Batı Avrupa’da yaşayan 20 milyondan fazla Müslüman’a, “Ya bizim gibi olun, ya da buradan defolun!” diyenlerden bizi ayıracak olan kendi medeniyetimizin bize hatırlatacağı kapsayıcılık olacaktır.
Tam 40 yıl boyunca Almanya’da azınlık olarak yaşadım. Bir Müslüman olarak İslam’ın ve Müslümanların potansiyel tehdit olarak görüldüğü, farklılıkların eritilmesi gereken tehlikeli görünümler olarak algılandığı bir toplumsal dilin ne kadar acıtıcı, ne kadar yorucu olduğunu yakından biliyorum. Ötekileştiren bir dil üzerinden kurgulanan kimliklerin, azınlıkların sırtına basarak kimlik bulma çabalarının toplumsal barış açısından ne denli ürkütücü bir tablo oluşturduğunu da…
25 yıl Avrupa’da Müslümanlara yöneltilen kin ve nefretle mücadele ettim. Bu mücadelenin yöneltildiği ana odak noktası “kendisi gibi olmayana öfke kusan zihniyet” idi. Bu mücadele kendi tasavvurlarına göre daha üstün bir kültürü, daha üstün bir kimliği ve daha üstün bir ahlakı öfkeyle dayatan, “üniform” bir toplum hayalinin aslında kabus olacağını fark edemeyecek kadar tek tipliliği benimsemiş olan kesime yönelikti.