Ekranları Başında Bizleri Takip Eden Saygıdeğer Vatandaşlarımız,

Çok Değerli Basın Mensupları,

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum,

Malumunuz, bugün Genel Kurul’da Adalet Bakanlığı’nın 2024 bütçesini görüşeceğiz. 

Diğer taraftan pazar günü, İkinci Dünya Savaşı’nın küllerinden doğan 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nün ilan edilmesinin 75. yıl dönümüydü.

10 Aralık 1948’de, İkinci Dünya Savaşı’nda yaşanan kitlesel katliamların ardından, dünyanın dört bir yanındaki politikacılar ve entelektüeller, tüm insanların devredilemez haklar kataloğuna ihtiyaç duyduğu inancıyla, Birleşmiş Milletler Genel Kurulunda İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni kabul ettiler.

Fakat 75 yıl sonra bugün, tüm dünyada, 1945’ten bu yana görülmemiş düzeyde şiddetli çatışmalar ve katliamlar yaşanıyor.

Herkesin gözü önünde, son yıllarda Yemen’de yüzbinlerce insan katledildi.

Myanmar’da Arakanlı Müslümanlar, Çin’de Uygur Türkleri şiddetli baskı altında asimilasyona tabi. Yüzbinlerce insan toplama kamplarında, en temel insan haklarından mahrum, evlerinden yurtlarından ediliyor, kitleler halinde yok ediliyorlar.

Haftalardır tüm dünyanın gözü önünde İsrail; Gazze’de ve Batı Şeria’da insanlığa karşı suç işliyor, sivilleri öldürüyor ve tüm yaşam şartlarını yok ediyor.

Tüm dünya olan biten bu vahşeti sadece izliyor.

Birleşmiş Milletler ve Avrupa Birliği işlevsiz, en fazla kınamakla yetiniyor.

Özellikle ABD’de ve Avrupa’nın birçok ülkesinde Filistin lehine yapılan toplantı ve gösteriler kriminalize ediliyor, gazeteciler ve insan hakları savunucuları susturulmaya çalışılıyor.

Ukrayna-Rusya savaşında Rusya aleyhine uygulanan ambargo ve Birleşmiş Milletler, Avrupa, ABD ve Uluslararası Ceza Mahkemesi tarafından dile getirilen tepkiler ne yazık ki İsrail’in katliamları karşısında yerini sessizliğe bırakmıştır.

Bir yanda engel olamadığımız bu vahşet, diğer yanda çifte standart ve takınılan ayrımcı politikalar bizleri, insan haklarını koruma amacıyla inşa edilen uluslararası kurumları sorgulatır hale getirmiştir.

Ancak her şeye rağmen biliyoruz ki daha adil ve insan onurunu esas alan bir dünya için daha fazla çaba göstermekten başka bir alternatifimiz yok.

Umarım ki dünyanın dört bir yanında Gazze’deki katliamlara karşı sesini yükselten insanların sesleri duyulur ve bu katliamlara bir an evvel son verilir.

Değerli Basın Mensupları,

Ülkemizde de insan hakları açısından tablo son derece kötü.

Bugün sizlerle, küresel insan hakları meselelerinin yanında insan hakları konusunda tarihindeki en kötü dönemlerden birini yaşayan Türkiye’deki 2023 yılındaki İnsan Haklarını değerlendirmek istiyorum.

Ülkemizin geçmişten bu yana insan hakları ile çetin sınavları hep olmuştur. Türkiye hiçbir zaman gerçek anlamda bir hukuk devleti olamamıştır.

Ancak hiçbir zaman böylesine temel hak ve özgürlükleri sınırlandıran ve hatta askıya alan bir dönem de yaşanmamıştır.

Bugün ülkemizde, Anayasamıza göre bağlayıcı nitelikte olduğu tartışmasız olan Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararlarının uygulanmasına müsaade edilmiyor, yine bağlayıcı olan Anayasa Mahkemesi kararları tanınmıyor. Anayasa’nın açık hükümleri yok sayılıyor.

Yargı bağımsızlığı iflas etmiş durumda. Yargının hiç olmadığı kadar iktidarın gölgesi altında kaldığı bir dönemdeyiz.

