“Kin ve nefret saikiyle işlenen cinayetler hak ettiği cezayı bulmalıdır.”

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu teröristlerce katledilen Yasin Börü ve arkadaşlarıyla ilgili Ankara’da devam eden dava hakkında, “ Yaşam hakkının vahşice ihlal edildiği bu davada adaleti tesis eden bir kararın çıkacağını ümit ediyorum.” açıklamasında bulundu.  

Yeneroğlu yaptığı açıklamada, “Ülkemizde barış, kardeşlik ve huzurun tesis edilmesi için gösterilen çabalara rağmen HDP’li siyasetçilerin sorumsuz açıklamalarının ardından maalesef 6-7 Ekim olayları vuku bulmuştur. Yakın tarihimizde milletimizi ayrıştırmaya yarayan olaylara ne yazık ki bir yenisi daha eklenmiştir. Özellikle dindar kesimin hedef alındığı olaylarda 50 masum insanımız öldürülmüş, araçlar yakılarak ev ve işyerleri tahrip edilmiştir.

Olaylar sırasında insani yardım amaçlı kurban eti dağıtımıyla meşgul olan Yasin Börü, Ahmet Dakak, Riyat Güneş ve Hasan Gökguz’un vahşice katledilmesi, Yusuf Er’in ise ağır yaralı olarak kurtulması kinin ve nefretin hangi boyuta ulaşabileceğini göstermiştir. Olayla ilgili gerek davayı takip eden avukatların paylaştığı bilgiler gerekse de kamuoyuna yansıyan video görüntüleri tüyler ürperticidir. Maktüllere ve yaralıya yapılanlar, faillerin nasıl bir düşmanca psikolojiyle hareket ettiğini, zihinlerinde var olan nefret tohumlarını yansıtmaktadır.

17si tutuklu 34 sanık hakkında “canavarca hisle veya eziyet çektirerek öldürme”, “devletin birliğini ve ülke bütünlüğünü bozma” ve “terör örgütü propagandası yapma” suçlarından dolayı Ankara’da devam eden dava, TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanlığımız tarafından yakından takip edilmektedir. Yaşam hakkının vahşice ihlal edildiği bu davada adaleti tesis eden bir kararın çıkacağını ümit ediyorum.“, dedi.

“Dünya Kadınlar Günü, kadına yönelik şiddetle daha fazla mücadele etmemiz gerektiğini hatırlatmalı.”

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu 8 Mart Dünya Kadınlar Günü nedeniyle bir açıklama yaptı. Yeneroğlu açıklamasında, “Bilhassa son zamanlarda ülkemizde misafir ettiğimiz mülteci kadınların, mülteci erkeklere kıyasla daha fazla ayrımcılık ve cinsel şiddetle karşı karşıya kalabilme ihtimali, bu sorumluluğumuzun her geçen gün yenilenip yeni meydan okuyuşlarla yüzleştiğini ortaya koymaktadır.” dedi.

Mustafa Yeneroğlu şunları kaydetti: “Kadınla erkek arasında eşit maaş, eşit eğitim ve iş piyasasına eşit giriş imkânları gibi yasal anlamda geçerliliğini koruyan çerçevenin toplumun her alanında uygulanması için kararlı duruşumuzu sürdürmemiz şarttır. Bu ortak amaca ancak medyada cinsiyetçi rol kalıp yargılarının bertaraf edilmesi, yönetici kademedeki kadınların sayısının artırılması, kadınların zorunlu evliliklerden ve kendi tercihlerini yapmaları önündeki aile ve toplum baskılarından korunmaları ile emin adımlarla yürüyebiliriz. Geleneksel ailenin değişim geçirdiği bir zamanda, kadının tercihlerine saygı duyan ve toplumun her alanına katılımını destekleyen bir yaklaşımı benimsemek ve bu yaklaşımı yaygınlaştırmak mecburiyetindeyiz. AK Parti hükûmetlerinin Türkiye tarihinde meclisteki kadın milletvekili oranını düzenli olarak artırması da bu yaklaşımın bir tezahürüdür.

