Cumhuriyetin 100. Yılı Hk. Basın Açıklaması

“Toplumun barış ve huzur içinde yaşadığı ‘Herkesin Cumhuriyeti’ ancak gerçek bir demokratik hukuk devletinin varlığı ile mümkün”

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, “Cumhuriyet’in 100. Yılı” hakkında basın açıklaması yaptı.

“Bugün; Anadolu insanının var olma ve bağımsızlık mücadelesi verdiği uzun savaşların ardından kurulan Cumhuriyet’imizin 100. Yıl dönümü. Bu vesileyle Cumhuriyet’imizin kurucusu Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve Cumhuriyetin ilanı için Anadolu’nun dört bir yanından gelen tüm mebusları saygı ve rahmetle anıyorum” cümleleriyle sözlerine başlayan Yeneroğlu, açıklamasının devamında şu ifadeleri kullandı:

‘Ne yazık ki yüz yılda cumhuriyetin özgürlükçü demokrasi ile taçlandırılması ideali gerçekleştirilemedi’

“29 Ekim 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyeti; farklı etnik ve kültürel kimlikleri bir arada harmanlamak isteyen bir inançla kurulmuştur. Hiç şüphe yoktur ki Cumhuriyeti kuran Meclisimizin en büyük ideali ülkemizi muasır medeniyetler seviyesine çıkartmak olmuştur. Geçen 100 yıllık süre zarfında, Cumhuriyetin en temel kazanımlarının üzerine demokrasi bilincinin ve demokratik değerlerin inşa edilememesi ve bir toplumsal mutabakatın oluşturulamaması nedeniyle bugün, hedeflenen muasır medeniyetler seviyesinin çok altında olduğumuzu kabul etmemiz gerekmektedir.

Yüz yıllık cumhuriyet tarihinde demokrasi ve hukukun üstünlüğü bilincinin yerleşmemesi nedeniyle hukuk ve toplum her zaman devletin vesayetinde olmuş, ne yazık ki yüz yılda demokrasi ile cumhuriyet iç içe geçememiş yani cumhuriyet hürriyetçi demokrasi ile taçlandırılması ideali gerçekleştirilememiştir.”

‘Devletin beka ve kalkınması, hukuk devleti olabilmekten ve gerçek bir demokratik düzeni inşa edebilmekten geçer’

“Devleti yönetenlerin koyduğu kurallar, vatandaşlarının üstünde bir baskı aracı hatta çoğu zaman bir sopa olarak kullanmış, temel hak ve hürriyetlerin kullanımı kendi insafına bağlanmış ve ihtiyaç duyulan her “zor” zamanda askeri müdahaleler, sıkıyönetim ve OHAL gibi uygulamalarla yahut da siyasi partilerin kapatılması yoluyla demokratik siyasal hayata müdahale etme hakkını kendinde görmüştür. On yıllar boyunca askeri vesayet altında yönetilen ülkemiz askeri vesayeti aştığı andan itibaren de maalesef yeşeren demokrasi ümitlerinin heba edilmesi yüzünden başka bir vesayetin etkisi altına girmiştir. Değişen sadece güç temerküzü ve otoriter yönetimin el değiştirmesi olmuştur.

90’larda işlenen faili meçhul cinayetlerde ve zorla kaçırmalarda, 28 Şubat’ta başörtüsü meselesinde ve benzer şekilde 2016’da hain darbe girişimi sonrasında ilan edilen olağanüstü hal döneminde devletin bekası gerekçesiyle temel hak ve özgürlükler ezilmiş ve hukuksuzluk sıradanlaşmıştır. Tüm bu dönemlerde de ekonomik bakımdan da başarılı olamamış, başarısızlığının sonucunda daha çok baskı ve fakirlik üretmiştir. Oysa devletin bekası ve kalkınması, hukuk devleti olabilmekten ve gerçek bir demokratik düzeni inşa edebilmekten geçmektedir.”

Yargının bağımsız olmadığı, mahkemelerin sürekli baskı altında çalıştığı ve yargı kararlarına yöneticiler tarafından saygı duyulmadığı bir ülkede hukuk devletinden de demokratik bir cumhuriyetten de bahsedilemeyeceği ifadelerini kullanan Yeneroğlu, açıklamasını şu cümlelerle sürdürdü:

‘Hukukun üstünlüğünü ve kuvvetler ayrılığını tesis etmek, demokratik cumhuriyetin en temel vazifelerinden’

“Özgür bireylerin olmadığı bir ülkede demokrasiden bahsedilemez. Bu nedenle, demokratik cumhuriyet bireyin özgürlüğü üzerine inşa edilir. Bireylerin özgür olabilmesi için ise devletin vatandaşlarının görüşleri ve inançları karşısında tarafsız olması gerekir. İfade özgürlüğü, düşünceler karşısında devletin tarafsızlığını temin ederken laiklik de inançlar karşısında tarafsızlığı güvence altına alır.

Öte yandan farklılıkları zenginlik olarak kabul eden, hoşgörüyü merkeze alan çoğulcu anlayış olmadan demokrasi kültürünün gelişmesi de mümkün değildir. Diğer taraftan hukukun üstünlüğünü ve kuvvetler ayrılığını tesis etmek, demokratik bir cumhuriyetin en temel vazifelerinden biridir.

Unutulmamalıdır ki hukukun üstünlüğünü esas alan bir devlette, hiç kimse hukukun üstünde değil, herkes hukuka tabidir. Herkesin kendini birinci sınıf hissettiği, güçlünün zayıfı ezemediği, haklı olanın karşısındaki kim olursa olsun hakkını alabildiği, toplumun barış ve huzur içinde yaşadığı ‘Herkesin Cumhuriyeti’ ancak gerçek bir demokratik hukuk devletinin varlığı ile mümkündür.”

‘En büyük sorumluluğumuz, Cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırıldığı bir toplumsal düzeni ve yönetim sistemini gelecek nesillere aktarmak’

“Bugün, Cumhuriyet’in 100. yılında millet olarak en büyük sorumluluğumuz, Cumhuriyetin demokrasi ile taçlandırıldığı bir toplumsal düzenin ve yönetim sisteminin gelecek nesillere aktarılmasını sağlamaktır. Eşit vatandaşlık anlayışıyla her bir vatandaşımızın eşit haklara sahip olmasını sağlamak, “öteki” yaftasına izin vermemek, insanlık onuruna yaraşır bir şekilde, temel hak ve özgürlükleri sınırlandırmadan birlikte yaşamı mümkün kılmak, ortak sorumluluğumuzdur.

Demokrasinin, hukuk devletinin, temel hak ve özgürlüklerin, özgür basının ve güçlü bireylerle birlikte güçlü bir sivil toplumun Cumhuriyetin değerleri olarak kabul edildiği ve yaşandığı bir Türkiye umuduyla Cumhuriyetimizin 100. Yılı Kutlu Olsun.”

AİHM’in Yalçınkaya Kararı Hakkında Basın Açıklaması

“Yargılamalar Yalçınkaya Kararı Çerçevesinde Karara Bağlanmalı, Sonuçlanan Dosyalarda Yeniden Yargılamanın Önü Acilen Açılmalı”

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi dün açıkladığı Yüksel Yalçınkaya/Türkiye kararında silahlı terör örgütü üyeliği suçundan mahkûm edilen başvurucunun adil yargılanma hakkı, kanunsuz ceza olmaz ilkesi ile toplantı ve örgütlenme özgürlüğünün ihlal edildiğine hükmetmiştir. Hukuk devleti ilkesinin bir gereği olarak, kararın silahlı terör örgütü üyeliğine ilişkin diğer ceza yargılamalarını da etkileyeceği/etkilemesi gerektiği tartışmasız bir gerçektir. Bu durumda; devam eden yargılamalar bu esaslar çerçevesinde karara bağlanmalı, sonuçlanan dosyalarda da yeniden yargılamanın önü acilen açılmalıdır.

Mahkeme, söz konusu maddelerin ihlal edildiğine ilişkin tespitleri yaparken süregelen yargılamalardaki kronikleşen sorunlara dikkat çekerek sorunun sistematik ve yapısal olduğunu özellikle vurgulamıştır.

Bu kapsamda Mahkeme;

  • “Kanunsuz Ceza Olmaz İlkesi” bakımından; silahlı terör örgütüne üyelikten mahkumiyetin sanığın ancak “örgütün hiyerarşik yapısı içinde bilerek ve isteyerek hareket ettiğinin ve örgütün amaçlarını benimsediğinin” kanıtlanması halinde söz konusu olabileceğini hatırlatmıştır. Ayrıca mesajların içeriğine ve mesajlaşılan kişilerin kimliğine bakılmaksızın ByLock uygulamasını kullanmanın otomatik olarak bilerek ve isteyerek örgüte üye olmakla bir tutulduğunu belirterek, bu durumun öngörülebilir olmadığına hükmetmiştir.
  • “Adil Yargılanma Hakkı” bakımından; ByLock uygulaması hakkında verileri toplanma, doğrulanma, tutarsızlıklara itiraz edebilme gibi çeşitli açılardan yeterli güvencelerin sağlanmadığını tespit etmiştir.
  • “Toplanma ve Örgütlenme Özgürlüğü” bakımından, darbe girişiminden önce, yasal olarak faaliyet gösteren bir sendikaya ve bir derneğe üye olmanın suç teşkil eden bir davranış olarak kabul edilmesinin öngörülebilir olmadığına dikkat çekmiştir. 

Kararda dikkat çeken başka bir nokta da Mahkeme’nin önünde aynı konuda bekleyen 8.500 başvuru olduğu ve ByLock kullanan 100.000 kişinin de potansiyel başvurucu olduğunun altının çizilmesidir. Nitekim AİHM, sorunun çok sayıda kişiyi etkilediğini ve etkilemeye devam edebileceğini vurgulamış, ülkemize “hukuka dönüş” çağrısı yapmıştır. Açıkça da mevcut karardan gerekli sonuçların çıkartılarak “ulusal düzeyde genel önlemler alınması” gerektiğine dikkat çekmiştir. Mahkeme, Anayasa’nın 90. maddesi 5. fıkrasında yer alan “usulüne göre yürürlüğe giren uluslararası antlaşmaların kanun gücünde olduğu” hükmünü iktidara hatırlatarak kararın gereklerine uyulması gerektiğini belirtmiştir.

Karar, en başta söylediğimiz gibi malumun ilamından ibarettir… Ne acıdır ki ceza hukukunun temel prensiplerinin terk edilişi, hukukun yok sayılışı ve vicdanların sesinin kısılması çok korkunç mağduriyetlere yol açmıştır. Bu mağduriyetleri telafi etmenin bir yolu elbette yok; ancak yaşanan mağduriyetlerin daha fazla artmaması ve hukuk devleti ilkesinin sağlanması için atılacak adımlar bellidir.