İktidarın onayı olmadan yargı karar alamıyor. İktidarın hoşuna gitmeyen kararlar alındığında ise karara imza atan hakimlerin ne vatan hainlikleri kalıyor ne de teröristlikleri.

Nitekim, Avrupa Konseyi’ne bağlı Yolsuzluğa Karşı Devletler Grubu (GRECO), geçtiğimiz günlerde yayınladığı yolsuzlukla mücadele değerlendirme raporunda yargı bağımsızlığı ile ilgili başta HSK’nın bağımsızlığının sağlanması konusunda Türkiye’nin yine sınıfta kaldığını ortaya koymuştur.

Rapora göre Türkiye, hakim ve savcı alımında siyaset tarafından müdahale edilmesi; hakim ve savcıların etik dışı davranışlarının nesnel ve kamuoyuna açık takibi ve hakimlik teminatının güçlendirilmesi gibi konularda somut adımları halen atmamıştır.

Değerli Arkadaşlar,

Adalet binalarında rüşvet iddiaları artık sıradanlaşmıştır.

Bir tarafta uyuşturucu kaçakçılarının rüşvetle serbest bırakıldığı, diğer tarafta hiçbir suça karışmamış insanların sırf fakir ve nüfus sahibi olmadıkları için çoluk çocuk perişan edildiği sayısız örnek var.

Bir tarafta rüşvet düzenine dahil olan birçok kişi korunurken, diğer tarafta bu rezaletleri haberleştiren birçok gazeteci cezalandırılmaktadır.

Hukuk devleti iddiasındaki bir ülkede olması gereken, bu iddiaların doğruluğunun ve rüşvet düzenine dahil olanların tümüyle şeffaf bir inceleme sonucu tespit edilmesi ve cezalandırılması iken bizde ise birkaç basit sözle süreç geçiştirilmeye çalışılmış, müfettiş atamaktan yani işi soğutmaktan ve olayın unutulmasını dilemekten başka hiçbir şey yapılmamıştır.

İşte böyle bir tablo altında bugün, Genel Kurul’da, Adalet Bakanlığı’nın bütçesini görüşeceğiz.

Kıymetli Arkadaşlar,

Size Roma imparatorunun bir sözünü hatırlatmak istiyorum; Marcus Aurelius diyor ki: “Yasalar örümcek ağına benzer, küçük sinekler ağa takılır kalır. Büyük sinekler ağı deler geçer.

30 Kasım’da İstanbul’da yaşanan bir trafik kazası ve sonrasında yaşananlar ülkemizde hukuk sisteminin ne denli çöktüğünün ve vatandaşlarımızın canının ne denli kıymetsiz olduğunun en bariz örneklerinden biridir.

Türkiye’de arkası güçlü olanın, zengin olanın her işten nasıl sıyrıldığını merak edenler bu olaya bakıp içler acısı halimizi görebilirler.

Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu, iki çocuk babası Yunus Emre Göçer isimli bir kurye kardeşimize çarpıyor, öldürüyor ve elini kolunu sallaya sallaya ülkeden çıkıp gidiyor.

Savcı ifadesini bile almaya gerek duymuyor. Ya da savcıya birileri bu yönde talimat veriyor.

Sonra yetkililer milletle alay eder gibi açıklama yapıyorlar; tutanak düzenleyen polisler hakkında soruşturma açılmış.

Bu polisler, Somali Cumhurbaşkanı’nın oğlu hakkında kafalarına göre tutanak düzenleyebilir mi?

Sayın Adalet Bakanı önce bu polislere ve katilin ifadesini bile almadan telefonla serbest bırakan savcıya talimatı kimin verdiğinin üstüne gitsin. Bu milletin canı bu kadar ucuz mu?

Evet, maalesef bugünün Türkiye’sinde vatandaşımızın canı bu kadar ucuz.