Dünya Sağlık Örgütü’nün verilerine göre kadınların sağlığını en çok tehdit eden şeylerden birisi kadına yönelik şiddettir. Geçmişte “Töre ve Namus Cinayetlerini Araştırma Komisyonu” ve “Kadına Yönelik Şiddetin Sebeplerini Araştırma Komisyonu”nu ile konuyla ilgili kapsamlı araştırma yapan ve Kadına Yönelik Şiddet ve Aile İçi Şiddetin Önlenmesi ve Bunlarla Mücadeleye İlişkin Avrupa Konseyi Sözleşmesine de imza atan ilk ülke olarak kadına yönelik şiddetin temelinde yatan nedenleri belirleyerek bunlarla mücadele etmek konusundaki kararlılığımızı sürdüreceğiz. Sadece kendi vatandaşlarımız olan kadınlara yönelik değil, ülkemiz sınırları içerisindeki tüm kadınlara yönelik yeni şiddet türleri ile mücadele de sorumluluklarımız arasında yer almaktadır. Bilhassa son zamanlarda ülkemizde misafir ettiğimiz mülteci kadınların, mülteci erkeklere kıyasla daha fazla ayrımcılık ve cinsel şiddetle karşı karşıya kalabilme ihtimali, bu sorumluluğumuzun her geçen gün yenilenip yeni meydan okuyuşlarla yüzleştiğini ortaya koymaktadır.

Bu düşüncelerle her dil, din ve etnik kökenden bütün kadınların Dünya Kadınlar Günü’nü kutluyor, bu günün herkes için, kadın-erkek eşitliği, kadınların katılımının artırılması ve şiddetin önlenmesi için sağlam adımlar atmak konusunda yeni bir düşünce ortamı hazırlamasını temenni ediyorum.”

Mustafa Yeneroğlu: “İslam düşmanlığının zirveye ulaştığı 28 Şubat tarihe kara bir leke olarak geçti.”

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu 28 Şubat postmodern darbesinin yıldönümü nedeniyle bir açıklama yaptı. Yeneroğlu açıklamasında, “İslam düşmanlığının zirveye ulaştığı bu dönemde yaşanan psikolojik travmalar, işten atmalar, kamudan ve üniversiteden uzaklaştırmalar milletimizde derin izler bırakmıştır. Adaletin tesisi için yaşanan tüm mağduriyetlerin giderilmesi gerekir.” dedi.

Mustafa Yeneroğlu, “28 Şubat 1997’de dönemin Milli Güvenlik Kurulu toplantısında alınan kararlar ülkemizin tarihinde karanlık bir dönemi başlatmıştır. Toplumuna yabancılaşan siyaset, ordu, yargı, medya, akademi ve sivil toplum mensupları İslami duyarlılığı olan kişilere irtica ile mücadele adı altında sistematik ve kurumsal bir zulüm gerçekleştirmiştir. İnanç özgürlüğü ve ifade hürriyeti gibi temel insan haklarının ayaklar altına alındığı 28 Şubat sürecinde milletimiz ekonomik, eğitim, sosyal ve hukuki alanlarda ağır bedeller ödemiştir.

Postmodern darbe sürecinde 11 bin öğretmen istifa etmek zorunda bırakılmış, 3 bin 527 öğretmenin görevine son verilmiştir. Eğitim hayatında 600 bin başörtülü öğrencinin okullara ve üniversiteye gidememesi, katsayı engeli nedeniyle 12 milyon 80 bin meslek lisesi öğrencisinin de istediği üniversitede eğitim görememesi nedeniyle milyonlarca genç insanın geleceğiyle oynanmıştır. 1.635 askerî personel YAŞ kararlarıyla meslekten ihraç edilmiştir. 4.625 kişi fişlenmiş, 2.500 kişi ise emekliye sevk edilmiştir. Ülkemize ekonomik olarak 387 milyar dolara mal olan sürecte 28 Şubat’ı destekleyen medyaya 3 milyar dolar kredi kullandırılmıştır. 1.732 Kur’an kursu kapatılmış ve millî iradenin yansıması olarak yüzde 22 oy almış Refah Partisi kapatılmıştır.

Bu vesileyle bütün antidemokratik uygulamalara ve baskılar ferasetle direnen, milletimizin esas ihtiyacı olan sükûnete ve huzura davette bulunarak birçok hesabı boşa çıkaran 54. Hükümet Başbakanı ömrünü davasına adamış bilge lider merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocamı rahmetle anıyorum. Refah Partisi’nin kapatılmasını hem insanlık tarihindeki hukuk mücadelesi perspektifinden hem de Türkiye’nin parti kapatmalarla dolu demokrasi tarihi açısından değerlendirip ‘Olay tarihî akışı içerisinde fevkalade basit bir olaydır’ şeklinde yorumlaması bugün bakıldığında çok daha iyi anlaşılmaktadır. Türkiye’de demokrasinin önünün açılması birçok partinin kapanmasına varan mücadeleler sonucunda mümkün olabilmiştir. 28 Şubat sürecinde merhum Prof. Dr. Necmettin Erbakan hocamızın mücadelesi geleceğe emin adımlarla yürümek isteyen Cumhuriyetimiz için önemli derslerin çıkarılacağı bir hazine olarak durmaktadır. Demokrasimiz zor zamanlarda verilen bu mücadeleler ile bugün daha güçlüdür. Bu mücadelenin ismi bilinmeyen tüm kahramanlarına da buradan minnetlerimi sunuyorum.

‘Ülkemizde Demokrasiye Müdahale Eden Tüm Darbe ve Muhtıralar ile Demokrasiyi İşlevsiz Kılan Diğer Tüm Girişim ve Süreçlerin Tüm Boyutları ile Araştırılarak Alınması Gereken Önlemlerin Belirlenmesi’ amacıyla kurulan Türkiye Büyük Millet Meclisi Araştırma Komisyonu’nun 2012 yılında yayımladığı raporda 28 Şubat sürecinde alınan MGK kararlarının uygulanması, medyanın rolü, devlet ve toplum üzerindeki yansımaları, yargısal boyutu gözler önüne serilerek yapılan haksızlıklar tescil edilmiştir.

Adaletin tesisi adına bu postmodern darbenin devam eden etkileri önlenmeli ve mağdurların yaraları sarılmalıdır. TBMM tarafından hazırlanan raporda darbeden etkilenen kişilere sadece örnekler bazında yer verilmiş, hak ihlallerinin tespiti ve mağduriyetlerin giderilmesine yönelik çözüm önerileri sunulmamıştır. Bu eksikliği gidermek, devam eden mağduriyetleri, idari ve yasal çözüm önerilerini tespit etmek için komisyonumuz bünyesinde ‘28 Şubat Sürecinin Neden Olduğu Hak İhlallerinin ve Devam Eden Etkilerinin Araştırılması Alt Komisyonu’ kurulacaktır.” açıklamasında bulundu.

“No to deportation of immigrants”

The initiative that aims to deport foreigners and immigrants out of the country will be put to the public vote on the 28th of February. Providing that the initiative is adopted, the foreigners in the country can be expelled from the country under a minor offence without an appeal and will not be allowed to return under any circumstances in the next 5 to 15 years. The head of the Committee on Human Rights Inquiry of the Grand National Assembly of Turkey, İstanbul MP Mustafa Yeneroglu evaluated the matter by stating “I believe that the Swiss public will choose not to adopt this initiative that is incompatible with the fundamental rights, which is situated in Switzerland’s constitution, as well as many international conventions, including the European Convention on Human Rights. Thus I believe that Switzerland, who hosts many international organisations such as the United Nations will reason with human rights, the rule of law and democracy.”

Yeneroglu further stated “the initiative that will be put to the public vote on the 28th of February 2016 is an issue that directly involves Turkish citizens along with more than 2 million other country citizens that live in the country. If this initiative, which means the expansion of the scope and hardening the deportation initiative referendum that was voted in 2010, will be adopted, it will harm the multicultural society, democracy and state of law of Switzerland.

The Federal Parliament of Switzerland and the government state that the initiative contradicts many international conventions. Both the European Convention on Human Rights and Free Movement of People Switzerland – EU/EFTA deem deportation if the person/s who commit crimes that are a threat to the public order and/or state security, are found guilty. On the other hand, according to international treaties, measures are predominantly granted in expulsion and extradition cases in order to prevent the removal of the migrant/applicant to a country where he/she may be subjected to violent treatment such as torture, dehumanising or other inhumane treatments. Laws on prohibition of deportation is clearly stated in the United Nation’s Convention against Torture and Other Cruel, Inhuman or Degrading Treatment or Punishment, UN International Covenant on Civil and Political Rights, The 1951 Refugee Convention, and also UN Convention on the Rights of a Child. Thus, deportation that is not based on the above conventions can be considered as discrimination on foreigners.

The issues in the initiative that will be put to public vote this month is not limited to the contexts of international laws. The adoption of the initiative will directly act on the right to respect for one’s “private and family life, his home and his correspondence, as stated in Article 8 of the European Convention on Human Rights. Furthermore, the adoption of this initiative will cause Switzerland to constantly and regularly violate the European Convention on Human Rights and increase the risk of Switzerland terminating the European Convention on Human Rights system in the long term. Likewise, forbidding foreigners’ right to appeal within the framework of the initiative neglects the two fundamental principles of international law on human rights, the principle of proportionality and legal case-to-case assessment. The initiative that aims to write a detailed provision to the Federal Constitution means an intervention to the Federal Parliament which has the legislative competence and legislation task according to principle of separation of powers.

The initiative will also cause social issues and will bring with it victimisation, family fragmentation, and loss of people that are part of the Switzerland society. Many second and third generation foreigners who were born and grew up in Switzerland will be put in the danger of being sent back to their home countries that they have no social connections with, may have never visited, and worse may be undergoing human rights violations. What is more, the posters that show the white sheep standing on a Swiss flag kick the black sheep over the edge clearly shows that this initiative is prepared with racist and xenophobic motives.

I am certain that Switzerland that host many international organisations like the United Nations that aim for the peace of people and the government will contribute to not damage their international reputation and protect common sense in the context of human rights, rule of law, and democracy. Within this framework I appreciate the counter-inititaive works of esteemed lawyers, politicians and non governmental organisations and invite the citizens of Switzerland to vote NO on the 28th of February.”

Nein zur Ausweisung von Migranten in der Schweiz!

“Ich bin überzeugt, dass die Schweizer kein Gesetz wollen, das unvereinbar ist mit der Schweizer Verfassung, mit internationalen Verträgen und der Menschenrechtskonvention”, erklärt Mustafa Yeneroğlu (AK Partei), Vorsitzender des Menschenrechtsausschusses der Großen Nationalversammlung der Türkei, anlässlich der schweizer Volksabstimmung am 28. Februar 2016 über eine Gesetzesvorlage, wonach die Abschiebung von Migranten mit ausländischer Staatsangehörigkeit massiv erleichtert werden soll.

“Die Schweiz ist Gastgeber für verschiedene internationale Organisationen, wie die Vereinten Nationen. Durch ein ‘Nein’ zur Gesetzesvorlage wird das Volk die Bedeutung der Menschenrechte, die Überlegenheit des Rechtsstaates und die demokratische Grundordnung abermals unterstreichen. Das zur Abstimmung stehende Gesetz hat dramatische Folgen für zwei Millionen Menschen, die ihren Lebensmittelpunkt in der Schweiz haben, dort gesellschaftlich wie familiär fest verankert sind.

Die Gesetzesinitiative richtet sich aber auch gegen die demokratische, rechtsstaatliche Ordnung. Sie ist unvereinbar mit internationalen Vereinbarungen wie der Europäischen Menschenrechtskonvention oder dem EU-Freizügigkeitsabkommen. Danach können Personen nur dann ausgewiesen werden, wenn sie für eine Straftat schuldig befunden wurden und eine Gefahr für das Land und die öffentliche Ordnung darstellen.

Über zahlreiche juristische Probleme hinaus, birgt das zur Abstimmung vorgelegte Gesetz aber auch gesellschaftliche Gefahren: Familien werden auseinandergerissen, die schweizerische Gesellschaft fragmentiert. Denn betroffen sind Menschen, die in der Schweiz geboren und aufgewachsen sind und nur die schweizerische Staatsangehörigkeit nicht besitzen. Diese Menschen könnten in Länder ausgewiesen werden, die sie persönlich überhaupt nicht kennen.

Welche Gesinnung hinter diesem Gesetzesvorhaben steckt, legen die Werbeaktionen der Gesetzes-Initiatoren offen zutage: Es ist eine rassistisch und fremdenfeindlich motivierte Aktion. Um nichts anderes geht es. Ich bin überzeugt, dass das Schweizer Volk diesem Treiben mit einem klaren ‘Nein’ die Rote Karte zeigen wird. Die zahlreichen Gegen-Initiativen zu diesem Gesetzesvorhaben stimmen mich hoffnungsvoll.”

Gün birlik ve kardeşlik günü, terörü lanetleme günüdür.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu üyeleri Ankara‘da terör saldırısının gerçekleştirildiği Merasim Sokak‘ı ziyaret ederek 28 şehidin anısına 28 karanfil bıraktılar. Komiyon Başkanı Yeneroğlu ziyarette yaptığı açıklamada, „Terörün dili, dini ve rengi yoktur; sadece bir amacı vardır. Bu da, kaos ve huzursuzluğun ortamını oluşturmaktır.“, dedi.

Mustafa Yeneroğlu ziyarette yaptığı açıklamada, „Hain saldırı, bizlere terörün hiçbir vicdani ve insani değer tanımadığını tekrar tekrar gösterdi. İnsanı değersizleştiren, hatta yok sayan zihniyetin, amacına hiçbir şekilde ulaşması mümkün değildir. Terörün dili, dini ve rengi yoktur; sadece bir amacı vardır. Bu da, kaos ve huzursuzluğun ortamını oluşturmaktır.