Bu kapsamda beklentim, hukuka dönüşün sağlanması ve toplumsal huzurun yeniden tesis edilmesi için hızlı bir şekilde kararın gereklerinin yerine getirilmesidir. AİHM kararında ortaya koyulan tespitler ve kararın diğer yargılamaları da ilgilendiren etkisi dikkate alınarak devam eden yargılamalar bu esaslar çerçevesinde karara bağlanmalı; sonuçlanan dosyalarda da yeniden yargılamanın önü acilen açılmalıdır. Böylece hem AİHM’e başvuramamış mağdurlar hem de yargılamanın yenilenmesi kurumunun sebep olacağı bürokrasiyi ve zaman kaybını minimum seviyede tutmak için KHK Mağduriyetleri Eylem Planımızda da açıkladığımız gibi derhal bir kanuni düzenleme yapılmalıdır.

“Kanun Hükmü” İsimli Belgeselin Antalya Film Festivali Seçkisinden Çıkarılması Hk. Soru Önergesi

Yönetmen Nejla Demirci sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımla, iki KHK’lının yaşadığı mağduriyeti anlattığı “Kanun Hükmü” belgeselinin 60. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Belgesel Yarışma Seçkisi’nden çıkarıldığını duyurmuştur. Belgeselin seçkiden çıkarılması festival jürisi tarafından da tepkiyle karşılanmış ve jüri tarafından belgeselin seçkiye geri alınmaması durumunda görevlerini yerine getirmeyecekleri ifade edilmiştir.

Geçmişte de idari makamlar tarafından “Kanun Hükmü” belgeseline benzer şekilde müdahale edilmeye çalışarak belgeselin çekimleri önlenmeye çalışılmış, yapılan bireysel başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi’nin ifade özgürlüğünün ihlal edildiğine ilişkin kararıyla bu yasaklamanın önüne geçilmiştir.

Kamuoyuna yansıyan bilgilerde, belgeselin film festivalinden çıkarılmasını bizzat Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından talep edildiği, konu ile alakalı olarak Belediye Başkanı Muhittin Böcek’in kayyum tehdidiyle tarafınızca 6 kez arandığı ve belgeselin seçkiden çıkartılmasının talep edildiği iddia edilmiştir.

Bu bağlamda;

  • Bakanlığınızca Belediye Başkanı Muhittin Böcek de dahil yetkili herhangi bir kişiden “Kanun Hükmü” belgeselinin Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin Ulusal Yarışma Seçkisi’nden çıkartılmasına ilişkin herhangi bir talepte bulunulmuş mudur? Bu taleple birlikte kayyum atanması ya da başka bir sebeple ilgili kişiler üzerinde baskı kurulmuş mudur?
  • İddia edildiği şekilde belgeselin seçkiden çıkarılmasına ilişkin bir talepte bulunduysanız, buna ilişkin hukuki gerekçeniz nedir?
  • “Kanun Hükmü” belgeseli hakkında Anayasa Mahkemesi’nin hak ihlaline hükmettiği karar yok sayılarak belgeselin seçkiden çıkarılmasını ifade ve sanat özgürlüğü ile bağdaştırıyor musunuz?

Hükümetin İlk 100 Günlük Adalet, Demokrasi, İnsan Hak ve Hürriyetleri Karnesi Hakkında Basın Toplantısı

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

14 Mayıs seçimleri sonrasında kurulan hükümet, görevdeki ilk 100 gününü doldurdu.  

İlk 100 gün, verilen vaatlerin takibi ve icraatlerin değerlendirilmesi bakımından iktidarın “ilk karne” dönemi olması nedeniyle önemlidir.

DEVA Partisi olarak, Genel Başkanımız Sayın Ali Babacan Pazartesi günü yaptığı basın toplantısı ile seçim sonrası kurulan hükümetin ilk 100 gününü değerlendirdi.

Ben de bugün iktidarın “Adalet, Demokrasi, İnsan Hak ve Hürriyetleri”ne ilişkin 100 günlük karnesini ve acilen atılması gereken adımları değerlendireceğim.

Değerli Arkadaşlar,

Öncelikle şunu vurgulamalıyım ki iktidar, Türkiye’yi tekrar hukuk devleti, hatta anayasal devlet standartlarına taşıyabilmek için ne yapması gerektiğini, hangi somut adımları atması gerektiğini, özellikle hangi yapısal reformları yapması gerektiğini çok iyi biliyor.

Seçimden önce açıkladığı “Türkiye Yüzyılı İçin Doğru Adımlar” başlıklı 2023 Seçim Beyannamesi’nde ülkemizin tekrar demokrasi ve hukuk devleti rotasına dönebilmesi için yapması gerekenleri sayfalarca yazmış.

Beyannameyi okuduğunuzda ifade edilen hususların büyük çoğunluğunun lafta doğru olduğunu görüyoruz.

Yani iktidar vatandaşlarımızın daha mutlu ve daha huzurlu olması için ne yapması gerektiğinin farkında.

O halde “Ne yapılması gerektiğini madem biliyorsunuz, şimdiye kadar neden yapmadınız?” diye sormamız gerekiyor ama bu bugünün konusu değil.

Evet, iktidar, hukuk devletinin de demokrasinin de asgari standartlarını biliyor.

Kalkınma ve refah için genel olarak gerekli yapısal reformların farkında.

Burada haklarını teslim etmek gerekiyor.

Aziz Milletim,

AK Parti seçim beyannamesi ile bizlere “Yüksek Standartlı Bir Demokrasi, Türkiye Yüzyılına Yeni Anayasa, Hak ve Özgürlükler: Özgürlükler Yüzyılı ve Adalet Reformu” vaat ediyor.

“Yüksek Standartlı Demokrasi”

Bu hedefini tamamlayıcı reformlarla hayata geçireceğini belirtiyor.

Yine kendi anlatımıyla ‘derinlikli ve yüksek standartlı demokrasi, insan haysiyet ve onurunu” korumaya ve güçlendirmeye yönelik tek ve vazgeçilmez kurumdur.’  

Hatta daha ileri gidiyor ve beyannamede diyor ki ‘AK Parti’nin temel siyasi prensibi, inanç, ifade ve teşebbüs özgürlüğünün önündeki tüm engellerin kaldırılmasıdır.

Ne güzel, değil mi?

Bu metni okuyan vatandaşlarımız bu hedeflere karşı çıkarlar mı?

Aksine, toplumun nerdeyse tamamı destek vermez mi?

İktidarın son yıllarda ortaya koyduğu tutumlar karşısında o kadar iddialı sözler ki bunlar, hayret etmemek mümkün değil.

Mesela, insan haysiyet ve onurunun korunması hususu…

İnsan onurunu korumak demek insanı devletin nesnesi haline getirmemek demek, insanı tebaa olarak görmemek demek, insana yönelik saygıyı ihlal eden her türlü eylemi başta kamu gücüne yasaklamak demek.

İnsan onurunun korunması ilkesi, anayasal devletlerin en yüksek değer yargısıdır ve elbette yüksek demokrasi standardının varlığının da göstergesidir.

Peki ülkemizin gerçekliği bu iddiaların neresinde?

Gerçekten insan onuruna saygı duyan bir devlet anlayışına sahip miyiz?

İktidar, günümüz Türkiye’si gerçekleri ışığında telaffuz ederken dahi titretmesi gereken bu kavramların ne kadar bilincinde?

Bugün bunun üzerinde duracağız.

Kıymetli Basın Mensupları,

İktidar; yüksek standartlı demokrasi hedefinin yanında katılımcı, çoğulcu, özgürlükçü yeni bir Anayasa vaat ediyor.

Temel felsefesi bireyin özgürlüğü ve korunması olan, yargının bağımsızlığını ve tarafsızlığını güçlendirmeye yönelik kurumsal güvenceleri içeren, demokrasi, insan hakları ve hukukun üstünlüğünü derinleştiren yeni bir anayasa yapılması, vazgeçilmez öneme sahiptir.” diyor.

Evet, çok haklı. Gerçekten de beyannamede tanımlandığı gibi yeni bir Anayasa’ya da ihtiyacımız var.

Gerçekten de kuvvetler ayrılığı ve temel hakların güvence altına alınması gerek.

Ancak sorun şu ki, bugün ülke anayasal düzenin gerektirdiği biçimde yönetilmiyor. Bu sebeple bırakın anayasal devleti, artık ne anayasalı devletin ne de kanun devletinin varlığını iddia edebilecek durumda değiliz.

Var olan Anayasayı yok sayan Cumhurbaşkanı, yeni Anayasa yapıp onu ciddiye alacakmış. Sanki mevcut Anayasa ona ülkeyi hukuk devleti kurallarına göre yönetmeyi yasaklıyor!

Türkiye’nin mevcut durumunda kuvvetler ayrılığının geçerliliğinden bahsetmemiz mümkün mü? Bugün temel hakların korunduğunu iddia edebilir miyiz?

Daha bu hafta Cumhurbaşkanı yine ülkenin başsavcısı olduğunu ortaya koymadı mı, bir milletvekili ile ilgili yargısız infazda bulunmadı mı?

Daha üç gün önce dünya alemin gözü önünde yargının tespit dahi etmediği suçları kişilere isnat ederek asıl hükmü veren kendisinin olduğunu itiraf etmiş olmadı mı?

Yürütmenin başı kendisi, yasamanın da fiilen başı kendisi, yargının da fiilen başı kendisi!

Üç erki şahsında birleştiriyor. Uygulamalar ortada. Bir de üzerine yüksek standartlı demokrasi getirecekmiş. Doğrusu daha da yeterli kabul etmediği bu güç temerküzünü nasıl daha fazla yükseltmeyi düşünüyor, çok merak ediyorum.

Bugün aksini iddia edebilecek bir kişi var mı?

Herkes, bu gerçeği kimse bilmiyormuş gibi yapıyor ama neyin ne olduğu herkesin malumu.

Hukukun Üstünlüğü Endeksinde: 140 ülke arasında 116’ncı,

Hükümetin Hukuka Bağlılığı Endeksinde: 140 ülke arasında 135’inci,

Dünya’da Özgürlük Raporunda ise 195 ülke arasında, “Özgür olmayan” 49 ülkeden biriyiz.

İnkar edemeyeceğimiz gerçek bu.

Başka bir endeks. Yöneticilerin Anayasaya Saygısı Endeksinde 1980’deki- yani Darbe Anayasası’nın yapıldığı dönemdeki- düzeyin de altındayız.

Şimdi, böyle bir tablo karşısında seçim beyannamesinde verilen sözleri nasıl ciddiye alabiliriz?

1789 Fransız İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 16. maddesi der ki; “Hakların güvence altına alınmasını sağlamayan, kuvvetler ayrılığı ilkesini benimsemeyen toplumlar, asla bir Anayasa’ya sahip değildirler.”

Peki bu ölçüye göre biz ülke olarak bir Anayasaya sahip miyiz gerçekten?