Dün gece milyonların gözü önünde Ankaragücü-Rizespor maçında güç sarhoşluğu her haliyle ortaya konuldu. Yaşananlar, Türkiye’de son yıllarda gelinen resmin özetidir. Bu meseleyi sadece bireysel olarak değerlendiremeyiz. Bu yumruk, iktidarın güç sarhoşluğunun yumruğudur. O hakeme inen yumruk, milletimizin tamamına zaten devamlı inmektedir. Türkiye’de nobranlığın, nezaketsizliğin insanlara artık kültür olarak gösterildiği, kaba kuvvetin de ülkemizde artık vatandaşlarımıza tek yol olarak gösterildiği bir ortamda güç sarhoşluğunun bu şiddeti uygulamasından başka yol olamaz.

Dün yaşanan olay, canlı yayında milyonların gözü önünde canlı yayınlanan bir maçta böyle bir durumun tecelli etmesidir. Yoksa bu olay kameralar ardında olsaydı eminim üstü kapatılacaktı ya da mesele birisinin üzerine atılacak ve kapatılacaktı. İktidar böyle açıklamalar yapmayacaktı ve kesinlikle kulüp başkanının tutuklanması da söz konusu olmayacaktı. Önümüzdeki günlerde meseleyi takip etmek zorundayız.

Aziz Milletim,

Yargıdaki bu çürümüşlüğün bir sonucu olarak, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi ve Anayasa Mahkemesi kararlarına göre en çok ihlal edilen hak, adil yargılanma hakkıdır. Şaşırdık mı? Elbette hayır.

Bugün Türkiye’de hiç kimse mahkemelerde adil bir şekilde yargılanacağından emin değildir. Türkiye’de her yerde olduğu gibi adliyelerde de “parası olan”, “adamı olan”, “nüfuzu olan” işini halleder… Olan fakir fukaraya olur.

Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nde şu an Türkiye’den yapılan 30.000’den fazla başvuru var. Türkiye en çok şikayet edilen ülkelerden biri.

Anayasa Mahkemesi’ne göre son 11 yılda, 550 binden fazla vatandaşımız bireysel başvuruda bulunmuş. Benzer nüfusa sahip Almanya’da Anayasa Mahkemesi’ne başvuru sayısı bunun onda biri.

İlk derece, istinaf ve temyiz mahkemeleri Anayasa Mahkemesi’nin içtihatlarını dikkate alsa, bu 550 bin başvurunun büyük bir bölümü olmayacak.

Vatandaş yaygın olarak ‘Adil yargılanmıyorum’ diye feryat etmekte ancak bu hususta gerekli yapısal ve yasal reformlar yapılmamaktadır.  

Anayasa Mahkemesi, Ekim ayında ülkemizde makul sürede yargılanma hakkının ihlali iddiasıyla yapılan başvurulara ilişkin artık elinden bir şey gelmediğini açıklamıştır.

‘Makul sürede yargılanmaya ilişkin ülkede sistematik bir sorun var’ demiştir. ‘Şimdiye kadar 55 bin dosyada ihlal kararı verdim ancak artık daha fazla bu başvurulara bakamayacağım, TBMM gereken yasal düzenlemeyi yapsın’ demiştir.  

Değerli Basın Mensupları,

Ülkemizde kişi özgürlüğü ve güvenliği hakkı ihlalleri vahim boyutlara ulaşmıştır.

Bağlayıcı mahkeme kararlarına rağmen, birçok kişi halen içerde tutulmaya devam edilmektedir.

Diğer taraftan, ceza yargılamaları çok uzun sürmekte, özgürlükten mahrum bırakan kararların gerekçesi kanuna uygun olarak açıklanmamakta, özellikle tutukluluğa itiraz ve tahliye talepleri etkili bir şekilde incelenmeden, şablon ifadelerle reddedilmektedir.

Tutuksuz yargılama esastır ilkesi bir yana hukuken yatarı olmayan suçlarda dahi tutuklama kararları verilmektedir.

Bunun en önemli sonuçlarından biri de ceza infaz kurumlarının aşırı kalabalık olmasıdır.

Avrupa Konseyi’nin 2022 Ceza İstatistikleri Raporu’na göre de Avrupa’da 48 ülke arasında en çok tutuklu ve hükümlü Türkiye’de, cezaevleri devamlı dolup taşıyor.

