Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,
Çok Değerli Basın Mensupları,
Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,
Öncelikle 2023-2024 Adli Yılının ülkemize, vatandaşlarımıza, yargı teşkilatına ve hukuk camiasına hayırlı olmasını temenni ediyorum.
Bu vesileyle, adaleti ve hukuku şiar edinerek görev yapan tüm hâkim, savcı, avukat ve adalet personelinin yeni adli yılını kutluyorum.
Ümitlenecek bir tablo olmasa da yeni adli yılın adaletin tesis edildiği ve ülkemizin tekrar hukuk devleti değerlerinin yaşamsal önemini idrak ederek esas aldığı bir yıl olmasını diliyorum.
Adli yıl açılışları, yargının; adalet, hukuk devleti ve temel haklar konularında değerlendirilmesi bakımından büyük önem taşıyor.
Bu vesileyle, bugün sizlerle Türkiye’nin adalet ve hukuk devleti karnesini ortaya koyacağım ve bu çerçevede iktidarın büyük bir şov ile paylaşmasına rağmen kendisinin dahi çoktan unuttuğu ‘İnsan Hakları Eylem Planı’ ile ilgili takip raporumuzun verilerini paylaşacağım.
Türkiye, maalesef, bu adli yıla da hukuk devletinin asgari gerekliliklerinin yok sayıldığı, kuvvetler ayrılığı ve yargı bağımsızlığının tamamen iflas ettiği tam bir hukuksuzluk düzeni içerisinde girmektedir.
Değerli Arkadaşlar,
Ülkemizde yıllardır yargı birçok davada iktidarın taleplerine göre karar veren, hukuku uyguladığı vakit iktidarın rahatsız olacağı endişesiyle tüm hukuksuzluklara ve yolsuzluklara göz yuman bir haldedir.
İktidar, Demokles’in kılıcını hakim ve savcıların tepesinde tutuyor.
Cumhurbaşkanı doğrudan yargıçlık yapıyor.
İktidarın, Anayasa Mahkemesinin görevini yerine getirmeye çalışan üyelerini devamlı tehdit ederek hizaya getirmeye çalışmasının adeta normalmiş gibi algılandığı akıl almaz bir dönemdeyiz.
İktidarın öfkesine maruz kalmamak için canhıraş uğraşan ve kanunları büken, menfaatlerinden de olmamak için siyasiler ve avukatların kapısında sıra bekleyen sayısız hakim ve savcı biliyorum.
Bugün dibine kadar rüşvete ve yolsuzluğa bulaşmış olmasına rağmen arkası güçlü diye üzerine gidilemeyen ve yüksek yargı koltuğunda oturan yargıçlar biliyorum.
“Mayfa liderlerini cezaevinden tahliye etmezsen seni düz hakim yaparız” diyerek tehdit edilen, “Ama talimatlarımıza uyarsan da yüksek yargıç yaparız” diyerek terfi ettirilen hakimler biliyorum.
İstanbul’da bir başsavcılık hariç diğerlerinin tamamının nüfuzlu bir avukat tarafından belirlendiğini yargı camiasında konuşmayan yok.
Ne kadar büyük bir utanç, değil mi?
Önemli bir ilin başsavcısı bir milletvekili tarafından istenmiyor, çünkü isteklerini yerine getirmiyor: Ne oluyor biliyor musunuz? Normalde hukuk devletini daha fazla reddeden ortağı bu benim ocaktan gelme, bunu düz savcı olarak gönderemezsin diye direttiği için görev süresi bitmeden başka bir ilde başsavcı yapılıyor.
Eskiden askerlere itaat eden yargıçlar vardı, bugün siyasilere ve nüfuzlu avukatlara itaat eden hakim ve savcılar var.
HSK; iktidarın oyuncağı olmuş, emaneti ehline değil, dosdoğru olana değil, adaletten başka bir rehber tanımayana değil, kötülüklere susana, imamın önündeki meyyit gibi güce boyun eğene veriyor.
Kurul doğrudan hâkim ve savcıları sürme, açığa alma ve tenzili rütbe ile cezalandırarak yargıyı baskı ve tehdit altında tutma düzeneği kurmuş durumda.
Avrupa Yargı Kurulları Ağı, HSK’nın “Tabela Kurula” dönüştüğünü dünya aleme ilan ediyor.