Maalesef ülkemizde ne temel haklar güvence altındadır ne de yasama ve yargı Cumhurbaşkanından ibaret yürütme organından bağımsızdır.

İşte bu sebeple istendiği kadar “özgürlükçü” olduğu iddia edilen yeni bir Anayasa vaat edilsin, dağ fare doğuracaktır.

Çünkü ne o Anayasayı yapacak zihniyet var, ne de o Anayasaya sahip çıkabilecek, gerekirse onu Cumhurbaşkanına karşı savunabilecek yasama ve yargı iradesi. 

İktidarın yaptıkları ortadadır, kullandığı dil zihin dünyalarına işaret etmektedir. Ve bu zihin dünyasının demokrasi ile, hukuk devleti ile, adalet ile bir araya getirilmesi maalesef mümkün değildir.

Ayinesi iştir, lafa bakılmaz der atalarımız.

Değerli Arkadaşlar,

Beyanname ile iktidar, bizlere insan onurunu birinci sıraya koyan, temel hak ve hürriyetlerin eksiksiz yaşanabildiği, hürriyetçi demokrasinin tüm kurum ve kurallarıyla işlediği bir Türkiye vadediyor.

Mesela seçim beyannamesinde “Yaşam Hakkı Eylem Planı” hazırlayacaklarını ve uygulayacaklarını söylüyor.

Ancak yargısız infaz ve orantısız güç nedeniyle yaşam hakkı ihlalleri artarak devam ediyor.

İktidar ise bu ihlallerde üzerinde düşen sorumluluğu yerine getirmiyor. Cezasızlığa son vermiyor, etkin soruşturma yükümlülüğünü yok sayıyor. 100 gün içerisinde hayata geçirebileceği bu vaadini yerine getirmiyor.

Diğer bir örnek: Beyannamede işkenceyle aktif olarak mücadele ettiğini ve ülke gündeminden işkence ile kötü muamele iddialarını tamamen çıkarttığını belirtiyor.

Oysa, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) 2022 raporuna göre işkence ve kötü muamele gördüğü için TİHV’e başvuranların sayısı 2001 yılındaki en yüksek başvuru sayısına ulaşmıştır.

Yani işkenceyi gerçekten sıfırladıktan sonra son yıllarda tekrar zirveye taşıyan iktidar, işkenceyi gündemden çıkarttık diyorlar. Aslında doğru söylüyorlar. Hiç olmadığı kadar arttırdıkları işkenceyi gündemlerinden çıkarttılar. Kendi gündemlerinde olmayınca işkenceyi bitirdiklerini zannediyorlar. Halbuki gündemlerinden çıkarttıkları aslında vicdanları.

İktidar, seçim beyannamesinde ayrımcılık ve nefretle etkin mücadele edeceklerini ve “Ayrımcılık ve Nefretle Mücadele Kurulu” oluşturacaklarını söylüyor. İstese derhal bu kurulu oluşturabilir.

Ben de buradan çağrıda bulunuyorum: Hadi hemen derhal uygulamaya koyun! Ne bekliyorsunuz?

Peki bunu yaptınız diyelim. Artık Cumhurbaşkanı ayrımcı dilden vazgeçecek mi? Devlet Bahçeli nefret dilini terk edecek mi?

İlk 100 gündeki hallerine bakıyoruz, en ufak bir değişiklik yok. Yine gelen geçeni terörist ilan ediyorlar. Beğenmediklerine hakaret ediyorlar, aşağılıyorlar ve hedef gösteriyorlar.

Bu yaklaşımlarla mı ülkeye yüksek standartlı demokrasi getireceksiniz?

Veya sizin yüksek standartlı demokrasiden anladığınız bu mu?

Medeni dünyanın anladığı yüksek standartlı demokrasi mi yoksa yeni bir şey mi icat ettiniz yine.   

Kaldı ki iktidar, Ayrımcılık ve Nefretle Mücadele Kurulu’nu Avrupa Birliği üyelik süreci doğrultusunda 10 yıldır çeşitli belgelerde bizlere vaat ediyor.

Madem ne yapılması gerektiğini biliyorsunuz, neden karnenizde olumlu bir adım yer almıyor?

100 günde oturuşunuzdan kalkışınızdan bize ne yapacağınızı açıkça gösteriyorsunuz.

Bu yüzden artık laf değil, icraat bekliyoruz biz.

İktidar seçim beyannamesinde, Ayrımcılık ve Nefretle Mücadele Kurulu aracılığıyla ulusal ve uluslararası ölçekte hak ihlallerinin gözlemleneceğini ve değerlendirileceğini söylüyor.

Buradan çağrıda bulunuyorum, bu kurul derhal oluşturulmalı.

Yine iktidarın seçim vaatleri arasında insan haklarının farkındalığının artırılması için kamu idarelerinde insan hakları eğitim seferberliği başlatılacağı yer alıyor.

Ne bekliyorsunuz! Hadi derhal hayata geçirin.

Hatta ilk eğitimi de Sayın Cumhurbaşkanı ve ortağı Sayın Bahçeli’ye verin ki az buçuk ciddiyet görelim ve ümitlenebilelim.

Çünkü bugün ülkede insan hakları ihlallerin baş tetikçisi ve en büyük destekçisi bu ikili.

Devam edelim.

İktidar seçim beyannamesinde ifade özgürlüğünü kısıtlayıcı nitelikteki mevzuatı gözden geçireceğini ve uygulamadan kaynaklanan eksiklikleri gidereceğini söylüyor.

Gelinen noktada ise yine tam tersi bir durumla karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanı da ortağı da Anayasa Mahkemesinin ifade özgürlüğü olarak nitelediği görüşleri terörist eylem olarak niteliyorlar.

Yani bir değişiklik yok. Seçim öncesi tutumları neyse seçim sonrasında da aynen devam ediyorlar.

Gazeteci Merdan Yanardağ, Barış Pehlivan hala haksız şekilde cezaevine atılan son örnekler.

Devam edelim.

Seçim Beyannamesinde toplantı ve gösteri yürüyüşü düzenleme hakkının önündeki engellerin kaldırılacağını vadediyorlar.

Peki uygulama ne? Zaten ülkemizde toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yıllardır müsaade edilmiyor. Her gösteri en sert şekilde bastırılıyor. Temel haklarını kullanan insanlar darp ediliyor.

Hadi iyi niyetle seçim sonrası yüksek standartlı demokrasi vaadinin gereklerini beklemiş olalım.

Bu durumda ne olmalıydı? Mesela Anayasa Mahkemesinin toplantı ve gösteri yürüyüşleri ile verdiği kararın gereği en azından yerine getirilmeli değil miydi?

Peki ne oldu? Cumartesi Annelerinin her Cumartesi yaşadıkları dram ortada.

İktidar ilk 100 gününde de toplantı ve gösteri hakkını en sert şekilde engellemeye devam etti.

Yine yaşadıkları korkunç katliam sonrası adalet nöbetini Urfa’dan Ankara’ya taşıyan Şenyaşar ailesi, yetkililerle görüşme amacıyla gittikleri Adalet Bakanlığı’nın binasına alınmadı, polisler tarafından engellendi.

Bu mu şimdi yüksek standartlı demokrasi?

Devam edelim.

Beyannameye göre, dijital tehditlere karşı tüm vatandaşlarımızın kişisel verilerinin ve özel hayatın mahremiyetinin daha etkin biçimde korunacağı belirtilmektedir. Peki ne oldu?

Örneğin “Sorgu Paneli.org” isimli bir web sitesi üzerinden 85 milyon vatandaşımızın E-Devlet’te yer alan tüm bilgilerine ulaşılabildiği iddiası ne durumda? Hala neyin ne olduğu aydınlatılmadı.

Hatta, Adalet Bakanlığı’na Haziran ayında konuyla ilgili yönelttiğimiz soru önergesi de cevapsız kaldı.

Bu örnekler saymakla bitmez…

Değerli Arkadaşlar,

İktidar, seçim beyannamesinde ‘Adalet Reformu’ yapılacağına yönelik onlarca vaatte bulunuyor.

Diyor ki, “Tek cümlelik Anayasamız olsa o cümlemiz ‘devlet, adaleti sağlamakla yükümlüdür.’ olurdu.

Altına imza atmamak mümkün değil.

Yargıyı vesayet organı olmaktan çıkarttık” diyor seçim beyannamesinde.

Evet doğru söylüyor, çıkarttılar.

Peki onun yerine ne yaptılar? Yargıyı askeri vesayetten çıkardılar, Cumhurbaşkanı’nın vesayetine teslim ettiler.

Bu sebeple, Anayasal devletin gereği bir yargıdan bugün Türkiye’de bahsetmek mümkün değil.

İflas etmiş yargıyı sadece kağıt üzerinde kalacak vaatlerle tarafsız ve bağımsız hale getiremezsiniz.

Bugün ülke mafya-siyaset yargı üçgeninde çalkalanıyor. Ama kimin umurunda. Bir kişiye kısıtlı operasyon şovunun ötesine geçen derinlemesine bir temizlik var mı?

Mafyayı koruyup kollayan siyasetçilerin üzerine gidebiliyorlar mı?

Cezaevinden tahliye edilen mafya liderleriyle poz verenlere iki çift laf söyleyebiliyorlar mı?

Dibine kadar yolsuzluğa, rüşvete bulaşmış yüksek yargıçların üzerine gidebiliyorlar mı?

Mafyayı tahliye ettiren, Ankara’da milletin gözü önünde gerçekleştirilen siyasi cinayetin üzerine gidebiliyorlar mı?

Halil Falyalı cinayetine, karıştıkları iddia edilen siyasilerin, uluslararası uyuşturucu ticaretinin üzerine gidildi mi? Ağ ortaya çıkarıldı mı?

Mafya liderlerini tahliye ettiren yargıçlar adıyla şanıyla belli iken ve Adliye koridorlarında dönen rüşvetler konuşulurken üzerine gidildi mi?

Sedat Peker’in ifşalarının üzerine gidildi mi?

Suç örgütü mensuplarına vatandaşlık tedarik eden mekanizma açığa çıkartıldı mı?

Temiz elleri geçtik, temiz parmaklar operasyonu bile söz konusu değil.

Keyfi bir düzende yaşamaya nasıl mecbur bırakıldığımızı dünya alem de gayet iyi biliyor.

Onlarca eylem planının, yargı reformunuzun karnesini çıkartsak bunların laftan öteye geçmediğini artık herkes görmektedir.

Avrupa Parlamentosu Türkiye Raportörü de haklı olarak bunları ifade etmektedir.

AB üyeleri olarak demokrasinin kurumsallaştığı, olgunlaşmış demokrasiler istiyoruz. Kulübe girmek istiyorsanız, olgun demokrasi olacaksınız. Bu nedenle Türkiye bize 100 sayfalık reform planı yollamamalı, reform yapmalı.” diyor.

Aynen böyle!

Bırakın AB kurumlarına aşk mektupları göndermeyi veya vatandaşa propaganda hikayeleri anlatmayı. Laf değil, icraat ortaya koyun!

Ancak iktidarın ilk 100 gününden anlaşılan o ki mevcut zihniyetle bunların yapılması imkansız.

İnsanlığın ve medeniyetin ortak öğretisi kuvvetler ayrılığı reddedildiği müddetçe olgunlaşmış bir demokrasi sizin tabirinizle ‘yüksek standartlı bir demokrasi olmamız imkansız.

Mafya liderlerinin tahliyesine karar veren hakimi Yargıtay üyeliğine atadıktan, HSK tarafından yayımlanan Yaz Kararnamesi’yle hakimlik teminatına aykırı atamaları yaptıktan ve savcıları ve hakimleri illerindeki siyasetçilerin oyuncağı haline getirdikten sonra yargının bağımsız olduğuna nasıl inanabiliriz?

Siyasi baskı sebebiyle yüz binlerce insanın haksız şekilde terör örgütü üyeliği soruşturması geçirdiği bir ülkede nasıl adil yargılanma vardır diyelim?

Düşünün, yargıyı ters yüz ediyorsunuz, sonra bunu düzeltmeyi reform diye vaat ediyorsunuz.

Yargı bağımsızlığını, adil yargılanma hakkını yok eden bu işleri yapmazsınız olur biter.

Hem bu işleri yapmaya devam edip hem de “Reform yapacağız” lafları trajikomik.

Saygıdeğer Basın Mensupları,

Değerli Vatandaşlarımız,

İktidar artık, propagandayla kimseyi kandıramadığının bilincinde.

Dünya sözlerine inanmıyor.

Yüksek standartlı demokrasi ve yargı reformu için yapacaklarınız belli.

İlk 100 günü bekleyelim dedik, belki eylemleriniz değişir mi diye umut ettik, maalesef daha da geriye gittik.

Ancak, iktidarın bu 100 günde yaptığı birkaç olumlu icraata da değinmek istiyorum.

Kötülük okyanusunda küçük damlalar da olsa bunları söylemeden geçmek de bize yakışmaz.

Dün Resmi Gazete’de yayımlanan tebliğle Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinde yüzde 90,40 oranında bir artış yapıldı. Zorunlu müdafiliğin ücretleri de diğer vekalet ücretleriyle eşitlendi. Her ne kadar 100 gün içinde olmasa da yapılan tarifede yapılan bu artış ve sürecin Türkiye Barolar Birliği ile ortak yürütülmesi önemli bir adımdır.

Umut ederim ki, avukatlarımızın ekonomik ve mesleki devasa sorunları benzer şekilde yapılacak ortak çalışmalar ile çözüme kavuşturulur.

Ayrıca bir husus da, İçişleri Bakanı Sayın Ali Yerlikaya’nın hakkını teslim etmemiz gerekir. Sayın Bakan, kamu görevinden ihraç edilen ve mahkeme kararıyla göreve iadesine karar verilen yüzlerce İçişleri personelini görevlerine iade ederek yaşanan mağduriyetlere kısmen son verdi. Hukuk arkadan gelsin diyen selefi Süleyman Soylu’nun aksine kendisi, kanunun ve Anayasa’nın emredici hükümlerine bu konuda uymuştur.

Ancak asıl ihtiyaç olan yapısal reformlardır.

Bu nedenle, buyurun, DEVA Partisi olarak, 3 Eylem Planı çalıştık.

Demokrasiye Geçiş, Adil Yargı ve Temel Haklar Eylem Planları.

Alın ve uygulayın:

  1. Öncelikle, hukuk devleti ilke ve kurallarına, kuvvetler ayrılığı ilkesine ve insan onurunun korunmasına dayanan anayasal devleti tesis edin.
  2. Anayasal devlet anlayışına uygun olarak yürütme yetkisini sınırlandırın. İktidarın kötüye kullanımına son verin. Denge denetim mekanizmalarını tekrar tesis edin.
  3. Yasama organına saygı gösterin. Torba kanunlarla, Külliye’de hazırlanan kanun teklifleri ile TBMM’yi itibarsızlaştırmaya son verin.
  4. Yargı bağımsızlığını derhal tesis edin. Hakim ve savcılara coğrafi teminat güvencesi sağlayın. Atamalarda siyaseti değil, liyakati esas alın. HSK’yı bağımsız bir yapıya kavuşturun.
  5. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarına uyun, hemen derhal gereğini yapın.
  6. Temel hak ve özgürlüklere ilişkin anayasal ve yasal güvenceleri sağlayın, insan onuruna önce siz saygı duyun. Hak ve özgürlüklerin kullanımına engel teşkil eden tüm uygulamalara son verin. Temel hakların güvencede olduğu bir koruma sistemini kabullenin.
  7. Nefret suçları ile etkin şekilde mücadele edin.
  8. Kolluk ve güvenlik güçleri tarafından bireylere uygulanan işkence, kötü muamele ve yaşam hakkı ihlallerini engelleyin.
  9. İşkence ve yaşam hakkı ihlallerinde cezasızlık politikasına son verin.
  10. Anayasa’nın 24. maddesini yeniden düzenleyin. Herkese; bireysel veya topluca, özel veya kamuya açık olarak inancını yaşama, öğrenme ve öğretme hakkını temin edin.
  11. Düşünce ve ifade, toplantı ve gösteri yürüyüşü ile örgütlenme özgürlüklerinin kullanımını engelleyen ya da ölçüsüz şekilde sınırlandıran mevzuatı yeniden düzenleyin, bu özgürlüklerin üzerindeki her türlü baskıya son verin.
  12. Keyfi gözaltıları engelleyin, koruma tedbirlerini gözden geçirin, tutuklamanın peşin cezalandırma olarak kullanılmasına son verin.
  13. Evde, çalışma hayatında, sosyal hayatta, siyasi alanda kadına yönelik ayrımcılığa son verilmesi için gerekli adımları atın, kadına yönelik şiddetle etkin şekilde mücadele edin.
  14. Gazetecilerin mesleki faaliyetlerinden dolayı cezalandırılmalarına son verin.
  15. RTÜK’ün görevini bağımsız ve tarafsız olarak yerine getirebilmesi için yasal ve yapısal değişiklikler yapın.
  16. Sivil toplum kuruluşlarına yönelik ayrımcılığa ve baskıya son verin. Bu kuruluşların özgürce çalışabileceği güvenli, çoğulcu ve elverişli bir ortam oluşturun.
  17. Siyasi faaliyette bulunma hakkına keyfi müdahalelerin önüne geçin, Sn. Can Atalay’ı serbest bırakın.
  18. Eylem Planı’nızda yazdığı gibi hasta mahpusların tahliyesi için tam teşekküllü devlet hastanesi raporunu yeterli kabul edin.
  19. Bütüncül bir ceza infaz sistemi oluşturun. Seneler süren ceza yargılamalarını kısaltmak için mevcut kanunu doğru ve etkin uygulayacak politikalar geliştirin.
  20. Yerel yönetimlerde seçilme hakkına yönelik haksız müdahalelerden ve kayyum uygulamasından vazgeçin.
  21. Yolsuzlukla mücadele için yasal ve yapısal düzenlemeler yapın.
  22. Haksız yere ihraç edilenlerin hak ve itibarlarının iadesini sağlayın. Adil yargılanma hakkı ile suçta ve cezada kanunilik ilkesine aykırı şekilde terör örgütü üyeliği kapsamındaki yargılanmalardan kaynaklanan haksızlıklara son verin.

Unutmayın ki hukuk devletine dönmeden, kuralları işletmeden, başta Cumhurbaşkanı olmak üzere hukuka tabi olmadan ekonomi düzelmez, kalkınma olmaz, yoksulluk bitmez, refah gelmez, mutlu Türkiye olmaz!

Gerek hayat pahalılığı ve gerekse işsizlik ve gelir adaletsizliği altında yatan temel nedenleri ortadan kaldırmanın adımları bellidir.

Sözün özü: Boş lafları bırakın, samimi olun ve icraat ortaya koyun.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

Uyuşturucu Ticareti Yapan Kişilere Vatandaşlık Verildiği İddiaları Hk. Soru Önergesi

Son aylarda gerek ulusal basında gerekse de uluslararası basında çıkan haberlerde uyuşturucu baronu olarak adlandırılan yabancı uyruklu kişilerin Türkiye’de vatandaşlık satın aldıkları ve Türkiye’de yaşamaya başladıkları; aynı zamanda bu kişilerin kendi ülkelerinde oluşturdukları suç örgütleri ile diğer suç örgütleri arasında yaşanan hesaplaşmalar sonucunda öldürülmeleri haberleştirilmektedir.

Bunun yanında çeşitli ülkelerde başta uyuşturucu ticareti suçu olmak üzere işledikleri suçlardan dolayı haklarında açılan adli soruşturmalar kapsamında suçun işlendiği ülkeden Türkiye’ye yapılan “iade” taleplerinin de bu kişilerin “Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmaları sebebiyle” reddedildiği ve Türkiye’nin bu kişileri vatandaşlık vermek suretiyle koruduğu, bundan dolayı da ülkemizin itibarının uluslararası alanda zarar görmesinin yanında ülkemizin suç işleyen yabancı uyruklu kişiler için güvenli liman haline geldiği ifade edilmektedir.

Aynı zamanda 2019 yılından bu yana da Ekvator, Venezuela, Kolombiya, Brezilya gibi Güney Amerika ülkelerinden Türkiye’ye gelen çok sayıda gemide yüklü miktarlarda uyuşturucu maddelerin ele geçirildiği ve el konulduğu da bilinmektedir.

Bu bağlamda;

  1. Türk vatandaşlığını sonradan kazanan yabancı uyruklu kişiler arasında gerek Türkiye dışında gerekse de ülkemizde haklarında adli soruşturma yürütülen kişiler var mıdır? Bu yönde bir tespit varsa kaç kişi hakkında bu adli soruşturma bulunmaktadır? Yürütülen soruşturmalar hangi suçlar nedeniyle açılmıştır?
  2. Yatırım yoluyla vatandaşlık kazanan yabancı kişiler hakkında Türk Vatandaşlığı Kanunu Uygulama Yönetmeliği’nin 72. maddesi uyarınca Milli İstihbarat Teşkilatı ve Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından başka ülkede suç işleyip işlemediklerine yönelik gerekli araştırma ve soruşturmalar yapılmakta mıdır?
  3. Özellikle “uyuşturucu ticareti yapma” ve “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” suçları kapsamında hakkında adli soruşturma yürütülen ve Türk Vatandaşlığını sonradan kazanan kişiler söz konusu mudur?
  4. Türk vatandaşlığını sonradan kazanan yabancı kişiler arasında başka ülkeler tarafından yürütülen adli soruşturma kapsamında “iadesi talep edilen” kişiler söz konusu mudur?
  5. Dünya üzerinde kırmızı bültenle aranan Rawa Majid ve Hollandalı Jos Leijdekkers isimli şahıslar Türk Vatandaşı mıdır? Eğer bu kişiler Türk Vatandaşı ise hangi gerekçelerle vatandaşlığı kazanmışlardır?