Hiçbir delil olmaksızın kanaatle terörist ilan edilip hapse atılanlar; tarihi şahsiyetlere hakaret ettin, manevi büyüklere hakaret ettin, devlet büyüklerine hakaret ettin denilerek hapse atılanlar; sosyal medya baskısıyla hapse atılanlar…

Tarihte hiç olmadığı kadar insan, hapishaneleri doldurmuş durumda maalesef. Ama bu insanların birçoğu hapiste olmayı hak ettikleri için değil, tanıdığı veya parası olmadığı için hapisteler.

İktidar son yıllarda, ceza adalet sistemimizdeki sorunları kalıcı olarak çözmek yerine, “bizde de hukuk var” demek ve günü kurtarmak adına sadece yüzeysel reformlar yapmaktadır. Daha doğrusu reform yapıyor pozları vermektedir.

Yapılan infaz değişikliklerine rağmen her geçen yıl ceza infaz kurumlarında doluluk oranları artmaktadır.

2020 yılında pandemi nedeniyle İnfaz Kanunu’nda bir değişiklik yapıldı. Değişikliğin yapıldığı Nisan 2020’de toplam cezaevi nüfusu 310 bindi. Değişiklikle 90 bin kişi tahliye edildi, cezaevi nüfusu 220 bine düşürüldü. Ancak henüz ilk yılın sonunda, yani Nisan 2021’de, bu sayı tekrar 314 bini bulmuştu.

1 Ocak 2023 itibariyle ise Türkiye’de cezaevlerinde 341 bin 497 kişi bulunuyordu. Temmuz ayında yürürlüğe giren infaz değişikliği ile 80 bin kişi tahliye edildi, bugün cezaevinde olan insan sayısı 280 bin.

Değerli Arkadaşlar,

Ceza adalet sistemindeki sorunları kalıcı çözümü ancak zihniyet değişimi ve bunun sonucunda hukuk devleti kriterlerine uygun yapısal dönüşümle mümkün olur.

İktidarın böyle bir gündemi ise yok.

Bunun ötesinde ceza infaz sisteminde acil çözüm bekleyen birkaç meseleye değinmek istiyorum:

Yaşı ve hastalıkları nedeniyle ceza infaz kurumunda kalması mümkün olmayan mahpusların salt atılı suçları dikkate alınarak, insan onuruna aykırı bir şekilde tahliye edilmeleri engellenmektedir.

İnsan Hakları Eylem Planı’nda yer almasına rağmen halen hasta mahpusların tahliyesi için tam teşekküllü devlet hastanesi raporu yeterli kabul edilmemekte ve sayısız ağır hastaya zulmedilmektedir.

Her ne kadar geçtiğimiz günlerde Sn. Adalet Bakanı ceza infaz kurumlarında insan onurunun esas alındığını söylese de maalesef gerçekler böyle değildir.

Acilen hasta ve yaşlı mahpuslar için tam teşekküllü devlet hastanesinin raporu yeterli kabul edilmelidir.

Ayrıca, hükümlü annesinin yanında büyüyen çocuklar cezaevi ortamında ağır psikolojik travmalara maruz kalmaktadırlar.

Bu nedenle kaçma ve delil karartma şüphesi olmayan ve küçük çocuğu olan annelerin tutuklanmaması, ev hapsi gibi adli kontrol yöntemlerinin uygulanması gerekmektedir.

Bunun için ayrı bir yasal düzenlemeye de ihtiyaç yoktur.

Ceza Muhakemesi Kanunu’nda bir adli tedbir olarak öngörülen tutukluluğun cezalandırmaya dönüşmemesi için tutuksuz yargılamanın asıl, tutuklu yargılamanın istisna olduğu ilkesinin ve diğer kanuni şartların sıkı bir şekilde uygulanması yeterli olacaktır.

Ceza infazı açısından ise anne ve babanın aynı anda cezaevinde bulunmasının önüne geçilmesi gerekir.

Ayrıca çocuğun üstün yararı ilkesine uygun olarak, “Babası ölmüş veya cezaevinde olan, 18 yaşından küçük çocuğu bulunan anneler” ile “annesi ölmüş 18 yaşından küçük çocuğu bulunan babalar” hakkında verilen toplam 10 yıl veya daha az süreli hapis cezalarının infazının, toplum güvenliği açısından ağır ve somut tehlike oluşturmayacağının değerlendirilmesi şartıyla, çocuğun 18 yaşını doldurana kadar ertelenebilmesinin sağlanması veya koşullu salıverilme gibi çözümler öngörülmelidir.