Buna da verilecek en güzel cevap devleti ve milletiyle tek bir yürek olmaktır. Bu konuda, tüm siyasi partilerimizi, sivil toplum kuruluşlarımızı, basın ve yayın organlarını, devletimizin terörle olan mücadelesinde birlik olmaya davet ediyoruz.

Gün birlik ve kardeşlik günü, gün virgülsüz ve ama’sız kamu düzenine yeltenen illegal yapıları ve eylemleri reddetme günüdür, gün terörü lanetleme günüdür. Bir kez daha, bu saldırılarda hayatını kaybeden vatandaşlarımıza Allah’tan rahmet, ailelerine ve milletimize başsağlığı, yaralılara da acil şifalar diliyoruz.“ dedi.

İsviçre: “Göçmenlerin sınır dışı edilmesine karşı hayır”

İsviçre’de yaşayan yabancı ülke vatandaşı göçmenlerin sınır dışı edilmesini içeren kanun teklifi 28 Şubat tarihinde halk oylamasına sunulacak. Teklifin kabul edilmesi durumunda ülke de yaşayan yabancılar basit bir suç gerekçesiyle yurt dışı edilecek, oturum ve ülkeye giriş ile ilgili bütün yasal haklarını kaybederek 5-15 yıl süresince ülkeye giriş yasağı alacaklar. Konuyla ilgili değerlendirmede bulunan İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, “İsviçre halkının, İsviçre Anayasası’nda yer alan temel haklarla bağdaşmayan ve başta Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi olmak üzere birçok uluslararası sözleşmeye ciddi derecede aykırılık içeren kanun teklifini kabul etmeme yönünde tercihte bulunacağına inanıyorum. Böylelikle Birleşmiş Milletler gibi birçok uluslararası örgüte ev sahipliği yapan İsviçre, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokratik düzen bağlamında sağduyuyu gösterecektir.” dedi.

Mustafa Yeneroğlu açıklamasında, “İsviçre’de 28 Şubat’ta halkoylamasına sunulacak yabancıların sınır dışı edilmesini içeren kanun teklifi bu ülkede yaşayan vatandaşlarımızla sayıları iki milyonu bulan diğer ülke vatandaşlarını doğrudan ilgilendiren bir gelişmedir. 2010 yılında yasalaşan yabancıların sınır dışı edilmesi kanununun kapsamının genişlemesi ve daha da sertleşmesi anlamına gelen bu yasa teklifinin kabul edilmesi durumunda İsviçre’nin çokkültürlü toplumsal yapısıyla, demokratik ve hukuk devleti düzeni yara alacaktır.

İsviçre Federal Meclisi ve Hükümeti tarafından da savunulduğu gibi kanun teklifi birçok uluslararası anlaşmaya aykırılık teşkil etmektedir. Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne (AİHS) ve İsviçre’nin Avrupa Birliği ile yaptığı serbest dolaşım anlaşmasına göre sınır dışı etme ancak kişinin kamu düzenine veya ülkenin güvenliğine tehlike teşkil eden bir suçtan dolayı suçlu bulunması halinde kabul edilebilmektedir. Öte taraftan uluslararası insan hakları hukuku ilkelerine göre hiç kimse; işkence, insanlık dışı veya küçük düşürücü muamele ya da diğer ciddi insan hakları ihlaline maruz kalacağı bir ülkeye sınır dışı edilemez. Sınır dışı etme yasağı, İsviçre’nin de taraf olduğu Birleşmiş Milletler (BM) İşkence ve Diğer Zalimane, Gayri İnsani veya Küçültücü Muamele veya Cezaya Karşı Sözleşmesi, BM Uluslararası Medeni ve Siyasi Haklar Sözleşmesi, 1951 tarihli Mültecilerin Hukuki Durumuna İlişkin Sözleşme ile BM Çocuk Hakları Sözleşmesi’nde anlaşılır bir şekilde belirtilmektedir. Bu nedenlere dayanmayan sınır dışı edilmeler yabancılara karşı ayrımcılık yapıldığı anlamına gelmektedir.

