çarpıyor.

Örneğin Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı’nın yurt dışında da teşkilatlanması ve yurt dışında YTB müşavirliklerinin açılmasına ilişkin vaat gereksiz ve anlamsız harcamalara yol açabileceği için ciddiyetten uzaktır. Böyle bir adım atılmamalıdır.  

Diğer taraftan “İslam düşmanlığı, ayrımcılık ve hak ihlallerinin takibini genişleterek sürdüreceğiz.” vaadi maalesef Türkiye’nin artık yapabileceği bir çalışma değildir çünkü böyle bir çalışmayı inandırı olarak yapabilmek için ilk önce ülke içinde ayrımcılıklara son vermelisiniz ki yurt dışında örnek alınabilesiniz.  

Değerli basın mensupları,

Özetle 2023 seçim beyannamesinde yer verilen vaatlerin plan ve programı ile ilgili kamuoyuna yansıyan ciddiye alınacak bir bilgi yok.

Kapsamlı diaspora politikasının nasıl olması gerektiğini ortaya koyduk.

DEVA Partisi olarak 19 Nisan 2023’te yayımladığımız Yurt Dışı Vatandaşlar Eylem Planımızı mevcut politikaların eksiklerini bilerek ve özellikle yapısal dönüşümü önceleyerek yoğun bir çalışma ile hazırladık.

Tüm eylem planlarımızda yaptığımız gibi koyduğumuz hedeflerin kaç gün içinde, kim tarafından gerçekleştirileceğini ve hangi işlemlerin yapılması gerektiğini tespit ederek kamuoyu ile paylaştık. 

“Türkiye her yerde seninle” başlığını taşıyan eylem planımızda, 12 ana ve 40 alt başlıkta toplam 106 somut adımı tek tek detaylandırdık.

Eylem planımızda eğitimi de kültürü de ihtiva eden kapsamlı diaspora politikasının nasıl olması gerektiğini ve yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın en önemli sorunlarına ilişkin somut çözüm önerilerimizi paylaştık.

Buyurun, uygulayın diyoruz hükümete!

DEVA Partisi olarak, günlük siyasi çekişmelerden uzak, yurt dışında yaşayan insanlarımızın kazanımlarını muhafaza eden, onları çekiştiren değil, yaşadıkları ülkelerle Türkiye arasındaki ilişkilerin en temel köprüsü olarak gören ve geliştiren, insanlarımızı günlük siyasete alet etmeyen bir diaspora politikamız olması gerektiğine inanıyoruz.

Bu nedenle yurt dışında yerleşik olan tüm insanlarımızın sorunlarına deva olmak ve kazanımlarını artırmak adına kararlı bir şekilde çalışıp her zaman yanlarında olacağız.

Bu çerçevede hükümetin yurtdışı vatandaşlar politikalarını da yakından takip ediyoruz ve birkaç ayda bir karnesini ortaya koyacağız. Söz verilip de yapılanı takdir edeceğiz ama ertelenen ve yapılmayan tüm sözlerin de takipçisi olup kamuoyunu bilgilendireceğiz. Çünkü biliyoruz ki; dünyanın neresinde yaşarsa yaşasın Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olan her bir insanın sorunlarını çözmek ve ona ‘Türkiye her zaman benimle’ hissini yaşatmak boynumuzun borcudur

Yurt Dışı Vatandaşlar Hakkında Seçim Beyannamesine İlişkin Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’na Soru Önergesi

14 Mayıs 2023 Genel Seçimleri kapsamında AK Parti, “Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar Seçim Beyannamesi 2023” başlıklı bir seçim beyannamesi yayımlayarak, birtakım taahhütlerde bulunmuştur. Söz konusu beyannamede yer alan vaatlerden bir tanesi de yurt dışı borçlanması yoluyla emekli olanlara yurt dışında tam zamanlı çalışma hakkı tanınacağı şeklindedir.

Yurt dışı borçlanması yoluyla emeklilik şartlarının, vatandaşlarımızın ihtiyaçları ve sosyal güvenlik kapasitemiz çerçevesinde yeniden düzenlenmesi ve uygulamadaki bu ayrımcılığın giderilmesi hususu acilen çözüm bekleyen önemli bir sorundur. Seçim beyannamesinde vaat edildiği üzere, bu sorunun çözümü adına yürütülen çalışmalar ve çalışmaların mevcut durumu yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız tarafından ilgiyle takip edilmektedir.

Bu nedenle, 14.06.2023 tarihinde vermiş olduğum 7/264 Esas Numaralı soru önergesi 10.10.2023 tarihinde tarafınızca yanıtlanmış ancak bahsi geçen yanıtta sadece “Yurt dışında yaşayan ve yurt dışı borçlanma ile emekli olan kişilere yurt dışında tam zamanlı çalışma hakkı tanınmasına ilişkin Bakanlığımız tarafından yürütülen çalışmalar devam etmektedir.” ifadeleri kullanılmıştır. Malumunuz Anayasa’nın 98. maddesine göre soru önergeleri 15 gün içinde cevaplandırılması gerekiyor. Bunun ötesinde bir milletvekilinin anayasal denetim görevini yapabilmesi için verilen cevap yeterli, yani ayrıntılı bir bilgiyi içermesi gerekir.

Bu bağlamda,

  1. Yurt dışında yaşayan ve borçlanma yolu ile emekli olan vatandaşlarımıza yurt dışında tam zamanlı çalışma hakkı tanınması ile ilgili olarak vaat edilen düzenleme kapsamında Bakanlığınız tarafından hangi çalışmalar yürütülmektedir? Bu çalışmaların ayrıntıları nelerdir?
  2. İlgili çalışmalar için bir takvim belirlenmiş midir? Belirlenmiş bir takvim mevcutsa kamuoyuyla paylaşılacak mıdır? Verilen söz ne zaman yerine getirilecektir?

Yurt Dışı Vatandaşlar Hakkında Seçim Beyannamesine İlişkin Ticaret Bakanlığı’na Soru Önergesi

14 Mayıs 2023 Genel Seçimleri kapsamında AK Parti, “Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar Seçim Beyannamesi 2023” başlıklı bir seçim beyannamesi yayımlayarak, birtakım taahhütlerde bulunmuştur. Söz konusu beyannamede yer alan vaatlerden bir tanesi de geçici ithalat kapsamında Türkiye’ye getirilen araçların 730 günlük kalma süresini tamamladıktan sonra tekrar Türkiye’ye getirilebilmesi için yurt dışında en az 185 gün kalma şartının 30 güne düşürüleceği şeklindedir.

Yurt dışından gelen vatandaşlarımızın Türkiye’de kullandıkları araçlarıyla ilgili sorunların giderilmesi acilen çözüm bekleyen önemli bir husustur. Seçim beyannamesinde vaat edildiği üzere, bu sorunun çözümü adına yürütülen çalışmalar ve çalışmaların mevcut durumu yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız tarafından ilgiyle takip edilmektedir. Bu nedenle, verilen vaadin yerine getirilmesine yönelik vatandaşlarımızın haklı beklentilerini hatırlatmak adına 14.06.2023 tarihinde vermiş olduğum 7/299 Esas Numaralı soru önergesi bugün itibariyle halen yanıtlanmamıştır. Oysa Anayasa’nın 98. maddesi gereğince yazılı soru önergeleri en geç on beş gün içinde cevaplandırılmak zorundadır.

Bu bağlamda,

  1. Geçici ithalat kapsamında olan araçların Türkiye’ye getirilme süresi ile ilgili olarak araçların Türkiye’de belli bir süre kaldıktan sonra yurt dışında kalma süresinin kısaltılması ile ilgili olarak vaat edilen düzenlemenin ne zaman hayata geçirileceğine dair 14.06.2023 tarihinde Bakanlığınıza yöneltmiş olduğum 7/299 Esas Numaralı soru önergesi Anayasa’nın açık hükmüne rağmen neden halen yanıtlanmamıştır?
  2. Kanuni bir düzenleme gerekmeksizin, Geçici İthal Edilen Kara Taşıtlarına İlişkin Gümrük Genel Tebliği’nde hemen yapılacak bir değişikle hayata geçirilebilecek bu düzenleme halen neden yapılmamıştır?
  3. Bahsi geçen vaadin gerçekleştirilebilmesi için Bakanlığınız tarafından hangi çalışmalar yürütülmektedir? Bu çalışmaların ayrıntıları nelerdir?
  4. İlgili çalışmalar için bir takvim belirlenmiş midir? Belirlenmiş bir takvim mevcutsa kamuoyuyla paylaşılacak mıdır? Verilen söz ne zaman yerine getirilecektir?

Yurt Dışı Vatandaşlar Hakkında Seçim Beyannamesine İlişkin Ulaştırma ve Altyapı Bakanlığı’na Soru Önergesi

14 Mayıs 2023 Genel Seçimleri kapsamında AK Parti, “Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar Seçim Beyannamesi 2023” başlıklı bir seçim beyannamesi yayımlayarak, birtakım taahhütlerde bulunmuştur. Söz konusu beyannamede yer alan vaatlerden bir tanesi de yurt dışından getirilen mobil cihazların Türkiye’de kayıtsız kullanım sürelerinin yurt dışında yerleşik vatandaşlarımız için 120 günden 180 güne çıkartılacağı şeklindedir.

Yurt dışından gelen vatandaşlarımızın Türkiye’de mobil cihazlarını rahatlıkla kullanabilmeleri hususu çözüm bekleyen önemli bir sorundur. Seçim beyannamesinde vaat edildiği üzere, bu sorunun çözümü adına yürütülen çalışmalar ve çalışmaların mevcut durumu yurt dışında yaşayan vatandaşlarımız tarafından ilgiyle takip edilmektedir. Bu nedenle, verilen vaadin yerine getirilmesine yönelik vatandaşlarımızın haklı beklentilerini hatırlatmak adına 14.06.2023 tarihinde vermiş olduğum 7/300 Esas Numaralı soru önergesi yanıtlanmamıştır. Oysa Anayasa’nın 98. maddesi gereğince yazılı soru önergeleri en geç on beş gün içinde cevaplandırılmak zorundadır.

Bu bağlamda,

  1. Yurt dışından getirilen mobil telefonların kullanım süresinin 120 günden 180 güne çıkartılması ile ilgili olarak vaat edilen düzenlemenin ne zaman hayata geçirileceğine dair 14.06.2023 tarihinde Bakanlığınıza yöneltmiş olduğum 7/300 Esas Numaralı soru önergesi Anayasa’nın açık hükmüne rağmen neden yanıtlanmamıştır?
  2. Kanuni bir düzenleme gerekmeksizin, Elektronik Kimlik Bilgisine Haiz Cihazların Kayıt Altına Alınmasına Dair Yönetmelik’te yapılacak basit bir değişiklikle anında hayata geçirilebilecek olan bu düzenleme halen neden yapılmamıştır?
  3. Bahsi geçen vaadin gerçekleştirilebilmesi için Bakanlığınız tarafından hangi çalışmalar yürütülmektedir? Bu çalışmaların ayrıntıları nelerdir?
  4. İlgili çalışmalar için bir takvim belirlenmiş midir? Belirlenmiş bir takvim mevcutsa kamuoyuyla paylaşılacak mıdır? Verilen söz ne zaman yerine getirilecektir?