Kıymetli Vatandaşlarımız,
Sizlerle hukuk sistemimizdeki iflasa ilişkin birkaç veri paylaşmak istiyorum. Böylece içinde bulunduğumuz korkunç tablonun içerideki propagandanın aksine dünyada herkesçe malum olduğu bilinsin.
Neden bu ülkeye yatırım gelmiyor zannediyorsunuz?
Gençlerimiz neden bu ülkeden kaçıyor zannediyorsunuz?
Çünkü Dünya Adalet Projesi’nin yayınladığı “2022 Hukukun Üstünlüğü Endeksi’ne göre 140 ülke arasında 116. sırada yer alıyoruz, “Doğu Avrupa ve Asya” kategorisinde ise son sıradayız.
2012 yılında yani milli gelirin en yüksek olduğu yıllarda endekste 68. sırada yer alıyorduk.
Böyle bir tabloda bırakın adaletsizliklerin son bulmasını, ülkenin ekonomisini düzelebilmesi boş hayalden, aslında büyük bir yalan siyasetinden, propaganda balonundan ibarettir.
Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü’nün (OECD)’nin “Bir Bakışta Hükümet 2023” raporuna göre 2010 yılında yüzde 59 olan Türkiye’deki vatandaşların yargıya güveni, 2020 yılında yüzde 37’ye, 2022 yılında ise yüzde 33’e kadar gerilemiş durumda.
Yani vatandaşlarımızın 3’te 2’si yargıya güvenmiyor.
Çünkü yargının dramatik halini görüyor.
38 OECD üye ülkesi arasında yargıya güven sıralamasında ise 36’ncı sıradayız.
Değerli Vatandaşlarımız,
Temel bir kuraldır: Hukukun olmadığı yerde yolsuzluk, yoksulluk ve yasaklar vardır. Boşluk yoktur, hukuksuz her hal vardır yani.
Maalesef bizde de olan tam olarak budur.
Türkiye iktidarın aklıselim yönetimden uzaklaşması yüzünden yasaklar, yolsuzluklar ve yoksulluk ülkesi haline gelmiştir.
Evet, bugün ülkemiz yolsuzluk bataklığına saplanmış durumdadır.
Yolsuzluk cennetiyiz.
Uluslararası Şeffaflık Örgütü’nün yayınladığı 2022 yılı Yolsuzluk Algı Endeksi’nde Türkiye, 101. sırada yer alıyor. Son 10 yıl içerisinde en çok puan kaybeden ülkeler arasında yer alan ülkemiz, 2013 yılı ile kıyaslandığında 48 sıra gerilemiş durumda.
Geçmişteki uyarılarımız dikkate alınmadığı için, Ekim 2021 tarihinden beri OECD’ye bağlı Mali Eylem Görev Gücü (FATF) tarafından “Gri Liste”de yer alıyoruz. Nedeni, iktidarın yolsuzluk, kara paranın aklanması ve terörizmin finansmanını engellemedeki isteksizliği…
Yolsuzluk, rüşvet ve nüfuz ticareti iddiaları yaygın olarak kanıksanmış durumda. Açıkça belli olan yolsuzlukların dahi hiçbiri ne yargı ne de TBMM tarafından soruşturulmamakta.
Gelinen noktada ülkemiz yoksullar ülkesi olmuştur.
Hepimiz, iktidarın rasyonel zemine dönmeyi ve kural bazlı yönetimi uygulamayı reddetmesi yüzünden fakirleştik.
Hukukun üstünlüğüne olan bağlılığımız azaldıkça milli gelirimiz ve ekonomik refahımız da azaldı.
Yabancı yatırımcının ülkemizden kaçması bir tarafa, yerli yatırımcı dahi hukuk sistemine güvenmediği ve kötü yönetim nedeniyle yatırım yapmamaktadır.
Hayat pahalılığı, işsizlik ve yoksulluk gün geçtikçe artıyor ve iktidarın rasyonel zemine dönmeye karşı direnci sürdükçe daha da zor günler bizi bekliyor.
Evet, ülkemiz yasaklar ülkesidir.
Elbette yargı bağımsızlığının iflas ettiği bir sistemde, temel haklara yönelik anayasal ve yasal güvenceler anlamsızlaşmaktadır.
Gazetecilerin, siyasetçilerin, insan hakları savunucularının ve binlerce vatandaşımızın temelsiz iddialarla tutuklandığı, en temel hakların iktidarın tasarrufunda olduğu bir korku ikliminde yaşıyoruz.
Freedom House’un Dünya Özgürlük Raporu da bu gerçeği bizlere gösteriyor. Rapora göre Türkiye, 2018’den bu yana olduğu gibi özgür olmayan bir ülke.
Vatandaşın kendini güvende ve özgür hissetmediği, yargıya güveninin zedelendiği, sırf bu nedenle milletimizin her geçen gün daha fazla yoksullaştığı bir ülkede adli yıl açılışının kimse için umut vermediği açıktır.
Peki, iktidar bu gidişatı yoluna koymak için ne yapıyor?
Malumunuz, Mart 2021 tarihinde Sayın Cumhurbaşkanı tarafından büyük bir lansmanla kamuoyuna duyurulan İnsan Hakları Eylem Planının üzerinden tamı tamına iki buçuk yıl geçti.
DEVA Partisi olarak, eylem planında yer alan hedeflerden gerçekleştirilenleri ve gerçekleştirilmeyenleri ayrıntılı olarak çalışıyor ve düzenli olarak kamuoyuyla paylaşıyoruz.
Gelgelelim, iki yılda tamamlanması gereken toplam 276 hedeften yalnızca 113’i tamamlanmış, 163 hedef ise hayata geçirilmemiştir. Yani söz verilen eylemlerin neredeyse 3’te 2’si unutuldu, unutturuldu.
Bugün Adalet Bakanı tekrar açıkladı, yenisini hazırlıyorlarmış! Peki eskisi ne durumda? Çöpe mi attınız? Propaganda süresi mi bitti?
Bırakın söz verdiklerini yapmayı, tam aksini yaptılar.
Bu süreçte ifade özgürlüğünü büyük ölçüde sınırlandıran dezenformasyon (sansür) kanunu bu eylem planı açıklandıktan kısa bir süre sonra hazırlandı.
Gazeteciler haklarında açılan soruşturmalarla ve TBMM’de kabul edilen Basın Kanunu ile daha kısıtlı bir alana hapsedilmeye devam ediyor.
İktidar basın özgürlüğünü her gün ayaklar altına alıyor, eylem planında basın özgürlüğünü güçlendireceğim diyor. Olan ise kendi güdümünde olmayan TV kanallarını RTÜK eliyle ağır para ve program durdurma cezaları ile cezalandırıyor.
Muhalif sivil toplum örgütleri ağır baskılara maruz bırakılmaya, yersiz soruşturmalar ile dernek ve vakıflar yıpratılmaya devam ediyor.
Osman Kavala örneği gün gibi ortada…
Bırakın ağırlaştırılmış müebbetlik, yani idamlık bir suç işlemiş olmasını, bir kabahati bile olmayan Sn. Kavala 2131 gündür cezaevinde tutuluyor. Avrupa Konseyi ihlâl prosedürünün resmen başlatmasına rağmen hala AİHM kararı uygulanmıyor, masum bir vatandaşımız talimatla cezaevinde tutuluyor.
İşin trajik yani ne biliyor musunuz? İktidar, Avrupa Konseyine karşı savunmasında, insan hakları eylem planıyla övünüyor. Bir inat uğruna Osman Kavala ve arkadaşları Mücella Yapıcı, Çiğdem Mater, Hakan Altınay, Mine Özerden, Can Atalay, Tayfun Kahraman’ı haksız yere cezaevinde tutarken, 3’te 2’sini uygulamadığı eylem planı ile övünebiliyor.
Eylem Planını uygulasan ne olur; kuvvetler ayrılığını reddeden, kendisini hukukun üstünde konumlandıran bir Cumhurbaşkanı bu kötülüklerden vazgeçmeme gücüne sahip olduğu sürece istersen bin tane eylem planı hazırla. Sadece kendini kandırırsın ve maalesef bazen de toplumu.
En büyük adaletsizlik nedir biliyor musunuz?
Adil görünüp adil olmamaktır!
Yargı eliyle adaleti katletmektir!
Bakın bu kadar korkunç sonuçları olmasa, bu iktidarın ne kadar şakacı olduğunu konuşup gülüp geçebiliriz. Bir de utanmadan çıkmış yeni sivil, özgürlükçü, çoğulcu falan filan Anayasa yapmaktan bahsediyorlar. Sanki mevcut Anayasa kralın haklarına dayanıyor, sanki ellerinden tutan var. Sanki bunlar ısrarla insan haklarını tesis etmek istiyorlar da mevcut Anayasa bunları engelliyor.
“Mevcut Anayasaya uymuyoruz ama söz, yenisine uyacağız” diyorlar.
Milletle dalga geçiyorlar!
Değerli Basın Mensupları,
Eylem planında yer alan diğer vaat, işkenceye sıfır tolerans politikasına devam edilmesi. Türkiye İnsan Hakları Vakfı’nın (TİHV) 2022 raporuna göre ise işkence ve kötü muamele gördüğü için TİHV’e başvuranların sayısı önceki yıla göre yüzde 22 artmıştır.
Hatta 2001 yılındaki en yüksek başvuru sayısından sonraki en yüksek ikinci başvuru sayısına ulaşılmıştır. Başvuran 1201 kişinin 756’sı 2022 yılı içinde, diğerleri ise önceki yıllarda işkence ve kötü muamele gördüğünü ifade etmiştir.
Demin Adalet Bakanı dedi ya, Türkiye Yüzyılında ‘Güç değil, haklılık hak sebebidir.’ Biraz gerçekleri görseler tek görecekleri Türkiye Yüzyılı dediklerinin daha ilk yılında işkenceyi zirveye çıkartmış oldukları.
Benzer şekilde, eylem planında sorunun çözüleceğine ilişkin söz verilmesine rağmen keyfi tutuklamalar da hala devam etmektedir.
Malumunuz Merdan Yanardağ’ın tutuklanmasını bırakın, gözaltına alınması bile açıkça hukuka aykırıyken, Sn. Yanardağ haksız yere aylardır cezaevinde.
Diğer bir örnek ise Hatay milletvekili Can Atalay. Sayın Atalay, milletvekili seçilmesine rağmen hala tahliye edilmemekte, seçilme ve siyasi faaliyette bulunma hakkı ile kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı açıkça ihlal edilmektedir.
Anayasa Mahkemesi’nin güncel içtihadı gereğince Atalay’ın durumu dokunulmazlık kapsamındadır. Enis Berberoğlu, Leyla Güven ve Ömer Faruk Gergerlioğlu kararlarında bu hususlar incelenmiş ve hak ihlalleri ile tahliye kararları verilmiştir.
Üstelik Adalet Bakanlığı, Yargıtay’ın hatalı kararına itiraz etmesi gerekirken Anayasayı, hukuku ve mevzuatı hiçe sayarak Anayasa Mahkemesine savunma yapabilmesi hukukla alay etmektir.
Tekrar altını çizmek istiyorum: Milletimizin takdirine saygı gösterilmeli, Anayasa’nın 83. maddesi gereğince, Sn. Atalay’ın tutukluluk haline derhal son verilmeli ve milletvekilliği görevini serbestçe ifa etmesi sağlanmalıdır.
Tüm bunlar ne demek biliyor musunuz?
Demek ki, “Yargı reformu yapıyoruz”, “İnsan hakları eylem planı hazırlıyoruz” diyenler samimi falan değil, amaçları da hukuk zeminine dönmek değil.
Değerli Arkadaşlar,
İnsan hakları eylem planında toplantı ve gösteri yürüyüşünün güçlendirileceği söylenirken gerçekte ülkemizde toplantı ve gösteri yürüyüşlerine yıllardır müsaade edilmemektedir. Her gösteri en sert şekilde bastırılmakta, temel haklarını kullanan insanlar darp edilmektedir.
Görevinin ilk gününde Hazine ve Maliye Bakanı Sn. Şimşek dememiş miydi: ‘Türkiye’nin rasyonel zemine dönme dışında bir seçeneği kalmamıştır’.
Bu sadece bilimle alakası olmayan finans politikalarında birazcık doğru olana lütfedip müsaade etmekle oluyor mu zannediyorsunuz Sn. Cumhurbaşkanı?
Peki “Temel referansımız, hukuk ve insan haklarıdır ve bundan asla taviz verilmeyecektir” diyerek eski Bakan Süleyman Soylu’ya dönemi ile ilgili sınıfta kaldığına dair hakikati ifade eden yeni İçişleri Bakanı Sn. Yerlikaya?
Adalete o kadar susadık ki bu cümleleriniz bile ümidi yitirmiş bir topluma “Acaba ümitlenebilir miyiz?” sorusunu sorduttu ama peki gerekleri?
Sizin göreviniz sadece Soylu’nun hukuk tanımaz şovlarını sürdürmemek değil ki, adaletsizlikleri biraz azalttık anlayışı ile övünme hakkınız da yok.
Adaleti, güveni, sulhu sağlamakla yükümlüsünüz!
Bunun için ne yapıyorsunuz?
Yani hukukta da rasyonel zemine dönecek misiniz?
Madem temel referansınız hukuk ve insan hakları, bundan da asla taviz vermeyeceksiniz, o zaman bu güzel sözlerin gereğini ne zaman yerine getirmeye başlayacaksınız?
Cumhurbaşkanının müsaade ettiği kadar mı rasyonel zemine döneceksiniz?
Cumhurbaşkanının izin verdiği kadar mı insan haklarını lutfedeceksiniz?
Rasyonel zemine dönmek demek, hukuk devletine dönmek demektir. Hukuk devletine dönmek demek, fikir, basın ve toplantı ve gösteri özgürlüğünü korumak demektir.
Hukuk devletine dönmek demek, Anayasa Mahkemesi kararına rağmen Cumartesi Annelerinin gösterilerine engel olmamak demektir, onların protesto hakkını korumak demektir.
Oysa Anayasa Mahkemesi, kaybolan yakınlarının bulunması için eylem yapan Cumartesi Annelerine müdahalenin hukuka aykırı olduğuna hükmetmesine rağmen gözaltılar hala devam ediyor. Toplantı ve gösteri hakkının engellenmesi, polis müdahalesi ve gözaltı uygulaması hukuksuzdur.
Diğer bir hukuksuzluk ise KHK sorunudur. KHK’lar ile ihraçlar ve terör mevzuatının keyfi şekilde uygulanmasından kaynaklanan haksız yargılamalar, Türkiye’nin yüzleşmesi ve acilen çözüme kavuşturması gereken ciddi bir sorundur. Birbirinden ağır, tarifsiz acılar yaşanıyor.
Beraat eden, takipsizlik alan, hakkında soruşturma bulunmayan on binlerce kişi hala görevine iade edilmiyor. Sayısız insan haksız bir şekilde cezaevinde tutuluyor.
Buradan iktidara sesleniyorum. Bu hukuksuzlukların bir an evvel sonlandırılması hukuk devletini bırakın, insanlığın asgari gereğidir. KHK meselesi ve haksız yargılamalardan doğan mağduriyetler çözülmedikçe ülkemizde hukuka dönüş mümkün olamaz.
Son olarak ceza infaz sisteminde yaşadığımız sorunlara dikkat çekmek istiyorum. İktidar, her zamanki gibi cezaevlerinde doldur-boşalt yaparak günü kurtarmaya çalışıyor.
Avrupa Konseyi’nin 2022 Ceza İstatistikleri Raporu’na göre Avrupa’da 48 ülke arasında en çok tutuklu ve hükümlü Türkiye’de, cezaevleri devamlı dolup taşıyor.
Daha geçtiğimiz ay yürürlüğe giren kanunla tekrar cezaevlerini boşalttılar.
2020 yılında pandemi nedeniyle İnfaz Kanunu’nda benzer bir değişiklik yapıldı. Değişikliğin yapıldığı Nisan 2020’de toplam cezaevi nüfusu 310 bindir. Değişiklikle 90 bin kişi tahliye edilmiş, cezaevi nüfusu 220 bine düşürülmüştür. Ancak henüz ilk yılın sonunda, yani Nisan 2021’de, bu sayı tekrar 314 bini bulmuştur. Geçtiğimiz ay yürürlüğe giren değişiklikler sonrası cezaevi nüfusunun benzer şekilde artacağı açıktır.