Son olarak kişi özgürlüğünü doğrudan etkileyecek nitelikte kararlar veren idare ve gözlem kurullarının yetkilerinin ve değerlendirme ölçütlerinin kanun yerine yönetmelik ile düzenlenmesi doğru değildir.

Temel bir hakka müdahale içeren bu yetkilerin ne şekilde kullanılması gerektiğinin kanunla kesin ve net olarak belirtilmesi gerekmekle birlikte, bu yönde bir yetkinin cezaevleri bünyesinde oluşturulan kurullara verilmesi hukuken sakıncalıdır.

Bu konuda maalesef sayısız keyfi örnekle karşılaşıyoruz.

Fiili infaz süresini tamamlamış olsa da idare ve gözlem kurullarının özellikle adil yargılanma olmaksızın terör suçundan hüküm giyenlere yönelik somut kriterler göz ardı edilerek hükümlünün “iyi halli olmadığına dair” yaptıkları değerlendirmeler sebebiyle mahkumların mahpusluk durumları hukuksuzca devam ettirilmektedir.

Değerli Arkadaşlar,

Ülkemizin kanayan yaralarından bir tanesi de KHK’larla ihraçlardan ve terör mevzuatının keyfi şekilde uygulanması sonucu haksız yargılamalardan kaynaklanan mağduriyetlerdir.

Her iki konu da Türkiye’nin yüzleşmesi ve acilen çözüme kavuşturması gereken ciddi birer sorundur.

Birbirinden ağır, tarifsiz acılar yaşanmaktadır. Bu hukuksuzlukların bir an evvel sonlandırılması hukuk devletini bırakın, insanlığın asgari gereğidir.

Yalçınkaya kararında AİHM, süregelen silahlı terör örgütü yargılamalarındaki kronikleşen sorunlara dikkat çekmiştir. Sorunun sistematik ve yapısal olduğunu özellikle vurgulamıştır. Biz de bu sorunu yıllardır dile getiriyoruz.

Mahkeme, iktidara kararın gereklerinin yerine getirmesi ve somut adımlar atması gerektiği şeklinde karar vermesine rağmen halen bu konuda bir adım atılmamaktadır. Dilerim ki yargı paketinde bu konuda bir düzenlemeye yer verilir.

Hukuka dönüşün sağlanması ve toplumsal huzurun yeniden tesis edilmesi için hızlı bir şekilde bu soruna çözüm bulunmalıdır.

Ayrıca beraat eden, takipsizlik alan, hakkında soruşturma bulunmayan kişiler görevlerine iade edilmelidir.

Yeni yılın başında bu konudaki kanun teklifimi meclise sunacağım.

Kıymetli Arkadaşlar,

Ülkemizde barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşleri bazı valiliklerce kalıcı şekilde engellenmiş durumdadır. Bazı illerde ise şehrin uzak köşelerinde ve ulaşımın kısıtlı olduğu mekanlarda gösteri yapılmasına izin verilmektedir. Barışçıl toplantı ve gösteri yürüyüşlerine izin verilmemesi, verilse bile gerçekte hakkın ana amacının yok sayılması ve fiilen kullanılmasının engellenmesi demokratik bir toplumda asla kabul edilemez.

Değerli Arkadaşlar,

Ülkemizde her gün en ağır hukuksuzluklar yaşanırken kanuni görevi “insan haklarını korumak ve geliştirmek, ayrımcılığı önlemek, kişilerin eşit muamele görmesini sağlamak, işkence ve kötü muameleyle etkin mücadele etmek” olan bir kamu kurumumuz var, adı TİHEK, açılımı Türkiye İnsan Hakları ve Eşitlik Kurumu.

Bu belirttiğim görevini yerine getirmesi için bu kuruma 2024 bütçesinde 179.492.000 (yüz yetmiş dokuz milyon dört yüz doksan iki bin) Türk lirası tahsis edilmiş. Personel sayısı 181!