Halkoylamasına sunulacak kanun teklifiyle ilgili uluslararası hukuk bağlamındaki sorunlar sadece bu maddelerle sınırlı değildir. Kanun teklifinin kabulü AİHS’nin özel ve aile hayatına, konutuna ve yazışmalarına saygı gösterilmesi hakkını düzenleyen 8’inci maddesini doğrudan etkileyecektir. Daha da ötesi, bu önerinin yasalaşması durumu, İsviçre’nin düzenli ve sürekli bir şekilde AİHS’yi ihlal etmesi ve uzun vadede bu ülkenin AİHS sisteminden ayrılması riskini doğuracaktır. Ayrıca kanun teklifi kapsamında yabancılara kararı temyiz etme hakkı tanınmamakta, uluslararası insan hakları hukukunun iki temel ilkesi olan hukukta orantılılık ve her davanın kendi özel şartları içinde değerlendirilmesi ilkeleri göz ardı edilmektedir. Federal Anayasa’ya detaylı bir hükmün yazılmasını öngören teklif, güçler ayrılığı ilkesince yasa yapma görevi olan Parlamentoya bir müdahale ve görev gaspı anlamına gelmektedir.

Öngörülen kanun teklifi sosyal sorunlara da neden olacak, mağduriyeti, aile parçalanmasını, İsviçre toplumunun bir parçası olan insanların kaybını beraberinde getirecektir. İsviçre’de doğup, büyüyen ancak İsviçre vatandaşı olmayan birçok ikinci ve üçüncü kuşak yabancı, hiçbir sosyal bağı olmayan, belki hayatları boyunca hiç ziyaret etmedikleri, daha da kötüsü, ağır insan hakları ihlallerinin yaşandığı, ailelerinin ana vatanlarına gönderilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalacaklardır. Ayrıca, halkoylaması için hazırlanan beyaz koyunun siyah koyunu ülkeden çıkardığını gösteren afişler söz konusu önerinin ırkçı ve yabancı düşmanı saiklerle hazırlandığını açıkça göstermektedir.

Hükümet ve Birleşmiş Milletler gibi ulusların barış içerisinde yaşamasını amaçlayan birçok uluslararası örgüte ev sahipliği yapan İsviçre’nin insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokratik düzen bağlamında uluslararası imajının zedelenmemesi ve sağduyunun korunması için gerekli katkıyı vereceğinden eminim. Bu çerçevede İsviçre toplumunda önde gelen hukukçu, siyasetçi ve sivil toplum kuruluşlarının başlattıkları Karşı-İnisiyatifleri takdirle takip ediyor, tüm İsviçre vatandaşlarını hayır oyu kullanmaya davet ediyorum.”, dedi.

Her bir dil topluma ve kültüre zenginlik katan bir unsurdur.

Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) 1999 yılında aldığı kararla 21 Şubat tarihini “Uluslararası Anadili Günü” olarak kabul etmiştir. İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu anadillerin korunmasının önemine dikkat çekerek, “Bizler her bir dili topluma ve kültüre zenginlik katan birer unsur ve insanlığın ortak kültür mirası olarak görmekteyiz. Kaybolan her dil aynı zamanda insanlığın ortak kültür mirasının bir parçasının kaybolması demektir.” dedi.

Yeneroğlu açıklamasında şunları ifade etti: “UNESCO verilerine göre bugün dünya üzerinde konuşulmakta olan 6 bin dilin yarısı, hiç bir önlem alınmazsa kaybolma tehlikesi ile karşı karşıyadır. UNESCO’nun bir dilin kaybolma tehlikesi kavramını ‘yüz yıl içinde bir dili konuşacak çocuk kalmaması durumu’ olarak açıkladığını göz önünde bulundurursak durumun vahameti ve aciliyeti bir kez daha ortaya çıkmaktadır.

Her bir dil topluma ve kültüre zenginlik katan birer unsur ve insanlığın ortak kültür mirasıdır. Dil çeşitliliği ve anadilin kullanılmasını teşvik etmek ve aynı zamanda dilsel ve kültürel gelenekleri geliştirme bilinci içinde hareket etmek azami önem taşır. Bir ülke için ekonomik ve toplumsal gelişim ve başarı sağlamak ne kadar önemli ise dilsel ve kültürel zenginliklerin de korunması ve gelişimine imkân tanıyacak fırsatların oluşturulması da o denli önemli olmak zorundadır.

AK Parti iktidarıyla birlikte geçmişte âdeta inkar edilen anadillere ilişkin tabular yıkılmıştır. İnsanların Kürtçe konuştukları için zulüm gördükleri dönemler tarihte kalmıştır. Ülkemizde devlet kanalı Kürt vatandaşlarımızın dilinde yayın yapmakta, seçim çalışmalarında Kürtçe siyasi çalışmalar yapılabilmekte, Kürtçe dil kursları özgürce faaliyet gösterebilmekte ve üniversitede Kürt dili ve edebiyatı okutulmaktadır. Atılan tüm bu adımlarla ülkemizin kültürel zenginliği güçlendirilmiştir.