Çünkü iktidar, ceza adalet sistemindeki sorunları kalıcı olarak çözmek yerine İnsan Hakları Eylem Planındaki gibi göz boyamak, bizde de hukuk var demek için yüzeysel, günü kurtarmak adına çözümler buluyor.
Asıl sorunu, yani yargı bağımsızlığı ve tarafsızlığı sorununu görmezden geliyor.
Aziz milletim,
İnsan Hakları Eylem Planında vaat edilen ancak gereği yerine getirilmeyen hedefler saymakla bitmez.
Demek ki, yargı paketleriyle yapılmak istenen, hukuka, adalete susamış milyonları sadece bir süre avutmak, başka bir şey değil. O zaman da söylemiştik, tekrar söylüyoruz, yıllardır söylüyoruz: Pansuman tedbirlerle yargının kronikleşmiş sorunları çözülemez.
Adalet bilincinden uzak istediğiniz kadar kanun hazırlayın hiçbir işe yaramaz; yaramıyor da zaten.
Bu sebeple bu iktidarın İnsan Hakları Eylem Planı da kara mizah olarak tarihte yerini aldı. Adını dahi hak etmeyen bir samimiyetsizlik belgesi olmanın ötesine geçemedi.
O sebeple Sn. Adalet Bakanı Yılmaz Tunç Bey’in yeniden Yargı Reformu Strateji Belgesi ve İnsan Hakları Eylem Planı hazırlıyoruz ifadesine cevap veriyorum:
Durum ortada! Neden o kadar emeği sadece Cumhurbaşkanın prompterinde kalacak metinlere harcıyorsunuz?
Oysa çözüm çok basit! Geçmişte hazırlanan eylem planınızın yarısını dahi gerçekte uygulasanız, en azından kuvvetler ayrılığını ve yargı bağımsızlığını tesis etseniz zaten en temel sorunumuz çözülmüş olacak. Ama çözemezsiniz çünkü yargı size hizmet etmeye devam etsin istiyorsunuz!
Yargı bağımsızlığını sağlayın. Temel hakların üzerinden elinizi çekin.
Masum insanları lekelemeyin, özgürlüklerini gasp etmeyin.
Yani iktidarınızı hukuk ile sınırlandırın.
Yolsuzluklarla mücadele etmeye başlayın.
Yoksa demokratik hukuk devleti olmadan refah da güçlü ülke olmak da hayal! Milleti propaganda ile kandırmayın!
Son sözüm ülkemizin hukukçularınadır.
Adalet kutup yıldızı gibidir. Er ya da geç doğruyu gösterir. Doğruyu gösterdiğinde iktidara biat etmiş ve karanlık dönemin hukukçuları olarak mı, yoksa vicdanlarıyla zorbalığa karşı mücadele eden sorumlu hukukçular olarak mı anılmak istiyorsunuz?
Bilinmelidir ki tarih, adil olanları kaydedecek ve hayırla yad edecektir. Adil olmak ve hukuka uymak hepimizin vatandaş olarak en önemli sorumluluğudur.
Bu hukuksuzluk düzenini, hep birlikte her alanda bilinçli, sorumlu ve gerçekleri söylemekten korkmayan vatandaşlarımızla el ele değiştireceğiz, hukuku ve adaleti tesis edeceğiz.
Buna yürekten inanıyorum.
Bu çerçevede, yeni adli yılda DEVA Partisi olarak bizim sorumluluğumuz, ülkemizin tekrar hukuk devleti ve demokrasi rotasına dönebilmesi için atılması gereken adımları iktidara hatırlatmak olacaktır.
Herkesin arzu ettiği gibi ve huzur içinde yaşadığı, insan onurunun korunduğu ve yüceltildiği müreffeh bir ülke için hukukun üstünlüğüne sahip çıkmak olacaktır.
Yolumuzun uzun, işimizin meşakkatli, yükümüzün ağır olduğunun farkındayız. Ancak adalete susamış milletimizin dertlerine DEVA olmak zorundayız.
Bu minvalde, ülkemizin bu karanlık günlerden bir an evvel kurtulması için hukuk devleti, insan hakları ve adalet mücadelesinde olan ve vicdan ve ahlakları ile görev yapan tüm hâkim, savcı, avukat ve adalet personelinin yeni adli yıllarını tekrar kutluyorum.
Hepinizi saygı ve sevgiyle selamlıyorum.