KİT’lerde Görevli Üyelerin Taban ve Tavan Ücretlerine İlişkin CB. Kararı Hk. Soru Önergesi

03.09.2023 tarihinde Resmi Gazete’de yayımlanan Cumhurbaşkanlığı Karar’ına göre bazı kamu kurum ve kuruluşlarında görevli yönetim, denetim ve tasfiye kurulu üyelerinin ücretleri ile sözleşmeli ve kapsam dışı personele uygulanacak taban ve tavan ücretlerinin tespitine ilişkin ekli karar verilmiş ve yürürlüğe konulmuştur.

Ülkemizde milyonlarca vatandaşımız açlık ve yoksulluk sınırı altında yaşamaya çalışırken söz konusu karar tüm kamuoyunda ciddi bir tepkiyle karşılanmıştır. Öncelikle, kamu görevlilerinin birden fazla yerden maaş almaması ve ücret ya da başka adlar altında ek gelir elde etmemesi tarafınızca da ekonomi reformu olarak eylem planında vaat olarak kamuoyuyla paylaşılmıştır.

Diğer taraftan KİT, BİT ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarındaki yönetim/denetim/tasfiye kurulu üyeliklerine atanmalarda şeffaflık ve liyakate dikkat edilip edilmediği, üyelerin maaşlarının tutarı ve vergiden muaf tutulup tutulmadığı hususları kamuoyuyla şeffaf şekilde paylaşılmalıdır.

Bu bağlamda;

  1. KİT, BİT ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarındaki yönetim/denetim/tasfiye kurulu üyeliklerinde birden fazla maaş alan kaç kişi bulunmaktadır?
  2. KİT, BİT ve diğer kamu kurum ve kuruluşlarındaki yönetim/denetim/tasfiye kurulu üyeliklerinde görevlendirilen kişiler ne kadar ücret almakta ve ne tür başka menfaatlerden yararlanmaktadır?
  3. Belirtilen kurumlardaki yönetim/denetim/tasfiye kurulu başkan veya üyeliğine atanacak kamu görevlisinin ilgili kuruluşun faaliyet alanına ilişkin kamusal gereklilik, liyakat, bilgi ve tecrübe sunmasının zorunluluğu gibi somut ve nesnel kriterler aranmakta mıdır? 
  4. Yönetim/denetim ve tasfiye kurulu üyelerine yönelik getirilen vergi muafiyetinin hukuki gerekçesi ve amacı nedir?
  5. Adı geçen kararın 4. maddesinin 9. fıkrasında yer alan kuruluşların tam listesi nedir? Bu kuruluşlarda görev alan kamu görevlilerinin isimleri ile bu kişilere 2022 yılında yapılan ödemelerin kuruluş bazında dökümü nedir?

Muş İl Jandarma Komutanlığı’ndaki İşkence İddiaları Hk. Soru Önergesi

03.09.2023 tarihinde Muş ili merkeze bağlı Sungu Köyünde kenevir yetiştirildiği ihbarı alan İl Jandarma görevlilerinin Muhammet Erol isimli vatandaşımızı ikametinde gözaltına aldığı ve Muş İl Jandarma Komutanlığı’na götürdüğü, bu binanın üst katında bir kısmı kamuflajlı olan personel ile 5-6 kişiden oluşan sivil personel tarafından darp edilmek suretiyle işkenceye uğradığı haberleştirilmiştir. Aynı zamanda da sosyal medyada işkence gördüğüne dair paylaşımlar da yapılmıştır. İşkence esnasında kendisine yönelik olarak uyuşturucu ticareti yaptığını ikrar ettirilmek suretiyle video kaydı yapıldığı da iddialar arasında yer almaktadır.

İşkence olayının ortaya çıkması nedeniyle Muhammet Erol hakkında da kamu görevlilerine karşı “Görevi yaptırmamak için direnme” suçundan adli işlem yapıldığı, tutuklamaya sevk edildiği ve sorgu hakimliği tarafından adli kontrol kararı ile bırakıldığına dair haber ve iddialar kamuoyunda tartışılmaktadır.

Bu bağlamda;

  1. Muhammet Erol’un beyanına göre kendisine herhangi bir arama vs. kararı gösterilmeden ikametine kolluk gelerek işlemler yapılmıştır. Bu iddia karşısında, Muş İl Jandarma Komutanlığı tarafından yapılan işlemlerde arama, el koyma ve gözaltı kararı alınmış mıdır? Yoksa ihbar üzerine suçüstü hali değerlendirilerek bu kararlar alınmadan mı işlemler yapılmıştır?
  2. Muş İl Jandarma Komutanlığı nezdinde kaç personel görevlidir? Bu operasyonda adı geçen işlemlerde kaç kolluk görevlisi görevlendirilmiştir?
  3. Muş İl Jandarma Komutanlığı’na ait binanın 2. katında işkence yapıldığına ve bu işkence yapılırken Muhammet Erol’un videosunun çekildiğine, suçu kabul etmesi yönünde baskı yapıldığına dair iddialar doğru mudur?
  4. Muhammet Erol’a yönelik olarak söz konusu işkence iddialarına karışan kamu görevlileri tespit edilmiş midir? Tespit edilmişse bu kişiler hakkında herhangi bir adli veya idari işlem yapılmış mıdır?
  5. Muhammet Erol hakkında sağlık raporu alınmış mıdır? Alınmış ise sağlık raporu kapsamında darp izleri, kırıklar, yaralar tespit edilmiş midir? Eğer bunlar tespit edilmiş ise söz konusu yaralanmalar, kırıklar nasıl oluşmuştur?
  6. Tüm bunlar karşısında müşteki Muhammet Erol hakkında kamu görevlilerine karşı direndiği iddiasıyla “Görevi yaptırmamak için direnme” suçundan işlem yapılmış mıdır?

Adli Yıl Açılışında Türkiye’nin Hukuk Karnesi ve İnsan Hakları Planı Takip Raporumuz Hk. Basın Toplantısı

Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Öncelikle 2023-2024 Adli Yılının ülkemize, vatandaşlarımıza, yargı teşkilatına ve hukuk camiasına hayırlı olmasını temenni ediyorum.

Bu vesileyle, adaleti ve hukuku şiar edinerek görev yapan tüm hâkim, savcı, avukat ve adalet personelinin yeni adli yılını kutluyorum.

Ümitlenecek bir tablo olmasa da yeni adli yılın adaletin tesis edildiği ve ülkemizin tekrar hukuk devleti değerlerinin yaşamsal önemini idrak ederek esas aldığı bir yıl olmasını diliyorum.

Adli yıl açılışları, yargının; adalet, hukuk devleti ve temel haklar konularında değerlendirilmesi bakımından büyük önem taşıyor.

Bu vesileyle, bugün sizlerle Türkiye’nin adalet ve hukuk devleti karnesini ortaya koyacağım ve bu çerçevede iktidarın büyük bir şov ile paylaşmasına rağmen kendisinin dahi çoktan unuttuğu ‘İnsan Hakları Eylem Planı’ ile ilgili takip raporumuzun verilerini paylaşacağım.

Türkiye, maalesef, bu adli yıla da hukuk devletinin asgari gerekliliklerinin yok sayıldığı, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığının tamamen iflas ettiği tam bir hukuksuzluk düzeni içerisinde girmektedir.

Değerli Arkadaşlar,

Ülkemizde yıllardır yargı birçok davada iktidarın taleplerine göre karar veren, hukuku uyguladığı vakit iktidarın rahatsız olacağı endişesiyle tüm hukuksuzluklara ve yolsuzluklara göz yuman bir haldedir.

İktidar, Demokles’in kılıcını hakim ve savcıların tepesinde tutuyor.

Cumhurbaşkanı doğrudan yargıçlık yapıyor.

İktidarın, Anayasa Mahkemesinin görevini yerine getirmeye çalışan üyelerini devamlı tehdit ederek hizaya getirmeye çalışmasının adeta normalmiş gibi algılandığı akıl almaz bir dönemdeyiz.

İktidarın öfkesine maruz kalmamak için canhıraş uğraşan ve kanunları büken, menfaatlerinden de olmamak için siyasiler ve avukatların kapısında sıra bekleyen sayısız hakim ve savcı biliyorum.

Bugün dibine kadar rüşvete ve yolsuzluğa bulaşmış olmasına rağmen arkası güçlü diye üzerine gidilemeyen ve yüksek yargı koltuğunda oturan yargıçlar biliyorum.

Mayfa liderlerini cezaevinden tahliye etmezsen seni düz hakim yaparız” diyerek tehdit edilen, “Ama talimatlarımıza uyarsan da yüksek yargıç yaparız” diyerek terfi ettirilen hakimler biliyorum.

İstanbul’da bir başsavcılık hariç diğerlerinin tamamının nüfuzlu bir avukat tarafından belirlendiğini yargı camiasında konuşmayan yok.

Ne kadar büyük bir utanç, değil mi?

Önemli bir ilin başsavcısı bir milletvekili tarafından istenmiyor, çünkü isteklerini yerine getirmiyor: Ne oluyor biliyor musunuz? Normalde hukuk devletini daha fazla reddeden ortağı bu benim ocaktan gelme, bunu düz savcı olarak gönderemezsin diye direttiği için görev süresi bitmeden başka bir ilde başsavcı yapılıyor.

Eskiden askerlere itaat eden yargıçlar vardı, bugün siyasilere ve nüfuzlu avukatlara itaat eden hakim ve savcılar var.

HSK; iktidarın oyuncağı olmuş, emaneti ehline değil, dosdoğru olana değil, adaletten başka bir rehber tanımayana değil, kötülüklere susana, imamın önündeki meyyit gibi güce boyun eğene veriyor.

Kurul doğrudan hâkim ve savcıları sürme, açığa alma ve tenzili rütbe ile cezalandırarak yargıyı baskı ve tehdit altında tutma düzeneği kurmuş durumda.

Avrupa Yargı Kurulları Ağı, HSK’nın “Tabela Kurula” dönüştüğünü dünya aleme ilan ediyor.

Kıymetli Vatandaşlarımız,

Sizlerle hukuk sistemimizdeki iflasa ilişkin birkaç veri paylaşmak istiyorum. Böylece içinde bulunduğumuz korkunç tablonun içerideki propagandanın aksine dünyada herkesçe malum olduğu bilinsin.

Neden bu ülkeye yatırım gelmiyor zannediyorsunuz?

Gençlerimiz neden bu ülkeden kaçıyor zannediyorsunuz?

Çünkü Dünya Adalet Projesi’nin yayınladığı “2022 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne göre 140 ülke arasında 116. sırada yer alıyoruz, “Doğu Avrupa ve Asya” kategorisinde ise son sıradayız.

2012 yılında yani milli gelirin en yüksek olduğu yıllarda endekste 68. sırada yer alıyorduk.

Böyle bir tabloda bırakın adaletsizliklerin son bulmasını, ülkenin ekonomisini düzelebilmesi boş hayalden, aslında büyük bir yalan siyasetinden, propaganda balonundan ibarettir.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD)’nin “Bir Bakışta Hükümet 2023” raporuna göre 2010 yılında yüzde 59 olan Türkiye’deki vatandaşların yargıya güveni, 2020 yılında yüzde 37’ye, 2022 yılında ise yüzde 33’e kadar gerilemiş durumda.

Yani vatandaşlarımızın 3’te 2’si yargıya güvenmiyor.

Çünkü yargının dramatik halini görüyor.

38 OECD üye ülkesi arasında yargıya güven sıralamasında ise 36’ncı sıradayız.

Değerli Vatandaşlarımız,

Temel bir kuraldır: Hukukun olmadığı yerde yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar vardır. Boşluk yoktur, hukuksuz her hal vardır yani.

Maalesef bizde de olan tam olarak budur.

Türkiye iktidarın aklıselim yönetimden uzaklaşması yüzünden yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluk ülkesi haline gelmiştir.

Evet, bugün ülkemiz yolsuzluk bataklığına saplanmış durumdadır.

Yolsuzluk cennetiyiz.

Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yayınladığı 2022 yılı Yolsuzluk Algı Endeksi’nde Türkiye, 101. sırada yer alıyor. Son 10 yıl içerisinde en çok puan kaybeden ülkeler arasında yer alan ülkemiz, 2013 yılı ile kıyaslandığında 48 sıra gerilemiş durumda.

Geçmişteki uyarılarımız dikkate alınmadığı için, Ekim 2021 tarihinden beri OECD’ye bağlı Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından “Gri Liste”de yer alıyoruz. Nedeni, iktidarın yolsuzluk, kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemedeki isteksizliği…  

Yolsuzluk, rüşvet ve nüfuz ticareti iddiaları yaygın olarak kanıksanmış durumda. Açıkça belli olan yolsuzlukların dahi hiçbiri ne yargı ne de TBMM tarafından soruşturulmamakta.

Gelinen noktada ülkemiz yoksullar ülkesi olmuştur.

Hepimiz, iktidarın rasyonel zemine dönmeyi ve kural bazlı yönetimi uygulamayı reddetmesi yüzünden fakirleştik.

Hukukun üstünlüğüne olan bağlılığımız azaldıkça milli gelirimiz ve ekonomik refahımız da azaldı.

Yabancı yatırımcının ülkemizden kaçması bir tarafa, yerli yatırımcı dahi hukuk sistemine güvenmediği ve kötü yönetim nedeniyle yatırım yapmamaktadır.

Hayat pahalılığı, işsizlik ve yoksulluk gün geçtikçe artıyor ve iktidarın rasyonel zemine dönmeye karşı direnci sürdükçe daha da zor günler bizi bekliyor.

Evet, ülkemiz yasaklar ülkesidir.   

Elbette yargı bağımsızlığının iflas ettiği bir sistemde, temel haklara yönelik anayasal ve yasal güvenceler anlamsızlaşmaktadır.

Gazetecilerin, siyasetçilerin, insan hakları savunucularının ve binlerce vatandaşımızın temelsiz iddialarla tutuklandığı, en temel hakların iktidarın tasarrufunda olduğu bir korku ikliminde yaşıyoruz.

Freedom House’un Dünya Özgürlük Raporu da bu gerçeği bizlere gösteriyor. Rapora göre Türkiye, 2018’den bu yana olduğu gibi özgür olmayan bir ülke.

Vatandaşın kendini güvende ve özgür hissetmediği, yargıya güveninin zedelendiği, sırf bu nedenle milletimizin her geçen gün daha fazla yoksullaştığı bir ülkede adli yıl açılışının kimse için umut vermediği açıktır.

Peki, iktidar bu gidişatı yoluna koymak için ne yapıyor?

Malumunuz, Mart 2021 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı tarafından büyük bir lansmanla kamuoyuna duyurulan İnsan Hakları Eylem Planının üzerinden tamı tamına iki buçuk yıl geçti.

DEVA Partisi olarak, eylem planında yer alan hedeflerden gerçekleştirilenleri ve gerçekleştirilmeyenleri ayrıntılı olarak çalışıyor ve düzenli olarak kamuoyuyla paylaşıyoruz.

Gelgelelim, iki yılda tamamlanması gereken toplam 276 hedeften yalnızca 113’i tamamlanmış, 163 hedef ise hayata geçirilmemiştir. Yani söz verilen eylemlerin neredeyse 3’te 2’si unutuldu, unutturuldu.

Bugün Adalet Bakanı tekrar açıkladı, yenisini hazırlıyorlarmış! Peki eskisi ne durumda? Çöpe mi attınız? Propaganda süresi mi bitti?

Bırakın söz verdiklerini yapmayı, tam aksini yaptılar.

Bu süreçte ifade özgürlüğünü büyük ölçüde sınırlandıran dezenformasyon (sansür) kanunu bu eylem planı açıklandıktan kısa bir süre sonra hazırlandı.

Gazeteciler haklarında açılan soruşturmalarla ve TBMM’de kabul edilen Basın Kanunu ile daha kısıtlı bir alana hapsedilmeye devam ediyor. 

İktidar basın özgürlüğünü her gün ayaklar altına alıyor, eylem planında basın özgürlüğünü güçlendireceğim diyor. Olan ise kendi güdümünde olmayan TV kanallarını RTÜK eliyle ağır para ve program durdurma cezaları ile cezalandırıyor. 

Muhalif sivil toplum örgütleri ağır baskılara maruz bırakılmaya, yersiz soruşturmalar ile dernek ve vakıflar yıpratılmaya devam ediyor.

Osman Kavala örneği gün gibi ortada…

Bırakın ağırlaştırılmış müebbetlik, yani idamlık bir suç işlemiş olmasını, bir kabahati bile olmayan Sn. Kavala 2131 gündür cezaevinde tutuluyor. Avrupa Konseyi ihlâl prosedürünün resmen başlatmasına rağmen hala AİHM kararı uygulanmıyor, masum bir vatandaşımız talimatla cezaevinde tutuluyor.

İşin trajik yani ne biliyor musunuz? İktidar, Avrupa Konseyine karşı savunmasında, insan hakları eylem planıyla övünüyor. Bir inat uğruna Osman Kavala ve arkadaşları Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman’ı haksız yere cezaevinde tutarken, 3’te 2’sini uygulamadığı eylem planı ile övünebiliyor.

Eylem Planını uygulasan ne olur; kuvvetler ayrılığını reddeden, kendisini hukukun üstünde konumlandıran bir Cumhurbaşkanı bu kötülüklerden vazgeçmeme gücüne sahip olduğu sürece istersen bin tane eylem planı hazırla. Sadece kendini kandırırsın ve maalesef bazen de toplumu.

En büyük adaletsizlik nedir biliyor musunuz?

Adil görünüp adil olmamaktır!

Yargı eliyle adaleti katletmektir!

Bakın bu kadar korkunç sonuçları olmasa, bu iktidarın ne kadar şakacı olduğunu konuşup gülüp geçebiliriz. Bir de utanmadan çıkmış yeni sivil, özgürlükçü, çoğulcu falan filan Anayasa yapmaktan bahsediyorlar. Sanki mevcut Anayasa kralın haklarına dayanıyor, sanki ellerinden tutan var. Sanki bunlar ısrarla insan haklarını tesis etmek istiyorlar da mevcut Anayasa bunları engelliyor.

“Mevcut Anayasaya uymuyoruz ama söz, yenisine uyacağız” diyorlar.

Milletle dalga geçiyorlar!

Değerli Basın Mensupları,

Eylem planında yer alan diğer vaat, işkenceye sıfır tolerans politikasına devam edilmesi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) 2022 raporuna göre ise işkence ve kötü muamele gördüğü için TİHV’e başvuranların sayısı önceki yıla göre yüzde 22 artmıştır.

Hatta 2001 yılındaki en yüksek başvuru sayısından sonraki en yüksek ikinci başvuru sayısına ulaşılmıştır. Başvuran 1201 kişinin 756’sı 2022 yılı içinde, diğerleri ise önceki yıllarda işkence ve kötü muamele gördüğünü ifade etmiştir.

Demin Adalet Bakanı dedi ya, Türkiye Yüzyılında ‘Güç değil, haklılık hak sebebidir.’ Biraz gerçekleri görseler tek görecekleri Türkiye Yüzyılı dediklerinin daha ilk yılında işkenceyi zirveye çıkartmış oldukları.

Benzer şekilde, eylem planında sorunun çözüleceğine ilişkin söz verilmesine rağmen keyfi tutuklamalar da hala devam etmektedir.

Malumunuz Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasını bırakın, gözaltına alınması bile açıkça hukuka aykırıyken, Sn. Yanardağ haksız yere aylardır cezaevinde.

Diğer bir örnek ise Hatay milletvekili Can Atalay. Sayın Atalay, milletvekili seçilmesine rağmen hala tahliye edilmemekte, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı açıkça ihlal edilmektedir.

Anayasa Mahkemesi’nin güncel içtihadı gereğince Atalay’ın durumu dokunulmazlık kapsamındadır. Enis Berberoğlu, Leyla Güven ve Ömer Faruk Gergerlioğlu kararlarında bu hususlar incelenmiş ve hak ihlalleri ile tahliye kararları verilmiştir.

Üstelik Adalet Bakanlığı, Yargıtay’ın hatalı kararına itiraz etmesi gerekirken Anayasayı, hukuku ve mevzuatı hiçe sayarak Anayasa Mahkemesine savunma yapabilmesi hukukla alay etmektir.

Tekrar altını çizmek istiyorum: Milletimizin takdirine saygı gösterilmeli, Anayasa’nın 83. maddesi gereğince, Sn. Atalay’ın tutukluluk haline derhal son verilmeli ve milletvekilliği görevini serbestçe ifa etmesi sağlanmalıdır.

Tüm bunlar ne demek biliyor musunuz?

Demek ki, “Yargı reformu yapıyoruz”, “İnsan hakları eylem planı hazırlıyoruz” diyenler samimi falan değil, amaçları da hukuk zeminine dönmek değil.

Değerli Arkadaşlar,

İnsan hakları eylem planında toplantı ve gösteri yürüyüşünün güçlendirileceği söylenirken gerçekte ülkemizde toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yıllardır müsaade edilmemektedir. Her gösteri en sert şekilde bastırılmakta, temel haklarını kullanan insanlar darp edilmektedir.