Türkiye olarak gerek ülkemizde gerekse de diğer ülkelerde dillerin kaybolmaması hususunda gerekli katkıyı sağlamakla mükellefiz. Bu çerçevede Anadolumuzda kaybolma tehlikesiyle karşı karşıya olan dillerin arasında yer alan Lazca, Abhazca, Adigece, Zazaca, Kabar Çerkes, Batı Ermenicesi, Pontus Yunancası gibi dillerin korunması için teşvik programları geliştirmek durumundayız.

Öte taraftan Avrupa’da yaşayan vatandaşlarımız bağlamında zaman zaman gündeme gelen entegrasyon tartışmalarında anadilin değersizleştirildiğine ve dışlandığına tanık oluyoruz. Bu noktada vatandaşlarımızın anadillerine sadece bir iletişim aracı olarak değil, aynı zamanda kimliği şekillendiren temel değerlerden biri olarak yaklaşarak sahip çıkmaları önem arz etmektedir. Unutulmamalıdır ki, bir dilin korunması o dil ile özdeşleşen değerler ve kimliklerin tanınması ve koruma altına alınması anlamına gelir. AK Parti olarak yurt dışında yaşayan vatandaşlarımızın anadil eğitiminin yaygın olarak verilmesi ve kültürel kimliklerin korunması için her zaman gerekli desteği vermekte, özellikle de genç neslimizin anadillerinin güçlendirilmesini önemsemekteyiz. Bu bağlamda yurt dışı eğitim ve kültür politikalarını daha aktif hale getireceğiz.

Dünya üzerinde nerede bulunursa bulunsun, hangi toplumda yaşarsa yaşasın bir çocuğun anadilini öğrenmesi onun en temel hakkıdır. Hükümetler bu bilinçle hareket etmek durumundadırlar. Tüm anadillerin nesilden nesile aktarılarak yaşatılması, gelişmesi ve böylece ortak insanlık mirasının korunması temennisiyle tüm insanların Anadil Günü kutlu olsun.”

Sosyal adaleti merkeze alan politikalarımızın takipçisi olacağız

Birleşmiş Milletler tarafından dünya üzerindeki gelir dağılımı eşitsizliğine dikkat çekmek için ilan edilen Dünya Sosyal Adalet Günü, 20 Şubat’ta farklı etkinliklerle idrak ediliyor. Dünya Sosyal Adalet Günü sebebiyle bir açıklama yapan İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, “Ekonomik krizlerin, açlığın, çevre kirliliğinin ve mülteci hareketlerinin giderek arttığı bir dünyada ayrımcılık ve ötekileştirmeyi doğuran sosyal eşitsizlikle mücadele de ulusal sınırları aşarak küresel bir boyuta taşınmalıdır.” dedi.

Yeneroğlu, “Dünya genelinde her dokuz insandan biri, her akşam aç bir şekilde yastığa başını koymak zorunda. Gelişmekte olan ülkelerde 66 milyon çocuk okula aç giderken bu sayı sadece Afrika’da 23 milyon civarında seyrediyor. 2050 yılında iklim değişikliği yüzünden 24 milyon çocuğun daha fakirlik içinde yaşayacağı tahmin ediliyor. Dünya üzerindeki 62 mega zenginin mal varlığı, dünya halkının en fakir yarısının mal varlığına eş değer bir seviyede. Savaşlar, açlık ve gelir dağılımındaki eşitsizlik milyonlarca insanı vatanlarını terk etmek zorunda bırakıyor. Etkilerini bu şekilde küresel bazda gösteren sosyal adaletsizlik, tam da bu nedenle küresel çözüm önerilerine ihtiyaç duyuyor.

Sosyal eşitsizliğin çözülmesi için siyasiler, sivil toplum kuruluşları ve medyanın ortak bir şekilde hareket etmesi, eşitsizliği normalleştiren değil, onu ortadan kaldırmaya çaba sarf eden bir dilin toplumun her kesimi tarafından benimsenmesi gerekmektedir. Bugün Suriye’den ülkemize sığınan mültecilerin içinde bulunduğu elim durum göz önünde bulundurulduğunda sosyal eşitliğin etnik köken, dil, din, mezhep, yaş ve cinsiyet ayrımı olmaksızın sağlanmasının küresel bir görev olduğu ortaya çıkacaktır.

AK Parti Hükûmetlerimiz döneminde sosyal adalet konusu her zaman öncelikli alanlardan birisi olmuştur. Ekonomik ve sosyal politikalar bu anlayışla yürütülmüş, yoksulluğun ortadan kaldırılması, gelir dağılımının iyileştirilmesi, ihtiyacı olan herkese sosyal destek sunulması ve sosyal desteklere duyulan ihtiyacın azaltılması hedeflenmiştir. Küresel kriz ortamında birçok ülkede gelir dağılımı bozulurken, istihdam artırılarak, güçlendirilen sosyal politikalarla sosyal dengeler iyileştirilmiştir. İzlenen politikalar sonucunda Türkiye, OECD ülkeleri arasında gelir dağılımını en hızlı iyileştirebilen ülke olmuştur.

Hakların, imkânların ve kaynakların eşit bir şekilde dağıtılmasının en önemli sorunlardan biri olduğu günümüzde sosyal adalet konusundaki sorumluluğumuz, Suriye’deki katliamlardan kaçarak Türkiye’ye sığınan mültecilerle birlikte kendisini daha da açık bir şekilde göstermekte, bizleri de mülteci kardeşlerimiz karşısında yeni bir sınavla yüz yüze getirmektedir. Bu sınavdan alnımızın akıyla çıkmak için eşitliği merkeze alan, ayrımcılık ve ötekileştirme gibi hastalıklardan tamamen arınmış yaklaşımlarla geliştirdiğimiz politikaların takipçisi olacağız.” ifadelerinde bulundu.

İslam Düşmanlığı Kaynaklı Saldırıların Ayrı Kategoride Kayıt Altına Alınması Gecikmiş Bir Uygulamadır.

İstanbul Milletvekili ve Türkiye Büyük Millet Meclisi İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu (AK Parti) İslam düşmanlığı kaynaklı saldırılara ilişkin Almanya Federal Hükûmetine yöneltilen soru önergesine verilen cevapla ilgili “Almanya’da yıllardır görmezlikten gelinen İslam düşmanlığı kaynaklı suçların ayrı kategoride kayıt altına alınması gerekliliği hususunun artık kabul görmeye başlaması sevindirici bir gelişme ve doğru yolda atılmış bir adımdır.” değerlendirmesinde bulundu. Yeneroğlu yaptığı açıklamada,

“İslam düşmanlığı kaynaklı saldırıların ayrı bir kategoride kayıt altına alınması talebi on yıldır yinelenmektedir. Federal Hükûmetin vermiş olduğu cevaba bakıldığında da bu uygulamanın gerekliliği açıkça ortaya çıkmaktadır. Özel olarak bu başlıkta kayıt yapılmadığından dolayı birçok veri yetersiz kalmakta, dolayısıyla İslam düşmanlığı kaynaklı saldırıların tam tespitini yapmak mümkün olamamaktadır. Hâliyle Federal Hükûmet bu şartlarda hangi kişi ve kurumların İslam düşmanlığı kaynaklı saldırılardan zarar gördüğünü ve bu suçların faillerine karşı kaç adet soruşturma yürütüldüğünü söyleyecek bilgiye sahip değildir.

Elde sağlam veriler olmadığı için hem bu problemin araştırılmasında hem de bununla mücadele edilmesinde herhangi bir netice alınamamaktadır. Kriminologlar, sosyologlar ve diğer bilim insanları yıllardır yeterli ve gerekli verilerin olmamasından yakınmaktadırlar. Ayrıca bu sorun sadece aşırı sağ üzerinden değerlendirilmemelidir. Ayrıca PKK ve Almanya’daki destekçilerinden kaynaklanan terör de çok tehlikeli bir boyuta ulaşmıştır.

Sistematik bir kaydın yapılmasının ne derece gerekli olduğu cami saldırılarına dair paylaşılan verilerle daha da iyi anlaşılmaktadır. Federal Hükûmet tarafından verilen bilgiye göre geçtiğimiz yılın son çeyreğinde, bir tanesi PKK bağlantılı olmak üzere 24 cami saldırısı gerçekleşmiştir. Bu listenin sağlıksız olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır, zira medyaya yansıyan cami saldırılarının dahi bu listede yer almadığı görülmektedir. Bu açıdan, belirtilen bu rakama ihtiyatla yaklaşılmalıdır. Bu rakam hakikatte olanın yalnızca bir kısmıdır.

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu İslam düşmanlığı konusunu gündemine almıştır. Oluşturulan alt komisyon bu olguyu yoğun bir şekilde ele alarak Almanya ve Avrupa’da bu bağlamda yaşanan gelişmeleri büyük bir titizlikle takip edecektir.” ifadelerine ver verdi.