Berlin’deki PKK terör propagandasına derhâl son verilmeli!

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu Berlin Teknik Üniversitesi’nde gerçekleştirilen PKK terör propagandası münasebetiyle bir açıklama yaptı. “PKK terör örgütünün uzantıları Berlin Teknik Üniversitesi’nde terör propagandası yapmakta ve örgüte militan toplamaktalar. Federal Adalet Bakanı ve İçişleri Bakanı buna derhâl müdahale etmelidir. Terörle mücadelede Türkiye ile dayanışma sözlerinin artık somut gereklerinin ortaya koyulması gerekmektedir.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Anayasayı Koruma Dairesi raporlarında da terör örgütü PKK’nın uzantıları olduğu ifade edilen yapılanmaların Berlin Teknik Üniversitesi’nde açık bir şekilde PKK propagandası yapıyor olması ne yazık ki artık bizleri şaşırtmıyor. Üzerinde ‘Direniş hayat demektir.’ yazılı olan, PKK teröristlerinin militan üniformalarıyla resimlerinin bulunduğu afişler üniversitenin duvarında asılı durmaktadır.

Organizatörler bu afişlerle PKK ve örgütün kurucu üyelerinin zararsız olarak sunulduğu, hatta kahramanlaştırıldığı film ve konferanslara insanları davet etmektedirler. Bu apaçık bir terör propagandası ve terör örgütüne militan temin etme çalışmasıdır; üstelik bir devlet üniversitesinde!

Federal Anayasayı Koruma Dairesi’nin yıllık olarak yayımladığı raporlarda PKK’nın Almanya ve Avrupa’yı geri çekilme, militan toplama ve finansal kaynak sağlama yeri olarak kullandığı ifade edilmektedir. Bu gerçeğe rağmen, bir terör örgütünün bu kadar pişkince ve açık bir şekilde faaliyetlerini sürdürebiliyor oluşuna kamuoyunda hiçbir tepki verilmemektedir. Böyle bir organizasyonu düzenleyen kişilerin yaptıkları bu faaliyet ile bir terör örgütünü destekledikleri ve dolayısıyla suç işledikleri ortadayken, Almanya’da bundan dolayı cezaya çarptırılacaklarına dair hiçbir endişelerinin olmadığı anlaşılmaktadır.

Federal Adalet Bakanı Heiko Maaß ve İçişleri Bakanı Thomas de Maizière hukuk devletinin gerekliliklerini yerine getirerek bu faaliyetlere derhâl engel olmalıdır. Bunu aynı zamanda Almanya’nın da iç güvenliği için yapmak durumundadırlar. Terör örgütlerinin propagandasının yapılması, terör örgütlerine militan toplanması yasaktır ve buna hiçbir şekilde müsamaha gösterilemez. Ayrıca Berlin Teknik Üniversitesi yönetimi bu duruma bir açıklık getirmeli ve üniversitede okuyan öğrencilerin gelecekte tekrardan terör propagandasına maruz kalmalarının engellenmesi adına gerekli önlemleri almalıdır.

PKK zararsız bir kültür derneği değil, on binlerce insanı katletmiş bir terör örgütüdür. Topladıkları haraçlarla, silah ve uyuşturucu ticareti ile kendini finanse etmekte, hemen her gün bombalı saldırılar düzenleyerek güvenlik güçlerini ve sivil halkı hedef almaktadır.

Almanya Türkiye için önemli bir müttefik ve NATO partneridir. Türkiye terörle mücadelesinde müttefiklerinden aktif destek beklemektedir. Sözlü olarak sürekli ifade edilen dayanışmanın, PKK terörüne kurban gitmiş insanların anısına hürmeten de artık somutlaşma vakti çoktan gelmiştir.”

Hürriyet Söyleşi: Türkiye-Almanya ilişkileri ve Türkiye Avrupa’dan uzaklaşıyor iddiaları

Çeşitli temaslarda bulunmak için Berlin’de bulunan TBMM İnsan Hakları Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Hürriyet Almanya muhabiri Celal Özkan ile bir söyleşi gerçekleştirdi ve Türkiye’ye uyum, Türkiye-Almanya ilişkileri, Türkiye Avrupa’dan uzaklaşıyor iddiaları üzerine ayrıntılı değerlendirmelerde bulundu.

* Gergin bir dönemden geçen Türkiye Almanya ilişkilerinin geleceğini, nasıl görüyorsunuz?

Türkiye Almanya ilişkilerinde özellikle son yıllarda bu ilişkilerin olumlu seyretmesinin önünde çok negatif etkenler ön plana çıktı. Sol Parti bugün PKK ile açık ittifak içerisinde. Yeşiller PKK’ya yakın olan unsurlarla çok yakın ilişkiler içerisinde. Bunlar Almanya’nın milli menfaatlerinin önüne geçerek, Türk Alman ilişkilerini belirleyebilecek, yönlendirebilecek bir potansiyele sahip.

* Ama buna Türkiye’deki gelişmeler fırsat sunmuyor mu?