Peki bu kurum görevini yerine getiriyor mu? Elbette hayır.  Düşünün ki sadece bir tabela kurumu olarak varlığını sürdüren bu yapıya gün geçtikçe daha fazla yoksullaşan vatandaşlarımızın vergileri ile 180 milyon lira ayrılmış.

Bırakın kurumun asli görevini yerine getirmesini, o kadar kayıtsız ki kanuna göre mecburi olmasına rağmen meclise yıllık raporunu bile gönderme gereği duymuyor. 

Değerli Basın Mensupları,

Türkiye insan haklarının ve hukuk devletinin her başlığında sınıfta kalmıştır.

Öte yandan hepimizin günlük hayatta deneyimlediği üzere ülkemiz, derin bir ekonomik kriz ile boğuşuyor. Genç işsizliği, emeklilerin yoksulluğu, fahiş miktarda artan kiralar ve barınma sorunları katlanarak büyüyor.

18-24 yaş aralığındaki her 3 gencimizden 1’i hiçbir şey yapmıyor.

18-24 yaş arası gençlerimizin üniversitelerde veya nitelikli meslek eğitiminde olması gerekirken yüzde 67’si eğitim alamıyor.

Gençlerimizin yüzde 33.6’sı çalışıyor, yüzde 33.5’luk kesimi ise ne eğitim alabiliyor ne de çalışıyor. 

14 milyon emeklinin 8 milyonu yoksulluk sınırının altında, bunların 1,5 milyonu açlık sınırının altında yaşıyor.

On yıllarca çalışmış, vergisini ödemiş emeklilerimiz, geçinemediği için tekrar çalışmak zorunda bırakılıyor. “İkramiye” adı altında kendilerine verilen 5 bin liraya, ki asgari ücretin yarısı dahi değil, sevinecek durumda bırakıldılar.

Aslında şimdiye kadar anlattıklarımın özeti olarak şunu ifade etmek istiyorum, böyle bir tabloyla karşı karşıya olan bir millet mutlu olabilir mi?

Dünya Mutluluk Endeksi’nde 137 ülke arasında 106. sıraya kadar düştük. Endekste, Irak, İran’dan da geride yer alıyoruz.

Dünyanın ilk 20 ekonomisi arasında, bizim kadar mutsuzu yok.

Cumhurbaşkanı diyor ya: “Nereden nereye”.

Aynen öyle: “Nereden nereye”.

İşte ne kadar hukuk, o da kadar ekmek ve refah, o kadar da huzur ve mutluluk.

Tekrar hukuk devleti rotasına dönmediğimiz müddetçe daha da fakirleşecek, daha da mutsuz bir ülke olacağız.

Değerli basın mensupları,

Kıymetli Vatandaşlarımız,

Biz DEVA Partisi olarak, insan haklarının olmadığı yerde huzur ve refahın olamayacağını çok iyi biliyoruz.

Zengin ve huzurlu bir ülkeye giden yol sadece adaletten geçmektedir.

Bu nedenle, insan haklarını milletimiz için lüks gören tüm anlayışları reddediyoruz.

Bu hukuksuz düzeni sona erdirecek, herkes için hukuk ve adalet anlayışını benimseyecek, demokratik ve adil bir düzen için, insan onurunu esas alan ortak bir yaşam için çalışıyoruz.

Adil bir Türkiye ve adil bir dünya için daha fazla çabalamaktan, daha fazla mücadele etmekten başka bir alternatifimiz yok.

Bu nedenle, vakit İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’ni yeniden canlandırma, kötülüklere karşı daha fazla direnme, daha fazla mücadele etme, insan onurunu ve adaleti yüceltme vaktidir.

Son olarak, bugün Genel Kurul’da Adalet Bakanlığı’nın 2024 bütçesi görüşülüyor. Ümitlenecek bir tablo olmasa da bakanlık bütçesinin ülkemize hayırlı olmasını diler, aktardığım karneden gerekli derslerin çıkarılmasını ve 2024 yılında ülkemizde adaletin ve yargı bağımsızlığının yeniden tesisi için gerekli adımların atılmasını temenni ederim.

Hepinizi saygı ve muhabbetle selamlıyorum.

Connect with Me: