AK Parti tarafından “Yükseköğretim Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi” 8 Nisan 2020 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanlığına sunulmuştur. 28 Maddelik Kanun Teklifi ile mevzuatta yapılması öngörülen değişiklikler ve getirilen yeni düzenlemeler incelendiğinde COVID-19 salgınının yüksek öğretime olumsuz etkilerini ve öğrencilerin ihtiyaçlarını gidermeye yönelik iki madde yanında üniversitelerle ve akademisyenlerle ilgili çeşitli konularda 26 maddede değişiklikler öngörülmüştür.
Öncelikle teklifin; üniversitelerin bilimsel özerkliğine ve öğretim üyelerinin akademik özgürlüklerine öncelik veren, onları koruyan, anayasal bir hak olan bilimsel özgürlüğe sahip çıkan bir yaklaşımla hem devlet hem de vakıf üniversitelerinin dünya sıralamalarında olmaları için gerekli teşvikin yapıldığı bir düzenleme olmasını isterdik. Maalesef karşılaştığımız tablo ülkenin acı tablosunu burada da karşımıza çıkartıyor. Açıkça görüldüğü gibi teklifin amacı tüm öğretim görevlilerini otoriteye tabi hale getirerek disipline olmayanları keyfi olarak cezalandırma ve esasında özerk olan vakıf üniversitelerinin alanlarını daha da sınırlandırarak gerekli görüldüğü an faaliyetlerini sona erdirip el koymaktır.
Bu kapsamda teklifin en sorunlu düzenlemelerinden biri, öğretim elemanlarının disiplin sorumluluğuna ilişkin olarak Yükseköğretim Kanununun 53’üncü maddesinde yapılmak istenen değişiklikleri içeren 7’nci maddesidir. Madde gereğince; mevcut uyarma, kınama, aylıktan veya ücretten kesme, kademe ilerlemesinin durdurulması veya birden fazla ücretten kesme, üniversite öğretim mesleğinden çıkarma, kamu görevinden çıkarma için belirlenen fiil ve hâllere Devlet Memurları Kanunundan yeni ilaveler getirilmiştir. Eklenmesi teklif edilen fiillerden birisi kınama cezası verilmesi öngörülen, “Görevi sırasında amirine sözle saygısızlık etmektir”. Bu kavram ölçüsü ve sınırı belirli olmamasından dolayı keyfi yorumlamalar doğurabilecek nitelikte bir düzenlemedir. Ayrıca Rektörün ya da dekanın eleştirilmesi dahi bu kavramın içine rahatlıkla sokulabilir. Diğer taraftan 657 Sayılı Kanun’dan doğrudan alınan başka sakıncalı bir düzenleme “Özürsüz veya izinsiz olarak bir yılda toplam 20 gün göreve gelmeme” durumu için üniversite öğretim mesleğinden çıkarma cezasının öngörülmesidir. Oysa AYM tam bir yıl önce benzer bir düzenlemeyi “Anayasa’nın…. öğretim elemanları yönünden diğer kamu görevlilerine nazaran daha güvenceli bir personel rejiminin öngörüldüğü” gerekçesiyle iptal etmiştir. Buna rağmen üniversiteleri amaçlarına aykırı bir biçimde adeta devlet dairesine dönüştürecek anlayışla soyut, akademik özgürlük ve güvencelerden uzak nitelikte ve keyfi sonuçlar doğuracak bir düzenleme teklif edilmiştir. Kanun gerekçesinde de belirtildiği gibi Devlet Memurları Kanunu’nun öğretim elemanları için esas alınması bile başlı başına ürkütücü anlayışı ortaya koymaktadır.