Tabii, dilimiz çok hissi. Türkiye’de dil maalesef çok tepkisel olabiliyor. Oysa çok daha soğukkanlı ve teknik bir dil kullanmalıyız… Avrupai bakış açısının kavranması konusunda Türkiye’de eksiklikler olduğu bir gerçek. Avrupa’nın Türkiye’yle ilgili eleştirilerinin bir boyutu itibariyle Avrupalıların düşünce mantığını daha iyi kavramak gerekiyor. Ama diğer tarafta Avrupa’da Türkiye’yle ilgili yayınlar da bunu destekliyor.

* Avrupa, Türkiye nereye gidiyor sorusunu tartışıyor. Rusya ve Çin’e yöneliyor tartışmaları var. Türkiye Avrupa’dan uzaklaşıyor mu?

Ben AB’nin önümüzdeki bir yıl içerisinde çok ciddi kriz ve sorunlarla karşı karşıya kalacağını görüyorum. 2017 yılı içerisinde de Türkiye’ye yönelik somut perspektifin oluşturulamayacağı kanaatindeyim. Burada Türkiye ile sorunlar ön plana çıkartılıyor ama şu anda Avrupa da geldiği nokta itibarıyla Türkiye’yi ya da yeni üyeleri kaldırabilecek bir durumda değil. Terör bitmeden Türkiye’yi normal şartlara kavuşturmak mümkün olmayacağı gerçeğini de dikkate alarak, terörün bitirilmesi noktasında olağanüstü halin şartlarından istifade ederek en kısa zamanda tekrar Türkiye’nin AB’deki taleplerinin mücadelesini vermesi gerektiğini düşünüyorum. Normal üyelik olmasa bile bundan bağımsız bir biçimde Avrupa’nın temel kıstaslarının Türkiye’de de geçerli kılınması noktasında mücadelemizi sürdürmemiz gerekir.

Röportajın tamamı için lütfen tıklayınız.

Yeneroğlu: “Mölln kundaklaması 60 senelik göç tarihinde bir utanç vesikası”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Mölln Faciasının 24. yıldönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada “Kendinden görmediği ve farklı kabul ettiği için ötekileştirilen insanların doğrudan canlarına kast edilmesi, bu saldırının masum insanları, hatta çocukları kundaklayarak gerçekleştirilmesi ırkçılığın ulaşabileceği en son noktadır.” dedi ve şunları kaydetti:

“Almanya’nın kuzeyinde yer alan Schleswig-Holstein eyaletine bağlı Mölln kentinde 23 Kasım 1992 tarihinde ırkçılar tarafından bir Türk ailesinin oturduğu ev kundaklanmış, çıkan yangında Aslan ailesinin 3 ferdi, Bahide (51), Yeliz (10) ve Ayşe (14) hayatını kaybetmişti. Ayten Aslan’ın oğlu Emrah’ı battaniyelere sararak 7 metre yükseklikteki pencereden atlamasıyla ve Bahide Aslan’nın da ölmeden önce torunu İbrahim’i ıslak battaniyeye sararak masanın altına saklamasıyla Aslan ailesinin iki evladı bu saldırıdan ağır yaralı olarak kurtulmuştu. Yaşanan bu facianın sorumlusu olarak yargılanan iki Neonazi’den biri (Lars C.) yaşı küçük olduğu için 7,5 yıl, diğeri ise (Michael P.) 15 yıllık hapis cezalarının ardından serbest kalarak yeni kimlikleriyle koruma altına alınmıştı.

Almanya’da Türklere karşı yapılan ilk ırkçı kundaklama olarak kabul edilen Mölln faciasının üzerinden geçen 24 yılın ardından bugün, yabancılara yönelik ırkçı saldırılar artarak devam etmektedir. Mölln ve Solingen gibi insanı hayrete düşürecek kadar gözü dönmüş bir vahşetin tezahürü olan ırkçı saldırılar Almanya’nın 60 senelik göç tarihinde utanç ve uyarı vesikası olarak yer almaktadırlar. Ne yazık ki bu dehşet verici uyarılar görmezden gelinmiş, böylece ırkçı saldırıların kurbanları unutulmuşluğa itilmelerinin yanında yeni kurbanların oluşması için de elverişli bir zemin oluşmuştur. Batının İslamlaşmasına Karşı Vatansever Avrupalılar (PEGIDA) isimli hareketin ortaya çıkması, sağcı-popülist bir parti olan ve yabancı düşmanı söylemleriyle mevzi kazanan Almanya için Alternatif Partisi’nin (AfD) 10 eyalet meclisine girmesi ırkçı söylemlere halk tarafından verilen desteği ortaya koymaktadır. Tüm bu gelişmeler ırkçılıkla mücadelede gerekli tedbirlerin zamanında alınmasının ne denli mühim olduğunu gözler önüne sermektedir. Demokratik güçlerin ırkçılığa karşı daha kararlı olmaları ve etkili önlemler almaları, başka bir Mölln’ü, Solingen’i ve yeni kurbanları önlemek adına bir zarurettir.

Sadece ‘yabancı’ gördüğü için insanları yakarak öldürmek gibi vahşi bir boyuta ulaşan ırkçılığın önünü kesmek ancak çoğulculuğu ve toplumsal uzlaşıyı besleyecek politikalarla söylemleri geliştirmekle mümkün olacaktır.”

Yeneroğlu: “PKK ile ilgili iddiaların peşinen reddedilmesi şaşırtıcı, hakikat ise apaçık ortadadır”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu Almanya Federal Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’in Türkiye ziyareti münasebetiyle bir açıklama yaptı. “PKK ile ilgili iddiaların Almanya’da şaşkınlıkla karşılanması hayret vericidir. Hâlbuki bütün bilgiler Alman devletinin resmî makamlarından alınmıştır.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“PKK ile ilgili iddiaların Almanya’da şaşkınlıkla karşılanması Türkiye’de hayret uyandırmıştır. Hâlbuki bütün bilgiler Alman devletinin resmî makamlarından alınmıştır. Anayasayı Koruma Dairesi’nin hem federal hem de eyalet bazında yayımladığı raporlarda PKK’nın Almanya’yı geri çekilme1 , militan toplama2 ve finansman3 merkezi olarak kullandığı ifadesi açıkça belirtilmektedir. Kendi raporlarında mevcut olan bilgileri peşinen reddetmek garip bir tavırdır. Her ne kadar Federal Dışişleri Bakanı reddetse de Federal Anayasayı Koruma Dairesi ‘Avrupa’nın PKK için ‘güvenli bir liman’4 teşkil ettiğini’ açıkça ifade etmektedir.

Aynı zamanda PKK’nın Almanya’da neredeyse her gün rahatça propaganda5 yapabiliyor olması PKK’nın kâğıt üzerinde yasaklı olduğu, ama bunun pratiğe hiçbir etkisinin olmadığının kanıtıdır. Federal Almanya sınırları içerisinde hukuki olarak yasak kapsamında bulunan yüzü aşkın takipçi örgüt6 hiçbir engelle karşılaşmaksızın eylemlerine devam edebilmekte, gösteri ve PKK propagandası yapabilmektedir.7

Esasında Federal Anayasayı Koruma Dairesi Başkanı Hans-Georg Maaßen’in de iddiaları reddetmesi PKK örgütlerine karşı Almanya’nın tutumunu çok iyi özetlemektedir. Bu hakikat tamamı Federal Meclis tutanaklarından alınan şu bilgilerle ortaya çıkmaktadır: (07.01.2015 tarihi itibarıyla) 4.400 sonuçlanmamış soruşturmalar neticesinde dokuz kişiye karşı sekiz adet ceza davası yürütülmüştür.8 (27.01.2016 itibarıyla) Bu bağlamda altı sanığa karşı açılan beş adet dava hapis cezası ile sonuçlanmıştır.9 Bütün bunlar ortadayken, hatta ve hatta Anayasayı Koruma Dairesi Raporu’nda dahi 14 bin PKK üyesinden söz edilmekteyken PKK ile ciddi bir şekilde mücadele edildiği iddiasında bulunmak gerçekten de rahatsız edicidir.

Alman medyası o hiç dilinden düşürmediği eleştirel tutumu kendisi de gösterememektedir. Bir tanesi ‘savunulması mümkün olmayan suçlamalardan’ bahsetmekte (FAZ-Frankfurter Allgemeine Gazetesi)10 , diğeri de Sayın Steinmeier’in Türk yetkililerinin suçlamalarını ‘açık bir dille reddettiğini’ söylemekle yetinmektedir (SZ-Süddeutsche Gazetesi)11 . Gazeteciliğin gerektirdiği ciddiyeti bu haberlerde bulmak mümkün değildir. Bu da Türkiye’de şaşkınlıkla karşılanmaktadır.

PKK ile alakalı olarak ortaya atılan iddialara Alman medyasının genel anlamda yaklaşımı da içler acısıdır. Sergilenen tek taraflı habercilik yüzünden Almanya’da hemen hemen hiç kimse Türkiye’nin terörden ne çektiğini bilmemektedir. Her gün teröre kurban giden insanlar ve geride bıraktıklarının acısı haberlerde konu edilmemektedir. Almanya’dan gelen misafirlerimiz de PKK terörünün adını koymaktan geri duran ve bunu lanetlemeye dahi yanaşmayan, ama teröristlerin ailelerini ziyaret etmeyi de ihmal etmeyen politikacılarla dayanışma içerisine girmeyi tercih etmektedirler.

Her şeye rağmen Federal Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier Türkiye’de çok saygın bir konuma sahiptir. Kendisi Almanya ve Türkiye’yi birbirine bağlayan, ‘bugün’den daha köklü bir bağ olduğunu isabetle dile getirmektedir. Türk-Alman dostluğu, bugün tahmin edilebileceğinden daha fazla önem arz etmelidir.

Bu anlamda terörle ilgili dile getirilen iddiaların genellemeci bir dille reddedilmesi eleştirilmeli ve Alman güvenlik kurumları ile savcılıkların teröre yaklaşımları sorgulanmalıdır. Almanya’daki siyasi sorumlular Türkiye’nin terörle mücadelesinde Türkiye’nin yanında olduklarını sadece ‘sözle’ ifade ettiklerinde Türkiye kamuoyunda nasıl bir izlenim oluşturduklarını da ciddi bir şekilde gözden geçirmelidirler. Bu anlamda terör kurbanlarının acılı ailelerini ziyaret etmeleri ve onların üzüntüleri hakkında bilgilenmeleri; bunun da ötesinde kendi yaklaşımlarını bir de ‘Eğer bu olaylar Türkiye’nin değil de Almanya’nın başına gelseydi ne olurdu?’ sorusu ışığında gözden geçirmeleri faydalı olacaktır.”

1- Berlin Anayasayı Koruma Dairesi Raporu 2015, s. 78: “Almanya PKK için bir geri çekilme ve militan toplama merkezi konumundadır...”
2- Federal Anayasayı Koruma Dairesi Raporu 2014, s. 125: “Gerilla için militan toplama: Hem PKK’nın medya organları (dergiler, televizyon kanalları vs.)
hem de internet kanalıyla gençler açık ve maksatlı bir biçimde silahlı mücadeleye katılıma çağırılmıştır.”; Baden-Württemberg Anayasayı Koruma Dairesi Raporu 2015,
s. 113: “PKK Türkiye’de 2015 yazına kadar devam eden barış sürecinde dahi silahlı kanadı HPG’ye eleman temin etmek için çaba göstermiştir.”
3- Federal Anayasayı Koruma Dairesi Özel Yayını, Kürdistan İşçi Partisi (PKK), 2014, s. 6, 38ff; Federal Anayasayı Koruma Dairesi Raporu 2015, s. 218
4- Federal Anayasayı Koruma Dairesi, Kürdistan İşçi Partisi (PKK), 2014, s. 38
5- Federal Anayasayı Koruma Dairesi Raporu 2015, s. 216ff.
6- PKK ile ilgili bütün Anayasayı Koruma Dairesi raporlarında yer almakla beraber bkz. Bavyera Anayasayı Koruma Dairesi Raporu, s. 78 ff.;
Kuzey Ren-Vestfalya Anayasayı Koruma Dairesi Raporu 2015, 2. 147; Baden-Württemberg Anayasayı Koruma Dairesi Raporu 2015, s. 107
7- Federal Anayasayı Koruma Dairesi Raporu 2015, s. 218: “Bunun yanında, parti PKK mensupları tarafından temas noktası ve buluşma merkezi olarak
yerel Kürt derneklerini kullanmaktadır. ‘Almanya Kürtler Demokratik Toplum Merkezi (NAV-DEM)’ bu derneklerin çatı kuruluşu olarak faaliyet göstermektedir.”
8- Alman Federal Meclisi - 18. Yasama Dönemi, Tutanak 18/3702, s.3
http://dip21.bundestag.de/dip21/btd/18/037/1803702.pdf
9- Alman Federal Meclisi - 18. Yasama Dönemi, Tutanak 18/7332, s.3
http://dip21.bundestag.de/dip21/btd/18/073/1807372.pdf
10- Frankfurt Allgemeine Gazetesi, 16.11.2016, s. 10
11- Süddeutsche Gazetesi, 16.11.2016, s. 4

Steinmeier’in Ankara Ziyareti: Terörle mücadelede Almanya’dan dayanışma göremiyoruz

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Alman Dışişleri Bakanı Steinmeier’in Ankara ziyareti münasebetiyle “ Türkiye kamuoyu, Almanya’da ülkemize yönelik sürekli gündemde yer alan eleştirilerin samimiyetini terörle mücadelede gösterilen dayanışmayla ölçüyor.” açıklamasında bulundu ve şunları kaydetti:

“Alman Dışişleri Bakanı Frank-Walter Steinmeier’e –yarın ki ziyaretinde olduğu gibi- Türkiye’nin kapısı her zaman açıktır. Kendisinin ziyareti genelde Türkiye-Avrupa ilişkilerinin özelde de Türk-Alman ilişkilerinin hiçbir zaman olmadığı kadar dayanıklılık testinden geçtiği bir dönemde gerçekleşiyor. Diğer Avrupa ülkelerinden çok daha fazla terör örgütlerinin hedefinde olan Türkiye, vatandaşlarının güvenliği ile kamu düzenini sağlamak için bunlarla mücadele ediyor. Bu bağlamda Avrupa’dan gelen daimi eleştiriler taraflı olduğu için bir değer ifade etmiyor. Diğer yandan Türkiye kamuoyu, 15 Temmuz darbe girişiminde demokrasi düşmanlarına karşı eğilmemek gerektiğini açıkça ifade eden bir ülkenin gerekli dayanışmayı göstermemesini de yadırgıyor.

Darbecilere ve terör örgütlerine karşı alınan önlemler toptancı bir şekilde hukuk devletinin altının oyulduğu şeklinde tasvir ediliyor. Yine kamuoyuna terörizme karşı omuz omuzayız mesajları verilmesine rağmen Avrupa’daki müttefiklerimiz darbecilere ve teröristlere propagandalarını yapabilmeleri için geniş bir alan sunuyorlar. Her ne kadar Sayın Steinmeier kabul etmese de terör örgütü PKK’nın Almanya’daki faaliyetleri için federal kurumların raporlarına bakmak yeterlidir. Zira Almanya’da her yıl on milyonlarla ölçülen meblağların PKK için aktığı, terör eylemleri gerçekleştirmek üzere Almanya‘dan örgüte katılan gençlerin üç haneli rakamlarla ifade edildiği ve her gün şehir meydanlarında hatta Federal Meclisin önünde pervasızca propaganda yapabildikleri bu kurumların yayınlarında açık bir şekilde yer alıyor. Bunun ötesinde Türk vatandaşlarının mensup oldukları sivil toplum kuruluşları devamlı bir şekilde saldırılara maruz kalırken kamuoyunda buna karşı bir ses yükselmiyor. Geçen hafta sonu Almanya’da resmi olarak tanınan bir dini cemaatin terör örgütü lehine gösteri yapmasına ve gösteride yasak semboller taşınmasına rağmen ne polis herhangi bir müdahalede bulunmuş ne de siyasiler açıklama yapmıştır. Bu durum Türkiye’ye yöneltilen insan hakları söylemlerinin ne kadar içi boş sözler haline geldiğini gösteriyor.

Biz hiçbir Avrupalı müttefikimizin Türkiye’nin şu an dört bir taraftan maruz kaldığı tehditlerle karşılaşmalarını istemeyiz. Çökmüş devletlerle çevrili ve bu devletlerdeki terör örgütlerinin sürekli tehdidi altındaki Türkiye maalesef hemen her gün şehit vermektedir. Cumhuriyetin kurulmasından bu yana ülkemiz demokrasiye yönelik en ağır saldırıyı yaşadı ve aynı zamanda topraklarında milyonlarca mülteciyi misafir ediyor. Dışişleri Bakanı Sayın Steinmeier de eminim bu durumu samimi bir şekilde değerlendirerek Türkiye’nin hem geniş Ortadoğu coğrafyasında hem de bizzat kendi topraklarında Avrupa’nın güvenliğini de sağladığını kabul edecek ve diğer taraftan ümit ederim ki Türkiye’nin güvenliğinin de Avrupa’nın merkezinde başladığını fark edecektir.”

Yeneroğlu: “NSU soruşturması Almanya’nın imajını şekillendiriyor”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı ve İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, NSU terör örgütünün maskesinin düşmesinin beşinci yıldönümü dolayısıyla yaptığı açıklamada “Almanya NSU cinayetlerinin soruşturulması konusunda çok daha fazla çaba sarf etmeli ve davanın eksiksiz bir biçimde aydınlatılmasına ilişkin verdiği sözü yerine getirmelidir.” dedi. Yeneroğlu açıklamasının devamında şunları ifade etti:

“NSU terör örgütünün deşifre olmasının üzerinden beş yıl geçmiş olmasına rağmen Almanya davanın eksiksiz bir biçimde aydınlatılması konusunda verdiği sözü halen yerine getirmemiştir. Bunun yerine dava yeterince dikkatli takip edilmediği için ortaya çıkan bitmek tükenmek bilmez sözde hatalar ve aksilikler üzerinden dönen tartışmalar gündemdeki yerini almıştır. Bundan daha beteri olamaz diye düşündüğümüzde, NSU tanıklarının şüpheli ve ani ölümleri, resmi güvenlik kurumlarındaki kasıtlı dosya imhaları, devlet görevlilerinin soruşturma komisyonları karşısındayken hafızalarında inanılmaz boşluklar olduğunun ortaya çıkması ve küçük Peggy’in ölümüne sebep olan yeni NSU delillerini içeren dosyaların gösterilmemesi gibi aklın alamayacağı hadiseler meydana gelmiştir.

Karmakarışık bir hal alan NSU davasındaki tek sabite, cinayet vakalarında yabancı kökenli insanların hedef alınmasıdır. Küçük Peggy’in davası kapsamında Türkiye kökenli Ulvi K. 14 yıl boyunca suçsuz yere cezaevinde yatmıştır. Hem cinayetlerden hem de bombalı suikastlardan sonra başlatılan soruşturmalarda aşırı sağa karşı oluşturulması beklenen şüpheler geniş ölçüde eksik kalmıştır. Bu zamana kadar eleştirel gazetecilerin ortaya çıkardıklarının emniyet birimlerinden daha fazla olması ise ayrıca dikkat çekicidir.

Münih Eyalet Yüksek Mahkemesi’nde görülen NSU davası da yaşanan onca sürecin ardından büyük hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştır. Hâkimler ve başsavcı yalnızca mevcut zararın sınırlandırılması için çabalayarak, faillerin açığa çıkması noktasında kısıtlı ve sınırlı bir çaba içerisine girmişlerdir. Oysaki NSU’nun çekirdek ekibinin üç kişiden çok daha geniş olduğuna işaret eden fazlasıyla ipucu ve iz vardır.

Bu zamana kadarki tam bir hayal kırıklığı olan soruşturma geçmişini göz önüne aldığımızda, NSU davasının eksiksiz bir biçimde yeniden ele alınması ve davanın seyrinde ortaya çıkan karmaşanın neden olduğu elim sonuçların da üzerine gidilmesi büyük bir zorunluluk halini almıştır. Ayrıca federal meclise bağlı soruşturma komitesinin eylem planının da uygulamaya geçirilmesi beklenmektedir. Ancak şimdiye kadar yaşananlar, dava sürecinde yapılması gerekenlerin hakkıyla yerine getirilmediğini açıkça göstermektedir. Gösterilen bu ihmalkârlık İslam ve yabancı düşmanlığı saikiyle işlenen suçlardaki artışa zemin hazırlamakta ve fecaat bir tablo ortaya koymaktadır.

Dolayısıyla soruşturma sürecini yakından takip eden Türkiye kamuoyunun taşıdığı hayal kırıklığı ve endişe için yeterli pek çok sebep bulunmaktadır. Bu soruşturmanın neticesi Almanya’nın imajıyla ilgili uzun yıllar belirleyici olacaktır, özellikle de insan hakları idealleriyle ilgili Türkiye’ye verilmeye çalışılan gerçekliğe yabancı ikazları göz önüne aldığımızda.”

Yeneroğlu: “Almanya ile 55 yıl önce yaptığımız işgücü anlaşmasıyla ikili ilişkilerimiz yeni bir boyut kazandı”

İstanbul Milletvekili ve TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı Mustafa Yeneroğlu, Türkiye ile Almanya arasında imzalanan işgücü anlaşmasının 55. yıl dönümü nedeniyle yaptığı basın açıklamasında, “Türkiye ile Almanya arasındaki köklü bağ bu anlaşmayla daha da güçlenmiş, ortak meseleler çoğalarak işbirliği daha da kaçınılmaz hâle gelmiştir. Bu güçlü bağ konjonktürel gelişmelere kurban edilemeyecek kadar önemlidir.” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:

“30 Ekim 1961 tarihinde Almanya ile olan ilişkilerimiz yeni bir boyut kazanmıştır. Bu tarihte Bad Godesberg’de imzalanan işgücü anlaşmasıyla kitlesel işgücü göçü resmî olarak başlamıştır. Bugün Almanya’da toplam nüfusun yaklaşık yüzde 4’ünü oluşturan 3 milyon Türkiye kökenli göçmen bulunmaktadır. Almanya ile kapsamlı ilişkilerimizi oluşturan unsurların başında gelen ve iki ülke arasında organik bir bağ oluşturan Türkiye kökenli insanlarımız Alman toplumunda eğitimden iş hayatına, siyasetten sivil topluma kadar farklı alanlarda toplumsal hayatın içerisinde yer almaktadırlar. Yaklaşık 600 bin öğrencimiz Almanya’da öğrenim görmektedir. Bununla birlikte pek çok farklı sektörde yaklaşık 100 bin civarında Türk girişimci Alman ekonomisine katkıda bulunmaktadır. Yaklaşık 500 bin kişinin çalıştığı bu işletmeler ayrıca 50 milyar Avro ciroyla ülkelerimiz arasındaki ekonomik işbirliğinde de önemli rol oynamaktadır. Ayrıca bugün Almanya, Avrupa Birliği ile ihracatımızda en büyük ticaret ortağımız konumundadır. Öte yandan Almanya’da yerel, eyalet ve federal düzeyde farklı mecralarda, parlamentolarda ya da belediye meclislerinde Türkiye kökenli insanlar etkin aktörler olarak Almanya’nın siyasi kültüründe önemli bir yer edinmektedirler. Bir diğer yandan ise Almanya genelinde vatandaşlarımız tarafından kurulan 2.500’ü aşkın faal sivil toplum kuruluşu ile bu kesimin kültürel ve sosyal ihtiyaçlarına cevap verilmektedir. Bütün bu veriler Türkiye ile Almanya arasındaki dayanışma ve işbirliği zemininin ne kadar geniş ve verimli olduğunu göstermekte ve şu gerçeğe işaret etmektedir: Türkiye ile Almanya arasındaki ilişkiler bir takım konjonktürel gerginliklere kurban edilecek kadar önemsiz olamaz.

Bu köklü ilişkilerin odak noktasında Almanya’da yaşayan vatandaş ve soydaşlarımız bulunmaktadır. Bu vatandaşlarımızın en önemli sorunlarının başında ise yabancı düşmanlığı, ayrımcılık, ırkçılık ve İslam düşmanlığı gelmektedir. Bu konularda etkin politikaların geliştirilmesi bir arada yaşama kültürüne yapılacak en önemli yatırımdır. Son zamanlarda göçmenlere ve camilere yönelik artan saldırılar kaygı vericidir. Türk ve Müslüman toplumu bu tarz tehlikeli eğilimlerden doğrudan etkilenmektedir. Bu kapsamda toplum içerisinde anlayış ve hoşgörünün tesisinde yapıcı bir rol oynama potansiyeli bulunan siyasi aktörlerin ve medyanın sorumlu bir tutum benimsemeleri beklenmektedir. Yabancı düşmanlığını kışkırtacak ve tırmandıracak söylemler değil, göçmenlerin içinde yaşadıkları toplumlarla geliştirecekleri aidiyet hissine yatırım yapılmalıdır. Yine göçmenlere uygulanan ayrımcılık çerçevesinde meslek yeri başvurularında Türk veya Müslüman isminden dolayı ret cevabı alan binlerce öğrenci bulunduğu raporlanmaktadır. Oysa eğitimde fırsat eşitliğinin sağlanması aktif toplumsal katılım için gereklidir. Bu eksikliklerin giderilmesiyle Almanya ile ilişkilerimizdeki derinlikli bağ daha da güçlenecektir.

Bu düşüncelerle Türkiye-Almanya işgücü anlaşmasının 55. yılında Almanya’daki tüm soydaşlarımızı selamlıyor ve zorlu göç tarihini bizzat kendileri yazarak ikinci bir vatan edinirken önlerine konulan güçlüklere kararlılıkla göğüs geren insanlarımıza şükranlarımı sunuyorum.”

Yeneroğlu: “Alman kamuoyu ve güvenlik güçleri Türk toplumuna yönelik saldırılara ilgisiz.”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Almanya’daki Avrupalı Türk Demokratlar Birliği’nin (UETD) Gelsenkirchen şubesine düzenlenen saldırıya ilişkin yaptığı açıklamada, “Terör örgütlerinin Almanya’da neredeyse olağan hâle gelmiş bu gibi saldırıları Türk toplumunun güvenlik hissine büyük zarar vermektedir.” dedi. Yeneroğlu açıklamasında şunları kaydetti:

“Almanya’da toplumun takdirini kazanmış, Avrupa’da 15 ülkede demokratik zeminde faal olan ve her defasında diyaloğu, toplumsal barışı ve uyumu vurgulayan bir kuruluşun bir sene içerisinde sekiz defa saldırıya uğramasının kamuoyunda infiale yol açmaması düşündürücüdür. Alman Federal Anayasayı Koruma Teşkilatı’nın takibinde olan yasaklı bir örgütün bu saldırıyı -üstelik ikinci kez- gerçekleştirebiliyor olması faillerle etkin bir şekilde mücadele edilmediğini, bilakis onların saldırılarını alenen gerçekleştirebildikleri uygun bir zeminin oluşturulduğunu göstermektedir.

Üç milyonu aşkın Türkiye kökenlinin yaşadığı Almanya’da bu elim saldırılar toplumsal uyuma ve birliktelik hissine büyük zarar vermektedir. Alman makamlarının ırkçı terör örgütü NSU davasındaki ihmalkârlık ve cezalandırma konusundaki gayretsizliklerinden doğan güvensizliği atlatamayan vatandaşlarımız artan saldırılardan endişe duymaktadır.

Almanya’da yaşayan Türkiye kökenlilerin terör saldırılarına hedef olma korkusu gölgesinde kültürlerini yaşamaya ve görüşlerini paylaşmaya çalışıyor olmaları, Almanya’da terörle mücadele konusundaki zafiyete işaret etmekte, toplumsal barış için tehlike çanlarının çaldığını gözler önüne sermektedir. Oysa uzun yıllardır içerisinde yaşadıkları ülkenin birer parçası olan insanlarımızın, bulundukları toplumda sivil toplum faaliyetlerini korkmadan sürdürmek istemelerinden daha doğal bir durum olamaz. Hemen hemen her gün tekrar eden bu vahşi saldırılar neticesinde ilgili makamları yeniden bu saldırılarla kararlı bir şekilde mücadele etmeye çağırıyorum. Bir kuruma mükerreren saldırabilecek kadar palazlanabilen şiddet yanlısı gruplara karşı Alman kamuoyu UETD’ye destek vermeli, böylece şiddete karşı açık ve kesin bir tavır almalıdır.”

Yeneroğlu: “Almanya’da İslam karşıtı suçların ayrı bir şekilde kayıt altına alınmasının yanında başka önlemler de hayata geçirilmelidir”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti İstanbul Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Almanya Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maizière’in 2017 yılından itibaren ideolojik motivasyonlarla işlenen suçların daha kapsamlı bir şekilde kayıt altına alınacağını duyurmasının ardından bir açıklama yaptı. “İslam karşıtı suçların ayrı bir şekilde kayıt altına alınacak olması sevindirici bir gelişmedir. Bundan sonraki adım, İslam düşmanlığı ile etkin bir mücadeleyi mümkün kılacak tedbirlerin alınması olmalıdır.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“İslami cemaatlerin senelerden beri yetkilileri ikna etmek için harcadığı çaba meyvesini verdi. Federal İçişleri Bakanı Thomas de Maizière’in Müslümanlara ve İslami kuruluşlara karşı ideolojik motivasyonlarla gerçekleştirilen suçların ayrı bir şekilde kayıt altına alınacağını açıklaması oldukça sevindiricidir. Bununla birlikte, İslam düşmanlığı ile mücadelede katedilmesi gereken daha çok mesafe vardır ve bu uygulama henüz ilk adımdır.

İslam karşıtı suçların aydınlatılmasında hâlihazırdaki oranın sıfıra yakın olması gerçeğinden hareketle, bir dizi tedbirin uygulamaya sokulması gerektiği ortadadır. Öncelikli olarak, İslam düşmanlığıyla mücadele bağlamında hissedilen kurumsal yetersizliğin bertaraf edilmesi şarttır. Bunun için yargı ve emniyet birimlerinde görevli kişilerin kültürlerarası duyarlılığının artırılması ve bu alanda eğitilmeleri çok büyük önem arz etmektedir. Bu adımların yanı sıra özel şikâyet makamlarının oluşturulması da gerekli bir diğer tedbirdir.

Tüm bunların yanında, her ne kadar İslam karşıtı suçların ayrı bir şekilde kayıt altına alınması sevindirici bir gelişme olsa da, bu uygulamanın terörizm konusu ile harmanlanması rahatsız edicidir. Federal İçişleri Bakanı de Maizière İslami kuruluşların terörle arasına mesafe koymasından oldukça memnun olduğunu ifade etmiştir. Zaten apaçık olan bu hakikatin sanki İslami cemaatlerle yapılan diyalog sonrası atılmış bir adımmış gibi gösterilmesi ve Müslümanların aslında uluslararası teröre yakınlığı varmış gibi bir izlenimin ortaya konulması kabul edilemez bir yaklaşımdır. Bu tutum Müslümanları hayal kırıklığına uğratmakta, ayrıca AfD, Pegida gibi oluşumların değirmenine su taşımaktadır. İçişleri Bakanı’ndan beklenen, kullandığı kelimeleri seçerken ülkede yaşayan azınlıklara olağan şüpheli gözüyle bakılmasına sebebiyet vermemesidir.”

Yeneroğlu: “Böhmermann davasının durdurulması Alman adaleti için kötü bir sınav ve Almanya’nın itibarını zedelemektedir.”

TBMM İnsan Haklarını İnceleme Komisyonu Başkanı AK Parti Milletvekili Mustafa Yeneroğlu, Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan’a hakaretler ve ırkçı ifadeler barındıran küfürlü şiiri nedeniyle Jan Böhmermann’a açılan davanın durdurulması münasebetiyle bir açıklama yaptı. “Böhmermann’a karşı açılmış olan davanın durdurulmasını büyük bir şaşkınlıkla medyadan öğrenmiş bulunmaktayız. Görünen o ki, Birleşmiş Milletler Irkçılıkla Mücadele Komisyonunun Almanya’ya yapmış olduğu ihtarların hiçbir etkisi olmamıştır ve Mainz Savcılığı Almanya’nın itibarını önemsememektedir.” diyen Yeneroğlu sözlerini şöyle sürdürdü:

“Davanın durdurulmuş olması başlı başına, sunulan gerekçe ise daha da büyük bir skandaldır. Mainz Savcılığının vermiş olduğu bu karar Alman adaleti için kötü bir karne ortaya koymaktadır. Bu denli açık şekilde işlenmiş bir suçun hukuki ayak oyunlarıyla ve aşırı detaycı manevralarla kovuşturulmasını, Almanya’da eğitimini tamamlamış bir hukukçu olarak doğrusu beklemezdim.

Öyle görünüyor ki, Savcılık Cumhurbaşkanımıza karşı hâkim olan genel kanının etkisinden kurtulamamış ve hukuki hassasiyetin dışına çıkarak karar vermiştir. Ümit ederim ki, itiraz edildiğinde karar değişecektir. Ancak kararın ilan ediliş biçimi bile başlı başına bir skandaldır. Cumhurbaşkanı’nın avukatına karar dün saat 14:45’te Savcılık tarafından tebliğ edilmiştir. Ancak çok daha öncesinden birçok medya mensubu ve Böhmermann karardan haberdar olmuştu hatta Böhmermann’ın kendisi ertesi gün konu hakkında bir basın açıklaması yapacağını ilan edilmişti. Yani pek çok gazeteci ve Böhmermann’ın bizzat kendisi kararı önceden biliyordu. Şu ana kadar olup bitenlerden açık bir şekilde anlaşıldığı üzere, dava 28 Ekim’de zaman aşımına uğratılmak için kasıtlı olarak geciktirilmektedir.

Böhmermann’ın ifadelerinin hakaret olduğu hususunda hiç kimsenin şüphesi bulunmazken, yalnızca Mainz Savcılığı bunun aksi kanaati taşımakta ve bu kanaatini de ‘Hakaret ne kadar ağırsa o derece ciddi kastedilmemiştir ve dolayısıyla ceza tayinine yer yoktur.’ diye tuhaf bir şekilde gerekçelendirmektedir. Güya Böhmermann’ın söyledikleri kişisel hakaretlerden ziyade nesnel bir şekilde konuyu tartışmaya açmakmış.

Aslında yargı organının bazı kısımlarında derinlere kök salmış olduğu anlaşılan, ama herkesin gözden kaçırdığı bir problem daha vardır. Birleşmiş Milletler Irkçılıkla Mücadele Komisyonunun üç sene önce Almanya’ya yapmış olduğu ihtarlar hâlen hafızalarda tazeliğini korumaktadır. Komisyon, Thilo Sarrazin’in ifadelerinin açık bir şekilde ırkçı nitelikte olmasına rağmen kovuşturmaya tabi tutulmaması konusunda ihtarda bulunmuştu. Federal Hükûmet’e, ceza gerektiren ırkçı tutumları teşhis edebilmeleri ve dava açabilmeleri için savcılık birimlerini eğitme ve hassaslaştırma yaptırımı uygulanmıştı.

Savcılığın sunduğu gerekçeden de anlaşılacağı üzere, bu ihtarların hiçbir etkisi olmamıştır. Savcılık malum şiirdeki hiç de önemsiz olmayan kısımları tamamen görmezden gelmiştir. Böhmermann bu küfürlü şiirinde yalnızca Cumhurbaşkanımıza galiz hakaretlerde bulunmamış, aynı zamanda ‘ilkel Doğulu’ tiplemesine ve ön yargılara hizmet etmiştir. Ancak savcılık bu hususta tek kelime bile etmemiştir.”