Görevinin ilk gününde Hazine ve Maliye Bakanı Sn. Şimşek dememiş miydi: ‘Türkiye’nin rasyonel zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır’.

Bu sadece bilimle alakası olmayan finans politikalarında birazcık doğru olana lütfedip müsaade etmekle oluyor mu zannediyorsunuz Sn. Cumhurbaşkanı?

Peki “Temel referansımız, hukuk ve insan haklarıdır ve bundan asla taviz verilmeyecektir” diyerek eski Bakan Süleyman Soylu’ya dönemi ile ilgili sınıfta kaldığına dair hakikati ifade eden yeni İçişleri Bakanı Sn. Yerlikaya?

Adalete o kadar susadık ki bu cümleleriniz bile ümidi yitirmiş bir topluma “Acaba ümitlenebilir miyiz?” sorusunu sorduttu ama peki gerekleri?

Sizin göreviniz sadece Soylu’nun hukuk tanımaz şovlarını sürdürmemek değil ki, adaletsizlikleri biraz azalttık anlayışı ile övünme hakkınız da yok.

Adaleti, güveni, sulhu sağlamakla yükümlüsünüz!

Bunun için ne yapıyorsunuz?

Yani hukukta da rasyonel zemine dönecek misiniz?

Madem temel referansınız hukuk ve insan hakları, bundan da asla taviz vermeyeceksiniz, o zaman bu güzel sözlerin gereğini ne zaman yerine getirmeye başlayacaksınız?

Cumhurbaşkanının müsaade ettiği kadar mı rasyonel zemine döneceksiniz?

Cumhurbaşkanının izin verdiği kadar mı insan haklarını lutfedeceksiniz?

Rasyonel zemine dönmek demek, hukuk devletine dönmek demektir. Hukuk devletine dönmek demek, fikir, basın ve toplantı ve gösteri özgürlüğünü korumak demektir.

Hukuk devletine dönmek demek, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen Cumartesi Annelerinin gösterilerine engel olmamak demektir, onların protesto hakkını korumak demektir.

Oysa Anayasa Mahkemesi, kaybolan yakınlarının bulunması için eylem yapan Cumartesi Annelerine müdahalenin hukuka aykırı olduğuna hükmetmesine rağmen gözaltılar hala devam ediyor. Toplantı ve gösteri hakkının engellenmesi, polis müdahalesi ve gözaltı uygulaması hukuksuzdur.

Diğer bir hukuksuzluk ise KHK sorunudur. KHK’lar ile ihraçlar ve terör mevzuatının keyfi şekilde uygulanmasından kaynaklanan haksız yargılamalar, Türkiye’nin yüzleşmesi ve acilen çözüme kavuşturması gereken ciddi bir sorundur. Birbirinden ağır, tarifsiz acılar yaşanıyor.

Beraat eden, takipsizlik alan, hakkında soruşturma bulunmayan on binlerce kişi hala görevine iade edilmiyor. Sayısız insan haksız bir şekilde cezaevinde tutuluyor.

Buradan iktidara sesleniyorum. Bu hukuksuzlukların bir an evvel sonlandırılması hukuk devletini bırakın, insanlığın asgari gereğidir. KHK meselesi ve haksız yargılamalardan doğan mağduriyetler çözülmedikçe ülkemizde hukuka dönüş mümkün olamaz.

Son olarak ceza infaz sisteminde yaşadığımız sorunlara dikkat çekmek istiyorum. İktidar, her zamanki gibi cezaevlerinde doldur-boşalt yaparak günü kurtarmaya çalışıyor.

Avrupa Konseyi’nin 2022 Ceza İstatistikleri Raporu’na göre Avrupa’da 48 ülke arasında en çok tutuklu ve hükümlü Türkiye’de, cezaevleri devamlı dolup taşıyor.

Daha geçtiğimiz ay yürürlüğe giren kanunla tekrar cezaevlerini boşalttılar.

2020 yılında pandemi nedeniyle İnfaz Kanunu’nda benzer bir değişiklik yapıldı. Değişikliğin yapıldığı Nisan 2020’de toplam cezaevi nüfusu 310 bindir. Değişiklikle 90 bin kişi tahliye edilmiş, cezaevi nüfusu 220 bine düşürülmüştür. Ancak henüz ilk yılın sonunda, yani Nisan 2021’de, bu sayı tekrar 314 bini bulmuştur. Geçtiğimiz ay yürürlüğe giren değişiklikler sonrası cezaevi nüfusunun benzer şekilde artacağı açıktır.

Çünkü iktidar, ceza adalet sistemindeki sorunları kalıcı olarak çözmek yerine İnsan Hakları Eylem Planındaki gibi göz boyamak, bizde de hukuk var demek için yüzeysel, günü kurtarmak adına çözümler buluyor.

Asıl sorunu, yani yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorununu görmezden geliyor.

Aziz milletim,

İnsan Hakları Eylem Planında vaat edilen ancak gereği yerine getirilmeyen hedefler saymakla bitmez. 

Demek ki, yargı paketleriyle yapılmak istenen, hukuka, adalete susamış milyonları sadece bir süre avutmak, başka bir şey değil. O zaman da söylemiştik, tekrar söylüyoruz, yıllardır söylüyoruz: Pansuman tedbirlerle yargının kronikleşmiş sorunları çözülemez.

Adalet bilincinden uzak istediğiniz kadar kanun hazırlayın hiçbir işe yaramaz; yaramıyor da zaten.

Bu sebeple bu iktidarın İnsan Hakları Eylem Planı da kara mizah olarak tarihte yerini aldı. Adını dahi hak etmeyen bir samimiyetsizlik belgesi olmanın ötesine geçemedi.

O sebeple Sn. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç Bey’in yeniden Yargı Reformu Strateji Belgesi ve İnsan Hakları Eylem Planı hazırlıyoruz ifadesine cevap veriyorum:

Durum ortada! Neden o kadar emeği sadece Cumhurbaşkanın prompterinde kalacak metinlere harcıyorsunuz?

Oysa çözüm çok basit! Geçmişte hazırlanan eylem planınızın yarısını dahi gerçekte uygulasanız, en azından kuvvetler ayrılığını ve yargı bağımsızlığını tesis etseniz zaten en temel sorunumuz çözülmüş olacak. Ama çözemezsiniz çünkü yargı size hizmet etmeye devam etsin istiyorsunuz!

Yargı bağımsızlığını sağlayın. Temel hakların üzerinden elinizi çekin.

Masum insanları lekelemeyin, özgürlüklerini gasp etmeyin.

Yani iktidarınızı hukuk ile sınırlandırın.

Yolsuzluklarla mücadele etmeye başlayın.

Yoksa demokratik hukuk devleti olmadan refah da güçlü ülke olmak da hayal! Milleti propaganda ile kandırmayın!

Son sözüm ülkemizin hukukçularınadır.

Adalet kutup yıldızı gibidir. Er ya da geç doğruyu gösterir. Doğruyu gösterdiğinde iktidara biat etmiş ve karanlık dönemin hukukçuları olarak mı, yoksa vicdanlarıyla zorbalığa karşı mücadele eden sorumlu hukukçular olarak mı anılmak istiyorsunuz?

Bilinmelidir ki tarih, adil olanları kaydedecek ve hayırla yad edecektir. Adil olmak ve hukuka uymak hepimizin vatandaş olarak en önemli sorumluluğudur.

Bu hukuksuzluk düzenini, hep birlikte her alanda bilinçli, sorumlu ve gerçekleri söylemekten korkmayan vatandaşlarımızla el ele değiştireceğiz, hukuku ve adaleti tesis edeceğiz.

Buna yürekten inanıyorum.

Bu çerçevede, yeni adli yılda DEVA Partisi olarak bizim sorumluluğumuz, ülkemizin tekrar hukuk devleti ve demokrasi rotasına dönebilmesi için atılması gereken adımları iktidara hatırlatmak olacaktır.

Herkesin arzu ettiği gibi ve huzur içinde yaşadığı, insan onurunun korunduğu ve yüceltildiği müreffeh bir ülke için hukukun üstünlüğüne sahip çıkmak olacaktır.

Yolumuzun uzun, işimizin meşakkatli, yükümüzün ağır olduğunun farkındayız. Ancak adalete susamış milletimizin dertlerine DEVA olmak zorundayız.

Bu minvalde, ülkemizin bu karanlık günlerden bir an evvel kurtulması için hukuk devleti, insan hakları ve adalet mücadelesinde olan ve vicdan ve ahlakları ile görev yapan tüm hâkim, savcı, avukat ve adalet personelinin yeni adli yıllarını tekrar kutluyorum.

Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.

TİHV İşkence Raporu Hk. Soru Önergesi

DEVA Partili Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) yayımladığı 2022 raporuna göre, işkence gördüğü için vakfa başvuranların sayısındaki yüzde 22 artışı İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a sordu. Yeneroğlu, “Vakfa başvuranların en küçüğünün 3 yaşında olduğu ifade edilmektedir” dedi.

DEVA Partisi İstanbul Milletvekili ve Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Yeneroğlu, Türkiye İnsan Hakları Vakfı (TİHV) tarafından geçtiğimiz günlerde yayımlanan 2022 yılı Tedavi ve Rehabilitasyon Merkezleri Raporunu Meclis gündemine taşıdı.

‘İşkence ve kötü muamelede 2001 yılından sonraki en yüksek sayı’

2022 yılında TİHV’ye yapılan 1.201 başvurunun önceki yıla göre yüzde 22 arttığının, başvuranların en küçüğünün ise 3 yaşında olduğun altını çizen Yeneroğlu, “TİHV’nin tarihinde, 2001 yılındaki en yüksek başvuru sayısından sonraki en yüksek ikinci başvuru sayısına ulaşıldığı belirtilmektedir. Rapora göre, 497 kişi ters kelepçeli halde bekletilmiş, 80 kişi fiziksel cinsel tacize, 3 kişi tecavüze uğramıştır. Başvuranların yüzde 43,5’inin cinsel işkence gördüğü tespit edilmiştir” ifadelerini kullandı.

‘Hasta mahpusların yaşam hakkı tehdit altında’

Kendisine yapılan onlarca başvuruda toplamda on yıl ve daha fazla hapis cezası alanlar ile terör suçu kapsamında cezalandırılan mahkûmların mahpusluk durumlarının keyfi olarak devam ettirildiğinin ifade edildiğini belirten Yeneroğlu, resmi olarak hasta sayısın açıklanmasa da cezaevlerinde yaşanan ölümlerin bilindiğine ve haklarında cezaevinde kalabilir şeklinde Adli Tıp Kurumu raporu verilen hasta mahpusların yaşam hakkının tehdit altında olduğuna dikkat çekti.

Yeneroğlu, işkence iddiasıyla yapılan başvurulardaki artışla ilgili İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya ve Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’a verdiği soru önergesi kapsamında sorular sordu.