Aynı şekilde “kamu görevinden çıkarma” cezasına eklenen “Terör örgütlerinin propagandasını yapmak, bu örgütlerle eylem birliği içerisinde olmak veya yardım etmek, kamu imkân ve kaynaklarını bu örgütleri desteklemeye yönelik kullanmak ya da kullandırmak.” düzenlemesi son derece sakıncalı sonuçlar doğuracak, birçok akademisyenin ifade özgürlüğünün engellenmesine neden olacaktır. Unutulmamalıdır ki, demokratik bir toplumun temel değerlerinden olan akademik özgürlük gereğince, öğretim elemanlarının eleştirel ve bağımsız düşüncenin varlığı sayesinde toplumu bilgilendirmeleri ve özgür bir tartışma ortamına zemin hazırlamaları elzemdir. AYM kararlarında üniversite özerkliği vurgusuyla öğretim üyelerinin devlet memuru statüsünde olmadığı, disiplin suçlarının da aynı olamayacağını belirten kararına karşılık bu düzenleme, terör tanımının kapsamını daha da genişlemekte, geniş ve ucu açık ifadelerle hukuki belirlilik ilkesine aykırı bir düzenleme yapmaktadır. Nefreti ve şiddeti övmediği, savunmadığı müddetçe kimsenin terör örgütünün propagandası suçundan cezalandırılmaması gerekirken bu ülkede yıllardır bu hukuksuzluklara karşı mücadele verilmektedir. Bu maddenin Genel Kurul görüşmeleri sırasında demokratik hukuk devleti esaslarına göre düzeltilmesini, aksi takdirde zaten AYM tarafından iptal edileceğini bekliyoruz.
Teklifin diğer tartışmalı maddesi ise özellikle Şehir Üniversitesini ve diğer vakıf üniversiteleri doğrudan etkileyecek olan 13’üncü maddedir. Düzenlemeye göre; 2547 sayılı Yükseköğretim Kanunu’nun Ek 11’nci maddesinde yapılacak değişiklikle; geçici olarak faaliyeti durdurulan vakıf üniversitesi YÖK’ün kararıyla kapatılabilecektir. Söz konusu düzenleme ile nokta atışı yapılarak, vakıf üniversitesinin nasıl kapatılacağı, kurucu vakfa ne olacağı, sahip oldukları mülklere nasıl sahip çıkılacağı ayrıntılı olarak düzenlenmiştir. Bildiğimiz üzere, kanunlar nesnel olur; kişiye ya da bir kuruma özel kanun yapılmaz. Ancak siyasi irade Şehir Üniversitesinin faaliyet iznini iptal edeceğini çok önceleri açıkça ortaya koymuş, siyasi hesaplaşmasına hukuku araçsallaştırarak kanun olarak meclise sunmuştur. Bu kanun ile yürütme, AYM kararlarında, “YÖK’ün, üniversiteleri denetlemeye ilişkin kuralları hem üniversiteler hem de idare yönünden herhangi bir duraksamaya ve kuşkuya yer vermeyecek şekilde açık, net, anlaşılır ve uygulanabilir olmalıdır. Ayrıca keyfi uygulamalara karşı koruyucu önlemler içermesi de gereklidir. Aksine bir düzenleme, merkezi idarenin üniversitelerin bilimsel özerkliğine keyfi şekilde müdahalede bulunmasına imkân tanır ki, bunun Anayasa’nın 130. maddesiyle bağdaşması mümkün değildir.” şeklinde ortaya konulan çerçevenin aksine tüm vakıf üniversitelerini kontrolü altına almayı amaçlamaktadır. Açılan bu yol Şehir Üniversitesi dışında da birçok keyfi uygulamaya yasal meşruiyet sağlamaktadır. Anayasaya aykırı bu düzenlemeye tüm vakıf üniversitelerinin de tepki göstermesi gerekir.
Ülkemizin menfaati adına üniversitelerin bilimsel özerkliğine ve öğretim görevlilerinin akademik özgürlüklerine sahip çıkmak dururken, teklifte sözü geçen değişiklikleri kabul etmek hukuka ve üniversitelere verilecek en büyük zarar olacaktır. DEVA Partisi olarak bilim insanlarımızın daha özgür ve üretken olduğu, gençlerimizin daha donanımlı bireyler olarak iş hayatına atıldığı ve üniversitelerin dünya sıralamalarının başında yer aldığı bir Türkiye için kanun teklifinde yer alan 7’nci ve 13’üncü maddelerinin çıkarılmasını, Üniversitelerin gelişiminin önünde en büyük engel olan Yükseköğretim Kurulu’nun (YÖK) kapatılmasını ve yükseköğretim sisteminin, kurumsal özerklik, akademik özgürlük ve performansa dayalılık ilkeleri çerçevesinde yeniden düzenlenmesi gerektiğini vurgulamak isteriz.