Yeneroğlu, Adalet Bakanı Yılmaz Tunç’un yanıtlaması istemiyle şu soruları sordu:

  1. Ülkemizde ağır insan hakları ihlalleri kapsamında sistematik ve yaygın bir şekilde işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında bugüne kadar Bakanlığınızca hangi çalışmalar yapılmıştır?
  2. İşkence kapsamındaki dosyaları kamuoyuna taşıyan gazeteciler hakkında adli soruşturmalar açılmakta mıdır? Eğer açılmışsa kaç gazeteciye hangi suçlardan adli işlem yapılmıştır? Bunlardan kaçı kamu davasına dönüşmüştür?
  3. Ceza infaz kurumlarında meydana gelen işkence ve kötü muamele olayları ile ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılıklarına intikal eden kaç şikâyet bulunmaktadır? Bu şikâyetlerin akıbeti ne olmuştur?
  4. Resmi rakamlara göre 2020, 2021, 2022 ve 2023 yılında ceza infaz kurumlarında hayatını kaybeden toplam mahpus sayısı kaçtır? Yaşam hakkı ihlali kapsamında ceza İnfaz kurumlarında meydana gelen ölümler hangi sebeplerle ortaya çıkmaktadır? Şüpheli ölümler söz konusu mudur? Eğer söz konusu ise bu şüpheli ölümlerle ilgili başlatılan soruşturma bulunmakta mıdır? Varsa bu soruşturmaların sonucu ne olmuştur?
  5. Resmi rakamlara göre 2020, 2021, 2022 ve 2023 yılında ceza infaz kurumlarında vefat eden hasta mahpus sayısı kaçtır? Hayati tehlikesi olmasına rağmen “toplum güvenliği bakımından ağır ve somut tehlike oluşturacağı “değerlendirmesi ile infazına infaz kurumunda devam hasta mahpusların sayısı kaçtır? Ceza infaz kurumlarında bulunan yaşlı ve hasta mahpuslar için hangi önlemler alınmaktadır?
  6. İnsan Hakları Eylem Planında bir yılda gerçekleştirilmesi vaat edilen “Özel infaz usullerinin kapsamı genişletilecek, ağır hasta, yaşlı veya engelli gibi hükümlülerin cezalarını konutta infaz edebilmelerine ilişkin imkânlar artırılacaktır.” ve “Engellilik, hastalık veya kocama nedeniyle ceza infaz kurumunda yaşamını yalnız başına idame ettiremeyen hükümlüler bakımından cezanın denetimli serbestlik tedbiri altında infazına ilişkin uygulamanın kapsamı genişletilecek, bu hususta kamu hastanelerinden alınacak raporla yetinilmesine ilişkin düzenleme yapılacaktır.” vaatleri üzerinden geçen bir yıldan fazla süreye rağmen neden yerine getirilmemiştir?
  7. Ceza infaz kurumlarında bulunan idare ve gözlem kurulunun iyi hal değerlendirmesi kapsamında yaptığı işlemlerde kaç mahpus hakkı olmasına rağmen denetimli serbestlik ile infaz kapsamında tahliye edilmemiştir? Bu çerçevede idare ve gözlem kurulu özellikle siyasi suçlardan hapishanelerde bulunan mahpuslar ile ilgili olarak neden olumsuz raporlar düzenlemektedir? Bu kurulların ortak bir değerlendirme ölçütü bulunmakta mıdır? Kurullar nedeniyle yaşanan mağduriyetlerin giderilmesi hakkında bugüne kadar Bakanlığınızca bir çalışma yapılmış mıdır?

Yeneroğlu, İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya’ya şu soruları yöneltti:

  1. Yaygın ve sistematik işkence iddiaları hakkında bugüne kadar Bakanlığınızca hangi çalışmalar yapılmıştır?
  2. Rapora göre 2015 yılının Temmuz ayından sonraki süreç ile darbe girişimi, pandemi ve deprem nedeniyle ilan edilen OHAL süreçlerinde artan işkence ve kötü muamele ile ilgili olarak bakanlığınızın herhangi bir çalışması ya da resmi tespiti var mıdır? Varsa bu tespitler nelerdir?
  3. 2020, 2021 ve 2022 yılları kapsamında gözaltında işkence nedeniyle yapılan kaç şikayet vardır? Bu şikayetlerin kaçı hakkında soruşturma/ inceleme yapılmıştır, kaç kişi açığa alınmış ya da kamu görevinden uzaklaştırılmıştır? Kaç kişi hakkında takipsizlik kararı verilmiştir, kaç kişi hakkında iddianame düzenlenmiştir, derdest kaç soruşturma dosyası vardır?
  4. Resmi olmayan gözaltı yerlerinde ve gözaltı dışındaki ortamlarda yaşanan işkence ve kötü muamele iddiaları hakkında Bakanlığınızın bir çalışması bulunmakta mıdır? Varsa çalışmanın ayrıntıları nelerdir?
  5. İşkence ve kötü muamele ile ilgili adli dosyaların kaç tanesinde kısıtlılık kararı verilmiştir?  Kısıtlılık kararları ne zaman verilmiştir?
  6. İşkence gördüğü iddiası ile şikâyette bulunan kaç kişi hakkında “memura hakaret etmek, mukavemet etmek, bu sırada yaralamak, kamu malına zarar vermek” gibi gerekçelerle soruşturma açılmıştır?
  7. Bakanlığınızın özellikle 2016 yılından itibaren artış gösteren zorla kaçırma ve kaybetme konusunda bir çalışması var mıdır? 2016 yılından bu yana kaç kişi zorla kaybedilmiş veya kaçırılmıştır? Bu işlemleri yapan kamu görevlileri ile ilgili herhangi bir adli veya idari işlem gerçekleştirilmiş midir?
  8. 6 Şubat depreminden sonra sosyal medyaya da yansıyan işkence görüntülerine ilişkin olarak herhangi bir işlem yapılmış mıdır? Yapılmış ise kaç kolluk görevlisine karşı bu işlemler yapılmıştır? Haklarında kamu davası açılmış mıdır?

İntihar Eden Müftü Mehmet Deniz’e Baskı Uygulandığı İddiası Hk. Soru Önergesi

Balıkesir İl Müftülüğünde vaiz olarak görev yapan, beş çocuk babası, müftü Mehmet Deniz’in bisiklete binmesi, motosikletle işe gitmesi ve cübbe giymemesi nedeniyle Diyanet tarafından baskı gördüğü ve yaşamına bu nedenle son verdiği iddia edilmektedir.

Kamuoyuna yansıyan haberlerde, bu nedenlerden dolayı müftü Mehmet Deniz hakkında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından soruşturma başlatıldığı ve soruşturmanın ardından müftülükten atıldığı belirtilmektedir. Yine kamuoyunda, Deniz’in masrafları Türkiye Diyanet Vakfı (TDV) bütçesinden karşılanan toplantılara katılmadığı, ziyaretlerinde TDV bütçesinden yemek ısmarlamak yerine cebinden karşılayarak simit-peynir aldırdığı ve bu olaylar sonucunda Manisa İl Müftülüğü tarafından Diyanet İşleri Başkanlığına yazı yazıldığı iddia edilmektedir.


Deniz’in görevden alınma kararına karşı açtığı davada Balıkesir İdare Mahkemesi tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı’nın kınama cezasını ve müftülükten alınma kararının iptaline ve göreve iade kararı verilmesine rağmen Diyanet İşleri Başkanlığının bu kararı işleme koymadığı, bunun üzerine bu hukuksuzluğa dayanamayan müftü Mehmet Deniz’in hayatına son verdiği ifade edilmektedir.

İdari Yargılama Usulü Kanunun 28/1. maddesi gereğince “Danıştay, bölge idare mahkemeleri, idare ve vergi mahkemelerinin esasa ve yürütmenin durdurulmasına ilişkin kararlarının icaplarına göre idare, gecikmeksizin işlem tesis etmeye veya eylemde bulunmaya mecburdur. Bu süre hiçbir şekilde kararın idareye tebliğinden başlayarak otuz günü geçemez.” Ayrıca Anayasa’nın 9. maddesi uyarınca mahkemeler Türk Milleti adına karar verir. Bu doğrultuda Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hukuka aykırı olarak mahkeme kararını yerine getirmediği anlaşılmaktadır.

Bu bağlamda;

  1. Müftü Mehmet Deniz hakkında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından ne zaman ve hangi gerekçelerle soruşturma başlatılmıştır? Müftü Mehmet Deniz’in bisiklete binmesi, motosikletle işe gitmesi, cübbe giymemesi ve masrafları TDV bütçesinden karşılanan toplantılara katılmaması gerekçesiyle hakkında soruşturma başlatıldığı ve görevden alındığı iddiaları doğru mudur?
  2. Müftü Mehmet Deniz hakkında verilen ilgili kınama ve görevden alınma kararlarının gerekçesi nedir?
  3. Müftü Mehmet Deniz’in göreve iade talebiyle açtığı davanın Balıkesir İdare Mahkemesi tarafından kabul edilmesi ve işlemin hukuka aykırılığına karar verilmesine rağmen kararın Başkanlık tarafından yerine getirilmediği iddiası doğru mudur?
  4. Müftü Mehmet Deniz hakkında Balıkesir İdare Mahkemesi tarafından verilen kararın 30 günlük yasal süre içerisinde uygulanmamasından kim sorumludur? İlgili kararın uygulanmaması nedeniyle sorumlu kişi hakkında soruşturma başlatılmış mıdır?
  5. Müftü Mehmet Deniz vefat ettikten sonra ilgili mahkeme kararı uygulanarak yasal hakları ailesine iade edilmiş midir? Müteveffanın ailesine nasıl destek verilmesi planlanmaktadır?
  6. Son 5 yılda; kaç imam ve müftü hakkında soruşturma açılmış, kaç tanesi hakkında disiplin cezası verilmiş, kaç tanesi devlet memurluğundan çıkarılmıştır? Son 5 yılda İdare Mahkemeleri tarafından verilen kaç göreve iade kararı Diyanet İşleri Başkanlığınca uygulanmamıştır?
  7. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın çalışanlarına, kılık ve kıyafetleri ile yaşam tarzları hususunda baskı uyguladığı, baskı uyguladığı çalışanlarını da kamu görevinden atarak cezalandırdığı iddiaları hakkında soruşturma/inceleme başlatılmış mıdır?
  8. İYUK’un 28/1. maddesine aykırı şekilde mahkeme kararlarının uygulanmamasına yönelik Cumhurbaşkanlığına bağlı kurum ve kuruluşlar ile diğer bakanlıklarda yazılı ya da sözlü bir teamül bulunmakta mıdır? İdarelerin mahkeme kararlarını uygulamaması hususunda bir önlem alınmış mıdır ya da herhangi bir soruşturma/inceleme başlatılmış mıdır?